Şimdi Ara

Günlük Kullandığımız Sözcüklerin Türkçe Karşılıkları

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
202
Cevap
0
Favori
19.586
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Yaygın olarak kullandığımız Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca vs. kökenli sözcüklerin Türkçe karşılıklarını paylaşabileceğimiz bir ortam oluşturma amacı içerisindeyim. Bana yardım ederseniz sevinirim. Bir sözcük bile kazandırsak hepimizin ve budunumuzun yararına olacağı görüşündeyim. Şimdiden sağ olun. (Lütfen sözcükleri kalın yazalım ve sözcükler kesinlikle Türkçe olsun.)

    Zehir: Ağı
    Millet: Budun
    Cevap: Yanıt
    Mesaj: İleti
    Edebiyat: Yazın
    Dünya: Acun
    Erzak: Azık
    Nişancı: Atım
    Hediye: Armağan
    Vefa, Bağlılık, Sadakat: Adaşlık
    Yemin: Ant
    Şey: Nesne
    Haber: Salık, Duyuk
    Mutlak: Salt
    Dehşet: Ürküntü, Yılgı
    Sadece: Yalnızca
    Zarar: Dokunca
    Tarif: Tanım, Belirti
    Madde: Özdek
    Fark: Ayrım
    Merkez: Özek
    Zeka: Anlak
    Zeki: Anlaklı
    Kusur: Eksik
    Hayat: Yaşam
    Akıl: Us
    Terbiyesiz, Saygısız: Densiz
    Kitap: Betik
    Basit: Kolay, Bayağı
    İnternet: Genel Ağ
    Zıt: Karşıt, Ters
    Ateş: Od
    Liste: Dizelge
    Bahtiyar, Mesut: Mutlu, Ongun
    Tespit: Saptama, Belirleme
    Faaliyet: İşlev, İşlerlik
    Şüphe: Kuşku
    Emin: Kuşkusuz
    Gayret: Çaba
    Aslında: Doğrusu
    Tamam: Olur
    Kota: Paydam
    Fazla: Aşkın
    İfade: Anlatım
    Cerrah: Yarman
    Cesaret: Yüreklilik
    Zafer: Utku
    Merak Etmek: Bilsemek
    Sade: Yalın
    Alev: Yalım
    Dikkat: Uyanıklık
    İstisna: Ayrıklık
    Sadık: Bağlı
    Terazi: Tartaç, Tartı
    Mucize: Tansık
    Lamba: Işıtaç
    Muhteşem: Görkemli
    Proje: Tasarı
    Fiyat: Eder
    Casus: Çaşıt
    Hamal: Yükçü
    Kabahat: Suç
    Firar: Kaçmak
    Firari: Kaçak
    Fonksiyon: İşlev
    Hasılat: Gelir, Kazanç
    Muazzam: Kocaman, Büyük
    Saadet: Mutluluk
    Stok: Yığım
    Bazı: Kimi
    Küfür: Sövgü
    Tekrar: Yeniden, Yine
    Zira: Çünkü
    Zayıf: Güçsüz
    Sene: Yıl
    Mantık: Usbilim
    İfade: Anlatım, Belirtim
    His: Duygu, Duyu
    Cümle: Tümce
    An: Kıpma
    Diğer: Özge, Başka, Öbür, Öteki
    Aptal: Alık
    Şikayet: Yakınma
    Kadar: Değin, Denli
    Rağmen: Karşın
    Sabır: Dayanç
    Standart: Ölçün
    Sert: Pek
    Kapris: Kapılgı
    Mesaj: İleti
    Kültür: Ekinç
    Sipariş: Ismarlama
    Hasta: Sayrı
    Hastalık: Sayrılık
    Serbest: Erkin
    Rahat: Erinç
    Rahatsızlık: Erinçsizlik
    Şey: Nen
    Nasıl: Nice
    Telefon: Sesen
    Kalem: Yazmaç
    Memory Bar: Çakı Bellek
    USB Memory Pen: Yazmaç Bellek
    USB Flash Hard Drive: Tay Bellek
    Mini USB Memory Bar: İnce Bellek
    Not: Çırpı
    Dahil: İçeyli
    Dahil Etmek: İçeylemek
    Hariç Tutmak: Dışaylamak
    Dahiliye: İçeğin
    İç Organlar: İçeğü
    Kart: Yonga
    Kredi: Elerti
    Chip Card: Kırmıklı Yonga
    Ana Kart: Ana Yonga
    Toplu Taşım Kartı: Topla Taşım Yongası
    Kartotek: Yongalık
    Site: Yerlik
    Yani: Söydeşi
    Online: Çevrimiçi
    Offline: Çevrimdışı
    İnternet: Ağbaşı
    Ethernet: Koşumlu Ağbaşı
    Portal: Yurtlak
    Seminer: Öğreşi
    Şiir: Ir
    Sistem: Dizlem
    Program: Derge
    Herkes: Kamusu
    Fıkra: Düşnük
    Forum: Soruşmalık
    Üniversite: Evrenkent
    Varoş: Yankent
    Sanayi Bölgesi: Arıkent
    Beldiye: Kentlik
    Mezarlık: Gömükent
    Etrafına Toplanmak: Yöresine Üşmek
    Devriye Gezmek: Yörenmek
    Daire: Yörene
    Tur: Yörenti
    Parkur: Yörenge
    Spor: Yörenç
    Antrenör: Çalıştırıcı
    Koşmak: Yortmak
    Kondisyon: Yoğurtu
    Ansiklopedi: Bilgilik
    Zaten: Öngen
    Klavye: Çakrak
    Teşvik: Yelte
    Motive Etmek: Yelteletmek
    Motivasyon: Güdülem
    Doping: Güçkatımı
    Adres: Yolak
    Argo: Boza Ağzı
    Sakat: Aksar
    Sakatlık: Aksarlık








    Sözcük Sayısı: 156



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi M -- 2 Haziran 2007; 21:31:45 >







  • babylon da neden bir kendi sözlüğünüzü oluşturmuyorsunuz.Birçok kişi buradan indirdikleri sözlükleri babylon 6.0 çeviri programına eklemekte.Herkez bir sözlük yapabilmektedir.bencewww.babylon.com sitesinden türkçe veya diye bir aratma yapınız.Kendi sözlüğünüzü de oluşturabilirsiniz.


    quote:

    Orjinalden alıntı: Mertallica

    Yaygın olarak kullandığımız Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca vs. kökenli sözcüklerin Türkçe karşılıklarını paylaşabileceğimiz bir ortam oluşturma amacı içerisindeyim. Bana yardım ederseniz sevinirim. Bir sözcük bile kazandırsak hepimizin ve budunumuzun yararına olacağı görüşündeyim. Şimdiden sağ olun. (Lütfen sözcükleri kalın yazalım ve sözcükler kesinlikle Türkçe olsun.)

    Zehir: Ağı
    Millet: Budun
    Cevap: Yanıt
    Mesaj: İleti
    Edebiyat: Yazın
    Dünya: Acun
    Erzak: Azık
    Nişancı: Atım
    Hediye: Armağan
    Vefa, Bağlılık, Sadakat: Adaşlık
    Yemin: Ant
    Şey: Nesne
    Haber: Salık, Duyuk
    Mutlak: Salt
    Dehşet: Ürküntü, Yılgı
    Sadece: Yalnızca
    Zarar: Dokunca
    Tarif: Tanım, Belirti
    Madde: Özdek
    Fark: Ayrım
    Merkez: Özek
    Zeka: Anlak
    Zeki: Anlaklı
    Kusur: Eksik
    Hayat: Yaşam
    Akıl: Us


    Sözcük Sayısı: 26




  • quote:

    Orjinalden alıntı: Mertallica
    Kendi eğitiminizi öne sürerek, bana karşı birtakım atılmalarda bulunmayı düşünmüyorsanız,
    Anadolu Öğretmen Lisesi Son Sınıf Öğrencisiyim, 1 ay sonra mezun olacağım.
    İlgi yerine aşırı ilgiyi kullanırsak daha uygun olacaktır.
    Muharrem Ergin'in alıntı yaptığınız yazısı bence dikkate almaya değer değil. Nasıl biri olduğunu iyi biliyorum. Yazılarımızda, bir özentilikmişçesine Osmanlı döneminden kalma, Arapça, Farsça sözcükler kullanmanın hiçbir değer yanı yoktur.


    Güzel kardeşim ilk önce üzerinizdeki bu olumsuz havadan lütfen kurtulun.
    Ben sizin düşmanınız değilim. Burada kimse sizin düşmanınız değil.

    Yaşınıza göre size hareket edecek değilim. Bu bölümde bizim de abilerimiz var.

    Kendi eğitimim ile ilgili hiçbir şey yazmadım ki ben...

    Münakaşa ile münazarayı birbirinden ayırmamız gerekiyor.

    İnşallah mezun olur ve güzel bir bölüme yerleşirsiniz.

    Türkiye’deki tüm Türkçe, Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenleri istisnasız ama istinasız tümü, Dil Bilgisini Muharrem Ergin’den okumuşlardır. Sizin kısmen tanımanız yeterli değildir.
    Okulunuzdaki öğretmenlerinize sorarsanız size anlatırlar...

    Osmanlıca(!) bir dil değildir.
    Osmanlı Türkçesi Türkçenin bir dönemidir. Ayrı bir dil olarak değerlendirilemez.

    Diller etkileşime açıktırlar. İletişimin olduğu hiçbir yerde dışa kapalılık söz konusu değildir. Dil için de bu geçerlidir. Elbette ki alışverişler olacaktır.

    Art niyetli olanlar ise zaten kendilerini komik duruma düşürmektedirler.

    Bu konu Türkçenin gelişimi için size yararlı olacaktır;

    DİL - KÜLTÜR / TÜRK DİLİ
    http://forum.donanimhaber.com/m_13276156/tm.htm

    Selam ile...




  • quote:

    Orjinalden alıntı: kaotika

    Arkadaşlar, eskiye bakmayın. Yeniye bakın, ileriye bakın. Dil, kültürün en önemli bir parçası olarak uygarlığın ve çağdaşlaşmanın birinci göstegesi. Bu nedenle çağdaşlaşma sürecimizde öncelikle arapça ve farsça sözcüklerden kurtulmalıyız.

    bence sen arapça ve farsça ya önyargıyla bakıyorsun çağdaşlaşma dediğin de sadece kılıf yani arapça ve farsça okadar geri bir dil ki onlardan kurtulduğunda ancak o zaman "çağdaş " olursun değilmi?
    bu arada illaki bu dillerden gelen sözcüklerden kurtulmayı isteyenler varsa şimdiden çalışmaya başlayın derim çünkü arapçadan 6463 farsçadan 1374 sözcük türkçeye geçmiştir hangi dilden ne kadar sözcük geldiğini öğrenmek için tdk nın sitesine bir bakalım ;
    http://tdk.gov.tr/TR/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EF1A46C5FBFA979D0C
    çok çalışmanız gerek çok :)




  • http://www.tdk.gov.tr/TR/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EF1A46C5FBFA979D0C
    Dilimize giren sözcüklerin, sayısal dökümü...


    http://www.tdk.gov.tr/TR/SozBulAyrintili.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EF31C7A21930E7131C
    Burada da sol bölümden, seçeceğiniz dilden gelmiş olan sözcükleri görebilirsiniz.








  • Sevmediğim kelimeler


    GEÇEN hafta Sivas'taydım. Valilik, Sivaslı yazarlarla Sivaslı okuyucuları buluşturmak için bir imza günü düzenlemişti. Mahalli gazete muhabirleri, bana da bu imza günü dolayısıyle ve 4 Eylül Sivas Kongresi'nin 85. yıldönümü üzerine çeşitli sorular sordular. Düşüncelerimi, çok tabii olarak Türkçe açıkladım. Söylediklerimi ikinci gün mahalli gazetelerde öztürkçe veya uydurukça olarak okuyunca derin bir üzüntü duydum. Gazeteler elimde ağırlaşmaya başladı. Bilmeyen de zanneder ki ben Sivas'ta, ulus, ulusal, ulusalcılık, özgürlük, örneğin, yaşam, kent, yaşamsal, tüm, neden, sözcük, yapıt, gereksinim, koşul, batik vs. gibi kelimelerle konuşmuşum! Halbuki bu kelimeler, benim yazılarıma ve konuşmalarıma kat'iyyen bulaştırmadığım, sevmediğim, hatta öfkelendiğim ucubelerdir.
    Biliyorum, dil elbette canlı bir varlıktır. Dile zamanla, elbette birtakım yeni kelimeler girer; birtakım kelimeler, zamanla ölerek dilden elbette düşer. Ama bunlar, kat'iyyen zorlamalarla olmaz. Ben deli miyim ki, milletimizin bin yıldan beri kullandığı, bildiği, sevdiği, türkülerine, şiirlerine, destanlarına, masallarına, deyimlerine, atasözlerine işlediği, nakışladığı, adeta kurda kuşa öğrettiği güzelim kelimeleri Bunlar Türkçe asıllı değildir safsatasıyla dilimizden çıkarıp atayım ve yerlerine zıpçıktı ucubeler koyayım?
    Gaflet yolu
    BANA göre böyle bir yol tutturmak gaflettir. Türkçe başka, öztürkçe başkadır. Ben Türkçe'ye sevdalıyım. Ben Türkçe düşünüyor; Türkçe konuşuyor, Türkçe yazıyorum. Çünkü Türkçe, milletimizin dilidir, öztürkçe ise bir avuç heveskarın veya maksatlı olarak milletimizi, edebiyatımızı küçültmek isteyenlerin dilidir. Cemil Meriç ne kadar doğru söylemişti:
    - Kamusa uzanan el, namusumuza uzanmış demektir!
    Kamus, hem derya deniz, hem de dilimizin bütün kelimelerini kucaklayan lugat demektir. Bu lugattan bir kelimenin çıkarılması, bazan yüz civarında deyimimizin ve atasözümüzün kuruyup gitmesine yol açmaktadır. Mesela bundan önceki MEB Talim Terbiye Kurulu, hem adam kelimesinin sözlüklerimize girmesini yasaklamıştı, hem de adam ve ademle ilgili deyimlere ve atasözlerine kılıç çekmişti. Şimdi sakın: 'Adam Arapça, kişi ise Türkçe. Biz adam yerine kişi kelimesini alsak ne olur?' demeyin. Cehennemin dibi olur. Çünkü kişi kelimesi ne kadar Türkçe ise adam kelimesi de o kadar Türkçeleşmiş bir kelimedir. Bizim imamlarımız, cenaze namazlarını erkişi veya hatunkişi niyetine kıldırıyor da er adam veya hatun adam niyetine el bağlamıyorlar. Ama beri yanda, biz, birisine kızdık mı: 'Yahu adam ol! Adam gibi konuş! Sen ne biçim adamsın?' diyoruz da 'Kişi ol, kişi gibi otur, kişi gibi konuş' demiyoruz. Adam kelimesini Türkçe'den çıkarıp attık mı, onu unutturduk mu, milletimizin bin yıldan beri adamla ilgili olarak yaptığı güzelim deyimlerimizi de, atasözlerimizi de hasır altı etmiş oluruz. Bizim elli civarında, adam kelimesiyle yaptığımız deyimlerimiz var: Adam adama-adam akıllı-Adam almak-adam olmak-Adama benzemek-adam içine çıkmak-adam evladı-Adam sarrafı-Adam otu-Adamın biri-Adamcıl-Adamcık vs. gibi. İçinde adam kelimesi geçen atasözlerimiz de elli civarındadır. Bu deyimlerde adam yerine kişi kelimesini koyamazsınız. Türkçe'de, Kişi uslu-kişi evladı-kişi otu-kişi sarrafı-kişicik-kişicil yoktur.
    Can, Farsça ama
    CAN kelimesi Farsça'dır ama 70 milyonluk Türkiye'de can kelimesini bilmeyen yoktur. Şimdi Öztürkçeciler can yerine Tin denilmesini istiyorlar. Peki Tin Türkçe mi? Hayır Etice. Etiler'in Türk olduğu hangi ansiklopedide yazıyor? Kabul edelim ki Tin öz be öz Türkçe bir kelime. İyi ama niçin can yerine Tin diyelim? Cancağızım-canımın içi-canla başla-can almak-canlı-cansız-canvermek-canlı yayın gibi bizim 120 güzelim deyimimizi ne yapacağız? Şu çirkinliklere siz de gülmüyor musunuz: Tincağızım-Tinimin içi-Tinle başla-Tin almak-Tin atmak-Tin vermek-Tinli-Tinsiz-Tinli yayın?
    Şimdi ben, Millet-Milli-Milliyetçilik gibi güzel kelimeler dururken, niçin ulus-ulusal-ulusalcılık diyeyim?

    Efendim, millet kelimesi Arapça imiş. Arapça ama bin yıldan beri Türkçeleşen bir kelime. Üstelik Azerbaycan Türkleri de, Türkmenler de, Özbekler de, Uygurlar da, Tatarlar da bizim gibi millet diyorlar. Peki ulus Türkçe mi? Açın okuyun Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanan 1998 tarihli iki ciltlik Türkçe sözlüğün 2280 sayfasını. Orada göreceksiniz ki, ulus kelimesi Moğolca'dır. Birtakım adamlar, bir Moğol kelimesine Latin gramerinden aldıkları şu sel-sal eklerinden birini yapıştırdılar mı o Moğol kelimesinin Öztürkçe olacağına inanıyorlar. Culukculuk der gibi ulusculuk demenin hiçbir güzelliği yoktur. Peki ya millet kelimesiyle yaptığımız deyimler, birleşik kelimeler ne olacak? Milletvekilini, Millet Meclisi'ni, kadın milletini, şoför milletini, Milli ruhumuzu, Milli Marşımızı, Milli kıyafetlerimizi vs. vs. nereye koyacağız?
    Örneğin Ermenice bir kelime. Kent, kamu Doğutça bir kelime. Bütün Öztürkçe bir kelime olmasına rağmen tüm kelimesi onu katletti. Üstelik artık bütünbütün de, büsbütün de diyemiyeceğiz. Lütfen Necip Fazıl'a kulak verir misiniz:
    Ruhsal-parasal-soyut-boyut-yaşam-eğilim
    Ya bunlar Türkçe değil, yahut ben Türk değilim.
    Oysa halis Türk benim, bunlar işgalcilerim
    Allah Türk'e acısın yalnız bunu dilerim.


    Yavuz Bülent BAKİLER

    Kaynak




  • quote:

    Orjinalden alıntı: KUNG-FU 61

    Sevmediğim kelimeler


    GEÇEN hafta Sivas'taydım. Valilik, Sivaslı yazarlarla Sivaslı okuyucuları buluşturmak için bir imza günü düzenlemişti. Mahalli gazete muhabirleri, bana da bu imza günü dolayısıyle ve 4 Eylül Sivas Kongresi'nin 85. yıldönümü üzerine çeşitli sorular sordular. Düşüncelerimi, çok tabii olarak Türkçe açıkladım. Söylediklerimi ikinci gün mahalli gazetelerde öztürkçe veya uydurukça olarak okuyunca derin bir üzüntü duydum. Gazeteler elimde ağırlaşmaya başladı. Bilmeyen de zanneder ki ben Sivas'ta, ulus, ulusal, ulusalcılık, özgürlük, örneğin, yaşam, kent, yaşamsal, tüm, neden, sözcük, yapıt, gereksinim, koşul, batik vs. gibi kelimelerle konuşmuşum! Halbuki bu kelimeler, benim yazılarıma ve konuşmalarıma kat'iyyen bulaştırmadığım, sevmediğim, hatta öfkelendiğim ucubelerdir.
    Biliyorum, dil elbette canlı bir varlıktır. Dile zamanla, elbette birtakım yeni kelimeler girer; birtakım kelimeler, zamanla ölerek dilden elbette düşer. Ama bunlar, kat'iyyen zorlamalarla olmaz. Ben deli miyim ki, milletimizin bin yıldan beri kullandığı, bildiği, sevdiği, türkülerine, şiirlerine, destanlarına, masallarına, deyimlerine, atasözlerine işlediği, nakışladığı, adeta kurda kuşa öğrettiği güzelim kelimeleri Bunlar Türkçe asıllı değildir safsatasıyla dilimizden çıkarıp atayım ve yerlerine zıpçıktı ucubeler koyayım?
    Gaflet yolu
    BANA göre böyle bir yol tutturmak gaflettir. Türkçe başka, öztürkçe başkadır. Ben Türkçe'ye sevdalıyım. Ben Türkçe düşünüyor; Türkçe konuşuyor, Türkçe yazıyorum. Çünkü Türkçe, milletimizin dilidir, öztürkçe ise bir avuç heveskarın veya maksatlı olarak milletimizi, edebiyatımızı küçültmek isteyenlerin dilidir. Cemil Meriç ne kadar doğru söylemişti:
    - Kamusa uzanan el, namusumuza uzanmış demektir!
    Kamus, hem derya deniz, hem de dilimizin bütün kelimelerini kucaklayan lugat demektir. Bu lugattan bir kelimenin çıkarılması, bazan yüz civarında deyimimizin ve atasözümüzün kuruyup gitmesine yol açmaktadır. Mesela bundan önceki MEB Talim Terbiye Kurulu, hem adam kelimesinin sözlüklerimize girmesini yasaklamıştı, hem de adam ve ademle ilgili deyimlere ve atasözlerine kılıç çekmişti. Şimdi sakın: 'Adam Arapça, kişi ise Türkçe. Biz adam yerine kişi kelimesini alsak ne olur?' demeyin. Cehennemin dibi olur. Çünkü kişi kelimesi ne kadar Türkçe ise adam kelimesi de o kadar Türkçeleşmiş bir kelimedir. Bizim imamlarımız, cenaze namazlarını erkişi veya hatunkişi niyetine kıldırıyor da er adam veya hatun adam niyetine el bağlamıyorlar. Ama beri yanda, biz, birisine kızdık mı: 'Yahu adam ol! Adam gibi konuş! Sen ne biçim adamsın?' diyoruz da 'Kişi ol, kişi gibi otur, kişi gibi konuş' demiyoruz. Adam kelimesini Türkçe'den çıkarıp attık mı, onu unutturduk mu, milletimizin bin yıldan beri adamla ilgili olarak yaptığı güzelim deyimlerimizi de, atasözlerimizi de hasır altı etmiş oluruz. Bizim elli civarında, adam kelimesiyle yaptığımız deyimlerimiz var: Adam adama-adam akıllı-Adam almak-adam olmak-Adama benzemek-adam içine çıkmak-adam evladı-Adam sarrafı-Adam otu-Adamın biri-Adamcıl-Adamcık vs. gibi. İçinde adam kelimesi geçen atasözlerimiz de elli civarındadır. Bu deyimlerde adam yerine kişi kelimesini koyamazsınız. Türkçe'de, Kişi uslu-kişi evladı-kişi otu-kişi sarrafı-kişicik-kişicil yoktur.
    Can, Farsça ama
    CAN kelimesi Farsça'dır ama 70 milyonluk Türkiye'de can kelimesini bilmeyen yoktur. Şimdi Öztürkçeciler can yerine Tin denilmesini istiyorlar. Peki Tin Türkçe mi? Hayır Etice. Etiler'in Türk olduğu hangi ansiklopedide yazıyor? Kabul edelim ki Tin öz be öz Türkçe bir kelime. İyi ama niçin can yerine Tin diyelim? Cancağızım-canımın içi-canla başla-can almak-canlı-cansız-canvermek-canlı yayın gibi bizim 120 güzelim deyimimizi ne yapacağız? Şu çirkinliklere siz de gülmüyor musunuz: Tincağızım-Tinimin içi-Tinle başla-Tin almak-Tin atmak-Tin vermek-Tinli-Tinsiz-Tinli yayın?
    Şimdi ben, Millet-Milli-Milliyetçilik gibi güzel kelimeler dururken, niçin ulus-ulusal-ulusalcılık diyeyim?

    Efendim, millet kelimesi Arapça imiş. Arapça ama bin yıldan beri Türkçeleşen bir kelime. Üstelik Azerbaycan Türkleri de, Türkmenler de, Özbekler de, Uygurlar da, Tatarlar da bizim gibi millet diyorlar. Peki ulus Türkçe mi? Açın okuyun Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanan 1998 tarihli iki ciltlik Türkçe sözlüğün 2280 sayfasını. Orada göreceksiniz ki, ulus kelimesi Moğolca'dır. Birtakım adamlar, bir Moğol kelimesine Latin gramerinden aldıkları şu sel-sal eklerinden birini yapıştırdılar mı o Moğol kelimesinin Öztürkçe olacağına inanıyorlar. Culukculuk der gibi ulusculuk demenin hiçbir güzelliği yoktur. Peki ya millet kelimesiyle yaptığımız deyimler, birleşik kelimeler ne olacak? Milletvekilini, Millet Meclisi'ni, kadın milletini, şoför milletini, Milli ruhumuzu, Milli Marşımızı, Milli kıyafetlerimizi vs. vs. nereye koyacağız?
    Örneğin Ermenice bir kelime. Kent, kamu Doğutça bir kelime. Bütün Öztürkçe bir kelime olmasına rağmen tüm kelimesi onu katletti. Üstelik artık bütünbütün de, büsbütün de diyemiyeceğiz. Lütfen Necip Fazıl'a kulak verir misiniz:
    Ruhsal-parasal-soyut-boyut-yaşam-eğilim
    Ya bunlar Türkçe değil, yahut ben Türk değilim.
    Oysa halis Türk benim, bunlar işgalcilerim
    Allah Türk'e acısın yalnız bunu dilerim.


    Yavuz Bülent BAKİLER

    Kaynak




    Çok güzel,çok teşekkürler..




  • Tanrı Nurullah Ataç'ı korusun bence.


    Nurullah Ataç


    (21 Ağustos 1898- 17 Mayıs 1957)

    “Dil, bir uygarlık olayıdır. Bir uygarlığın kurduğu dil, başka bir uygarlığın düşündüklerini söyleyemez, yetmez onu söylemeye. Bir ulus uygarlığını değiştirdi mi, dilini de değiştirmek zorundadır.” [1]

    Nurullah Ataç, Dil Devrimiyle dilin yenileşeceğine inandığı gibi, dilin bir uygarlık olayı olduğuna da inanır. Bu inancı onu karşıdevrimcilerin hedefi yapar. Dile “müdahale” etmekle suçlananların başında gelir hep. Oysa Ataç, hiçbir dilin kendi kendine gelişemeyeceğine inanmaktadır:

    “Dil kendi kendine gelişiyormuş, temizlenecekse temizleniyormuş, bırakmalıymışız kendi haline. Aklı başında bir kişinin söyleyeceği söz mü bu? Bir ulusun okuryazarları, aydınları, bilginleri dille uğraşmazlarsa dil kendi kendine ilerler, gelişir mi? Diyelim ki ben Fransızca bir kelimenin karşılığını arıyorum, Türkçede yok öyle bir kavram, ne yapacağım? O kelimeyi ben kurmaya, uydurmaya çalışmayacak mıyım?”[2]

    Konu, gelip “uydurmak” eylemine dayanıyordu. Dil Devrimiyle kazanılan sözcükleri yadsıyanlar, aslında türetme eylemi yapmış “uydurukça” gibi bir sözcük türetmişlerdi. Dil Devriminin karşısavı olarak “yaşayan dil/ yaşayan Türkçe” tamlamalarını öne çıkarmaya başlamışlardı. Ataç bunu da sürekli eleştirmişti:

    “Yaşayan dil! Yaşayan dil! Ağızlarında hep bu! Bir bakın o yaşayan dilcilerin yazdıklarına. Birinde gerçekten yaşayan, gerçekten canlı, düşüncenin, duygunun titremesini gösteren bir cümle bulamazsınız.”[3] “Uydurma dil dediler mi, bir şey söylediklerini sanıyorlar. Söyleyim ben size; Bu uydurma sözünü, Türkçecilik akımına karşı bir silah diye kullanmaya kalkanlardan ne dediğini bilen, şöyle gerçekten düşünerek konuşan bir tek kişi tanımıyorum. Evet, uyduracağız, bizim yaptığımız, uydurduğumuz kelimeler de yavaş yavaş halka işleyecek, eski Arapça, Farsça kelimelerin işlediği gibi. Onların yerini tutacak.”[4]

    Türkçeleştirme eyleminde “aşırılık”a gidildiği savı da devrim karşıtlığına bulunan başka bir kılıftır. Aşırılık, kişiden kişiye değişebilecek bir kavramdır: Sevginin, dürüstlüğün, doğruluğun da ölçüsü olabilir; değerbilmezliğin, yalanın, yanlışın da… Ataç gibi düşünenler, dil sevgisinde aşırılıktan hiç gocunmazlar; dahası Ataç, “Aşırılıktan çekinmek, düşüncelerimizin sonuna dek gitmekten çekinmek demektir. Düşüncelerinin sonuna dek gitmekten çekinen kişi ise, türlü düşünceleri, türlü görüşleri birbirine karıştırıyor, birini öteki ile köreltiyor demektir” diyerek “Aşırıyım ben!”[5] diye çekinmeden haykırır.

    Devrimi ve Türkçeyi bu denli korkusuzca savunmasının kökeninde kuşkusuz ölçüsüz bir yurt ve dil sevgisi yatmaktadır. “Hiçbir çıkar düşünmeden, kimseden bir şey beklemeden, inandığı dava uğruna sonuna değin savaşmış, doğru bildiği yolda yılmadan yürümüş bir ülkü adamıdır. Kendisini ülküsüne böylesine veren, bilinçle işe koyulan, her türlü güçlüğe ve anlayışsızlığa göğüs geren”[6] Ataç, iyi yetişmiş bir aydındır, dil sevgisini bilgisiyle beslemiş bir düşünür olduğu kuşkusuzdur.

    Nurullah Ataç, 21 Ağustos 1898’de, İstanbul’da doğdu. Hammer tarihini dilimize çeviren Ata Beyin oğludur. Asıl adı Nurullah Ata’dır. Yazılarında kendinden, yaradılışından söz eder; ama soyuna sopuna ilişkin pek bilgi vermez. Karala Defteri’nde ailesinin bir yanının Karadenizli, bir yanının Maraşlı olduğunu yazar. Savaş yıllarında radyoda uzun süre "Evin Saati" adlı programı hazırlayan Dr. Galip Ataç kardeşlerinden biridir. Bir kardeşi de Çanakkale Savaşında şehit olmuştur. Ataç, ilkokulu (iptidai) 1909’da bitirmiş, aynı yıl annesini yitirmiştir. On bir yaşında annesini yitirdiğini de Günce’sinden öğreniriz. Daha sonra dört yıl Mekteb-i Sultanide (Galatasaray Lisesi) okumuş, okulda Burhan Asaf (Belge) ve Vedat Nedim (Tör) gibi sonradan yazar olacak arkadaşlar edinmiştir.

    Birinci Dünya Savaşının başlamasından az önce eğitimini tamamlamak üzere, babasının isteğiyle Cenevre'ye gitmiş, burada kaldığı süre içinde Fransızcasını ilerleten Ataç, bu arada tiyatroya merak sarmış, arkadaşlarının sahnelediği Hamlet'te "balıkçı" rolünü oynamıştır. Tiyatro sevgisi onun yazarlığa tiyatro eleştirisi ile başlamasının başlıca nedenidir.

    Ataç, Cenevre'de alışamadığı okulu yarım bırakmış, Mondros Mütarekesi sırasında İstanbul'a dönmüş, bir süre Darülfünunda edebiyat derslerini izlemiş, ardından sınavla Fransızca öğretmeni olmuştur. 1921- 1923 arasında Nişantaşı Lisesi, Vefa Sultanisi, İstanbul Sultanisi ile Üsküdar Lisesinde Fransızca, 1925’te Adana Lisesinde edebiyat öğretmenliği yapmıştır.

    Ataç, Ticaret Bakanlığına bağlı Ticaret Müdüriyeti Umumiyesi Mütercimliğinde, aynı bakanlığın Mukavelatı Ticariye Tetkik Dairesi Heyet-i Tahririye Müdürlüğünde (1926) bulunmuş, sonra yeniden Milli Eğitim Bakanlığı'na geçmiştir. İlkin Talim ve Terbiye Dairesinde çevirmenlik yapmış, ilk Tedrisat Dairesi Şube Müdürlüğünde çalıştıktan sonra (Ekim 1926 - Eylül 1927) yeniden öğretmenliğe dönmüştür. Onun daha sonra Ankara, İstanbul liselerinde Türkçe, edebiyat, sanat tarihi ve Fransızca öğretmeni olarak görev yaptığını biliyoruz. İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Okulu ile Gazi Eğitim Enstitüsünde Fransızca okutmanı olarak çalıştıktan sonra 1940’ta bu görevinden ayrılmıştır. Bir süre Basın Yayın Umum Müdürlüğünde Yayın Şefliği yapan Ataç, daha sonra Cumhurbaşkanlığı çevirmenliğine getirilmiş, bu görevden 1952’de emekli olmuştur. Bu tarihten sonra yalnızca yazmış ve TDK’deki işlerini yürütmüştür.

    TDK’ye 1949’da üye olan, Yönetim Kuruluna 1951’de giren ve bu tarihten sonra ölümüne dek Yayın Kolu Başkanlığını ve Türk Dili dergisinin yayın yönetmenliğini üstlenen Ataç’ın, bu dergiye yazdığı “Dergiler Arasında” başlıklı yazılarının dışında gazete ve dergilerde onlarca yazısı bulunmaktadır.

    Yazı ve yapıtlarının bir kısmında takmaad kullanmıştır. MEB, Dünya Edebiyatından Tercümeler Serisinde Sabiha Yağızlar, Tan gazetesindeki yazılarında Ahfeş, Ulus gazetesindeki yazılarında da Süha Kavafoğlu.

    Şeker hastası olan Ataç'a doktorlar sigarayı yasakladılar. Ataç’ın sigara tutkusu bilinmektedir. Çok sevdiği eşi Leman Hanımı 1955'te yitirdi. Bu ölüm Ataç'ı derinden sarmış, bozulan sağlığı gittikçe kötüleşmiştir. 1957 yılının 17 Mayıs günün Numune Hastanesinde 59 yaşında ölmüştür.

    Tek çocuğu olan Meral Ataç, çalışma yaşamının çoğunu Türk Dil Kurumu’nun Derleme ve Tanıtma Kolunda geçirmiştir. Ataç’ın biri kız, öteki erkek iki torunu vardır. Kızı Meral Ataç, babasını anlatan kitaplar yazmaktadır.

    Dil Devrimine inanan, Türkçeye emeği dağlar kadar olan Nurullah Ataç’ı saygıyla anıyor, genç kuşaklara bir an önce Ataç’ı okumalarını salık veriyoruz. Ataç’ı anlamak, bugün yalnız dil sorunlarının değil, başka sorunların çözümüne düşünce üretmekte de yol gösterici olacaktır.



    O, Ödünsüz Bir Dilseverdi

    Dilseverliğini kendisi şöyle anlatıyor:

    “Dil işine sonradan giriştim. Daha önce başlasaydım, Dil Devriminin gerekli olduğunu daha önce anlayabilseydim ne iyi olurdu! Erken olsun geç olsun, giriştim dil işine. Gençler arasında bana uyanlar çok oldu. Yaşlılardan da var. Neden ötekilerden çok bana uyanlar oldu? Dil işine girişmem bir çıkar kaygısıyla değildir de onun için. Alıklar, benim şu buyurdu, bu buyurdu diye, şuna buna yaranmak için öz Türkçeye özendiğimi sanırlar. Oysaki ben, öz Türkçe için nice kazançları teptim, rahatımı kaçırdım, üzdüm kendimi, adımı deliye çıkarttım. Hepsi de ne dediklerini bilmez, kafalarına düşüncenin gölgesi bile girmemiş birer alıktır bana deli diyenler. Öz Türkçeye özenişim de duygularımın etkisiyle değildir. Latince, Yunanca öğretilmeyen bir ülkede tek doğru yolun, tek usul (akla uygun) yolun öz dile gitmek olduğunu düşüncemle anladım da onun için o yolu buldum.”[7]

    Dil Devriminin başlamasının, Türk Dil Kurumu’nun kuruluşunun 20. yılında yazdığı yazısında ise devrime ve Türkçeye inancını yansıtan yapıtlarından yalnızca biridir:[8]

    YİRMİNCİ YIL

    Yirmi yıl geçmiş birinci Dil Kurultayından beri. Yirmi birinci bayramı kutladık. Neler olmadı bu yirmi yıl içinde! Devrime karşı koymak isteyenler, “Dilimizi bozuyorsunuz, yoksullaştırıyorsunuz!” diye bağıranlar, Arapça, Farsça sözlere sımsıkı sarılanlar günden güne yenildi. Bilmiyorlar, kavramıyorlar yenildiklerini. Kendilerine sorarsanız, yenmiş, kazanmış olduklarını, devrimi durdurduklarını söylerler belki. Bir de yazılarını okuyun onların, çektikleri söylevleri dinleyin, bundan yirmi yıl önce yazdıkları, söyledikleriyle karşılaştırın. Görürsünüz dillerinin ne denli değiştiğini. Biri olsun “lisan” diyebiliyor mu artık? Demeye özeniyorlar, gene de unutuyorlar kendilerini, “dil” deyiveriyorlar. Artık “dil” diye düşünüyorlar da onun için. Oysaki: “Dil başka, lisan başka!” diye neler, neler uydurmamışlardı. “Birbirinin yerini tutamaz!” diye yukarıdan atıp gürültü etmişlerdi. “Önem” ile daha birtakım yeni Türkçe sözlerle eğlenmişler, alay etmişlerdi. Şimdi hepsini kullanıyorlar onların, alışıyorlar hepsine, alıştılar, yeni olduklarını unuttular. İşte budur yenilmek. İlk çıktığı günlerde istemedikleri sözleri şimdi kendileri yazıyorlar.

    Bunu söylerken inan olsun, onları kınamak istemiyorum. Dilediğim, olanı görüp göstermek, başka değil. Yenilmemek ellerinde miydi? Dil devrimini, dil değişmesini onlar da bizim gibi istemiyorlar mıydı? Şöyle bir düşünsünler, eski dilin, büğün (bugün) Osmanlıca dediğimiz dilin, şu Osmanlı Türkçesinin kalması, sürmesi olabilir miydi? Onun eksiklerini, yetersizliklerini, elverişsizliklerini kendileri de görmüyorlar mıydı? Ondan kendileri de sıkılmıyorlar mıydı? Kullanabiliyorlar mıydı o dili? Eski ozanlarımızın yırlarını (şiirlerini), daha otuz kırk yıl önceki yazarlarımızın betiklerini açınca, “Böyle dil olmaz, çoğunluk, kamu anlayamaz bunu, biz böyle yazmayız artık” demiyorlar mıydı? Bizim gibi onların da istemedikleri, beğenmedikleri, günün isterlerine uygun bulmadıkları bir dil yaşayabilir miydi? Yalnız bize yüklemesinler suçu; o eski dili, büğün özlemini çektikleri Arapçalı Farsçalı Türkçeyi yalnız biz öldürmedik, yalnız biz gömmedik, o dil öldürüldüyse, gömüldüyse bu işi birlikte yaptık. Onun öldürülmesi, gömülmesi bir suçsa bu suça bizim gibi onların da eli bulaştı. Şunu da söyleyeyim: Biz bunu bir suç saymıyoruz. Yaşayamazdı o dil. Yargıyı giymişti. Batıdan aldığı düşünceleri, batıdan öğrendiklerini söylemek isteyen Türk aydınına yetmiyordu, yaşamasını bitirmişti, yerini yeni dile, günün isterlerine daha uygun bir Türkçeye bırakmak gücümünde idi.

    Eski dil öldü, kalktı artık. Dilediklerince gürültü etsinler, diriltemezler onu. Halit Fahri Ozansoy aruz ölçüsüne “Şahane geldiğin gibi şahane git gene” demişti. Osmanlıcaya da söyleyebiliriz bunu: Görkemle geldi, görkemle gitsin. O öldü, yerini tutacak yeni dil kuruldu mu? Bir dilin kurulmasını kolay bir iş mi sanıyorsunuz siz? Yirmi yılda, elli yılda kurulabilir mi o? Bize, “Sizin yazdığınız dil eski dilimiz gibi güzel değil, onun gibi uyumlu değil, ondan çok yoksul” diyorlar. Doğru da bu dedikleri. Yalnız bunu söylerken şunu unutuyorlar, onların savundukları dil, yüzyıllar boyunca işlenmiştir, birçok ozanlar, yazarlar gelip onu donatmıştırlar, bezemişler. Fuzuli’nin dediğini bir düşünsünler: “Şol sebepten Farisî lâfziyle çoktur Nazm kim/ Nazm-i nâzük Türk lafziyle iğen düşvâr olur/ Bende Tevfîk olsa ol düşvârı âsân eylerim/ Nevbahâr olgaç dikenden berk-i gül izhâr olur.” Fuzuli beklediği yardımı görmüş, ondan sonra gelen ozanlar da Türkçeyi güzelleştirmeye çalışmışlar. Güzelliklerini, üstünlüklerini söyleye söyleye bitiremedikleri Osmanlıca ile işte böyle uzun emeklerle kurulmuş. Bizim daha yirmi yaşındaki, otuz yaşındaki dilimiz onunla karşılaştırılır mı? Onun güzelliğini, inceliğini yadsımaya kalkmıyoruz, ancak şunu söylüyoruz; yetmiyor o dil bize, büğünkü düşüncelerimizi bildirmeye elverişli değil. Doğu düşünüşüne, doğu görüşüne, doğu uygarlığına göre kurulmuş, büğün işimize yaramıyor. Bunu yanıtlamıyorlar. Biliyor dediğimizin doğru olduğunu, kendileri de bizim gibi düşünüyorlar da onun için yanıtlamıyorlar, bizi başka bir yönden vurmaya kalkıyorlar. Attıkları taşlar, kurşunlar değmiyor bize, değemez, bizim dediğimizle bir ilişiği yok da onun için. Evet, güzeldir onların savundukları dil, bizim büğün yazdığımız dilden çok daha işlenmiştir, ne yapalım, yetmiyor bize, onlara da yetmediği gibi.

    Bizim öne sürdüğümüz düşünceleri çürütemiyorlar, yanıtlayamıyorlar. Gene de susturmak, ezmek istiyorlar bizi. Bize türlü suçlar, küçüklükler yüklemeye kalkıyorlar. Yok, biz çıkarımızı arıyormuşuz, biz şuna buna yaranmak istiyormuşuz, daha böyle saçma sapan sözler. Bir düşünceyi yıkamıyor muyuz, onu savunanı devirmeye bakın… Savunanı devirdiniz, gene düşünceyi yıkamazsınız ki! Dimdik durur ortada, devrilenin yerine bir başkası gelir, savunur onu. Diyelim ki biz çıkarımızı arıyoruz, şuna buna yaranmaya çalışıyoruz. Bir çıkar uğruna savunulan bir düşüncenin, bir kimseye yaranmak için savunulan bir düşüncenin tellim (daima) yanlış olması mı gerekir? Diyelim ki siz iki kez ikinin dört ettiğini korkunuzdan söylüyorsunuz, ne çıkar bundan? Siz korkunuzdan iki kez iki dört etti dediniz diye iki kez iki dört etmeyecek mi?

    Bir de şunu soralım: Kime yaranmak istemişiz biz? Atatürk’ün sağlığında Atatürk’e yaranmak istedik. Peki, öldü Atatürk, bir beklediğimiz kalmadı ondan. Biz ne diye direndik dil işinde? Doğrusu Atatürk’ten önce Dil Devriminin gerekliliğini hepimiz kavramamıştık. Kendim için söyleyeyim: Ben de önce Dil Devrimine dayatmaya kalkmıştım: “Olmaz bu iş, alıştığımız sözleri bırakamayız, bırakırsak dilimizi yoksullaştırırız” diyordum. Sonra anladım yanlış düşündüğümü. Dil Devrimi üzerine söylenenleri dinledim de öyle anladım. Bir kimseye yaranmak mıdır bu? Ben öz Türkçe yazmaya başladığımda Atatürk öleli yıllar olmuştu, öz Türkçe yazmanın bana bir çıkar sağladığı da yoktu. Neden günden güne saplandım öz Türkçeye? Bana “Öz Türkçe yazma” diyen oldu, “Öz Türkçe yaz” diyen olmadı. Niçin direndim ben? İnandım öz Türkçeye de onun için direndim, eski dilin yetersizliğini, kullanışsızlığını, büğünün isterlerine uymadığını, elverişsizliğini günden güne gördüm, anlarım da onun için direndim. Siz buna inanmıyorsunuz; bir kişi ne yaparsa yapsın, bir çıkar arkasından koşuyordur diyorsunuz. Yoksa gördüğünüz, duyduğunuz bütün kişilerin kendiniz gibi olduklarını mı sanıyorsunuz? Siz yalnız çıkarınızı arıyorsunuz, bir kimseye yaranmak istiyorsunuz da onun için mi bizim de ancak çıkarımızı aradığımızı, bir kimseye yaranmaya çalıştığımızı söylüyorsunuz? Kendiniz için konuşun. Bakın, ben size büğünün kişilerine yaranmak için böyle konuşuyorsunuz demiyorum, işin içine kişiliğinizi karıştırmadan dediklerinizi yanıtlamaya bakıyorum. Söyleyen değil, söylenen söz beni ilgilendiriyor. Sizin ereğiniz ne olursa olsun, karışmam ben ona.

    Kendim için söyledim bunları. Ancak biliyorum ki büğün Dil Devrimini savunanların, dilin değişmesi gerektiğini söyleyenlerin çoğu benim gibi, hepsi benim gibi. Bir çıkar arkasından koşmuyorlar. İnançlarını yaymaya çalışıyorlar. Çıkar arkasından koşsalardı çoktan bırakırlardı bu işi. Vardı aramızda sizin dediğiniz gibi kişiler, Dil Devrimini savunurken bizden çok coşuyorlardı, odlu sözler söylüyorlardı. Şimdi onlar sizin içinizde. Size yaranmaya çalışıyorlar. Biz de onlar gibi olsaydık, ayrılmazdık arkalarından, sizin yana gelirdik.

    Yapıtları:

    Günlerin Getirdiği (1946), Sözden Söze (1952), Karalama Defteri (1952), Ararken (1954), Diyelim (1954), Söz Arasında (1957), Okuruma Mektuplar (1958), Prospero ile Caliban (1961), Söyleşiler (1964), Şöyleşiler (1962 Dil Üzerine), Günce I (1972), Günce II (1972), Dergilerde (1980).

    Elliye yakın çevirisi bulanan Ataç’ın başlıca çevirileri de şöyle: Aisopos: Masallar (1944), Lukianos: Seçme Yazılar I,II,III (1944,1944,1949), Sophokles: Oipidus Kolonos'ta (1941), Plautus: Amphitryon (1943), Balzac: Vandetta (1943), Stendhal: Kırmızı ve Siyah I, II (1941,1942), Laclos: Tehlikeli Alakalar (1944), Simenon: Kiralık Oda (1953) vb.

    Ataç’ın yapıtlarının yeni baskıları Yapı Kredi Yayınları arasında çıkmaktadır.


    Alıntıdır.www.dildernegi.org.tr




  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.