Şimdi Ara

17 AĞUSTOS BİLİNMEYEN BİLİNMESİ GEREKEN GERÇEKLER

Bu Konudaki Kullanıcılar:
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
20
Cevap
0
Favori
1.795
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Türkiye Cumhuriyeti’nin 76 yıllık tarihinde Rütbe Devir-Teslim Törenleri Uluslar arası olmamasına rağmen İsrailli subaylar neden geldi?

    Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 76 yıllık tarihinde, İsrailli subayların TSK devir teslim törenlerinin hiç birine katılmamışlar iken, neden 17 Ağustos 1999 tarihindeki Donanma Komutanlığı’nın devir teslim törenine katıldılar.

    Ruslar’ın yardım için gelen gemisi neden boğazlardan içeri alınmadı.(Çünkü Ruslar ABD ve İsrail’in TESLA Deprem Makinesini denediğini anlamıştı ve kanıtlar olabileceği düşüncesi ile Gölcük’e acilen bir gemi göndermişlerdi fakat patlama sonucunda cesetler ve makine parçalarının açığa çıkması sebebi ile bunları birilerinin görmesini istemiyorlardı.)

    Gölcük’ten İstanbul Avcılar’a kadar geniş bir alanda insanlarımız tarafından görülen “Ateş Topu”nun ne olduğunun hala açıklanamaması. (HAARP-TESLA Makinesi sayesinde iyonosfer tabakasından yeryüzüne yansıtılan ışık)



    Depremde görülen bu “Ateş Topu”nun, bilim adamlarının “Deprem Işıması” olduğunu söylemelerine rağmen, neden diğer depremlerde benzeri bir ışıma yaşanmamıştır.

    Furkan Dergisi Temmuz 1999 sayısında, yer alan ifadeler aynen şöyledir. “Mesela basına verilmeyen, ancak istihbarat kapsamında edindiğimiz bilgilere göre, Gölcük askeri tesislerinde oldukça garip olaylar meydana gelmektedir. Kapılar kendi kendine açılmakta, mühimmat depoları içinde, siyahi ziyaretçiler görülmekte, arabalar durduk yerde çalışmakta..”

    ARAŞTIRMA :

    (ABD’nin üçüncü uzay teleskobu Chandra’yı yörüngeye taşıyan Columbia uzay mekiği 23 Temmuz 1999 tarihinde Kennedy üssünden Türkiye saatiyle 07:31’de fırlatıldı.NASA tarihinde ilk kez kadın pilot Eileen Collins’in komutasında uzay görevine başlayan Columbia fırlatıldıktan birkaç saat sonra Chandra X-ray teleskobunu yörüngeye bıraktı. Bu teleskop kara delikleri, çarpışan galaksileri ve supernovaların kalıntılarını incelemek için kullanılacak. Kasım 1998′den beri ertelenen görev, sadece bu hafta iki kere ertelenmişti).

    ABD dünyanın ve kendi insanlarının tepkisini almamak için bu projeyi barışçı “deprem indirgeme” sistemi diyerek, bir yandan tepkileri azaltıp diğer yandan fonlama devamlılığını sağlamayı amaçlıyordu. Bu nedenlerle proje önce Avustralya’nın çıplak ve seyrek nüfuslu kırsal bölgelerinde denendi ve geliştirildi. Daha sonra değişik zamanlarda Kafkaslar’da, Okyanus tabanında ve Güney Amerika’daki Ant dağlarında denendi ve büyük aşama kaydetti.

    Bu arada Türkiye, Japonya ve benzeri deprem kuşağındaki ülkelere sismik ağ şebekeleri kurularak bu bölgelerin tektonik verileri saniyesi saniyesine devasa bilgisayarların kayıtlarına gönderilmeye başlandı. Üniversitelerle ortak projeler geliştirildi, yüzlerce bilimadamına Amerika’da deprem konusunda araştırma yapma bursu verildi. Ancak projenin gizliliği esastı. Bu nedenle tüm ilişkiler paravan araştırma kurumlarında yürütülüyordu. Ancak zaman zaman bilgi sızıntısına olanak verilerek halkın bu konu hakkında bilgi sahibi olması istendi. Kobe’de ve başka yerlerde meydana gelen depremlerin arkasındaki gariplikler çıkar gruplarınca terör ve mafya örgütlerinin işi gibi gösterilmek istendi ve bunda da başarılı olundu.

    Ve gün geldi bu sistem Türkiye’de denenmek istendi. Zaten bölge bu amaçla yıllardır sismik espiyonaj altındaydı. Nitekim gelişmeleri takip edenler, depremden hemen sonra, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın girişimleriyle Türk Telekom’un Türkiye’nin sismik bilgilerini Pentagon’a ileten NATO Üssü’nün iletişimini nasıl kestiğini hatırlayacaklardır.

    ABD’nin asıl hedefi, Kuzey Anadolu fay hattındaki deneyden elde edeceği tecrübe ve bulguları,Kaliforniya San Andreas fay hattına uygulamaktı. Bu iş yine çok yüksek askeri gizlilik taşıdığından yürütme işi İsrail’li uzmanlara verilmişti. Gerekli makine ve donanım gizlice denizaltılarla Gölcük Üssüne getirilerek oradaki, yeraltı-denizaltı korunaklarına kuruldu. Türk makamları durumdan detay bazda haberdar değillerdi. Bunu İsraillilerle yürütülen askeri tatbikatın bir parçası olarak düşünüyorlardı. (Zaten İsraillilerle yapılan askeri tatbikat bu operasyon doğrultusunda önceden planlanmıştır. Çünkü dünyanın ve Türk Milletinin dikkatlerini çekmemek için tatbikat adı altında HAARP-TESLA Deprem Makinesini getirip rahatça kurdular.) Böyle bir makinenin deneneceğini zamanın Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Genel Kurmay Başkanı biliyordu, fakat ABD (Siyonistler tarafından yönetiliyor) ve İsrail’liler (Siyonistler) bizimkileri makinenin denenmesi için şu şekilde ikna ettiler : olası İstanbul merkezli bir depremde 100.000 kişinin ölümü, yüz milyar doları aşan maddi kayıp ve Türkiye’nin en az 25-30 yıl geri gitmesi demektir, diyerek bizimkileri ikna ediyorlar.

    İsrailliler Amerikalı’larla gece şartlarında elektro-sismik haberleşme tatbikatı yapacaklardı. Deney başarılı olacağından sonunda kimse normal dışı bir şeyin olduğunu farketmeyecekti. Bu amaçla Gece Şahini Tatbikatı’nın (Operation Night Hawk) saat 03:00’te başlaması planlandı. Gece saat tam 03:00’te düğmeye basılacak ve Gece Şahini devreye girecekti. O an uzay filmini andırır devasa cihazlar çalışmaya başlayacak ve 1-2 dakika içinde de oluşturdukları muazzam enerjiyle Marmara’nın altındaki tektonik tabakayı zayıf yerlerinden kırıp, aylardır oluşan basıncı dışarı atacaklardı. Böylece büyük bir deprem önlenmiş olacaktı. Ama o gece sabaha karşı birşeyler yanlış gitti. Ve beklenen gerçekleşmedi. Herşey bir anda olup bitmişti.

    45 saniye süren deprem, beklenenin 10,000 kat üstünde bir güçle gelmişti. Her yeri bir anda yerle bir etmişti. Zayıflayan ve titreyen elektrikler az sonra geri geldiğinde, gece saat 03:05’i gösteriyordu. Daha birkaç dakika öncesine kadar korunağın içinde şampanya patlatmayı bekleyenler, şimdi korkudan buz gibi donmuş, hareketsiz ayakta duruyorlardı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. On binlerce insan, çoluk çocuk, o an enkaz altında can çekişiyor veya cansız yatıyordu. Bu düşünce ile hepsi ürperdi. Bu asrın en büyük felaketiydi; hem de insan eliyle yapılan bir felaket…

    Sessizliği İsrailli komutanın buz gibi emri bozdu: “Lets pack! We’re moving out! Call operation-Q! Right now! Immediately! Stop whinning! Move, move, move!” (Toplanın! Kaçıyoruz! Q planına geçiyoruz. Şimdi..Hemen! Hadi, hadi!!!)

    İşte o andan sonra çantalardan çıkan “Q planı” çalışmaya başladı. İlk önce bölgedeki tüm haberleşme ve elektrik enerjisi felç edildi. 4 dakika içinde İsrail Başkanı Barak ve ABD Başkanı Clinton ile irtibat kuruldu. O anda İsrail’de Ben Gurion’un Lod askeri havaalanından 4 adet savaş uçağı eşliğinde 2 nakliye uçağı havalanıyordu. 2 dakika sonra da İsrail Deniz Kuvvetleri ve NATO Güney Deniz Saha Komutanlığı’na bağlı tüm birlikler DEFCON-4 acil durumuna geçirildi. Amerikan 6’ncı filosuna bağlı gemiler de rotalarını İstanbul’a çevirmek için Pentagon’dan emir aldılar.

    Bu arada ilginç bir şey daha olmuştu. Depremle ilgili haberler birbiri ardına gelirken, bir haber önce görünüp sonra kayboldu. 20 Ağustos Cuma akşamı televizyonlar bir İsrail uçağının Ataköy açıklarında denize düştüğünü duyurdu. (bu bize Cenab-ı Hakk’ın bir lütfu ki, bu olayları kimin yaptığını anlamamız için işaretler gönderiyor) Ancak bir süre sonra haber kesildi ve uçağın akıbeti ile ilgili bir daha haber alınamadı.

    Olaydan bir gün sonra Deniz Kuvvetleri’nden bir dostum beni aradı ve bu olayda birtakım soru işaretleri bulunduğunu, bu konunun perde arkasını araştırmamı rica etti. Kısa süre sonra ulaştığım bilgiler, gerçekten ilginçti. Uçak, düştükten kısa süre sonra teknesiyle o sırada Ataköy açıklarında olan balıkçı Abdullah KAPLAN tarafından kurtarılmıştı. Abdullah Kaplan olayı şu şekilde anlatmıştı : “Uçağın düştüğünü görünce derhal yardıma gittik. Uçağın kanatları yara almıştı. Hemen uçağı bağladık ve Zeytinburnu limanına çektik. Teşekkür beklerken küfür yedik. Ne olduğunu bile anlamadık.”

    Bu konu o gece o bölgede görev yapan Sahil Güvenlik 4. Botunun sorumluluk alanındaydı. Araştırmalar Sahil Güvenlik’in bu konuyla ilgilenmediğini ortaya çıkardı. Olay yerine gelen televizyon ekipleri ise şaşırtıcı bir şekilde çekim yapmaktan vazgeçmişlerdi. [patronlarından (İsrail-Siyonistler) aldığı emir gereği] Daha sonra uçağı Zeytinburnu’na yanaştıran balıkçı Abdullah Kaplan, olayı Kumkapı’daki Gümrük Muhafaza’ya iletti.

    Kısa süre sonra tutanak tutuldu. Ancak Gümrük Muhafaza da tutanak tuttuğuna pişman oldu.Uçağın sahibi İsrail asıllı biriydi. O gece ne olduğu ise bir türlü anlaşılamadı.

    Deprem için 1900’lerin başından beri Nicola TESLA adındaki Sırp asıllı bir bilimadamının buluşu olan “elektromanyetik endüksiyon tekniği” (TESLA Makinesi) kullanıldı. Makinenin ABD Kaliforniya San Andreas fay hattında olacak muhtemel bir deprem öncesi kullanılması düşünüldü. (ABD’lilerin asgari zarar ve ölümlerinin azaltılması için bazı denekler gerekiyordu, onların gözünde bir hayvandan bile daha değersiz olan bizim gibi insanlar üzerinde denenmesi normaldi.) Neden Türkiye diye soracak olanlar için ise; - Türkiye de ne yaparsan yap kimsenin umurunda olmaz, birkaç tane yetkiliyi ikna ettikten sonra her türlü deneyi yapabilirsiniz, bilinçli insan sayısı azdır, genelde okumamış cahildir, araştırmazlar kadercidirler, Kaliforniya San Andreas fay hattının dünyada tek eşi benzeri özelliklere sahip olan ikiz kardeşi Kuzey Anadolu fay hattıdır, karakterleri aynıdır.

    Ancak ABD-İsrail’in bölge ile ilgili bu hareketliliği ne kadar gizli olursa olsun bazı kaynaklara sızmasını engelleyemedi. Kanadalı bir bilimadamı her nasılsa bu gizli verilere ulaşarak, bölgede bir deprem olacağını ve bunun için bölgenin takip altına alındığını anladı. Ve bunu kendi amaçları doğrultusunda yaklaşık 48 gün ve 240 km hata ile yayınladı. Ancak ne bu bilimadamına, ne de yayınına daha sonra nedense kimse dikkat etmedi.

    Gölcük Donanma Komutanlığı’nda görevli asker, astsubay ve subaylar, Donanma karargahında garip birşeyler olduğunu farketmişlerdi. Bu konuyla ilgili bilgiler de nasıl olduysa yukarıda ismini zikrettiğimiz dergide yer almıştı. Peki İsrail askerlerinin bu projedeki yeri neydi? İsrailli askerler ve üst düzey subaylar o gece Gölcük’te ne arıyorlardı? Bu devir teslim töreni her yıl yapılan rutin bir ulusal törendi. Uluslar arası bir kimliği yoktu. Ama İsrailli subaylar ve üst düzey yetkilileri oradaydı! Peki ne arıyorlardı Gölcük’te?

    Bunun nedenini şimdi daha iyi kavrayabiliyoruz. Çünkü bu proje İsraile ihale edilmişti. Bizimkilerin ise bir şeyden haberi yoktu (Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genel Kurmay Başkanı hariç). Bize güvenen de yoktu zaten. Ancak o gece nedense hiç kimse İsraillilere, bugüne kadar hiç katılmadıkları bu devir teslim törenine neden katıldıklarını sormadı. Ya şaşkınlıktan ya da telaştan, enkaz altında kaç İsrail askerinin öldüğü, kaçının yaralandığını da soran olmadı. O felakette kaç İsrail askerinin öldüğünü ne Genelkurmay yayınladı ne de İsrail böyle bir bilgiyi açıklamak nezaketinde bulundu. Herkese verdikleri imaj ise oraya bize yardım için geldikleri şeklindeydi. Hemen bir hastane kurdular. Yaralarımızı sarmaya yardımcı olmak için daha sonra o bölgede bir yerleşim merkezi kuracaklarını açıkladılar. (İsrailliler bizim kara kaşımıza kara gözümüze mi hayranlar, bizi çok mu seviyorlar, bizi çok sevdikleri için mi Türkiye’nin doğusunu kendi toprakları olarak gösteriyorlar. Arz-ı Mev-ud, Vaad edilmiş topraklar Büyük İsrail Devleti). Esas amaçları enkaz altındaki askerlerini ve önemli askeri malzemeleri çıkararak götürmekti. Gerisi paravan operasyondu. Bizde “Bak şu İsrail’e, helal olsun, hemen yardımımıza koştu” diyerek sevindik.

    Bu operasyon neden gündüz değil de gece olmuştu? Çünkü olacakları kimsenin görmemesi ve gözlemci riski ise en az düzeyde olduğu için gece oldu. Gece saat 03:00’te operasyonun başlaması için yeşil ışık yakıldı. TESLA Cehennem makinesi yer altındaki sığınakta ve deniz altında çalışmaya başlamıştı. En geç 1-2 dakika içerisinde gücü en üst düzeye ulaşmış olacaktı. Aynen de öyle oldu. Makine gürültüyle enerji toplamaya başlamıştı. Bu sırada, Avustralya’da ve Okyanusta bu tür suni depremler öncesinde görülen elektrik boşalması, hava yarılmasından oluşan ışıklar ve patlamalar oluştu atmosferde. Ve arkasından da makinenin boşalması ile birlikte yer yarıldı ve oluşturulan enerji doğaya aktarıldı.

    Oluşan deprem hem beklenenden çok uzun süreli, hem de çok daha güçlü çıktı. Şiddeti 7.4’e ulaştığında Amerika’da aletler 7.8’i gösteriyordu. Ve büyük bir patlamayla her şey kontrolden çıktı. TESLA deprem makinesi, depremin enerji gerilimine dayanamayıp parçalandı ve ortaya çıkan güç yeraltında muazzam bir patlamaya neden oldu. Ve bu yer altı labaratuvarının tam üstündeki, herşeyden habersiz uyuyan yüzlerce askeri barındıran ve 8 şiddetindeki depreme dahi dayanıklı olması gereken askeri tesisler un-ufak olarak dağıldı. (demek ki deprem 8’den daha şiddetli oldu)

    Bir tedbir olarak tüm bölge ve hatta bütün İstanbul 4 saat süreyle bir haberleşme ablukası altına alındı. Elektrikler kesildi ve telefonlar iptal edildi. Kimsenin birbiri ile haberleşmesi istenmiyordu. Cumhurbaşkanı dahi sabahleyin “benim de telefonlarım kesikti” (Türkiye’de bütün her yerin telefonları dahi kesilse önemli kurumların kesilmez çünkü uydu telefonları vardır. Ama uydu iletişimini dahi kestiler) şeklinde garip bir açıklama yapacak ve biz de buna bir anlam veremeyecektik. Demirel tam bir şaşkınlık içindeydi. (Cumhurbaşkanı’nın şaşkınlığı normaldir çünkü o na böyle bir şeyin olacağı ihtimali söylenmemişti. Bu olay duyulur ise Türk halkına nasıl izah edeceğini bilmediği için şaşkınlık içinde idi.) (Hoş bu olay ortaya çıksa bile bu olayı terör örgütü veya mafyanın yaptığı açıklaması yapılacaktı.)

    Ne yapacaklarını bilmedikleri için ne Cumhurbaşkanı, ne de Başbakan saatlerce bir şey diyemedi, demeç veremediler. “Üzgünüz” dahi diyemediler. Ancak sabah saat 09:00 sularında televizyon ekranlarının karşısına geçip halka üstün körü bir açıklama yapabildiler. Durum vahimdi. Hatta belki de Clinton dahi o anda konuya ilk kez vakıf olan yardımcılarından ve olağanüstü Milli Güvenlik konseyinden görüş alıyor ve Türkiye’ye nasıl yardım edileceğini hesaplıyordu. Hemen gerekli sıhhi yardım ekipleri organize ediliyor ve bölgedeki tüm Amerikan askeri birlik ve filolarına Türkiye’ye doğru hareket emri veriliyordu. Amerika diyetini Türkiye’ye tam destek vererek ödemeye çalışıyordu adeta.

    Bu arada devreye Avrupa ülkelerinin liderleri de giriyor ve belki de onlardan da Türkiye için sözler alınıyordu. Yunanistan bile harekete geçirilerek Türkiye’ye karşı olan hasmane tutumuna son vermesi sağlanıyordu. Tüm Batı başkentleri hareket halindeydi, panik yoktu. Herşey kontrol ve koordinasyon altındaydı; bir tek Türkiye dışında. Bizde ise sanki bu emrivaki felakete karşı nasıl tavır almaları gerektiğine bir türlü karar verilemiyor; kararsızlık içinde bocalayarak büyük bir gizlilik içerisinde ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.

    Sabah saat 03:05 ile 06:30 arasında Batı’da bu hareketlilik yaşanırken bölgede de çok hızlı ve çok gizli bir askeri hareketlilik hakimdi. Ancak herkes kendi derdine düşmüş olduğundan bu olağanüstü gizli operasyondan kimsenin haberi olmuyordu. Böylece bu işi planlayanlar, gecenin karanlığından da yararlanıp denizaltından parçaları yüzeye vuran TESLA makinesinin kalıntılarını toplayıp, yer altı ve yerüstündeki tüm delilleri de yok ediyorlar ve hatta belki de insanları canlı canlı gömerek tüm izleri yok etmeye çalışıyorlardı. Ve bölgeye son hızla Rus araştırma gemisi dahi sabah saat 06:30’da bölgeye vardığında, havanın aydınlanmasıyla birlikte etrafta delil olabilecek tek bir cisim bile kalmamıştı. Deniz altında oluşan radyasyon anlaşılmasın, dibe çöken kalıntılar araştırılmasın ve patlama sonucu meydana gelen denizaltı krateri ve çukur ortaya çıkarılmasın diye bu bölge derhal askeri karantinaya alınarak dalışa yasak bölge ilan ediliyordu.

    Ancak bütün bu temizlikler yapıldıktan sonra Ecevit ve daha sonra da Demirel’in bölgeye gitmelerine izin veriliyordu. Onların dahi ne bölgeye uçuşlarına, ne de telefon irtibatı kurmalarına izin vardı. Sanki koskoca İstanbul ve Kocaeli bölgesi uzaydan gelen yaratıklar tarafından abluka altına alınmışçasına tam bir haberleşme karanlığına sokulmuştu. Tek bir telefon dahi çalışmıyor, elektrikler verilmiyordu.

    Ancak Ecevit ve Demirel, belki de olan biteni içlerine sindiremediklerinden (olmayan vicdanlarının azabı çektikleri için, yıllardır bu milletin sırtından geçindikleri için) olsa gerek, evleri kendilerine mezar olan binlerce insanımızın da acısıyla bir türlü rahat hareket edip halkla bütünleşemiyorlardı.

    (Eğer olay ortaya çıkmış olsa idi bu olay PKK terör örgütünün üzerine atılmak sureti ile geçiştirilecekti. Bu doğrultuda CNN haber spikeri Patronları olan ABD-İsrailli Siyonistlerden aldığı emir doğrultusunda Ecevit’e şu soruyu yöneltiyordu.)

    CNN haber spikerinin “Depremin ardında PKK mı var?” sorusuna,

    Ecevit ona “siz ne saçmalıyorsunuz, deprem ile PKK’nın ne alakası var? Bu deprem Cenab-ı Allah tarafından gönderilen bir doğa olayıdır!!” demesi gerekir iken, diyemiyordu.

    Sadece spikerle göz göze gelmemeye dikkat ederek “Sanmıyorum” gibi o günlerde bizi epeyce şaşırtan bir ifade kullanıyordu.

    Peki, Amerika ne yaptı sonra? Hemen tüm imkanlarını Türkiye için seferber etmedi mi? Clinton Amerikan halkından Türkiye’ye yardım etmelerini istemedi mi? Kasım’da Türkiye’ye geleceğini ilan edip, Ecevit’in de bu arada Amerika’ya kendini ziyarete geleceğini haber vermedi mi? Ecevit belki de Amerika’ya bu felaketin ve binlerce şehidin diyetini konuşmaya gidecekti. Nitekim gitti de. Ardından Clinton Türkiye’ye gelerek deprem bölgesini ziyaret etti, insanlarla konuştu, bizleri çok sevdiği imajı verdi, bebekleri kucağına alıp sevdi, onlara hediyeler ve yardımlar verdirdi. (bizlerde; ABD-İsrailli Siyonistler bizi ne kadar çok seviyorlar mış dedik) ABD’nin bu aşırı ilgisi sadece bir müttefik olmasıyla açıklanamazdı.

    Bu arada, acaba hükümet içinden sızan bilgiler, bazı bakanların özellikle MHP kanadının yabancılara karşı saldırgan tavır takınmalarına neden olmuş olamaz mı?

    İlk anda çok yadırgadığımız Sağlık Bakanı Osman DURMUŞ’un “Yabancılara tek hasta bile vermem ve onlardan kan da almam” demesini şimdi yadırgayabiliyor musunuz? ABD’nin saygın gazetelerinden New York Post’un haberine bir de bu gözle bakın:

    “Türk hükümeti, ABD’nin Deniz Hastanelerini kullanmıyor…

    Türkiye’deki şiddetli depremde 27.200’den fazla kişi yaralandı. Ancak yetkililer tarafından dün yapılan açıklamada, depremin meydana geldiği tarihten itibaren geçen iki haftalık süre içinde ABD tarafından gönderilen Deniz Kuvvetleri’ne ait üç adet yüzer hastanede henüz tek bir hastanın bile tedavi edilmediği bildirildi.

    Türkiye’ye gönderilmiş olan uluslar arası yardımın çoğunun kullanılmaması Ankara’daki hükümetin eleştirilmesine neden oldu.

    Türkiye’de yayınlanan Radikal gazetesi dünkü sayısında, 750 ton yardım malzemesiyle yüklü bir İsrail gemisinin üç gün süreyle gümrükte tutulduğunu yazdı.

    ABD gemilerinin İzmit’e varışından önce Türkiye Sağlık Bakanı Osman DURMUŞ’un, bu gemilere ihtiyaç olmadığına ilişkin sözlerine geniş bir şekilde yer verildi.

    Ancak ABD Büyükelçiliği, aralarında 600’den fazla yatak taşıyan Kearsarge adlı geminin de bulunduğu üç adet yüzer hastaneyle ilgili olarak bir uyuşmazlık yaşanmadığını bildirdi.”

    Ne ölenler geri gelir, ne de anılarımız.

    17 Ağustos depremi kuşkusuz hepimizi derinden sarstı. Deprem bütün ülke halkını derinden üzerken, depremin açtığı yaralar hâlâ tam haliyle sarılabilmiş değil.

    Kısa süre sonra yalnız olmadığımız ortaya çıktı ve Sabah gazetesinden Can Ataklı köşesinde şunları yazdı : Yenişafak gazetesinden Taha Kıvanç’ın yazısı : Sabah gazetesinden Sedat Sertoğlu bu konuda en detaylı yazıyı yazıyordu Yazı metinleri ekte),

    Bu yazı Sayın Aydoğan VATANDAŞ Bey’in “HAARP-KIYAMET TEKNOLOJİSİ” adlı kitabından özet olarak alınmıştır.(Parantez içindekiler benim araştırma ve yorumlarım)

    İNANMASANIZ DA OLUR

    Taha KIVANÇ - 15 Kasım 1999 - Yenişafak Gazetesi

    İster inanın ister inanmayın, bundan 2,5 ay önce, “Gerçek değil, hayal” başlıklı Kulis’i yazarken olayın bu boyutlara varacağını hiç hesap etmemiştim. Dikkatimi çeken bir filme işarette bulunmuştum o yazıda; Bill Clinton’un Türkiye’ye gelişi, filmin konusu ve deprem olayları arasında irtibat kurmuştum… Sonunda, o yazıda ‘hayal’ diye kaydettiğim gelişmelerin hemen hepsi fazlasıyla gerçekleşti. Üstelik Clinton da beklendiğinden bir gün önce (dün) ülkemize geldi… Sanki komplolara meydan okuyor Clinton…

    O yazıma esas teşkil eden filmin adı ‘Komplo Teorisi’; başrolde ünlü sanatçılar Mel Gibson ve Julia Roberts oynadığı için dünyanın her tarafında milyonlarca sinemasever tarafından izlendi film. Üşütük görüntüsü veren bir taksi şoförü, adalet bakanlığında çalışan bir genç kadınla ilgileniyor. Genç kadın da şoförü ciddiye almıyor önceleri, ancak birbiri ardına meydana gelen olaylar kadının gözünü açıyor. İzleyiciler olarak bizim zihnimiz karışıyor film boyunca, karşımıza çıkan olayların hangisi gerçek, hangisi ‘komplo’ ayırt edemez oluyoruz…
    Mel Gibson’un canlandırdığı üşütük görüntüsü veren taksi şoförünün filmdeki adı Jerry Flecher… Adam şoförden öte bir şey; ‘Komplo Teorisi’ adıyla sadece sınırlı sayıdaki abonelerine gönderdiği haftalık bir haber bülteni de çıkartıyor… Bültenin son sayısında bir kaç senaryoya yer veriyor Flecher; bunlardan en önemlisi, NASA’nın, ödeneklerini kesen ABD başkanının hayatına kast eden bir komployu sahneye koyacağını tahmin etmesi… Flecher gazetelerde öylesine yayımlanan bir kaç masum haber arasında irtibat kuruyor ve NASA’nın uzaya gönderdiği bir araçtan yeryüzünü harekete geçireceğini, depreme sebep olacağını tahmin ediyor… Jerry, Avrupa gezisi sırasında ziyaret edeceği Türkiye’de, NASA’nın yapay hareketlendirmesiyle meydana gelecek yer sarsıntısında, ABD başkanının hayatını kaybedeceğini de öngörüyor…
    Filmi, ya da o filmin hikâyesine temas ettiğim Kulis’i hatırladınız mı? Senaryoyu kaleme alanlar, Türkiye’deki muhtemel depremin şiddetini bile doğru tahmin etmişlerdi: 7.4… Ben filmin senaryosundaki bizi ilgilendiren ilginç ayrıntılara Kulis’te temas ettikten (25 Ağustos 1999) sonra, ‘Komplo Teorisi’ filmi benim işaret ettiğim özellikleriyle bazı gazetelerde birinci sayfa haberi oldu. Dünyanın çeşitli yerlerinde meydana gelen depremlerdeki garip bağlara, ilintilere dikkat çekilen mesajlar İnternet’te dolaşıp durdu. Önceki gün Düzce’de yeni bir deprem meydana geldiğinde ‘Komplo Teorisi’ filmi yeniden hatırlandı…
    Bakın 2,5 ay önceki o Kulis’te neler yazmışım: “Beynim Jerry Flecher gibi komplo teorilerine fazla çalışmaz; NASA gibi bir kurumun istediği yerde istediği zaman yeri harekete geçirebileceğine inanmam da mümkün değil benim. Jerry Flecher olsaydım, ‘Komplo Teorisi’ filmini bütünüyle gerçek hale getirecek bir senaryo yazmam mümkün olurdu. Sırf Clinton’u ortadan kaldırmak için harekete geçen birileri, iz sürenleri şaşırtmak için, ellerindeki teknik gücü filmde öngörüldüğü şekilde bir kere değil iki kere kullanmaya kalkışmış olabilirler pekâlâ. Birincisi, Gölcük merkezli bir deprem için, ikincisi de başkanı ortadan kaldıracak İstanbul merkezli ikinci bir deprem için… Tabii böyle bir senaryo ancak Jerry Flecher’in hayal dünyasında bulunabilir…”
    Tabii, Düzce merkezli yeni depremden sonra senaryo biraz değişmek zorunda; iki değil üç ayrı deprem planlamak gerekiyor çünkü. Biri Gölcük merkezli, diğeri Düzce merkezli, bir de bu ikisinin hazırladığı zihinlerin kabul edebileceği daha güçlü bir üçüncü deprem… Bill Clinton NASA’nın ödeneklerini kısıyor mu, NASA yapay depreme sebep olabilecek teknolojiye sahip mi, şu sıralarda Türkiye’nin üzerinde NASA’ya ait bir uzay aracı dolaşıyor mu? Bu soruların hiçbirinin cevabını bilmiyorum ben. Zaten Jerry Flecher değilim ki, birbiriyle ilintisiz olaylar arasında bu tür ilişkiler kurabileyim.
    Şu sıralarda cevabını en çok merak ettiğim soru ne biliyor musunuz? “Acaba Bill Clinton Komplo Teorisi filmini gördü, Brian Helgeland’ın yazdığı senaryoya dayalı filmin başarısından sonra J. H. Marks’a yazdırılan romanını okudu mu?”



  • hikaye ...
  • Burda baştan sölüyimde İnandığımdan değil yorum yapamıyorum bu konuya sadece o alev topu ve ses neydi hala çözemedim bı mantıklı açıklaması yok beım gıbı tanıdıgım 10larca kişide o anı yaşamış o göruntuyu gormus . Konuyu açtım belki bilen biri mantıklı açıklamalarıyla cevaplar
  • Bazı yerleri abartı sanki. Ancak o dönemde Gölcükteki birlikte askerlik yapan bir arkadaş o ateş topundan bahsetmişti. Müthiş bir ışık yaymış etrafa. O ışık bi taraftan sonra sarsıntı bi taraftan şoke olmuşlar.
  • O çıkan ışığı TRT'de yayınlanan bir belgeselde açıklamışlardı sanırım. Yanlış hatırlamıyorsam yer altında sıkışan gazların muazzam bir basınçla çıkış yaparken yanması denmişti, ama emin de değilim.
  • Mel Gibson tam bir siyonist düşmanıdır ve bu film den sonra ipi çekilmiştir bu komplo teorisine inandığımı söylemiyorum ama aklım feci
    şekilde karıştı.Amerikada film ve reklam endüstrisi yahudilerin elindedir istedikleri adamı zirveye çıkarır istemediklerini ise yerin
    dibine sokarlar.Taha kıvanç takma adlı yazar aslen Fehmi Koru dur.Bilenler bilir boş konuşmaz inşallah bu olay gerçek değildir zira eğer gerçekse
    dünyada istedikleri anda istedikleri ülkeyi yerle bir ederler.
  • Bu masalı çok önceden duymuştum...
    Maalesef halkımız komplo teorileri olmadan yaşayamıyor...
    Her şeyin altında bir şey arıyor... Tüm felaketleri Siyonizme, ABD'ye ve bilumum düşman güçlere bağlıyor. Tmam bunlar bizim iyiliğimizi isteyen ülkeler değil de her olayı da bunlara bağlamak kolaycılık oluyor...

    Orada bölge, o tarihler de zaten büyük bir deprem bekleniyordu... Bunu bilimadamları diyor.
    Neden "bildiğin deprem" demiyoruz da böyle komplo teorileri üretiyoruz acaba?
  • Benim bu konuda sadece bildiğim iki şey var.. Zaten ötesini bilemem, bilmek de istemem..

    Birincisi resmi kayıtlara geçmiş olarak ABD savunma bakanının ağzından kaçırdığı şu cümle..

    http://www.fas.org/news/usa/1997/04/bmd970429d.htm

    "Others are even engaging in an eco-type of terrorism whereby they can alter the climate,set off earthquakes,volcanoes remotely through the use electromagnetic waves"

    İkincisi ise ABD patent dairesinde ABD devleti adına alınmış şu patent..

    US Patent 4959559 - Electromagnetic or other directed energy pulse launcher

    http://www.freepatentsonline.com/4959559.html
  • O denizdeki ateş topunu her okuduğumda ürperiyorum. Hem sallanmak hem de böyle bir şeyi izlemek sanırım en kötü şeylerden biridir. Belki de kıyamet kopuyor, dünyanın sonu geldi diyebilirsiniz.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: 90alper90

    O çıkan ışığı TRT'de yayınlanan bir belgeselde açıklamışlardı sanırım. Yanlış hatırlamıyorsam yer altında sıkışan gazların muazzam bir basınçla çıkış yaparken yanması denmişti, ama emin de değilim.

    Tamam işte olayda bu zaten
  • Buna benzer bir makaleyi daha önce okumuştum.bazı yerleri abartı olabilir.ama 1'e 1 depremi yaşıyan arkadaşlarımda var. onlardanda duyduklarım bunlara benzerdi.
  • Güncel
  • quote:

    Orijinalden alıntı: dabbemre

    Burda baştan sölüyimde İnandığımdan değil yorum yapamıyorum bu konuya sadece o alev topu ve ses neydi hala çözemedim bı mantıklı açıklaması yok beım gıbı tanıdıgım 10larca kişide o anı yaşamış o göruntuyu gormus . Konuyu açtım belki bilen biri mantıklı açıklamalarıyla cevaplar


    quote:

    17 AĞUSTOS BİLİNMEYEN BİLİNMESİ GEREKEN GERÇEKLER


    Başlığı ile komplo senaryosunu gerçekmiş gibi göstermeye çalışırsanız inanmadığınızı söylemenizin anlamı kalmaz.

    Konuya gelince; furkan dergisinin yazarı, eldeki bazı bilgileri (inandırıcı olsun diye!) kısıtlı hayal gücüyle abartınca belki de gerçek olan komplo, kimsenin inanmayacağı bir abukluğa dönüşmüş.
  • Bu konudaki mesajlar neden silindi
  • Hikaye diyenler aşağıdaki yazıyıda okusun


    İklim Savaşı Mı?
    Uzun zamandan beri dünya gündemi meşgul etti. Birçok kişi komplo teorisi dedi ama tartışmalar dinmedi. 'İklim Savaşları' Rusya'nın ABD'yi suçlamasıyla tekrar gündeme geldi.

    Göz ardı edilemez gerçek

    ABD küresel bir savaşta elde ettiği yüksek teknolojiyle iklimleri gizlice değiştirilebilecek, iletişim ve elektrik sistemlerini etkileyebilecek bir teknolojiyi elinde tutuyor. Bu teknoloji, ABD'nin birçok bölgeye zarar verebilmesini ve egemenlik kurmasına neden olabilecek. İklim değişikliği düşman ülkelere karşı olduğu gibi, dost ülkelere karşı da, ekonomileri destabilize etme, ekosistemleri ve tarımı etkileme amacıyla kullanılabilir imkanını sunuyor. Birçok yönden zayıflayan ülkeler ise ABD'ye bağımlı hale getirilecek.

    Dünya'da ki süper güçler yeni bir savaş yöntemi olarak doğa olaylarına hakimiyet altına alarak karşı güçlere yönelik olarak kullanıyorlar 'iddiası' birçoğumuza artık yabancı değil. Özellikle iklim değişikliği sağlanarak ülkelere zararlar verilmesi ise uzun zamandan beri dünya gündemini meşgul ediyor. Bazı açıklamalarda doğa olaylarının kontrol edilmesini yalnızca komplo teorisi olarak değerlendirmeyi ve toplumu buna inandırmayı tercih ediyor.

    Dünyada iklimlerin yeni nesil, gelişmiş elektromagnetik silahlarla değiştirilebileceği gerçeği küresel iklim değişikliği tartışmalarında pek nadir olarak ele alınsa da, hem ABD hem de Rusya'nın, askeri amaçlarla iklim değişikliklerine yol açma olanaklarına sahip olduğu ise açık bir gerçek.

    Peki ABD iklim değiştirme tekniklerini askeri anlamda ne kadar zamandan beri kullanıyor?

    Çevre şartlarını değiştirme teknikleri yarım yüzyılı aşan bir zamandan beri ABD askerleri tarafından uygulanmakta. ABD'li matematikçi John Von Neumann, iklim değiştirme deneylerine 1940'larda, Soğuk Savaş doruktayken, ABD Savunma Bakanlığı ile birlikte başlamış ve daha o zamandan bazı iklim savaşı yöntemlerini öngörülmüştü. Vietnam Savaşı sırasında da, muson yağmurlarının mevsimini uzatmak ve düşmanın Ho Chi Minh geçişindeki mühimmat yollarını kapatmak için bulut tohumlama teknikleri kullanılmıştı.

    ABD ordusu, iklim değiştirebilme amacıyla uzun soluklu çalışmalarını halen sürdürüyor. Günümüzde bu çalışmaların ülkelerin hatta dünyanın kaderiyle oynayabilecek derecede gelişmiş durumda.

    Yüksek Frekans Aktif Ororal Araştırma Programı (HAARP) adı altındaki Stratejik Savunma Girişimi iklim değişikleri de dahil olmak üzere buna benzer birçok konuda çalışmalarını büyük bir süratle sürdürmekte. (www.haarp.alaska.edu) Kurum yaptığı çalışmalarla bir saat içerisinde 3.5 megawattlık elektrik enerjisi üreterek büyük alanlarda iklimi kontrol edebiliyorlar.

    Dünyada meydana gelen birçok iklim değişikliğinin nedeni ise ABD'nin yapmış olduğu bu çalışmalarla birlikte başladığı ortaya konulmakta.

    Rusya ABD'nin bu çalışmalarıyla ilgili olarak birçok defa gerekli uyarı ve açıklamalarda bulunmuş ve ABD'nin bu teknolojiyi yeni bir tehdit unsuru olarak kullanacağını defalarca ifade etmişti.

    1977'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, “uzun süre etkili olacak vahim sonuçlara yol açabilecek olan çevreyi değiştirme teknolojilerini yasaklayan” bir Uluslararası Anlaşmayı kabul etti. Çevreyi değiştirme teknolojileri, “dünyanın yapısını, bitki ve su örtüsünü, atmosferini ya da uzay yapısını değiştirebilecek teknikler” olarak tanımlanmıştı. Bu 1977 anlaşmasının özü, 1992'de Rio de Janeiro'daki Dünya Zirvesi'nde Birleşmiş Milletler, İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşmasıyla da (IMFCCC) yinelendi ancak iklim değişikliğinin askeri kullanımı konusu bir tabuya dönüştü.

    Rusya ABD'yi suçluyor

    Rusya'da sıcaklıkların rekor derecelere ulaşması -40 derece-ve bu durumun uzun sürmesi ise kafalarda tekrar soru işaretlerinin oluşmasına neden oldu. Rus yetkililer ülkede meydana gelen aşırı sıcaklıklar dolayısıyla ABD'yi suçladı.

    Rusya'da meydana gelen sıcaklıklar ise yalnızca sıcaklık değil aynı zamanda sıcaklığın neden olduğu hava kirliliklerinin halk sağlığını tehdit eder konuma ulaşmasına neden oluyor.

    Rusya'da meydana gelen bu sıcakların diğer Avrupa ülkelerinden çok fazla olması ve ülkenin sınırlarını takip eden basınç cephesinin bu sıcaklığı besleyecek ortamı desteklememesine rağmen devam etmesi ise diğer kuşku verici neden sebep olarak görülüyor. Rusya Silahlı Kuvvetleri iklim uzmanı olarak Nikolay Karavayev ise ABD'nin ülkesini iklim silahı ile vurduğundan emin.

    ABD Haiti'deki depremden sorumlu mu?

    ABD'nin Haiti'de meydana gelen depremi bahane ederek ülkeye on binlerce asker yığması ise yine çeşitli yorumlara neden olmuştu. Bu yorumlar arasında belirtilen tek bir gerçek vardı o da ABD'nin Haiti'yi işgal etmek için depreme neden olduğuydu. Ülkenin tarihi geçmişine bakıldığında ise bu söylemi destekleyecek birçok bilgiye rastlamak mümkün.
  • Birde bu var

    Hava sıcaklığının 40 derecede seyrettiği Rusya’da bilimadamları, boğucu yazdan ABD’yi sorumlu tutmaya başladı. Buna göre, ABD, HAARP sistemiyle iyonosferde güçlü dalga göndererek Rusya’yı kavuruyor. Komplo teorisi gibi duran bu iddia, ülkenin büyük gazetelerinden Komsomolskaya Pravda Gazetesi’nde enine boyuna ele alındı.


    Rusya, gölgede 40 dereceye yaklaşan anormal çöl sıcaklarının ardında düşman eli aramaya başladı. Kavurucu sıcakların doğal olamayacak kadar uzun sürdüğünü dile getirmeye başlayan Rus fizikçiler, “ABD, bize gizli iklim silahı HAARP ile savaş açmış olabilir” görüşünü öne sürmeye başladı.
    Sahra çölünü aratmayan Rusya’daki sıcak dalgasını inceleyen Komsomolskaya Pravda gazetesi, bir dizi uzmandan görüş alarak böyle bir ihtimalin bulunduğu sonucuna vardı. En büyük şüphe ise Pentagon’un kontrolünde 1997 yılından beri Alaska’da çalıştırılan yüksek frekans dalga yayıcı HAARP istasyonu üzerinde toplandı.
    Tektonik silah
    Moskova Devlet Üniversitesi MGU Fizik Fakültesi hocalarından Georgiy Vasilyev, ABD’nin çalıştırmakta olduğu Alaska’daki HAARP istasyonunu resmen jeofizik ve tektonik bir silah olarak tanımladı. Vasiliyev, şunları söyledi:
    “Alaska’daki HAARP istasyonu tam güçle çalıştırıldığında, sadece bir saatte 3.5 megawatt elektrik enerjisi tüketiyor. 14 hektar alanı kaplayan 22 metrelik 180 dev anten üzerinde göklere yükselen enerji plazma kümesi oluşturuyor. HAARP çalıştırıldığı günden bu yana, dünyanın değişik bölgelerinde iklim anomalileri gözlenmeye başlandı. Kar yağması gereken yerleri güneş kavururken, Afrika’da kar yağışları gözlenmekte. Bu tuhaf olgular genelde küresel ısınmaya fatura ediliyor. Ama bize göre anomalilerin asıl sorumlusu Pentagon’un HAARP sistemidir.”
    Saldırı iddiası
    Rusya Silahlı Kuvvetleri’nde iklim uzmanı olarak çalışan Nikolay Karavayev ise Rusya’ya bu yaz iklim silahıyla saldırı düzenlendiğine yüzde 100 emin olduğunu söyledi. Karavayev, şu görüşü savundu:
    “ABD Hava Kuvvetleri raporunda net bir dille ‘2025 yılına kadar iklimi müttefikimiz yapmalıyız ifadesi’ yer alıyor. Hatta Pentagon, günümüzde sadece sivil kuruluşların araştırma yapmaya yetkili olduğu uluslararası iklim anlaşmasından çıkmayı da düşünüyor. Bana göre ABD, iklim silahı konusunda öylesine ileri gitti ki yakında bunu gizlemeden dünyaya sergilemeye başlayacak.”

    Rusya kavrulurken Avrupa niye serin

    Rus uzman Karavayev’e göre, Moskova’nın 40 dereceyle kavrulduğu sırada Avrupa ülkelerinde yaz nispeten daha serin geçiyor. Berlin 18, Varşova 25, Viyana 20, Paris 20 derece. Batıda Ukrayna sınırında etkisini kaybeden yüksek basınç cephesi, Karadeniz kıyılarından kuzeyde Murmansk kutup bölgesine kadar uzanıyor. Ülke sınırlarını takip eden yüksek basınç cephesi onu besleyecek ortam bulunmamasına rağmen dağılmıyor.

    HAARP nedir?

    RADYO elektronik vericisi kısa adıyla “HAARP” araştırma istasyonu, 1997 yılında devreye girdi. Sırp bilimadamı Nikola Tesla’nın teorilerinin hayata geçirildiği istasyon 3.5 megavat gücünde ve 10 MgHz boyundaki dalgaları iyonesfere gönderiyor.
    Belirli bir alan üzerinde güneşten bin misli daha kuvvetli enerji gönderebilme özelliği taşıyor. Uzmanlara göre, bu yapay ışınların yeryüzünden 600 km. yüksekte yansıtılarak dünyanın herhangi bir bölgesine yönlendirilmesi durumunda HAARP, bölgede mikrodalga fırın etkisi yaratıyor
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Laidback

    Bu konudaki mesajlar neden silindi

    Bu konudan bi tane daha var silinmedi yani mesajlar.
  • adam üşenmemiş yazmış .. olan bişeyi anlat desen anlatmaz HİKAYE
  • quote:

    Orijinalden alıntı: semih_efendi

    hikaye ...



    Bundan daha hikaye olan Gölcük dperminden sonra İstanbul da veya Marmara bölgesinde 10 yıl içinde deprem olacağı öngörsünde olan yetkin bilim insanlarının açıklamaları!! Nerdeler onlar şimdi? Hala orda burda konuşuyorlar veya yazıyorlar:)
    Depremle ilgili yeterli tedbir alamayan devletin (veya zorlayıcılığı olmayan) bilim insanlarını alet ederek insanları korku ile doğru dürüst bina yapmaya zorlaması ne acıdır. Buna alet olan bilim insanının durumu daha da acıdır. Ne yüzle çıkacaksınız milletin karşısına. Doğru dürüst araştırma yapmayacak veya temeli olmayan mesnetsiz açıklama yapacaksanız ne işiniz var orda!? 10 yıl içinde marmarada 7 veya daha büyük deprem olacağı iddiasında bulunan bilim insanları neye istinaden bu açıklmayı yaptılar? araştırdıkları ve buldukları neydi? Niye yanlış çıktı? Eğer cesaretleri varsa çıksınlar açıklasınlar. Bilime ve bilimsel düşünceye bu kadar zararınız dokunamaz dı! Belki sizde haklısınızdır. Halk unutur. NAsıl olsa kim neyi söyledi bilemez. Ama internet var artık. Pek güvenmeyin halkın hafızasına:))

    saygılarımla,
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.