Şimdi Ara

Anlamlı, İnsanın 'İçine İşleyen' Hikayeler.. Mutlaka Okuyun!! (7. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
4 Misafir (2 Mobil) - 2 Masaüstü2 Mobil
5 sn
534
Cevap
164
Favori
323.513
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
8 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 56789
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Son zamanlardaki en iyi konu. Basladim birakamiyorum.
  • Takip.
  • İlk 4 tanesini okudum çok iyi, devam edicem
  • 3-4 tanesini okudum. Devamınıda mutlaka okuyacağım ama böyle hikayelerinde neredeyse hepsi mutsuz sonla bitiyor
  • guzel gidiyor devam
  • Ayıp olcak ama özet lazım hocam..Özetinde özeti lazım bir cümlede bitirmelisin işi..Kısa hikayeler başlığına gitmememş konu ayrıca
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Metin*

    Ayıp olcak ama özet lazım hocam..Özetinde özeti lazım bir cümlede bitirmelisin işi..Kısa hikayeler başlığına gitmememş konu ayrıca

    o kadar kısa olursa okuyana zevk vermez ki.. maksat okudukça okuyası gelmeli insanın, kendini hikayeye kaptırmalı ve çok uzaklara gitmeli.. keşke daha da uzun ve kaliteli olsalar.. bir cümlelik şeyler arıyorsanız atasözleri ve deyimlere bakmalısınız
  • Yeni hikayeler bekliyoruz...
  • 10. sınıf

    İngilizce dersinde yanımda bir kız oturuyordu onun için 'benim en iyi arkadaşım' diyordum... ama ben onun ipek gibi saçlarına bakıp onun benim olmasını istiyordum... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum, dersten sonra kalktı ve geçen gün sınıfta olmadığı için o günün notlarını istedi ona notları verirken bana teşekkür etti ve yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama
    çok utanıyordum...

    11. sınıf

    Telefonum çaldı, arayan oydu ve ağlıyordu bana askın nasıl kalbini
    kırdığını anlattı, beni evine çağırdı, yalnız kalmak istemediğini söyledi, bende tabi ki gittim, koltuğa, onun yanına oturdum, güzel gözlerine bakmaya başladım ve onun benim olmasını diledim, 2 saat sonra Dren Barrymore'un bir filmi başladı ve onu izledik filmi izledikten sonra uyumaya karar verdi, bana her şey için teşekkür etti ve yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...

    Son sınıf

    Mezuniyet balosundan bir gün önce yanıma geldi ve "çıktığım çocuk hasta ve partiye gelemeyecek" dedi, benimde çıktığım biri yoktu ve 7. sınıfta birbirimize söz vermiştik eğer çıktığımız biri olmazsa partilere birlikte gidecektik, "en iyi arkadaş" olarak. Ve partiye birlikte gittik, o aksam çok güzeldi, her şey yolunda gitti, partiden sonra onu evine kapısının önüne kadar bıraktım, kapının önünde ona baktım o da bana o güzel gözleriyle gülümseyerek baktı. Onun benim olmasını istiyordum... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum, bana "hayatimin
    en güzel zamanını geçirdiğini" söyledi ve yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...

    Günler, haftalar, aylar geçti ve mezuniyet günü geldi çattı...

    Sürekli onu izledim onun mükemmel vücudunu seyrettim. Diplomasını almak için sahneye çıkarken sanki havada süzülen bir melek gibiydi. Onun benim olmasını istiyordum... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum. Herkes evine gitmeden önce yanıma geldi ve ağlayarak bana sarıldı sonra basını omzuma koydu ve "sen benim en iyi arkadaşımsın, teşekkürler" deyip yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...

    Aradan yıllar geçti...

    Bir kilisedeyim ve o kızın nikahını izliyorum... evet artık evleniyordu, onun "evet, kabul ediyorum" demesini, yeni hayatına girmesini izledim, başka bir adamla evli olarak. Onun benim olmasını istiyordum... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum. Yeni hayatına girmeden önce yanıma geldi ve "nikahıma geldin teşekkürler" deyip yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama
    çok utanıyordum...

    yıllar çok çabuk geçti...

    Su an benim bir zamanlar en iyi arkadaşım olan kızın tabutuna bakıyorum, eşyaları toplanırken lise yıllarında yazdığı günlüğü ortaya çıktı... Hemen günlüğünü aldım ve günlükte okuduğum satırlar şöyleydi...

    "Onun gözlerine bakarak onun benim olmasını diledim... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum... Keşke bana beni bir kez sevdiğini söyleseydi..."




  • sahip olduklarımızın değerini bilelim..

    On yaşlarındaki küçük kız, okul önlüğünün düğmelerini iliklemeye çalışırken o kadar acele ediyordu ki, yaşadığı panikten elleri birbirine dolanıyordu. Uyumaktan şişmiş gözlerini ovalayarak dışarı fırladı. Ayakkabılarını ayağına geçirmeye çalışarak yürümesi yolda yalpalamasına sebep oluyordu. Son günlerde sürekli geç uyanıyor, ilk derse yetişemiyordu. Öğretmenin verdiği cezadan çok, her seferinde yalan söylemek zorunda kalmasıydı küçük yüreğini yoran. Bu sefer hangi bahaneyi uyduracaktı? Uyuya kaldığını söylese, öğretmen her zamankinden daha çok kızacaktı. Annesine söz vermişti. Ne olursa olsun, başına ne gelirse gelsin, kesinlikle yalan söylemeyecekti. Geç kaldığı günlerde öğretmeninin bakışlarıyla alevlenen yangına karşı, sap yığınından yalanların arkasına çaresizlik içinde gizleniyordu.

    Okulun kapısına geldiğinde koşmaktan terlemişti. Alnına, çile mürekkebiyle yazılan yazıyı, saçlarından süzülen ipek teller, daha bir belirginleştiriyordu. Al yanaklarının üzerine yerleşen şiş gözlerle etrafına bakıyor, çekingen adımlarla koridorda ilerliyordu. Küçük bedeni, taşıyabileceğinden ağır bir çantanın esaretinde sınıfın önüne geldi. Son kez önlüğünü ve yakalığını düzeltip kulağını hafifçe kapıya yasladı. İçeride hiç ses yoktu. Çantasını sırtından eline alıp, minik elleriyle kapıya birkaç kez vurdu. Ürkek adımlarla içeri girdiğinde sınıftaki sessizlik, yerini fısıltılara karışan gülüşmelere bırakmıştı. Çocukların bazısı, geç kaldığı için ona kızıyor, bazısı alaycı bakışlarını gülmelerle perçinliyordu. Küçük kız, yerine geçmeye hazırlanırken; öğretmen, sınıfı susturan, gülüşmeleri kovalayan, küçük kızın yüreğini titreten konuşmasına başladı.

    - Dur bakalım! Yerine oturma! Seni defalarca uyarmaktan, cezalandırmaktan bıktım. Sen, geç kalmaktan bıkmadın. Tahtanın yanına geç ve ders bitene kadar tek ayak üzerinde dur. Sorumsuzluğuna son verene kadar böyle yapacağım… Ayağını indirdiğini görmeyeyim...

    Öğretmen, hedefe koyduğu küçük bir kalbi tam ortasından yaralamıştı. Acımasız bir ressamın elinden çıkan hüzün tablosu sınıfın ortasında öylece duruyordu. Diğer çocukların yeniden başlayan gülüşmeleri tabloya vurulan fırçanın son darbeleri oldu.
    Alaycı bakışlardan kaçırdığı gözlerinde, yağmaya hazırlanan bulutlara direnen küçük kız, tahtanın yanına geçti. Ayağını kaldırdığında ders kaldığı yerden devam etmişti.

    Minik ayaklarında derman tükenmek üzereyken, ızdırabı ve dersi sonlandıran zil nihayet çaldı. Bir yangından kaçar gibi kapıya koşturan çocuklar geride bıraktıklarını çoktan unutmuştu. Öğretmen, masadan kitaplarını toplarken sınıfta kimse kalmamıştı. Küçük kızın yüzüne dahi bakmadan “Tamam! Çıkabilirsin.” dedikten sonra, söyleyecekleri aniden aklına gelmiş gibi, uyuşan ayaklarıyla birkaç adım atan kıza tekrar seslendi.

    - Dur biraz! Her gün derse geç kalıyorsun. Bu böyle gitmeyecek! Ya keyifle uyumaktan ya da okuldan vazgeç! İkisini de aynı anda yapmaya çalışmandan bıktım. Nasıl bir annen varmış ki, seni okula hazırlamaktan aciz, geleceğine karşı tasasız. Defalarca çağırmama rağmen bir defa bile göremedim veli toplantılarında. Senin sorumsuzluğunun diğer çocuklara örnek olmasına izin vermeyeceğim. Ya kendine çeki düzen ver ya da...

    Öğretmeninin ağzında çakan şimşekler küçük kızın gözlerinde bekleyen bulutlara düşüyordu. Yağan yağmurlar çoraklaşmış bir yüreği yumuşatmaya yetmiyor, sorular devam ediyordu.

    - Okumak istemiyor musun? Eğer öyleyse, ne sen yorul ne de biz!

    Küçük kızın başı önüne düşmüştü.

    - Hayır öğretmenim, dedi. Okumayı çok istiyorum. Hem de çok; ancak her sabah aynı rüyayı görüyorum.
    - Ne görüyorsun rüyanda?
    - Geçen sene beni yalnız bırakan annemi cennette görüyorum. Beni çok özlediğini söylüyor, pamuk elleriyle başımı okşamak istiyor, tam elini uzatıyor; uyanıyorum.

    Yanaklarına süzülen yaşları sildikten sonra derin bir iç çekip, sözlerine kaldığı yerden devam etti.

    - Onu o kadar çok özledim ki... Belki aynı rüyayı tekrar görürüm, belki rüya kaldığı yerden devam eder diye tekrar uyuyor, uyanmak istemiyorum; ancak rüya kaldığı yerden devam etmiyor...

    Daha fazlasını anlatacak gücü kalmamıştı. Titreyen sesiyle son bir cümle daha kurdu.

    - Rüyamda da olsa, bir defa başımı okşamasını, ona doya doya sarılmayı o kadar çok isterdim ki...




  • quote:

    Orijinalden alıntı: inuY

    Hayatımızda hep kadınların zorluğundan anlaşılmazlığından bahsederiz.Hatta yerine göre kadınlar bunu kabul ederler.Ama kısa bir öykü ile kadınların aslında düşündüğümüz kadar zor olmadıklarını anlaycağız.

    Kadın Dili(Bükçe)

    Oğlum bir hafta sonra evleniyor. Sorumluluk sahibi bir baba olarak ona öğüt vermem gerekiyor. Fakat bunu evde yapamam çünkü annesi ağız tadıyla öğüt vermeme izin vermez, sözü ağzımdan kapıp kendi devam eder. İş yerimden oğluma telefon açtım, "Akşam yemeğini dışarıda birlikte yiyelim." dedim. Deniz kenarındaki bu şirin lokantada şimdi onu bekliyorum. Geliyor aslan parçası, yakışıklılığı da aynı ben. Yan masadaki kızlar gözleriyle oğlumu süzüyorlar. Bakmayın kızlar, onu kapan çoktan kaptı. Hoş beşten sonra konuya giriyorum.
    Oğlum haftaya düğünün var, bir baba olarak sana bazı konularda yol yordam göstermem gerekiyor.
    Çocukluğunda suç işlediği zamanlardaki gibi birden bire kızardı. Kerata ne anlatacağımı zannettiyse!
    -Baba ben yirmi altı yaşındayım, bazı şeyleri biliyorum artık.
    -Ah senin o biliyorum zannettiğin konularda da çok bilmediğin çıkacak ama ben o konulardan bahsetmeyeceğim. Keşke konuşabilseydik ama henüz o kadar modern olamadım.
    Rahat bir nefes aldı. Bu arada yemeklerimiz de geldi. Oğlumla şöyle keyif yaparak muhabbet edelim bakalım.
    -Kaç dil biliyorsun oğlum sen?
    -İngilizce, Fransızca, bir de Türkçe`yle üç dil oluyor.
    -Bugün ben sana dördüncü dili öğreteceğim. Dilin adı Bükçe. Kadınlar tarafından kullanılır. Sen buna "kadın dili" de diyebilirsin.
    Güldü. Güldüğü zaman benim yanağımdaki gibi küçük bir gamzesi var, o ortaya cıkıyor.
    -Kadınların ayrı bir dili mi var?
    -Tabii ki. Eğer kadın dilini bilirsen bir kadınla yaşamak dünyanın en büyük zevkidir, ama bu dili bilmezsen hayatın kararabilir. O yüzden bir kadınla mutlu olmak isteyen her erkek Bükçe`yi öğrenmeli.
    ;İyi de niye Bükçe?
    -Çünkü kadınlar konuşurken, genellikle söyleyecekleri sözü net söylemezler. Eğip bükerler; onun için dilin adını ;Bükçe" koydum.
    -"Bükçe zor bir dil mi baba?" diye sordu gülerek.
    -Bana bak, çok önemli bir konu ama eğleniyor gibisin, biraz ciddiye al. Bir kadınla mutlu olmak istiyorsan bu dili bilmen çok önemli. Çünkü kadınlar sözü bükerek bükçe konuşurlar sonra da senin sözün doğrusunu anlamanı beklerler. Felsefesini anlarsan kolay, anlamazsan zor. Mesela Çinli bir karın var, sen karına sürekli Fransızca "seni seviyorum" diyorsun ama karın hiç Fransızca anlamıyor. Fransızca "seni seviyorum" un onun için bir anlamı yoktur. Ona Çince seni seviyorum dediğinde seni anlayabilir.
    -Tamam baba, haklısın ciddiyetle dinliyorum. Peki, sence kadınlar neden bizimle aynı dili konuşmuyorlar, söyleyeceklerini direkt söylemiyorlar ?
    -Bence bir kaç sebebi var. Birincisi, duygusal oldukları için, hayır cevabı alıp kırılmaktan korktuklarından sözlerini de dolaylı söylüyorlar. İkincisi, kadınlar dünyaya annelikle donanımlı olarak gönderildikleri için onların iletişim yetenekleri çok güçlü.
    -Bu konuda biz erkeklerden bir sıfır öndeler yani.
    -Ne bir sıfırı oğlum, en az on sıfır öndeler. Düşünsene, henüz konuşmayan, küçük bir çocuğun bile yüz ifadesinden ne demek istediğini hemen anlıyorlar. İşin kötüsü kendileri leb demeden leblebiyi anladıkları için biz erkekleri de kendileri gibi zannediyorlar. Onun için leb deyip bekliyorlar. Hatta bazen, leb demek zorunda kaldıkları için bile kızarlar. "Niye leb demek zorunda kalıyorum da o düşünmüyor?" diye canları sıkılır.
    -Biz de bazen Canan`la böyle sorunlar yaşıyoruz. "Niye düşünmedin?" diye kızıyor bana.
    -Kızarlar oğlum, kızarlar. Kadınlar ince düşüncelidirler, detaycıdırlar, küçük şeyler gözlerinden hiç kaçmaz. Bizim de kendileri gibi düşünceli olmamızı beklerler, fakat erkekler onlar gibi değil. Biz bütüne odaklıyız, onlar detaya. Beyinlerimiz böyle çalışıyor.
    -Ne olacak baba o zaman, yok mu bu işin çaresi?
    -Var dedik ya oğlum, Bükçe`yi öğreneceksin, bunun için buradayız. Hazır mısın?
    -Hazırım baba.
    -Bükçe bol kelime kullanılan bir dildir. Biz erkeklerin on kelime ile anlattığı bir konu, Bükçe`de en az yüz kelime ile anlatılır. Dinlerken sabırlı olacaksın. Mesela karın o gün kendine elbise aldı, diyelim. Bunu sana "Bugün bir elbise aldım." diye söylemez. Elbise almak için dışarı çıktığı -ndan başlar, kaç mağazaya gittiğinden, almak için kaç elbise denediğinden, indirimlerden, yolda gördüğü tanıdıklarından, alırken yaptığı pazarlıktan devam eder ve sana kocaman bir hikaye anlatır.
    -Hikaye dili yani.
    -Aynen öyle. Sen akıllı bir erkek olarak ona asla, "Hikaye anlatma, ana fikre gel, kısa kes." demeyeceksin. Böyle bir şey dediğinde bittin demektir. İster öyle de, istersen "seni sevmiyorum." de. İki durumda da "seni sevmiyorum" demiş olacaksın.
    -Ne alakası var baba "seni sevmiyorum" demekle "kısa anlat" demen in?
    -Çok alakası var. Kadınlar dinlenmedikleri zaman sevilmediklerini düşünürler.
    -Bu önemli. Bükçe`de dinlemek sevmektir diyorsun.
    -Aynen öyle. Devam edelim. Bükçe ima dolu bir dildir. Kadınlar konuşurken bir şeyler ima etmeyi severler. Biz erkekler de imalı konuşuyoruz diye düşünürler ve gözlerimizle onlara ne demek istediğimizi çözmeye çalışırlar. Oysa erkeklerin ima yeteneği pek gelişmemiştir. Bizim kastımız söylediğimiz şeydir.
    -Geçen hafta Canan bana "Bir kaç kilo daha versem gelinliğin içinde daha iyi duracağım." dedi. Ben de "Böyle de iyisin." dedim. Canı sıkıldı, bir kaç saat surat astı. ";Neyin var?" diye sordum. "Hiçbir şeyim yok." dedi. Sence nerede hata yaptım?
    -"Böyle de iyisin" derken o "de" ekini orda kullanmamalıydın. Canan bunu şöyle anlamıştır. "Böyle de fena sayılmazsın, eh işte, idare edersin ama tabi daha da iyi, daha da güzel olabilirsin."
    -Peki ne demem gerekiyordu?
    -Şunu hiç unutma. Kadınlar kendileri ile ilgili, giysileri ile ilgili ya da aileleri ile ilgili bir soru soruyorlarsa, kesinlikle iltifat bekliyorlardır. Es kaza eleştirmeye kalkarsan yandın. Bunu hiç unutmazlar. O gün "Hayatım sen zaten Çok güzelsin, kilo vermeye falan bence ihtiyacın yok." deseydin, günün zehir olmazdı.
    -Yani diyorsun ki bir kadın her daim güzeldir, her giydiği yakışır ve her kadının annesi bir hanımefendi, babası da beyefendidir. Bana ne yaparlarsa yapsınlar.
    -Aferin oğlum, çok hızlı anlıyorsun bana çekmişsin. Kadının, kendi anne babasıyla sorunu olsa, kendi eleştirir ama asla senin eleştirmeni kabul etmez. Bunu kendine hakaret olarak alır.
    -Ve asla unutmazlar, değil mi?
    -Aynen öyle. Yıllar once annene, annesi için "Biraz cimri." demiştim. Hala "Sen benim annemi sevmezsin." der ve annesi bize bir şey aldığında gözüme sokar, en çok göreceğim yere koyar.
    -Hadi o konularda dilimi tutarım da, şu ima işini çözmek zor geldi.
    -Zor gibi ama biraz gayret edersen çözersin. En önemlisi imaları anlayaca ksın ama "Sen şunu mu demek istiyorsun?" diye asla yüzüne vurmayacaksın.
    -Anladım. Anlayacaksın ama anladığını belli etmeyeceksin. Buna şöyle de diyebiliriz. O beni iğnelediğinde "Niye bana iğne batırıyorsun?" Diye sormayacağım, o iğneyi ben kendi kendime batırmışım gibi yapacağım.
    -Güzel ifade ettin oğlum. Mesela dün öğlen annen beni aradı. "Akşama tok mu geleceksin?" diye sordu. Beni biliyorsun akşam yemeklerinde hep evdeyimdir. Kırk yılda bir dışarıda yerim onu da haber veririm. Tabi ben hemen anladım annenin ne demek istediğini. "Tok gel, yemekle uğraşmak istemiyorum" demek istiyor. Anladım ama tabi "Ne demek istiyorsun?" demedim.
    -Dün çok yorulmuştu baba, düğün alışverişine çıkmıştık.
    -Bunun pek çok sebebi olabilir. Yorulmuş olabilir, bir kabul gününden tok gelmiş olabilir, bin beş yüzüncü diyetine başlamış ve o gün yemekle uğraşmak istemiyor olabilir. Ama bunu biz erkekler gibi kısa yoldan "Canım benim karnım tok, sen de dışarıda bir şeyler ye, ya da yorgu num, gelirken bir seyler getir yiyelim." demez. Sanki böyle derse, iyi ev kadını rütbesi tozlanacak, mevki kaybedecek. İlla Bükçe anlatacak, asık bir yüzle karşılaşmamak için senin de anlaman gerekiyor. "Hayır, evde yiyeceğim ama istersen hazır bir şeyler alıp geleyim, ne dersin?"dedim. "Tamam." dedi. Döneri sever biliyorsun, dün eve giderken, ekmek arası döner yaptırdım. Onun dönerini de porsiyon yaptırdım. Bunu düşündüğüm için ayrıca sevindi. O da diyette, düğünde daha zayıf görünme derdinde bu sıralar.
    -Bu Bükçe`de kısa konuşma yok mu acaba?
    -Var ama yerinde olsam hiç tercih etmezdim. Kadın konuşmuyorsa ya da kısa konuşuyorsa kesin ciddi bir sorun var demektir. Mesela baktın canı sıkkın, soruyorsun, "Neyin var?" diye. "Hiçbir şeyim yok." diyorsa, aman bir şeyi yokmuş diye bırakma. Yoksa az sonra, çok ilgisiz olduğundan yakınarak, ağlamaya başlar.
    -Bükçe`de "Hiçbir şey yok." demek ";Çok şey var, benimle ilgilen." demek oluyor, o zaman.
    -Evet. Biz erkekler "Bir şey yok." diyorsak ya gerçekten bir şey yoktur, sadece başımızı dinlemek istiyoruzdur ya da bir sey vardır ama; "Şu anda konuşacak bir şey yok." diyoruzdur. Her ikisinde de konuşmak istemiyoruzdur. Ama kadınlar ilgiyi sevgi olarak gördükleri için "Bana değer veriyorsan, ilgilen ki anlatayım." demek istiyordur. Çok nadiren gerçekten anlatmak istemiyor olabilir, o zaman da fazla üstüne varıp bunaltmayacaksın tabi.
    -Bir arkadaşım da "Kadınların `Peki.` demesi tehlikelidir" demişti.
    -Doğru. Bir kadının ağzından çıkan kuru bir `peki`, `olur`, `tamam` her zaman tehlikelidir. Bu Bükçe`de "Şimdi tamam diyorum ama acısını daha sonra çıkaracağım." demektir. Sana en kısa zamanda kesin bir ceza keser. Fakat pekinin yanında "Peki canım, olur hayatım" gibi bir hoşluk ekliyorsa korkmaya gerek yok.
    -Zor bir dil baba.
    -Yok yok gözün korkmasın, her yabancı dil gibi. İlk başlarda biraz çalışacaksın, pratik yapacaksın, bazen hatalar yapacaksın, dikkat edeceksin sonra otomatiğe bağl anırsın. Kolay yanı şu; senin bükçe konuşman gerekmiyor. Dili anlaman yeterli.
    -Anlamak da pek kolay değil ama.
    -Korkma, o kadar zor değil. En önemli kuralları ben sana öğretiyorum zaten. Devam edelim. Kadınlar istediklerini söylemek zorunda kalınca, düşünemediğimiz için biz erkeklere kızarlar ve konuşurken suçlayarak konuşurlar; fakat suçladıklarının farkında olmazlar. Sitem ediyoruz zannederler.
    -Nasıl yani?
    -Mesela, karın sana "Ne zamandır dışarı çıkmadık." derse bunu suçlama olarak üstüne alma, canı seninle gezmek istiyordur, bunu sen düşünüp teklif etmediğin için kalbi kırılmıştır. Maksadı seni suçlamak değildir. "Daha geçenlerde gezmeye gittik." gibi bir savunmaya girme. "Tamam canım haklısın, ben de istiyorum, en kısa zamanda gideriz." de, konu kapanır. Tabi ilk fırsatta da sözünü yerine getirirsen iyi olur.
    -Not mu alsaydım... Epeyce detayı varmış dilin.
    -Sen bilirsin oğlum, unutacaksan al. Keşke ben de not alıp gelseydim. Umarım sana eksik öğretm em. Şimdi aklıma geldi. Kadınların en nefret ettiği sözcük "Fark etmez."dir. "Fark etmez"i kadınlar "Hiç umurumda değil, ne yaparsan yap." diye anlarlar.
    -En değerli sözcük nedir?
    -Sen bil bakalım.
    -"Seni seviyorum." herhalde.
    -Evet, kadınlar "Seni seviyorum." sözünü sık sık duymak isterler. Biz erkekler ";Söylemiştim, zaten biliyor." diye bu konuda gaflete düşmemeliyiz.
    -Bükçe sadece konuşma dili midir baba? Bunun bir de davranış dili var gibi geliyor bana.
    -Zekan kesinlikle bana çekmiş. Ben de tam ona geliyordum. Davranışlar da çok önemli tabii. kadınlar küçük şeylere önem verirler. Akşam ona sarıl, televizyon izliyorsan sarılarak izle. Gündüz onu düşündüğünü ifade etmek için kısacık da olsa bir mesaj gönder, küçük sürprizler yap. O yemek hazırlarken ona yardım et, salata yap, çay demle.
    -Akşam gelip sırt üstü yatmak yok yani.
    -Gözünde büyütme. Sayınca çok şey gibi görünüyor ama aslında bunlar zaman alacak, zor ve masraflı şeyler değil. Sen bu küçük şeylere dikkat et, zaten karın sana paşa gibi davranır, seni yormaz. Bir erkek bu küçük şeylere dikkat etmezse zamanını karısıyla büyük kavgalar yaparak geçirir. Sevgiyle geçirmek varken niye kavgayla geçiresin ki? Kadınlar çok vericidir ama, eğer sen hep alıp hiç vermezsen, bir gün birden patlarlar. Küçük küçük alırlarsa, büyük büyük verirler.
    -Tamam baba, bunlara dikkat edeceğim.
    Garson yemek tabaklarını kaldırırken oğlumun telefonu çalmaya başladı. Belli ki nişanlısı arıyor, konuşmak için deniz kenarına doğru adımlamaya başladı. Az sonra geldi.
    -Baba çok teşekkür ederim. Bükçe`yi anlamaya başladım. Canan aradı. "Salonun perdeleri ne renk olsun karar veremedim, yarın birlikte mi baksak?" dedi. Tam "Fark etmez, sen seç." diyecektim ki bunu senin söylediğin gibi "Ev de perde de umurumda değil." gibi anlayacağı aklıma geldi. "Tabii canım, istersen birlikte bakabiliriz ama ben senin zevkine güveniyorum, sen seç istersen." dedim, çok mutlu oldu. Kendi seçecek .
    -O zaten perdeyi çoktan seçmiştir de kadınlar illa yaptıklarını onaylatmak isterler. Birlikte de gitsen o seçtiği perdeyi almak isteyecektir. Biz erkekler onların ne demek istediklerini anlarsak, işlerden kolay sıyırırız.
    -Baba tekrar teşekkür ederim. Bu iyiliğini hiç unutmayacağım. Bana Bükçe`yi öğretmeseydin halimi düşünmek bile istemiyorum.
    -Şanslısın oğlum.
    Benim seninki gibi bir babam yoktu.
    Bunları deneye yanıla öğrenmem yıllarımı aldı.
    Sen yine iyisin, hazıra kondun.
    Güle güle kullan, isteyene de öğret, herkes de güle güle kullansın.
    Kullansınlar ki yüzleri gülsün.




  • Son öykünün konusu ve özellikle anlatım şekli çok etkileyici.
  • Birinci ve de en onemli ders.

    Okuldaki ikinci ayimda, hocamiz test sorularini dagitti.Ben okulun en iyi ogrencilerinden biriydim. Son soruya kadar soluk almadan geldim ve orada cakildim kaldim. Son soru soyleydi:

    "Hergun okulu temizleyen hademe kadinin ilk adi nedir?.."

    Bu herhalde bir cesit saka olmaliydi. Kadini yerleri silerken hemen hergun goruyordum.Uzun boylu, siyah sacli bir kadindi. 50'lerinde falan olmaliydi. Ama adini nerden bilecektim ki!.. Son soruyu yanitsiz birakip kagidi teslim ettim.Sure biterken bir ogrenci, son sorunun test sonuclarina dahil olup olmadigini sordu. "Tabii dahil" dedi, hocamiz.. "Is yasaminiz boyunca insanlarla karsilacaksiniz. Hepsi birbirinden farkli insanlar. Ama hepsi sizin ilginiz ve dikkatinizi hakkeden insanlar bunlar. Onlara sadece gulumsemeniz ve `Merhaba' demeniz gerekse bile.." Bu dersi hayatim boyunca unutmadim. O hademenin adini da.. Dorothy idi.



    Ikinci onemli ders.. Yagmurda otostop!..

    Bir gece vakit geceyarisina dogru Alama otoyolunun kenarinda duran bir zenci kadin gordum. Bardaktan bosanirca yagan yagmura ragmen, bozulan arabasinin disinda duruyor ve dikkati cekmeye calisiyordu. Gecen her arabaya el salliyordu. Yaninda durdum. 60'li yillarda bir beyazin bir zenciye hem de Alabama'da yardima kalkismasi pek olagan seylerden degildi. Onu kente kadar goturdum. Bir taksi duragina biraktim. Ayrilirken ille de adresimi istedi.Verdim. Bir hafta sonra kapim calindi. Muazzam bir konsol televizyon indiriyordu adamlar. Bir de not ekliydi, armaganda.. "Gecen gece otoyolda bana yardiminiza tesekkur ederim. O korkunc yagmur sadece elbiselerimi degil, ruhumu da sirilsiklam etmisti. Kendime guvenimi yitirmek uzereydim, siz cika geldiniz. Sizin sayenizde olmekte olan kocamin yataginin bas ucuna zamaninda ulasmayi basardim. Biraz sonra son nefesini verdi. Tanri bana yardim eden sizi ve baskalarina karsilik beklemeksizin yardim eden herkesi kutsasin!.. En iyi dileklerimle, Bayan Nat King Cole."



    Ucuncu onemli ders.. Size hizmet edenleri hep hatirlayin..

    Bir pastanin uc otuz paraya satildigi gunlerde 10 yasinda bir cocuk pastaneye girdi. Garson kiz hemen kostu.. Cocuk sordu: "Cukulatali pasta kac para?.." "50 cent!.." Cocuk cebinden cikardigi bozuklari saydi. Bir daha sordu: "Peki dondurma ne kadar.." "35 cent" dedi garson kiz sabirsizlikla.. Dukkanda yiginla musteri vardi ve kiz hepsine tek basina kosusturuyordu. Bu cocukla daha ne kadar vakit gecirebilirdi ki.. Cocuk parasini bir daha saydi ve "Bir dondurma alabilir miyim lutfen" dedi. Kiz dondurmayi getirdi. Fisi tabagin kenarina koydu ve oteki masaya kostu. Cocuk dondurmasini bitirdi. Fisi kasaya odedi. Garson kiz masayi temizlemek uzere geldiginde, gozleri doldu birden. Masayi sanki akan yaslar temizleyecekti. Bos dondurma tabaginin yaninda cocugun biraktigi 15 cent duruyordu..



    Dorduncu onemli ders.. Yolumuzdaki engeller..

    Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun uzerine kocaman bir kaya koydurmus, kendisi de pencereye oturmustu. Bakalim neler olacakti?.

    Ulkenin en zengin tuccarlari, en guclu kervancilari, saray gorevlileri birer birer geldiler, sabahtan oglene kadar. Hepsi kayanin etrafindan dolasip saraya girdiler. Pek cogu krali yuksek sesle elestirdi. Halkindan bu kadar vergi aliyor, ama yollari temiz tutamiyordu. Sonunda bir koylu cikageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sirtindaki kufeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarildi ve ikina sikina itmeye basladi. Sonunda kan ter icinde kaldi ama, kayayi da yolun kenarina cekti. Tam kufesini yeniden sirtina almak uzereydi ki, kayanin eski yerinde bir kesenin durdugunu gordu. Acti.. Kese altin doluydu. Bir de kralin notu vardi icinde.. "Bu altinlar kayayi yoldan ceken kisiye aittir" diyordu kral. Koylu, bugun dahi pek cogumuzun farkinda olmadigi bir ders almisti. "Her engel, yasam kosullarinizi daha iyilestirecek bir firsattir.."



    Besinci onemli ders.. Onemli olan vermektir..

    Yillar once hastanede calisirken, agir hasta bir kiz getirdiler. Tek yasam sansi bes yasindaki kardesinden acil kan nakli idi. Kucuk oglan ayni hastaliktan mucizevi sekilde kurtulmus ve kaninda o hastaligin mikroplarini yok eden bagisiklik olusmustu. Doktor durumu bes yasindaki oglana anlatti ve ablasina kan verip vermeyecegini sordu. Kucuk cocuk bir an duraksadi. Sonra derin bir nefes aldi ve "Eger kurtulacaksa, veririm kanimi" dedi. Kan nakli ilerken, ablasinin gozlerinin icine bakiyor ve gulumsuyordu. Kizin yanaklarina yeniden renk gelmeye baslamisti, ama kucuk cocugun yuzu de giderek soluyordu.. Gulumsemesi de yok oldu. Titreyen bir sesle doktora sordu: "Hemen mi olecegim?.." Kucuk, doktoru yanlis anlamis, ablasina vucundaki butun kani verip, olecegini sanmisti..



    Son ders.. sinirliyken birşeyi yapmadan önce bir kez daha düşünün.. herkes hata yapar


    Adam yeni aldığı arabasına bakmak için evinden dışarı çıktığında, üç yaşındaki oğlunun gayet mutlu bir biçimde elindeki çekiçle, arabanın kaportasını mahvettiğini görmüş.
    Hemen oğlunun yanına koşmuş ve kaportaya vurduğu çekiçi alarak çocuğun eline çekiçle vurmaya başlamış.
    Biraz sakinleşince oğlunu hemen hastaneye götürmüş.
    Doktor çocuğun kırılan kemiklerini kurtarmaya çalıştıysa da, elinden bir şey gelmemiş ve çocuğun iki elinin parmaklarını kesmek zorunda kalmış.
    Çocuk ameliyattan çıkıp, gözlerini açtığında, bandajlı ellerini fark etmiş ve gayet masum bir ifadeyle,
    "Babacığım, arabana zarar verdiğim için çok üzgünüm,"
    demiş ve sonra babasına şu soruyu sormuş:
    "Parmaklarım ne zaman yeniden çıkacak?"
    Babası eve dönmüş ve intihar etmiş



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Frank Lapidus -- 9 Mayıs 2012; 13:21:14 >




  • Son yazı fenaymış...




    Leonardo da Vinci 'Son Akşam Yemeği' isimli resmini yapmayı düşündüğünde büyük bir güçlükle karşılaştı... İyi'yi İsa'nın bedeninde, Kötü'yü de İsa'nın arkadaşı olan ve son akşam yemeğinde ona ihanet etmeye karar veren Yahuda'nın bedeninde tasvir etmek zorundaydı...Resmi yarım bırakarak bu iki kişiye model olarak kullanabileceği birilerini aramaya başladı. Bir gün bir
    koronun verdiği konser sırasında, korodakilerden birinin İsa tasvirine çok uyduğunu fark etti. Onu poz vermesi için atölyesine davet etti, sayısız taslak ve eskiz çizdi.

    Aradan 3 yıl geçti. 'Son Akşam Yemeği' neredeyse tamamlanmıştı, ancak Leonardo da Vinci henüz Yahuda için kullanacağı modeli bulamamıştı... Leonardo'nun çalıştığı kilisenin kardinali, resmi
    bir an önce bitirmesi için ressamı sıkıştırmaya başladı Günlerce aradıktan sonra Leonardo vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam buldu. Paçavralar içindeki bu adam, sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda kaldırım kenarına yığılmıştı. Leonardo
    yardımcılarına adamı güçlükle de olsa kiliseye taşımalarını söyledi çünkü artık taslak çizecek zamanı kalmamıştı. Kiliseye varınca yardımcılar adamı ayağa diktiler. Zavallı, başına gelenleri anlamamıştı. Leonardo adamın yüzünde görülen inançsızlığı, günahı, bencilliği resme geçiriyordu...

    Leonardo işini bitirdiğinde, o zamana kadar sarhoşluğun etkisinden kurtulmuş olan berduş gözlerini açtı ve bu harika duvar resmini gördü. Şaşkınlık ve hüzün dolu bir sesle şöyle dedi: 'Ben bu resmi daha önce gördüm... ' 'Ne zaman?' diye sordu Leonardo da Vinci, o da şaşırmıştı. 'Üç yıl önce' dedi adam.. 'Elimde avucumda olanı kaybetmeden önce. O sıralarda bir koroda şarkı söylüyordum, pek çok hayalim vardı, bir ressam beni İsa'nın yüzü için modellik yapmak üzere davet etmişti...'

    İyi ve Kötü'nün yüzü aynıdır... Her şey, insanın yoluna ne zaman çıktıklarına bağlıdır...



     Anlamlı, İnsanın 'İçine İşleyen' Hikayeler.. Mutlaka Okuyun!!




  • Bir felsefe profesörü sınıfta, önünde bazı malzemelerle öğrencileriyle ders yapıyordu. Önce önündeki boş bir kavanozu 2" çapındaki taşlarla doldurmaya başladı.Öğrencilere kavanozun dolu olup olmadığını sordu. Onlar da dolu olduğunu kabul ettiler. Profesör bu sefer bir kutu çakıltaşı aldı ve onları kavanoza boşalttı.
    Kavanozu hafifçe sallayınca çakıl taşları büyük taşların arasındaki boşluklara doldular. Profesör yine öğrencilerine kavanozun dolu olup olmadığını sordu, onlar da onayladılar.
    Bu sefer bir kutu kum alıp kavanoza boşalttı. Tabii kum geriye kalan bütün boşlukları doldurunca yine öğrencilerine aynı soruyu tekrarladı. Öğrencilerin hepsi bir ağızdan kavanozun dolu olduğunu söylediler.
    Profesör bu sefer masanın altından bir şişe kırmızı şarap çıkarıp içindekileri kavanoza boşalttı ve böylece
    kumların arasındaki boşlukları etkili bir şekilde doldurdu.
    Öğrenciler gülmeye başlayınca;

    "Şimdi," dedi "Bu kavanozun sizin hayatınızı simgelediğini bilmenizi istiyorum. Taşlar hayatınızdaki önemli şeyler - aileniz, eşiniz, sağlığınız, çocuklarınız. Her şeyi kaybetseniz ve elinizde sadece onlar kalsa bile hayatınızın dolu dolu olmasını sağlayacak şeyler bunlar.
    Çakıl taşları ise işiniz, eviniz, arabanız gibi diğer önemli şeyler.
    Kum da geriye kalan her şeydir, küçük şeyler yani.
    Eğer kavanozu önce kumla doldurursanız çakıl taşlarına ve büyük taşlara yer kalmayacaktır. Aynı şey hayatınız için de geçerli. Bütün zaman ve enerjinizi küçük şeylere harcarsanız hayatınızda sizin için önemli olan şeylere hiç yer kalmayacaktır.
    Mutluluğunuz için çok önemli olan şeylere dikkat edin. Çocuklarınızla oynayın, doktor kontrollerinizi düzenli yaptırın. Eşinizi dansa götürün. İşe gitmek, evi temizlemek, tamirat yapmak ve yemek
    vermek için hep zamanınız olacaktır. Önce büyük taşları - gerçekten önemli olanları halledin.
    Önceliklerinizi belirleyin. Geriye kalanlar sadece kumdur."
    Öğrencilerden biri elini kaldırıp şarabın neyi simgelediğini sordu.

    Profesör gülümsedi, "Sorduğunuza sevindim. O sadece hayatınız ne kadar dolu görünürse görünsün, iyi bir şişe şaraba her zaman yer olacağını size göstermek içindi."




  • Günlerdir 2 demir lirayı elimde çevirip duruyorum.
    2 Türk lirası…

    Bazılarınız yere düşse eğilip almazsınız.
    Para üstü olsa aldırmazsınız.
    Harçlık diye, bahşiş diye, sadaka diye verilse surat asarsınız.
    Hepi topu 2 lira….

    6 Şubat gecesi Şanlıurfa’ya çok yağmur yağdı.
    Ceylanpınar Tarım İşletmesi arazisi içinde bulunan Çırpı Deresi taştı; üzerindeki stabilize geçişi tahrip etti.
    O geçişten bir kamyon geçmeye çalışıyordu o gece…
    Kamyonun kasasına 44 kişi binmişti. Çoğu kadın ve çocuktu.
    Tarım İşletmeleri çiftliğine, koyun sağmaya gidiyorlardı.
    Kamyonun şoförü yolun çöktüğünü fark etmedi; araç Çırpı Deresi’ne uçtu.

    Kasadaki 44 kişi dereye döküldü; sürüklendiler.
    Kamyonun kasasına tutunmayı başaran 33 kişi kurtarıldı.
    Kurtarılanlar Ceylanpınar Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı.
    Sel sularına kapılan 2 işçi, Elma ve Hacer Kaya öldü.
    Halil, Ahmet, Emine ve Anuç Ete kayboldu.
    Zehra ve Hatun Kaya kayboldu.
    Naile Çorak, Fatma Merç, Halfe Ayberk kayboldu.
    Adları ilk kez haberlerde duyuldu.

    Gece, arama kurtarma çalışmaları başladı.
    Dalgıçlar sabaha kadar derede işçi aradılar.
    Derenin Suriye tarafında da Suriyeliler çalıştı.
    Sonuç alınamadı.

    Kazayla ilgili olarak Ceylanpınar Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlattı. Çiftlikte süt sağımı işini yaptıran müteahhit Celal Ulukaya gözaltına alındı.

    Bu gözaltının nedeni, kurtulan işçiler konuşunca anlaşıldı.
    Kazazedelerden Halil Ertuğrul 10 yıla yakın süre bu işi yapmıştı. Çiftlikteki sağım işinden günde 2 lira kazanıyorlardı.
    Ertuğrul, “Niye çalışıyorsun o zaman” sorusuna kısa bir yanıt verdi:

    “Mecburum. İş yok.”

    Günde 2 liradan ayda 60 lira…

    44 işçiyi Çırpı Deresi’ne sürükleyen, 11′ini yağmur sularından bir selde boğan ekmek kavgasının bedeli bu…
    İşsizlik illetine düşmüş fukaraları “Hiç yoktan iyi” tesellisiyle kandıran müteahhitlerin ucuz işgücüne biçtikleri değer…
    2 demir lira…

    Günlerdir elimde çevirip durduğum 2 metelik…
    2 paralık hayatların can pahası..

    Harçlık isteyen çocuklara bu yazıyla birlikte veriniz.
    Hayat dersi niyetine . . .


    (Can Dündar)




  • Çok güzel hikayeler var paylaşanlara çok teşekkürler.
  • takip
  • Acil servisteydim. Mesleğe yeni başlamanın heyecan ve zevkini yaşıyor, 'doktor bey' hitabına alışmaya çalışıyordum. Her büyük hastahanenin acil servisinde olduğu gibi, burada da nöbet hareketli geçiyordu. Tecrübeli uzman hekimlerin yanında, bana pek sorumluluk düşmüyordu. Ben sadece olup bitenleri dikkatlice izleyerek tecrübe kazanmaya çalışıyordum.

    Saat gecenin bir buçuğuydu. İki bayan, kollarından tuttukları, 16-17 yaşlarında, esmer, topluca bir delikanlıyı hastahaneye getiriyordu.Delikanlının babası olduğu anlaşılan bir bey arkalarından soluk soluğa geliyor, bir yandan da şöyle sesleniyordu:
    -Kurtarın yavrumu, kurtarın çocuğumu!

    Nöbetçi doktor, gecenin yorgunluğuyla gömüldüğü koltuğundan doğruldu. Bu arada hemşireler yeni gelenleri karşılıyordu. Ben doktorun yanında ayakta bekliyordum. Adam konuşmaya devam ediyordu:
    -Doktor bey, oğlum intihar niyetiyle ilâç içmiş. Annesi fark edince, hemen getirdik.

    -Aldığı ilâçlar yanınızda mı?

    Adam, ceketinin ceplerinden hap kutularını çıkarıp doktora gösterdi.

    -Şu haptan on beş-yirmi tane, şundan on kadar, şundan da üç-beş tane içmiş.

    -Ne zaman içtiğini biliyor musunuz?

    -İki saat kadar olmuş.

    Doktor hap kutularını uzun uzun inceledikten sonra, bir delikanlıya, bir de kutulara baktı. Ardından kafasını sağa sola sallayıp yüzünü buruşturarak:
    -Hımm! Yazık, çok yazık!

    Aile endişe ve merak içinde, doktorun bir şeyler söylemesini bekliyor, ama doktordan ses çıkmıyordu. Bense, gencin midesini yıkayacağımızı düşünüyordum.

    Kısa süren bir sessizlik, babanın sorusuyla bozuldu:
    -Ne yapacağız doktor bey?

    Doktorun yüzü gerginleşti. Bakışlarını ümitsizce kaldırdı. Dudaklarını ısırdı. Başını çaresizce sağa sola salladı. Elleriyle de çaresizlik işareti yaptı.

    Ağzından dökülen son sözler, hasta ve yakınları için kurşun gibiydi.
    -Üzgünüm! Yapılacak bir şey yok. Hem bu ilâçlar... Üstelik de geç kalmışsınız.

    Ben göz ucuyla aileye baktım. Hepsinin gözleri fal taşı gibi açılmış, beti benzi atmıştı. Delikanlının yüzü korkuyla gerilmişti. Annesi ve kız kardeşinin desteğiyle ayakta zor duran delikanlı, birden doğrulup pür dikkat doktora baktı Doktorun ifadelerindeki kesinliği ve yüzündeki ciddiyeti görünce sarsıldı Dizlerinin bağı çözülmüşçesine kendini yere bıraktı Aile fertlerinin ayakta duracak mecalleri kalmamış olacak ki her biri bir kenara çöktü.

    Baba ve anne bir şeyler mırıldanıyorlardı Uzun süren bir suskunluk ve şaşkınlıktan sonra:
    -Ne olacak doktor bey Hiçbir şey yapamaz mısınız ?

    -Artık çok geç. Bu durumda maalesef bir şey yapamayız. Yapsak da yararı olmaz Herhalde bir saate kadar hastayı kaybederiz. Gene de hastayı müşahede altına alalım.

    Ben de en az aile kadar şaşırmıştım. Delikanlının yüzüne bakıyordum. Ölüm endişesi ve ümitsizlik, iliklerine kadar işlemiş gibiydi. Kendimce neler hissettiğini düşündüm. Ölüme bu kadar yaklaşmak gerçekten zor bir durum olmalıydı Hem insan bir saat sonra öleceğini bilse neler düşünür neler hisseder, neler yapardı? Aslında her birimizin, ölüme bir saat yaklaşacağı an gelmeyecek miydi? Hayatın karmaşa ve med-cezirleri arasında ölüm gerçeğini nasıl da atlıyor veya kendimize uzak görüyorduk. Şimdi bu delikanlı, geçmişini arkadaşlarını ailesini düşünüyor olmalıydı. Veya ölümden sonraki hayatı; yani bir saat sonrasını Belki de arkasından neler düşünüleceğini konuşulacağını... Halbuki ne kadar çok plânı vardı. Şimdi ise, o plânları düşünmek bir yana son saatini nasıl geçireceğine dair doğru düşünme melekesini bile kaybetmiş gibiydi. Diğer taraftan, hayat devam ediyordu. İçeride yatmakta olan bir hastanın yakınları doktora bir şeyler sorarken, sedye ile bir hasta daha getiriliyordu. O ara başka bir doktor kapıdan içeri giriyordu. Biliyorum, sohbet için geliyor. Az ötede, hemşirelerin küçük teybinden, bir arabesk parça yükseliyor: Batsın bu dünya Hayatla ölümün iç içeliği galiba bu diyorum kendi kendime.

    Baba toparlandı. Yalvaran bir eda ile sorusunu tekrarladı:
    -Hiçbir şey yapamaz mısınız doktor bey? Hiç mi ümit yok? İçeri yeni giren doktor, kaş göz işaretiyle ne olduğunu sordu.

    Doktor ayağa kalkıp kesin bir ifade ile cevap verdi:
    -İntihar girişimi doktor bey. Geç kalmışlar maalesef. Durum da ciddi. Yapılacak bir şey kalmamış. Sonra raporunu tanzim ederiz.

    Söylenenleri dikkatle dinleyen delikanlıyı ölüm gerçeği ile yüzleşmek ürkütmüştü. Pişmanlık duygusu içerisinde ve titrek bir sesle doktora'Kurtulmak için ne yapmak gerekiyorsa yapmaya hazırım. Ne olur doktor! Beni kurtarın, ölmek istemiyorum dedi. Doktor oralı bile olmadı. Ölüme bu kadar yakın bir kimseyi daha önce hiç görmemiştim. Üstelik çok da gençti. Hayalen morga gidip, gencin otopsisini düşünüyorum. Demek, karşımda duran bu diri beden birazdan ölecek, otopsi için açılacak ve biz bir rapor tanzim edip bırakacağız! Hayat ve ölüm... Yaşamak ve ölmek... Genç olmak, yaşlı olmak, hayatı anlamak, ölümü benimsemek... Hayatı ölüme bir girizgah olarak değerlendirebilmek... Ölüme her an hazır olmak... Veya kendini hazır hissetmek... Kısacası ölümü kuşanmak... Hayata ve ölüme anlam kazandırmak... Bir sürü düşünce beynime doluşuyor. Doktor oradan uzaklaştı. Ben de peşinden gittim.

    Biraz acemilik kokan bir tavırla sordum:
    -Doktor bey! Serumla bol mayi verip bir yandan da idrar söktürücülerle kanını temizleyemez miydik?

    Doktor dönüp, gözlerimin içine baktı: Kardeşim görüyorsun, burada ayakta zor duran yaşlılar bile biraz daha hayatta kalmak için mücadele ederken, bu delikanlı daha on yedi yaşında ve intihara kalkışıyor. Ölmek istiyorsa, neden ona mâni olalım? Biraz isteği ile baş başa kalsın bakalım. Ölüm ne imiş, hayat ne imiş düşünsün! Yaşamanın değerini, ailesine ne kadar acı çektirdiğini fark etsin! Dahası Allah'ı hatırlasın; kul olmayı... Ölümü ve sonrasını da tabii ki...

    Arkasından, beni bir kez daha şaşırtan bir kahkaha atıp şöyle dedi:
    -Yoksa, sende mi inandın öleceğine?

    -Ne yani, delikanlı ölmeyecek mi?

    Gülerek, ilaç kutularını gösterdi. Elindekiler, vitamin hapı, öksürük kesici ve balgam sökücülerdi.




  • Bütün yazılanları büyük bir iştahla okudum favorilere ekledim.
    Teşekkürler.
  • 
Sayfa: önceki 56789
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.