Şimdi Ara

Otomobil Severler Sohbet Konusu.

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
9.009
Cevap
49
Favori
127.047
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
6 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Panthér kullanıcısına yanıt
    Yaklaşık 15 dakika önce bir bakayım dedim, 2. sayfayı bırak sayfanın altına bile inmedim.

    Bölüm bu şekilde devam eder, kötüye gitti anda otomobil bölümü yöneticileri yönetimde serzenişte bulunsa da adım atılmadı. Trollere de çözüm bulunamayınca çoğu kişi elini ayağını çekti. Bu durumun aynısı Futbol bölümünde oldu. Üye sorunlu olduğu halde her ne kadar uyarı verirsem vereyim onaylandıktan sonra cezalarını kaldırdılar. Aynı şekilde diğer 2-3 arkadaşın da öyle. Daha sonra bu şekilde devam edemeyeceğimi belirtip ayrıldım ve benim arkamdan diğer 2-3 arkadaş daha geldi. Ana avrat söven kişiler, bölümün sorunlu üyeleri uzaklaştırılmadı tam aksine prim verildi. Futbol bölümü de bu şekilde bitmiş oldu, eski müdavimler artık foruma girmez oldu. Futbol bölümünden 4-5 yıl önce görüşüp,bana otel ayarlayan, her İstanbul'a gittiğimde elimi cebime attırmayan kişiler şu anda bölümde yoklar.

    Forumdaki yöneticiliğimden ayrıldığım 8. veya 9. ayda yönetimden arkadaşa mesaj attım. Otomobil bölümünün durumu pek iyi görünmüyor, bu bölüm için yardımcı olabilirim şeklinde. O zamanlar bilirsiniz belki "Stones" Cihan hocam ile de konuşuyoruz. Bana geri dönüş "yöneticiliği bırakma sebebin cezalar konusundaydı, biz yine aynı şekilde devam ediyoruz" şeklinde oldu. Cihan hocamla da görüşüp cezaların daha da indirildiğini duyunca hem ben hem de yönetim tekrar girmemde pasif kaldık.

    Genel olarak bölüm içerisinde muhtemelen kopmalar olacaktır. İlk mesajda belirttiğim " konu ileri gider gitmez bilmiyorum " cümlesi bu tür konuların biraz zor yapılandığı fakat yapılandığı zaman da kopmanın çok zor olduğu konular. Sadece otomobil konusuyla aramızdaki 10-20 kişi ile bölümü sürekli canlı tutamayabiliriz. O yüzden bu konunun aile gibi olması gerekiyor. Yani konu dışı, dert, tasa, yardım, ihtiyaç, fırsat gibi konularda da alışveriş yapılırsa daha da sağlamlaşır diye düşünüyorum.




  • Yaklaşık 15 dakika önce bir bakayım dedim, 2. sayfayı bırak sayfanın altına bile inmedim.

    Bölüm bu şekilde devam eder, kötüye gitti anda otomobil bölümü yöneticileri yönetimde serzenişte bulunsa da adım atılmadı. Trollere de çözüm bulunamayınca çoğu kişi elini ayağını çekti. Bu durumun aynısı Futbol bölümünde oldu. Üye sorunlu olduğu halde her ne kadar uyarı verirsem vereyim onaylandıktan sonra cezalarını kaldırdılar. Aynı şekilde diğer 2-3 arkadaşın da öyle. Daha sonra bu şekilde devam edemeyeceğimi belirtip ayrıldım ve benim arkamdan diğer 2-3 arkadaş daha geldi. Ana avrat söven kişiler, bölümün sorunlu üyeleri uzaklaştırılmadı tam aksine prim verildi. Futbol bölümü de bu şekilde bitmiş oldu, eski müdavimler artık foruma girmez oldu. Futbol bölümünden 4-5 yıl önce görüşüp,bana otel ayarlayan, her İstanbul'a gittiğimde elimi cebime attırmayan kişiler şu anda bölümde yoklar.

    Forumdaki yöneticiliğimden ayrıldığım 8. veya 9. ayda yönetimden arkadaşa mesaj attım. Otomobil bölümünün durumu pek iyi görünmüyor, bu bölüm için yardımcı olabilirim şeklinde. O zamanlar bilirsiniz belki "Stones" Cihan hocam ile de konuşuyoruz. Bana geri dönüş "yöneticiliği bırakma sebebin cezalar konusundaydı, biz yine aynı şekilde devam ediyoruz" şeklinde oldu. Cihan hocamla da görüşüp cezaların daha da indirildiğini duyunca hem ben hem de yönetim tekrar girmemde pasif kaldık.

    Genel olarak bölüm içerisinde muhtemelen kopmalar olacaktır. İlk mesajda belirttiğim " konu ileri gider gitmez bilmiyorum " cümlesi bu tür konuların biraz zor yapılandığı fakat yapılandığı zaman da kopmanın çok zor olduğu konular. Sadece otomobil konusuyla aramızdaki 10-20 kişi ile bölümü sürekli canlı tutamayabiliriz. O yüzden bu konunun aile gibi olması gerekiyor. Yani konu dışı, dert, tasa, yardım, ihtiyaç, fırsat gibi konularda da alışveriş yapılırsa daha da sağlamlaşır diye düşünüyorum.
    Opellerin aktarma problemi yoktur arkadaşlar. bu durum forumda bir kaç tane tartışma ve polemik konusunda hevesli arkadaşımızın her ortamda söylediği yaydığı bir klise.makul ve mantikli insanlar da bu tur polemik meraklisi ve polemikle beslenen insanlari kaale alip cevap vermwdiginden sanki dogruymus gibi uzadikca uzadi okuyan genc arkadaslarda aaaa bak aktarmada sorun varmis gibi bir dusunceyle forumda buyuduler ve bayragi onlar devir aldilar bu sekilde de gidiyor.bu kilisenin temelindede katalog değerlerinin masa başında yorumlanması ve ayrıştırılması gelir 0-100 ile araç ölçmek sonra aracın hp değerine ve kilosuna bakıp bakın bu araç falancadan daha kötü teknik veri ortaya koyuyor diyerek ya beygirleri sütçü beygiri yada aktarması sorunlu demek çok basit ve yanlis. Cogu modelin de evet vites oranları 0-100 kasmaya uygun değildir, araçlarınında agirliklari ortada olduğundan ara hızlanma değerleri de siniftaşlarınin bazilarindan bir miktar geridir ama bu aktarmada bir problem olduğundan değil firmanın sanziman tercihinin böyle olduğundandır.kaldiki boyle bir kiyasa girerseniz acarsiniz kataloglari baslarsiniz 0-100 degeri hp/kilo orani son surat vesaire gibi teknik verileri siralamaya 1.olan hariconde digerleri ya aktarma ozurludur yada sütçü beygiri dır çünkü 1. Kadar iyi değillerdir. gelelim otomatiklere opelin otomatikleri çok yakıyor demek klasik tork konvertörlu otamatiklerin yakıt değerleri konusunda tecrübe sahibi olmamak demektir son birkaç yılda çıkan verimli bazı şanzımanları kapsam dışı tutarsak c segmenti bütün tork konvertölu araçlar fazla yakarlar ornegin corolla nin tam otomatik versiyonu astradan belirgin miktarda daha az yakmaz veya meganin veya bir başka modelin ki. Bu aktarma sorunlu ve sütçü beygiri konusunda yıllardır forumdaki hiçbir tartışmaya girmedim su saatten sonrada girmek istemiyorum ve konunun devamınada birşey yazmak istemiyorum bu yüzden benden alıntı yapmazsanız sevinirim. Son olarak aynı sınıf aynı segment aile tipi binek araçların performans verileri arasındaki minik farklari çokta abartmaya gerek yok ama madem abartiyorsunuz şunu çok açık biliyorum ki 1.33 corolla life performans olarak 1.6 edition astranin sizin bakış açınizla oldukça gerisinde bir araçtır. (Oldukça lafı forumdaki üslup ve bakış açısı fatkini ortaya koymak için yazılmıştır. Yoksa bana gore lafı edilecek bir fark değildir)
    2016 model crv yi sıfır alıp 3500 km’de iken sattık. Şansıma araç kasada yaşanabilen diğer araç sahiplerinin yaşadığı tümü sorunları bana 3500 km’de yaşattı Ve 2 defa yolda kalıp çekici üstünde servise giderek rekor kırdı :)



    Ne güncel kasa ne de yeni gelecek kasadan umutluyum. Bakınız güncel fc5 kasa civic ile mağdurlar grubu kurduracak kadar büyük bir kitleye sahip oldu Honda. O sınıfta kuga, 3008, tucson gibi sınıfının oldukça iyi modelleri varken crv bence mantıklı bir seçim olmayacaktır.
    Arkadaşlar merhaba.

    Ankarada ikamet ediyorsunuz ve kendinize Honda marka sıfır km bir araç almayı düşünüyorsunuz. Modele de karar kıldınız ve kapora yatırıp aracınızın siparişini veriyorsunuz. Plaka ve ruhsat işlemleri tamamlanınca siz gidip aracınızı teslim alıp evinize geliyorsunuz. Bu süreç, yani bayiiden aracınızı teslim alıp eve gelmeniz ne kadar surer? Ankarada 2 adet Honda bayii var ve evime birisi 14 diğeri 19 km uzaklıkta. Yerimde olsaydınız hangisini tercih ederdiniz?

    Ben anlatayım: alacağınız araç 4 tekerli olanlardan ise, benim de birkaç kez tecrübe ettiğim üzere, süreç genelde şehrinizdeki ya da yakın illerdeki bayiilerin hangisinin size daha fazla indirim yapacağı, daha fazla aksesuarı hediye edeceği tarzda dünyevi işlerle alakalı olarak gelişiyor eğer şehrinizdeki iki bayiiye de mentalite olarak eşit mesafedeyseniz (=herhangi bir gerekçeyle birisine karşı mesafeli değilseniz). Oysa alacağınız araç benim şimdi yazacağım gibi 2 tekerlekli ise son iki yıldır tecrübe ettiğim gibi senaryo değişiyor. “Ne yapsam da motosikletimi teslim alınca eve, rotayı biraz esneterek, dolaşarak, yolu uzatarak gelsem” planları yapıyorsunuz. Bu kısımdan itibaren 2017 ilkbaharındaki araç, yani motosiklet alım tecrübemi okuyor olacaksınız.

    Motosikleti Balıkesir Honda motosiklet bayii MNR Honda’dan satın aldım. Zaten Burhaniye’li olduğum için bu vesileyle annemi de görmüş, hatta kendisine sürpriz yapmış olurum diye düşündüm. Peki Ankara’dan Balıkesir’e motosikleti teslim almaya hangi taşıtla ve hangi güzergah üzerinden gidilir? Galiba sadece otobüsle zira tren seferleri 3 yıldır iptal. Direkt uçuş da Bursa ya da İzmir’e var. Peki ben ne yaptım? Bu kısmı da biraz esnetip 28 Nisan 2017 Cuma sabah 06:35 uçağı ile Sabiha Gökçen’e uçtum: Artık inmeye yakınken uçaktan çektiğim bir foto. Galiba Adalar civarı:



    Asker arkadaşım, çok sevdiğim dostum, kendisinin de motosiklet alması konusunda bolca gaz verdiğim ve hatta sadece gaz vermekle kalmayıp aynı zamanda konu altında fotolarda da görebileceğiniz eski NC750X motorumu da sattığım adaşım Haluk beni havaalanında eski motorumla karşıladı. Yanımda götürdüğüm kask ve korumalarımı giydim ve saat 08:00 gibi Eskihisar’a doğru yol almaya başladık. O güzergahta ben artçı oldum, Haluk sürdü motoru. Vapura bindik ve çay simit peynir üçlemesiye, denize ve ön sırada park etmiş motorlarımıza nazır kahvaltımızı yaptık. Bir de Kawasaki VN800 cruiser motorlu Tuğrul arkadaşımızla tanıştık vapurda. Bu satırları okuyorsa kendisine de selam ederim bu vesileyle. Karşıya geçtikten sonra motoru ben kullandım ve Bursa çevre yolu çıkışında yakıt aldıktan sonra Susurluk Yasa tesislerinde tost + ayran + çi börek şeklinde gıda ikmalimizi yaptık. Tuğrul da bize katıldı hatta.


    Oradan da Balıkesir’e kadar daha sürüp öğlen 1 civarı MNR Honda bayii’ne geldik. Motorun aküsü, plakası, aynaları takıldı ve son kontroller yapılıp saat 2 civarı motorumu teslim aldık.








    Devamında Burhaniye’ye yaklaşık 90 km’lik bir güzergahımız vardı ve bunun ilk 40 km civarında usturuplu bir şekilde İvrindi ilçesine kadar sürdük önlü arkalı. Buradan rotayı biraz değiştirdim ve İvrindi içinden Bergama güzergahına sürdük motorları. Süper virajlı ve inişli çıkışlı köy yollarından yaklaşık 70 km sürerek, Bergamaya ulaştık. Yolda yanılmıyorsam İvrindi baraj göleti kenarında foto çektik.










    Yolda 3-5 kez daha durup bu güzergahın ne kadar keyifli olduğunun kritiğini yaptık, bir ara motorları değiştik falan. Bergamadan da Dikilideki yazlığımıza bir uğradık. Ankaradan telefonla ulaştığımız ve anlaşıp ona gore ödeme yapıyor olduğumuz bir bahçıvan’ın bahçemizde büyümüş olan çimleri biçmediğini ve bahçeye bakım yapmadığını da yerinde tespit edip belgeledik.






    Oradan da Burhaniye’ye sürüp Ören’de gün batımı civarında kumsala ve uzaklarda Midilli adası üzerinden batmakta olan güneşe baktık.



    Bu da netten bulduğum bir foto. Üsteki foto Edremit Körfezinden Soros Körfezi tarafına doğru bir açıyla çekilmişken bu foto aynı noktadan hafif güneye, Ayvalık tarafına doğru çekilmiş.




    Sonra anneme sürpriz yaptık ve evde yemeğimizi yiyip bu sefer de yat limanı tarafına, İskele mahallesine gidip deniz kenarı bir çay bahçesinde kumların üstündeki bir masada denize birkaç metre mesafede çayımızı içtik. Sessizlik çok güzel geldi. Sonra eve döndük ve biraz daha sohbet muhabbeti takiben yattık kalktık ve sabah da süper bir kahvaltıdan sonra rotamızı Bozcaada olarak belirleyip, saat 12:00 vapuruna yetişmek üzere saat 09:30 gibi evden çıktık. Normalde Edremit – Ayvacık – Ezine – Geyikli olan 130 km ve 2 saat civarındaki rotayı da motorla gidiyoruz ya, biraz esnettim tabii ki. Burhaniyeden standart yolu kullanmak yerine yol ve kanalizasyon çalışmaları yüzünden araç trafiğine kapalı durumda olan sahil yolundan gittik. Peki bu yolun kapalı olduğunu biliyor muydum? Tabii ki hayır. Bunu farkettiğimde gerisin geri dönüp standart havaalanı - Edremit yolundan mı gittik? Tabii ki hayır. Toz toprak, bariyer, kum yığını falan dinlemeyip engebeleri ve engelleri aşarak Akçay sahil siteleri tarafından Akçay merkezde de bir tur atarak ana yola çıktık. Oradan da Altınoluk Küçükkuyu üzerinden Ayvacık virajlarına tırmanmaya başladık. Biryandan solumuzda kalan müthiş manzarayı içimize çekerek, diğer yandan da kamyon trafiğine takılmış araçların bize gıptayla baktıklarını da görerek virajları bitirdik. Benim güzergahı esnetme girişimlerim son buldu mu peki? Tabii ki hayır. Saate baktım ve 12:00 vapurunun kalkışına 1 saat 15 dk falan var. Koştur koştur zaten ucu ucuna yetişeceğiz diye düşündüm ve geri döndüm ve adaşıma da beni takip etmesini söyledim ve biraz once çıktığımız virajları gerisin geriye indik, Edremit körfezi ve Midilli adası manzarasını bu kez sağımıza alarak.



    Tabii biraz önce yanlarından geçtiğimiz araçları bu kez karşı istikatten bir kez daha selamladık.

    Küçükkuyu girişinde yol sağ tarafa, Assos istikametine döner, vurduk biz de motorları o yola. Zeytinliklerin arasından, bazen sol tarafımız denize sıfır, bazen küçük tesislerle dolu derken Assos oteller bölgesini de geçip Assos’a geldik.



    Orada bir dondurma ve fotoğraf molasından sonra yine sahil güzergahını takip ederek Kuruoba – Koyunevi – Gülpınar köyleri üzerinden çok keyifli bir rota Geyikli’ye vardık. Rota üzerinde şöyle manzaralar vardı:





    Kısa bir Geyikli turu attıktan sonra iskeleye yöneldik. Bu arada sabah Burhaniye’den yola çıkarken aklımda 12:00 vapuruna yetişmek vardı ya, biz 15:00 vapurunu neredeyse ucu ucuna yakaladık desem çok abartmış olmam. Bir de önümüzde yaklaşık 2 kilometrelik bir araç kuyruğu vardı ve biz Bozcaada'ya yaya olarak giden yolcuları götüren minibusler için ayrılmış şeritten tüm araç trafiğini by pass ederek en öne geçtik. Vapura da VFR 800’cü diğer bir motorcu arkadaşla birlikte ilk bindik. Bu kısım ekstradan çok keyifliydi.



    Yanımıza parkeden beyaz aracın sürücüsüne durumu sorduğumda yaklaşık 1.5 saattir kuyrukta olduğunu belirtti. Bu arada merak edenler için yazayım, 15:00 vapuruna binemeyen bir sürü araç oldu haliyle. Motosikletin gözünü seveyim.


    Bozcaadaya indikten sonra hızlı şekilde Ayazma plajına sürdük. Orada enfes bir salata, deniz börülcesi ve karides güveç eşliğinde balıklarımızı yedik Koreli Restoranda.







    Sonra gece konaklama işini konuştuk. Malum 1 Mayıs Pazartesi de tatil olarak eklenince bahar ayları okul gezilerinin en gözde güzergahlarından birisi oluyor Çanakkale. Bunu bildiğimiz halde, ertesi sabah şehitlikleri de gezip Tekirdağ üzerinden Silivri’ye Halukların yazlığına geze geze gitmeye vakit kalsın diye Bozcaada'da değil de Çanakkale’de konaklamaya karar verdik ve 19:00 vapuru ile karşıya geçtik. Tabii vapura binmeden önce Bozcaada'yı tam turlamadan ayrılmak olmazdı. Liman tarafından bu sefer adayı soldan sağa olacak şekilde tümden turladık. Özellikle o kısımda bulunan koylardaki virajlar, iniş çıkışlar çok keyifliydi. İçinize çektiğiniz muhteşem dağ kekiği kokuları arasında tertemiz havasıyla turun en keyifli rotalarından birisi oldu bu kısım. Motora binmekten foto çekimi falan hak getire tabii. Ve tabii ki yine ucu ucuna yetiştiğimiz ve haliyle de ilk sırada bindiğimiz vapurdan sonra Geyikli Çanakkale güzergahının yaklaşık ilk 30 kilometresindeki virajlı yolda motorumun dişli lastiklerindeki kalan bıyıkları eritecek şekilde motoru virajlarda yatırarak çok keyifle sürdüm. Tabii bütün eşyalar Haluk’un NC’de olduğu için ben rahat rahat tüysiklet modunda sürerken o özellikle virajlarda çok daha efendi sürmek durumunda kaldı ve hatta sonradan söylediğine göre o kısımda bana yetişmekte zorlanmış. Neyse, Kepez kısmından şehre girdik ve Çanakkale merkezde otel aramaya başladık saat akşam 8 civarı. Yaklaşık 5-6 yere sorduk ve yer olmadığını ve hatta o gece yer bulmamızın neredeyse imkansız olduğunu da tescilletmiş olduk. Baktım böyle olmayacak, Eceabat tarafına geçip orada konaklayalım bari dedim. Planın ilk kısmı işe yaradı tabii ve kolayca (= en önden) karşıya geçtik. Planın ikinci kısmı ise tutmadı tabii ve Eceabat tarafında da yer bulamadık. 3-5 yere sorduk ve tabii internetten telefonunu bulup da sorduklarımız oldu tıpkı Çanakkale de olduğu gibi. Sonuç hüsran tabii. Tekrar konuştuk adaşım ile ve bu 3 günlük tatilden dolayı artık o tarafta yer bulamayacağımıza ikna ettim kendisini ki zaten çok da fazla alternatifimiz yoktu gecenin o saatinde. Benzinimin yaklaşık 40 km falan götüreceğini hesaplıyorum bu arada ve Haluk da NC’nin yakıtının azaldığını, ikazın yanıp sönmeye başladığını söyledi. Ona da bir hesap yaptım ve yaklaşık 35 km ötedeki Gelibolu’ya sürmeye karar verdik. Saat de gece 11 buçuk falan. Neyse, yaklaşık yarım saatlik bir sürüşten sonra altın değerinde iki şey öğrendim: Birincisi aradaki mesafe 35 km değilmiş; ve ikincisi bu güzergahta yolun sağ tarafında hiç benzinlik yok arkadaşlar. Elinde bir miktar birikimi olup da yatırım yapmayı düşünen arkadaşlara duyurulur. Oraya benzinlik açarsanız voliyi vurursunuz kesin. Benim benzinim de az olduğu için gecenin bir vakti yolda kalmayayım diye sürüş ve oturuş pozisyonumu da biraz modifiye etmek durumunda kalmıştım. Totoyu iyice geriye veriyorsunuz, süper spor sürercesine motorun üzerine yatıyorsunuz ve küçük ön camın ardına sığınıp minimum rüzgar direnci yaratacak şekilde sürüyorsunuz. Arkadaşınız sağ salim sizin peşinizden geliyor mu diye de arada iki aynayı da kontrol ediyorsunuz. Güzergah boyunca 5-6 km’de bir ayna kontrolü yaptım ve bir sorun yoktu ama nihayet uzaktan Gelibolu ışıklarını görülürken yolun karşı tarafında bir Shell istasyonu gördüm ve motorda normal oturuş pozisyonuna döndüm ve istasyonun tam karşısında durdum. Tabii o zaman farkettim aynada arkamdan gelen eski motoruma ait ışık olmadığını. Saat gece 12’yi geçmiş, son 30 küsur km boyunca toplamda 5-6 aracın ancak geçtiği duble yolda geri döndüm hemen ve yaklaşık 150 mt geride benim eski NC’yi ve yanında adaşım Haluk’u gördüm. Yakıt iyice azalıp motor teklemeye başlayınca hemen normal selektör, led sis farı selektör, led çakar mod selektör, korna vb tüm görsel ve işitsel yollardan bana haber vermeye çalışmış ama ben neredeyse motorla bütünleşmiş ve hatta hint fakiri gibi tahtamsı sele üzerinde uzanırken görsel uyarıların hiçbirisini tespit edememişim. İşitsel olanlar zaten klasman dışı. Haluk duble yolda yolun aksi istikametteki benzinliği görür görmez motoru durdurmuş zaten. Neyse hemen motorları iyice sağa parkedip yolun karşısına geçtik. 1.5 lt’lik bir şise su alıp içindeki suyla çimleri suladık ve görevli şiseyi benzinle doldurup şişeyi bize verdi Hemen 1.2 lt civarı benzin ile NC’nin susuzluğunu giderip şayet benim motordaki kalan benzin 4 km kadar sonraki diğer istasyona kadar yetmezse diye kalanını da ben yanıma aldım. 3 km kadar sonra bir Petrol ofisi bulduk ve girdik ama pompaların önüne trafik konilerinden çekmişlerdi ve bir görevli de hava trafik kontrolör edasıyla eliyle tükkanın ve tesisin kapalı olduğu işareti yaptı. Meşajı aldık tabii ve biraz ilerideki diğer Shell istasyonuna kapağı attık. Benim motorun yakıt tüketimi ölçümüne dikkat etmeye çalıştığım için şişenin dibinde kalan yakıtı benim motora değil, NC’ye doldurduk ve motorlarımızın yakıt ihtiyacını giderdik. Peşinden kendi yakıt ihtiyacımızı da karnımızı bir güzel doyurarak giderdik. İkimiz de perte çıkmak üzereyiz tabii o kadar süredir motora biniyoruz ve yorgunluk ve uykusuzluk üzerine tok karın da eklenince iyice çakırkeyif olmuş haldeyiz. Bu arada birazdan okuyacağınız bir senaryodan dolayı bu maceradan bir yandan da bir o kadar keyif alıyorum ki sabaha kadar daha sürsem, üstümdeki yorgunluğa galip gelebileceğimden hiç şüphem yok. Unutmadan yazayım hemen, benzin almadan önce yol kenarında gördüğümüz iki tane otele daha kalacak yer sorduk ve kibarca “bunu” aldık. Yemekten sonra benzinlikteki bir arkadaş bize 3 ayrı otelin telefonunu verdi ve oraları da aradık. Sonuç yine hüsran. 2 önceki cümlede bahsettiğim senaryonun ne olduğunu da yazayım bu arada. Henüz Çanakkaledeyken ve ilk birkaç otelden geri çevrildiğimizde adaşıma şunu söyledim: “Biz bu okul gezileri yüzünden bu gece Çanakkale-Eceabat-Gelibolu-Lapsekide ve sınırlarında kalacak yer bulamayız. Bence gece gidebildiğimiz yere kadar -ki muhtemelen Tekirdağ’ın Şarköy ilçesi olur bu- gidelim ve geceyi Şarköy de geçirelim. Tabii bizim şehitlik ve abideyi gezme planlarımız da suya düşer. Yolda, sanmıyorum ama, olur da kalacak bir yer bulursak zaten problem değil.” Bu senaryoya göre zaten bu dört yerleşim biriminde kalacak yer bulamayacaktık ve Şarköy’e kadar da gidecektik saat kaç olursa olsun. Bu sebeple bende saatler önceden Şarköy’e kadar sürme ihtimali ve rotası olduğundan hedefe odaklanmışım iyice. Telefondan hemen haritaya baktım ve Şarköy’e gitmek için kuzeye Keşan istikametine doğru değil de anayoldan sapıp bir süreden beridir sürmekte olduğumuz Marmara denizi sağımızda kalacak şekilde doğu istikametine doğru sürmemiz gerektiğini tespit ettim. Yaklaşık 55 km’lik bir yolumuz daha vardı. Motorlara atladık ve sola, yukarı doğru gitmek yerine düz ve hatta hafif sağa kıvrılacağımız kavşağı aramaya başladım. Birkaç km sonra Bolayır kavşağında bir otel tespit ettik ve Haluk hemen oraya da girip standart red cevabını aldı. Reddedilmek bizi asla caydıramayacaktı. Yaklaşık 5 dk sonra biz yine motorun üstünde yol alıyorduk tabii. Birazdan asfalt yol bitti ve stabilize ve sonra da iyice tozlu bir yola girdik. 500 mt kadar gittikten sonra durum değerlendirmesi için durduk ve bu yolun gitmek istediğimiz yol olmayabileceğine kanaat getirdik. Saat de gecenin 01:30’u falan. Tam geri dönelim bari diye konuşurken arkamızdan gelen havlamaların iyice yakınlaşması sonucu yaklaşık 10 km kadar uzakta ışıkları görünen deniz kenarındaki yerleşim birimine doğru hareket ettik gecenin bir vakti gürültülü taşıtlarımızla kendilerini rahatsız ettiğimiz sevimli köpek ailesini ve onlarca akrabasını geride bırakarak. Bolayırda deniz kenardındaki bir otelden de geri çevrildik tabii. Son 6 saatte kapısından döndüğümüz 20. otel falan olmuştur herhalde. Adaşımın hemen önümüzde deniz kenarındaki banklarda uyumamız gerektiği yolundaki talebine rağmen artık yolumuzun çok da fazla olmadığını ve mevsimden dolayı sivrisineklerin çok daha keyif vermeyeceğini belirttim ve tekrardan yola koyulduk. Bu arada sürekli olarak sağa sola virajlı yollardan gitmemize rağmen sanki temelde hep sağa dönüyormuşuz hissiyatıyla yaklaşık 1 saat ve 50 km kadar sürdük ve Şarköy yerine 1 saat önce çıktığımız Gelibolu’ya tekrardan hoşgeldiğimizi gösteren levhayı görünce motorları sağa çekip son dönemlerde yaşamadığımız türden bir maceranın aktörleri olmaktan dolayı yaşamakta olduğumuz gururu birbirimizle paylaştık kahkahalar eşliğinde. Meğer Gelibolu’dan Şarköy’e giden güzergah Bolayır’dan geçmiyormuş. Ki böyle bir iddiamız da yoktuz zaten ama gecenin o vakti ve o yorgunluğun üstüne küçük bir dikkatsizlikle yolu sapıtmışız işte. Herhangi bir haritadan da görebileceğiniz üzere pek işlek bir güzergah üzerinde olmayan Bolayır’a gidişimiz de böyle olmuş oldu işte. Gecenin bir vakti tek açık gözle bakıp yarı uyuşmuş bir beyinle ancak bu kadar oluyor. Neyse ki artık ve yine ve yeniden son bir 55 km’miz kalmıştı önümüzde ve onda da Şarköy’e kadar ekstra bir macera olmadan geldik. Girişteki bir benzinliğe kalacak bir otel, pansiyon vb. sorduk ve görevlinin tarifiyle bulduğumuz 2 ayrı pansiyondan olumsuz yanıt aldıktan sonra nihayet boş oda ve hatta odaları olan Elif Pansiyonu bulduk.




    Haluk bu sırada motorların başında kaldı. Geceliği 30 TL’den yatak veya 60 TL’den oda varmış. “Zaten saat olmuş gecenin 3’ü. Kaç saattir yoldayız ve 3-5 saatlik vaktimizi de rahat güzel bir uyku çekerek değerlendirelim bari, fakirliğin lüzumu yok” diyerek, atasözümüzdeki gibi “kör istemiş bir göz, Allah vermiş iki göz” misali koydum masanın üstüne 120 TL’yi ve odalarımızın anahtarlarını aldım. Tabii yaklaşık 7 saat önce “bu gecenin böyle gelişeceği ve biz Çanakkale sınırlarında hiçbir otelde yer bulamayıp kös kös Şarköy’de kalacağız” yolundaki öngörümde haklı çıkmış olmamın da verdiği büyük bir gururla kaplı heryerim. Görevli arkadaşa motorları pansiyonun bahçesine alıp alamayacağımı sordum ve aldığım cevap da: “motorları orada bırakın, hatta anahtarları da üstünde bırakabilirsiniz. Bir hafta sonra bile motorlarınıza dokunan olmaz Şarköyde” minvalindeydi.




    Görevli arkadaş bir de “Bu gece bir patlama oldu” tarzı birşeyler söyledi. “Allah Allah, yoldan yeni geldik ve oteli buluncaya kadar şehirde biraz da dolaştık ve biz bir patlama duymadık. Bir koku, duman, ses vb de algılamadık, yeni mi oldu?” diye soracaktım ama bunun “normalde ilçemize ve tesisimize okullar kapanmadan çok fazla gelen giden olmazken o gece ne olduysa müşteri çokluğu sonucu tesislerine olan talep patlaması, olduğunu ekledi hemen. Gece uykusunun önemi bu olsa gerek. Bu arada pansiyonumuzda wifi ve sıcak su mevcutmuş ama ben gecenin o saatinde tespit edemedim. Pansiyonumuzda tespit ettiğim şey ise geçirmiş olduğum birkaç ameliyattan da hatırladığım üzere ameliyathaneler genelde hastanelerin alt kısmında ve gayet de soğuk oluyorlar ve bizim Elif pansiyonda kaldığımız odaların en alt katta ve de herhangi bir ameliyathane ile yarışırcasına çok soğuk olduğuydu. Hem de gecenin o vakti kışlık olmayan ekipmanlarımla kaç saattir yolda olmama rağmen dışarıda o kadar üşümemiştim. Çalışmayan ısıtıcılar da isyan çıkmış da soğutuculağa soyunmuşlar gibi buzz gibiydi. Zaten duş işini o saatte yapmayı düşünmediğimden yine buzz gibi suda elimi yüzümü yıkayıp yol boyunca hiç kullanma ihtiyacı hissetmediğim polarımı giyip yattım. Tabii önce odamda eksik olan sabun, şampuan, tuvalet kağıdı, battaniye, nevresim gibi temel ihtiyaç maddelerini kendim ve adaşım adına temin etmek için bir 20 dk daha harcadıktan sonra. Pansiyonun o saatte denkgeldiğim birkaç diğer misafiri de pek tekin görünmedi bu arada ama neyse detaya girmeyeyim. Bu bol maceralı ve çooook keyifli günümü bu tür dünyevi olayların bozmasına izin vermeyecektim neyse ki. Sabaha kadar(= 3.5 saat) soğuktan kaskatı kesilerek uyuduktan sonra artık çenem zangırdadığı için uyandım Pazar sabah 7’de. Dışarı çıktım ve otelin küçük ama şirin avlusundaki çiçeklerinin kokusu arasında yerleri süpürmekte olan güleryüzlü bir görevliye otelin ne kadar soğuk olduğunu, hatta ben askerdeyken bile hiç bu kadar çok üşümediğimi, üşümekten kaskastı kesildiğimi, mayıs ayında polarla yattığımı falan söyledim yakınarak. Bir de lavabodan akmayan sıcak sudan, daha doğrusu Isparta Sütçüler’den doğup Side Serikten denize dökülen Köprülü Kanyon (Köprüçay nehri) suyu kadar soğuk akan sudan dolayı ellerimin de neredeyse morardığını ekledim. Görevli, “Ciddi misiniz, ben de şimdi denizden geliyorum” diyerek otele 30m kadar ötedeki denizi işaret etti ve sıcak suyun hemen akmadığını, suyu biraz akıtmam gerektiğini belirtti. Bu çözümü gece görevlisi de söylemişti ve zaten üşürken, acaba ısınır mı diyerekten bir türlü ısınmayan buzz gibi soğuk suya hem gece yatmadan önce, hem de sabah kalkınca 10’ar dakika falan elimi soktuğumu da belirttim. Pansiyonun daha üst düzey yetkilisinin birazdan tesiste olacağını ve benim sorunumla daha önce karşılaşmamış olduklarını belirtti. Odama gittim ve suyu biraz daha akıtarak suyun çok ama çok soğuk aktığını bir kez daha tespit ettim. Haklıyım abi. Bizde yalan yok. O sırada Haluk’tan gelen “uyandın mı” mesajı üzerine onun odasına geçtim. Kütük gibi uyumuş o maşallah. Çok da rahat etmiş. Neyse, tam o sırada dışarıdan gelen bir konuşma sesiyle dışarıya yöneldim ve normalde bu tip mekanlarda bir sorun karşısında bir yetkilinin birazdan geleceği yolundaki sözlerin neredeyse hiç gerçekleşmemesi hayat tecrübesini çürütürcesine çok güler yüzlü, olgun bir hamfendiyi gördüm. Kendisi tesisin yetkilisiymiş. Personelle konuşmasına şahit oldum ve sözcük seçimi olsun, ses tonu ve vurguları ve vücut dili olsun, rahmetli Talat Halman ile saatlerce sohbet edebileceği hissiyatı uyandırdı bende. Neyse, kendimi tanıtıp geceki çektiğim ızdıraptan bahsettim. Benimle de aynı şekilde çok nazik bir şekilde konuştu ve hemen odama gelip durum tespiti yapmak istedi. Bir yandan da gece şehirde bir patlama olduğunu ve bunu beklemediklerini ekledi. Bu sefer hazırlıklıydım tabii ve hiç afallamadım. Ayrıca tesislerinin yaz sezonu için henüz ve resmen açılmadığından bahsetti ve birtakım eksiklikleri gidermeye çalıştıklarını da ilave etti. Her ne kadar tesisin tabelasında “yaz-kış açık” ibaresi olsa da bunu dile getirme gereği duymadım zira kendisi bende saygı ve hürmet duyguları uyandırmıştı çoktan. Ayrıca tüm bunlar sırasında cidden çok güleryüzlüydü. Neyse, odama geçtik ve ben kendisine hiç akmayan sıcak suyu göstermek için lavabodaki musluğu açar açmaz kendileri sıcak suyun sadece duşlarda mevcut olduğunu söyledi. Tam doksandan yediğim bu gol sonrasında aslında gece yatmadan önce bu ihtimali de düşündüğümü ve duş bataryasını da açmaya çalıştığımı ama biraz sıkışmış olmasından dolayı bataryayı çok zorlanarak açtığımı ve bundan dolayı “şar şar” akan suyun düştüğü zeminde bir kova vb olmadığı için de üstüme ve banyoya girmeden önce botlarımı çıkarıp terliklerimi giymiş olduğum için de terliğin ucundan çıkan ayak parmaklarıma Dimçayı aratmayan buzz gibi suyun sıçradığını; zaten üşümekte olduğum için bir de ıslanan çoraplarımdan dolayı hipotermi geçirmek istemediğimden sıcak suya ulaşamadan bataryayı hemen kapattığımı belirttim. Normalde banyolarda mevcut olan küçük bir kovanın da diğer birkaç malzeme gibi benim odamda mevcut olmamasından dolayı üzüntülerini dile getirdi muhterem hamfendi. Seri adımlarla bir yerlerden bir kova getirdi ve birkaç dakikada kaynar su akmaya başladı musluktan. Neyse ki harika geçmekte olan motosiklet turumu ve keyfimi böyle küçük aksaklıkların bozamayacağına dair inancım yine galip geldi ve kendisine teşekkür edip kapıyı kapattıktan sonra donmuş hücrelerimi sıcak suyun altında çözerek güzelce duşumu aldım. Tam pansiyonun karşısındaki süper bir pastanede gayet nefis mercimek çorbası içtik Haluk’la ve bir önceki günün ve gecenin keyifli bir muhasebesini yaptık. Sonra da sağımızda Marmara denizi kalacak şekilde biraz Şarköy içinden sürerek yola koyulduk. Arnavut kaldırımlı sokakları çok bakımlıydı cidden. Yürüyüş yolu falan da güzel düşünülmüştü. Neyse, istikamet Silivri olarak yola çıktık. Sağ tarafımızda Marmara denizi, hava süper, yol tam benim rally için ideal- pütürlü ve pürüzlü ve bazı yerlerde çukurlarla ve yamalarla bezeli asfalt, sık sık köylerin içinden geçiş, küçük virajlar falan.

    Yolun düzleştiği bir yerde foto almışız:





    Sağımızda ucunda balıkçıllar tünemiş birkaç garip iskele gördüm. Fotosunu da çekmeye çalıştım. Bilen varsa açıklar elbet. 




    Sonra yol birden yokuşa sarmaya başladı ve biraz daha gidince şu levhayı gördüm ve şu fotoyu çektim:



    Meşhuuuur Uçmakdere burasıymış. Galiba yamaç paraşütü de yapılıyormuş. O gün hava çok rüzgarlı olduğu için pek ihtimal vermemiştim ama birkaç kamikaze de gördüm havada. Fotoğrafını çekemedim artık. Motosikletle ilgilenen çoğu kişi gibi adını çok duyduğum Uçmakderede ne olduğunu, İstanbul ve Trakya dışında ikamet eden çoğu motorcu gibi bilmiyordum tabii ve bundan dolayı da çok bir beklentim de yoktu açıkçası. Ya da birkaç gündür yollardayız ve takip ettiğimiz güzergah bizi şımartmamış desem yalan olur tabii. Neyse, standart ve şirin bir köyden geçtik işte. Köyün içinden geçen derenin boyu istikametinde yorgunluk atabileceğiniz, gözleme çay türü şeyler yiyip içebileceğiniz yerler de vardır sanırım. Yol biraz daha tırmanmaya başladı ve ülkemizde son dönemlerde görmediğim bir kalitede bir asfaltta sürmeye başladık. Hem tırmanıyoruz, hem de sağlı sollu ve devamlı virajlara girip çıkıyoruz. Asfalt kalitesi kadar, virajlardaki yolun eğimi de çok iyi olunca ben motoru iyice yatırdım. Hatta bir ara Haluk aynada görünmez oldu. 10 yıl kadar önce otomobille geçme şansı yakaladığım Stelvio geçidi tadında bir güzergahtı. Yolun verdiği güvenden ben iyice tempoyu arttırdım ve 21’ ön lastik kendisinden hiç beklenmeyecek itaatkarlıkla yön değiştiriyor falan. Bu arada karşıdan bir sürü motorcu da geliyor. Hepsiyle selamlaşmaya çalıştım ve çoğu da selamımı alıp karşılık verdi. İçimden tam “oğlum Aluk, sen iyice kıvama gelmişsin artık, Onda GS3 eğitimine + diğer akimiyet eğitimlerine yazılabilirsin ve atta yazılmalısın bea” derken yanımdan marka ve model tespiti dahi yapamadığım ve hatta plakalarını dahi okuma fırsatı yakalayamadığım şekilde hızla geçen ve ufuktaki virajı da neredeyse hız kesmeden ve diz koyarak dönen ve ortadan kaybolan naked(=bak bunu tespit ettim ama ) birkaç motorla birlikte ülyalardan ayılıp kendime geldim. Sonra başka motorlar da geçip gitti yanımdan aynı şekilde. “Onlar da bozuk yollarda sana ve senin motoruna gıpta ediyorlardır nasılsa” deyip "erkesin kendi çöplüğünde öttüğüne" bir kez daha kanaat getirerek kendimi avuttum. Çok maceralı ve keyifli geçen turumuza devam ediyordum. Neyse, o şekilde virajları bitirdik.

    Turumuz sırasında en keyif aldığım güzergahların başında geliyor bu kısım. Devamında Tekirdağ üzerinden Silivriye, Haluk’ların yazlığına vardık. Süper bir yemek hazırlanmıştı ve hepsini yiyip yuttuktan sonra birkaç saat birlikte zaman geçirdik. Normalde Pazar gecesini Haluk’ların İstanbul Kağıthanedeki evinde geçirmeyi planlıyordum ama motorla 4 günlük kaçamak planımın son günü olan Pazartesi rotamda son bir esnetmeye yer verebilmek adına o gece gidebildiğim kadar yol alayım diye Haluk ve sevgili ailesinden izin istedim. Bu arada Haluk da motorlarımızı mis gibi yıkamıştı. Akşama doğru yola koyuldum. Otoban girişinden bir girdim ve yol beni İstanbul çıkışı Mehmetçik tesislerine kadar götürdü. Tabii arada iyice soğuyan havadan dolayı içime polar ve dışıma rüzgarlığımı giymek için 2 küçük mola verdim. Mehmetçik tesislerinde birşeyler atıştırıp üstüne kahvemi de içince tekrardan yola koyuldum. Hedefim Adapazarına kadar gelip orada gecelemekti ve saat 23:00 sularında planın bu ayağını gerçekleştirmek üzereydim. Otobandan çıkıp şehir merkezine doğru girişte bir kuruyemişçinin önünde oturan birkaç kişiye öğretmen evini sordum. Yaşlıca bir amca şehirde her tarafın kazıldığını, bu yüzden "önce şuraya git, sonra buraya dön, oradan şuraya dönmeyip düz git ve sonra da buraya dön" şekliyle yaklaşık 15 basamaklı bir tarifte bulundu. Dinlerken hepsini anladım ama yolun yaklaşık kaç km olduğunu sordum kendisine ve cevabı da alınca kısa süreli hafızamın kapasitesinin düşük ve ömrünün de ciddi kısa olduğuna kanaat getirdim zira amcanın dediklerinden aklımda sadece Kentpark ve demiryolu geçidi kalmıştı. Amcaya bana bu mekanın yön olarak ne tarafta kaldığını eliyle göstermesini söyledim ve onun el hareketi üzerine o yöne doğru harekete geçtim. Kazılmış olduğu için trafiğe kapalı yollardan geçebilmek çok keyifliydi. Yaklaşık yarım saat sonra ve 2 kişiye daha yol sormuş olarak, gece için hiç yer olmadığı cevabını alacağım öğretmen evinin merdivenlerini çıkıyordum. Gerçi daha 10-15 otel-motel pansiyon dolaşıp hepsinden de red cevabı almaya enerji ve moral olarak hazırlıklıydım zira bir gece önceki maceramızdan sonra “ohoooo, daha bu ne ki?” der gibi bıyık altından gülümsemeyle birlikte kendine güven patlaması yaşıyordum galiba. Neyse, motora tekrar binmeden şehirdeki otellerin olduğu yönü göstermesini istedim başka bir kişiden ve talimatı takip edip bir sağ, bir sol, bir alt, bir üst sokak falan deyip hedefe ulaştım. Caddede bir sürü otel vardı. İlk bulduğum otelin kaldırımı önüne motoru bırakıp kapıdaki görevliye boş oda olup olmadığını sordum üstümdeki robokop kıyafetlerimle. Olumlu cevap alınca biraz afallamadım değil ama hemen kendimi toplayıp motorumu koyabileceğim bir yerleri olup olmadığını da sordum. Motorumu da lobiye alabileceğini söyleyince (!!!) “isterseniz odamızı bir görün” kısmını duymazdan gelerek kimliğimi uzatıp ödemeyi yaptım ve odama çıktım. Saat de gece yarısını geçmişti artık.



    Kaç kişi arabasını kaldığı otelin lobisinin içine koymuştur varın siz hesaplayın artık.

    Güzel bir uyku çektikten sonra da sabah duşumu ve kahvaltımı yapıp saat 9 gibi otelden ve Adapazarından ayrıldım. Günlerden artık 1 Mayıs Pazartesi olmuştu ve o günkü Ankaraya dönüş yolunu, 1 hafta kadar önce kafamda tasarladığım şekilde bir kez daha esneterek hayata geçirmeye çalışıyordum. Rotamı Ankara tarafına değil de güneye, Geyve tarafına doğru çevirdim. Dibine kadar geldiğim Bilecik merkeze de uğramadan olmazdı tabii.



    Şehiriçinde de bir tur attıktan sonra Bozüyükte Köfteci Yusufta mola verdim. Ankaraya dönüşü esnetme planımda Kütahyada bir arkadaşımı görmek vardı. Bir kaç saat sonra Kütahya’ya vardım ve sevgili arkadaşım Kadir ile buluştuk. Sonra aramıza super hoşsohbet İsmail abimiz de katıldı. Kütahya'da 3-4 saatin nasıl geçtiğini anlamadan kendimi tekrar motorun üstünde buldum ve Eskişehir’i çıkar çıkmaz başlayan yoğun yağmur altında Pazartesi akşam 8 sularında Ankara’ya evime geldim.


    SONUÇ:
    Hem özetlemek, hem de ayrıntıya girmek nasıl olurmuş burada da onu göstermeye çalışacağım:

    1. 27 Nisan Perşembe gecesi 11:30’da yattım ve 3:30’da kalktım. 4 saat uykudan sonra 28 Nisan Cuma sabahı 06:35 uçağı ile Sabiha Gökçen’e uçtum. Orada adaşım Haluk beni benim 3 yıl kadar önce kendisine satmış olduğum eski motosikletim 2014 Honda NC750X ile karşıladı. Bunlar da ayrıntılar:

    1. Sabiha Gökçen – Eskihisar iskele = 28 km
    2. Topçular iskele – Gemlik = 38 km
    3. Gemlik – Susurluk = 135 km
    4. Susurluk – Balıkesir = 48 km
    5. Balıkesir – İvrindi = 38 km
    6. İvrindi – Bergama = 77 km köy yolu
    7. Bergama – Dikili = 29 km
    8. Dikili – Burhaniye = 67 km

    İlk gün toplam yapılan yol= 460 km
    İlk gün motor üstünde geçen yaklaşık sure 13 saat.

    2. 28 Nisan cuma gecesi Burhaniye’de annemde kaldık ve sohbet muhabbet üstüne gece 1 gibi yatıp sabah 8 gibi kalktık. 7 saatlik bir uyku üstüne 29 Nisan Cumartesi günü sabah 9:30 gibi yola koyulduk ve ertesi sabah 03:00 gibi Tekirdağ Şarköy’e vardık.
    1. Burhaniye – Ayvacık = 65 km
    2. Ayvacık – Küçükkuyu geri dönüş = 25 km
    3. Küçükkuyu – Behramkale = 26 km köy yolu
    4. Behramkale – Gülpınar = 26 km köy yolu
    5. Gülpınar – Geyikli = 54 km köy yolu
    6. Bozcaada yarım tur + tam tur = 25 + 35 km = 60 km ada yolu 
    7. Geyikli – Çanakkale = 70 km (25km’si köy yolu ve birkaç kez Kepez – Çanakkale gidiş geliş de dahil.)
    8. Eceabat – Gelibolu = 44 km
    9. Gelibolu – Bolayır – Gelibolu (hem de dolaşmalı = 52 km köy yolu bile değil
    10. Gelibolu – Şarköy = 56 km köy yolumsu

    İkinci gün toplam yapılan yol = 478 km
    İkinci gün motor üstünde geçen yaklaşık süre = 15 saat.

    3. Şarköy’de yaklaşık 4 saatlik bir uyku üstüne 3. gün, yani 30 Nisan pazar günü ise:
    1. Şarköy – Uçmakdere = 32 km tamamen köy yolu
    2. Uçmakdere – Silivri = 106 km ama son kısmı hariç bol virajlı, iniş çıkışlı, Stelvio geçidiyle yarışır güzellikte enfes bir sürüş yolu
    3. Silivri – Adapazarı = 250 km’lik sıkıcı otoban

    Üçüncü gün toplam yapılan yol = 388 km
    Üçüncü gün motor üstünde geçen yaklaşık süre = 12 saat

    4. Adapazarında çekilen yaklaşık 6 saatlik bir uykunun üstüne,
    1. Adapazarı – Bilecik = 116 km
    2. Bilecik – Bozüyük = 35 km
    3. Bozüyük – Kütahya = 79 km
    4. Kütahya – Eskişehir = 78 km
    5. Eskişehir – Ankara = 233 km

    Gezinin bu son günü yapılan toplam km = 541 km
    Dördüncü ve son gün motor üstünde geçen yaklaşık süre = 10 saat

    4 günlük kaçamakta yapılan toplam km = 460 + 478 +388 + 541 = 1867 km
    4 günlük kaçamakta toto ile selenin toplam temas süresi = yaklaşık 50 saat.
    4 günlük kaçamak süresince toplam uyku süresi = yaklaşık 22 saat.

    Bu rakamın ilk günkü Sabiha Gökçen – Balıkesir arası olan 249 km’lik kısmı NC750X ile iki kişi –tek motor olarak gerçekleşti.

    Bayiiden sıfır km olarak teslim aldığım CRF250 Rally motorumla 4 günde yaklaşık 1618 km yol yapmış oldum ki Ankaraya döndükten birkaç gün km sonra motor 1750 km’de iken normalde adı bile 1000 bakımı olan rodaj bakımını yaptırdım bir miktar gecikmeli şekilde.

    Yazımın başında bir soru sormuştum: Ankaradaki mevcut iki Honda bayiinin birisinden yeni Honda aracınızı teslim alıp evinize gelmeniz ne kadar vaktinizi alır diye. Bu yazıyı buraya kadar okuyabildiyseniz eğer cevabı da öğrenmişsinizdir zaten. Eğer satın aldığım araç otomobil olmuş olsaydı muhtemelen maksimum 20-30 km yol yaparak evime gelecektim. Eğer daha küçük bir ilde ikamet ediyor olsaydım ve bulunduğun şehirde Honda bayii olmamış olsaydı bu mesafe ve de süre uzayacaktı haliyle. Hadi yeni aracın heyecanıyla yolunuzu uzatıp varsa aynı şehirde yaşayan aile, kayınvalide, eş, dost, arkadaş ziyareti de yapılabilir ki bu da maksimum 100 km civarı bir yol yapar ve bu da ziyaretinizle birlikte maksimum 3-5 saatlik bir sürece denk gelir. (Tabii bu yazdıklarım genele hitap edeceğini düşündüğüm senaryolar için geçerli ve istisnai durum ve kişiler için bu senaryoya uymayacak, zaman ve mesafe açısından daha uzun süren araç alım durumları da olabilecektir haliyle.) Oysa satın aldığım yeni aracım bir motosiklet olduğu için örneğimde de detaylı ve hala ağzım kulaklarımda bir şekilde de paylaştığım gibi dolu dolu dört gün ve 1800 küsur km demek oluyor. Ankaradaki her iki Honda motosiklet bayii satış ve servis kısmı çalışanlarının çoğunu tanıyorum ve neredeyse hepsi de işini düzgün yapan güleryüzlü arkadaşlar. Buna rağmen motorumu farklı bir şehirden almayı tercih ettim. Önceki motorumu da 1 yıl önce İskenderun Honda bayii’nden satın almıştım ve o da çok keyifli bir süreçti. Şimdiden bir sonraki, iki sonraki ve hatta üç sonraki turumun planlarını yapıyorum. Allah herkese böyle keyifli bir araç alım süreci geçirmek nasip eder inşallah.
    Son 1.5 yıldır piyasaya çok az sıfır araç çıktı dolayısıyla araç talebi 2. El piyasasına aktı ve ötv indiriminin sona ermesiyle bu talep sele dönüştü ve ikinci el piyasasındaki bütün iyi/normal fiyatlı araçları önü kattı götürdü, İkinci el piyasasında da çarık çürükler ve çok yüksek fiyatlı iyi araçlar kaldı. Şu an satışta ilanı olan araçların neredeyse %90 ı da ilanda yazıldığı gibi değil.
    İmzamda belirttiğim instagram hesabımda ikinci el piyasasının nabzını tutuyorum.
    Ve etrafımdaki kişiler içinde yıllardır araç araştırdığım için anlattığınız durumun net olarak farkındayım.
    Çok çok dikkatli olun derim.
    İnaının herkes çakal düzenbaz ve hilekar bugün bir ilana bakmaya gittik.
    Adam ne diyorsa baştan sona yalan ve bu oraya gittiğinizde ortaya çıkacak ama adam yinede yalan söylüyor ve sonunda seni oraya kadar getiriyor. Sen söyleyincede hakkını helal et diyor.
    O kadar da Allah korkusu var yani.
    Halkını helal et dedimi iş bitiyor.
    Bu işlerden anlamayan kişilere şu aralarda ikinci el araç almasını tavsiye etmem, istek ve zevkelerinizi törpüleyin sadece bir taşıt gözüyle bakın gidin sıfır km egea 1.4 easy alın, clio 1.2 joy alın en azından 3 sene kafa rahat binin. Bu söylediğim şeyleri yabana atmayın
    15 Kasım Cuma sabahı Ankaradan çıkış ve Çorum üzerinden Samsun'a varıp orada konaklama; 16 Kasım Cumartesi Ordu'ya geçiş ve orada konaklama; 17 Kasım Pazar Ordu'nun köylerinden geçip 1900 rakımlı Çambaşı yaylasına çıkış, oradan yine stabilize yolları kullanarak Topçam baraj gölünün kenarından Ulugöl Tabiat Parkı'na geçiş, ve oradan da Aydoğan beldesini takiben Aybastı ilçesine ve oradan da 1500 rakımlı Perşembe yaylasına çıkışı takiben Reşadiye üstünden Tokat'a varış ve orada konaklama; 18 Kasım Pazartesi de Turhal üstünden Amasyaya geliş, orada Yeşilırmak kenarında ve şehrin tepelerinde sürüşten sonra Merzifon üstünden Çorum, Sungurlu, Delice, Kırıkkale Elmadağı takip ederek Ankaraya dönüş olarak 3 gece, 4 gün, 1550 km süren motosiklet turumu tamamladım. Turda bana İstanbuldan Ankaraya kendi motosikletiyle gelerek eşlik eden dostum ve adaşım Halukla birlikte İlk gün Samsunda aralarında sevgili Eren'in de bulunduğu birkaç arkadaşımla görüştük. İkinci gün Orduda Murat ve 3. gün de Tokatta Enes forumdaşlarımızla tanışıp görüştük. Enes'in telefonunu da Esmerce Tolga'dan temin ettim. Kendi adıma mini bir forum buluşması oldu desem yalan olmaz hani. :) Kendilerine hoşsohbetleri için bir kez daha teşekkür ediyorum. Görüşmek üzere.
  • Opellerin aktarma problemi yoktur arkadaşlar. bu durum forumda bir kaç tane tartışma ve polemik konusunda hevesli arkadaşımızın her ortamda söylediği yaydığı bir klise.makul ve mantikli insanlar da bu tur polemik meraklisi ve polemikle beslenen insanlari kaale alip cevap vermwdiginden sanki dogruymus gibi uzadikca uzadi okuyan genc arkadaslarda aaaa bak aktarmada sorun varmis gibi bir dusunceyle forumda buyuduler ve bayragi onlar devir aldilar bu sekilde de gidiyor.bu kilisenin temelindede katalog değerlerinin masa başında yorumlanması ve ayrıştırılması gelir 0-100 ile araç ölçmek sonra aracın hp değerine ve kilosuna bakıp bakın bu araç falancadan daha kötü teknik veri ortaya koyuyor diyerek ya beygirleri sütçü beygiri yada aktarması sorunlu demek çok basit ve yanlis. Cogu modelin de evet vites oranları 0-100 kasmaya uygun değildir, araçlarınında agirliklari ortada olduğundan ara hızlanma değerleri de siniftaşlarınin bazilarindan bir miktar geridir ama bu aktarmada bir problem olduğundan değil firmanın sanziman tercihinin böyle olduğundandır.kaldiki boyle bir kiyasa girerseniz acarsiniz kataloglari baslarsiniz 0-100 degeri hp/kilo orani son surat vesaire gibi teknik verileri siralamaya 1.olan hariconde digerleri ya aktarma ozurludur yada sütçü beygiri dır çünkü 1. Kadar iyi değillerdir. gelelim otomatiklere opelin otomatikleri çok yakıyor demek klasik tork konvertörlu otamatiklerin yakıt değerleri konusunda tecrübe sahibi olmamak demektir son birkaç yılda çıkan verimli bazı şanzımanları kapsam dışı tutarsak c segmenti bütün tork konvertölu araçlar fazla yakarlar ornegin corolla nin tam otomatik versiyonu astradan belirgin miktarda daha az yakmaz veya meganin veya bir başka modelin ki. Bu aktarma sorunlu ve sütçü beygiri konusunda yıllardır forumdaki hiçbir tartışmaya girmedim su saatten sonrada girmek istemiyorum ve konunun devamınada birşey yazmak istemiyorum bu yüzden benden alıntı yapmazsanız sevinirim. Son olarak aynı sınıf aynı segment aile tipi binek araçların performans verileri arasındaki minik farklari çokta abartmaya gerek yok ama madem abartiyorsunuz şunu çok açık biliyorum ki 1.33 corolla life performans olarak 1.6 edition astranin sizin bakış açınizla oldukça gerisinde bir araçtır. (Oldukça lafı forumdaki üslup ve bakış açısı fatkini ortaya koymak için yazılmıştır. Yoksa bana gore lafı edilecek bir fark değildir)




  • Ben cok uzun bir zamandir telefondan girerek ikinci sayfaya gitmiyorum. Belki ilk 15 konunun basligina bakip kapatiyorum. Detaya girmiyorum bile cunku konu diye m sadece ici bos basliklar var baska birsey degil.

    Bunda en buyuk pay yonetim ve onlarin aldiklari kararlar. Kontrol mekanizmasi ve ceza sistemi dogru islemedigi surece bu noktaya gelis kacinilmaz oldu. Ne kadar degerli uyeler vardi Haluk23 ve Ankara ekibi oyle guzel paylasimlar yapardi ki hala acip arada okurum. Nerede bu ekip? Adamlar birakip gitti. Onlarin biraktigi donemde forum surunuyordu, suan oldu. Gelinen bu noktayi gorseler cok dogru karar vermisiz derler.

    Uzun zamandir kendime yeni bir yer bakiyorum, youtube videolarina sardirdim ama onun da amaci/icerigi farkli. Adamlarla forum ortami gibi yazisacak halimiz yok. Burasi gunluk es verdigim anlarda sayfayi guncelleyip basliklarina baktigim bir yer halini aldi.

    Bir ara yeni forum siteleri arastirdim ama onda da icime sinen yer bulamadim hemde gitmek ne derece dogru olacak? neyi cozecek? sorularina icime sinesi cevap veremedim. Ancak suphesiz ki kalitenin dusmesi hem yazmaktan, hem okumaktan soguttu.

    Bizim yapabilecegimiz tek sey cekirdek bir kadro ile paylasimlarin kalitesini en kotu kendi icimizde yukseltmek, canli tutmak. Zaman icinde eminim ki bu gruba girip duzeni bozmaya calisan veya buna destek olmaya calisan cok insan olacaktir. Olumsuz etkilemeye calisanlari ciddiye almadan, pozitifleri aramiza katarak sohbete devam etmekten baska yapabilecegimiz birsey gelmiyor aklima. Hatta keske bu yazdigimi basarabilsek ve daha fazla kopmalar olmadan biz kalabilsek. Bu konu acilana kadar icimde ne heyecan kalmisti ne baska birsey..

    Yonetim bu tutumu devam ettirdigi surece yillar gectikce kendi kendini tuketecek burasi. Adam arabasini yere goge sigdiramiyor, gercekleri goremiyor, marka tutkunu vs. Bu tipler hicbir zaman bitmez. Ama konuyu saptirip, kaliteyi dusurenlere yaptirim uygulamak tamamen yonetimin sorumlulugunda. Neden bu hale gelinmesine izin verdiklerini anlamiyorum.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi supremum01 -- 10 Haziran 2016; 1:30:30 >




  • 2016 model crv yi sıfır alıp 3500 km’de iken sattık. Şansıma araç kasada yaşanabilen diğer araç sahiplerinin yaşadığı tümü sorunları bana 3500 km’de yaşattı Ve 2 defa yolda kalıp çekici üstünde servise giderek rekor kırdı :)



    Ne güncel kasa ne de yeni gelecek kasadan umutluyum. Bakınız güncel fc5 kasa civic ile mağdurlar grubu kurduracak kadar büyük bir kitleye sahip oldu Honda. O sınıfta kuga, 3008, tucson gibi sınıfının oldukça iyi modelleri varken crv bence mantıklı bir seçim olmayacaktır.
  • Arkadaşlar merhaba.

    Ankarada ikamet ediyorsunuz ve kendinize Honda marka sıfır km bir araç almayı düşünüyorsunuz. Modele de karar kıldınız ve kapora yatırıp aracınızın siparişini veriyorsunuz. Plaka ve ruhsat işlemleri tamamlanınca siz gidip aracınızı teslim alıp evinize geliyorsunuz. Bu süreç, yani bayiiden aracınızı teslim alıp eve gelmeniz ne kadar surer? Ankarada 2 adet Honda bayii var ve evime birisi 14 diğeri 19 km uzaklıkta. Yerimde olsaydınız hangisini tercih ederdiniz?

    Ben anlatayım: alacağınız araç 4 tekerli olanlardan ise, benim de birkaç kez tecrübe ettiğim üzere, süreç genelde şehrinizdeki ya da yakın illerdeki bayiilerin hangisinin size daha fazla indirim yapacağı, daha fazla aksesuarı hediye edeceği tarzda dünyevi işlerle alakalı olarak gelişiyor eğer şehrinizdeki iki bayiiye de mentalite olarak eşit mesafedeyseniz (=herhangi bir gerekçeyle birisine karşı mesafeli değilseniz). Oysa alacağınız araç benim şimdi yazacağım gibi 2 tekerlekli ise son iki yıldır tecrübe ettiğim gibi senaryo değişiyor. “Ne yapsam da motosikletimi teslim alınca eve, rotayı biraz esneterek, dolaşarak, yolu uzatarak gelsem” planları yapıyorsunuz. Bu kısımdan itibaren 2017 ilkbaharındaki araç, yani motosiklet alım tecrübemi okuyor olacaksınız.

    Motosikleti Balıkesir Honda motosiklet bayii MNR Honda’dan satın aldım. Zaten Burhaniye’li olduğum için bu vesileyle annemi de görmüş, hatta kendisine sürpriz yapmış olurum diye düşündüm. Peki Ankara’dan Balıkesir’e motosikleti teslim almaya hangi taşıtla ve hangi güzergah üzerinden gidilir? Galiba sadece otobüsle zira tren seferleri 3 yıldır iptal. Direkt uçuş da Bursa ya da İzmir’e var. Peki ben ne yaptım? Bu kısmı da biraz esnetip 28 Nisan 2017 Cuma sabah 06:35 uçağı ile Sabiha Gökçen’e uçtum: Artık inmeye yakınken uçaktan çektiğim bir foto. Galiba Adalar civarı:



    Asker arkadaşım, çok sevdiğim dostum, kendisinin de motosiklet alması konusunda bolca gaz verdiğim ve hatta sadece gaz vermekle kalmayıp aynı zamanda konu altında fotolarda da görebileceğiniz eski NC750X motorumu da sattığım adaşım Haluk beni havaalanında eski motorumla karşıladı. Yanımda götürdüğüm kask ve korumalarımı giydim ve saat 08:00 gibi Eskihisar’a doğru yol almaya başladık. O güzergahta ben artçı oldum, Haluk sürdü motoru. Vapura bindik ve çay simit peynir üçlemesiye, denize ve ön sırada park etmiş motorlarımıza nazır kahvaltımızı yaptık. Bir de Kawasaki VN800 cruiser motorlu Tuğrul arkadaşımızla tanıştık vapurda. Bu satırları okuyorsa kendisine de selam ederim bu vesileyle. Karşıya geçtikten sonra motoru ben kullandım ve Bursa çevre yolu çıkışında yakıt aldıktan sonra Susurluk Yasa tesislerinde tost + ayran + çi börek şeklinde gıda ikmalimizi yaptık. Tuğrul da bize katıldı hatta.


    Oradan da Balıkesir’e kadar daha sürüp öğlen 1 civarı MNR Honda bayii’ne geldik. Motorun aküsü, plakası, aynaları takıldı ve son kontroller yapılıp saat 2 civarı motorumu teslim aldık.








    Devamında Burhaniye’ye yaklaşık 90 km’lik bir güzergahımız vardı ve bunun ilk 40 km civarında usturuplu bir şekilde İvrindi ilçesine kadar sürdük önlü arkalı. Buradan rotayı biraz değiştirdim ve İvrindi içinden Bergama güzergahına sürdük motorları. Süper virajlı ve inişli çıkışlı köy yollarından yaklaşık 70 km sürerek, Bergamaya ulaştık. Yolda yanılmıyorsam İvrindi baraj göleti kenarında foto çektik.










    Yolda 3-5 kez daha durup bu güzergahın ne kadar keyifli olduğunun kritiğini yaptık, bir ara motorları değiştik falan. Bergamadan da Dikilideki yazlığımıza bir uğradık. Ankaradan telefonla ulaştığımız ve anlaşıp ona gore ödeme yapıyor olduğumuz bir bahçıvan’ın bahçemizde büyümüş olan çimleri biçmediğini ve bahçeye bakım yapmadığını da yerinde tespit edip belgeledik.






    Oradan da Burhaniye’ye sürüp Ören’de gün batımı civarında kumsala ve uzaklarda Midilli adası üzerinden batmakta olan güneşe baktık.



    Bu da netten bulduğum bir foto. Üsteki foto Edremit Körfezinden Soros Körfezi tarafına doğru bir açıyla çekilmişken bu foto aynı noktadan hafif güneye, Ayvalık tarafına doğru çekilmiş.




    Sonra anneme sürpriz yaptık ve evde yemeğimizi yiyip bu sefer de yat limanı tarafına, İskele mahallesine gidip deniz kenarı bir çay bahçesinde kumların üstündeki bir masada denize birkaç metre mesafede çayımızı içtik. Sessizlik çok güzel geldi. Sonra eve döndük ve biraz daha sohbet muhabbeti takiben yattık kalktık ve sabah da süper bir kahvaltıdan sonra rotamızı Bozcaada olarak belirleyip, saat 12:00 vapuruna yetişmek üzere saat 09:30 gibi evden çıktık. Normalde Edremit – Ayvacık – Ezine – Geyikli olan 130 km ve 2 saat civarındaki rotayı da motorla gidiyoruz ya, biraz esnettim tabii ki. Burhaniyeden standart yolu kullanmak yerine yol ve kanalizasyon çalışmaları yüzünden araç trafiğine kapalı durumda olan sahil yolundan gittik. Peki bu yolun kapalı olduğunu biliyor muydum? Tabii ki hayır. Bunu farkettiğimde gerisin geri dönüp standart havaalanı - Edremit yolundan mı gittik? Tabii ki hayır. Toz toprak, bariyer, kum yığını falan dinlemeyip engebeleri ve engelleri aşarak Akçay sahil siteleri tarafından Akçay merkezde de bir tur atarak ana yola çıktık. Oradan da Altınoluk Küçükkuyu üzerinden Ayvacık virajlarına tırmanmaya başladık. Biryandan solumuzda kalan müthiş manzarayı içimize çekerek, diğer yandan da kamyon trafiğine takılmış araçların bize gıptayla baktıklarını da görerek virajları bitirdik. Benim güzergahı esnetme girişimlerim son buldu mu peki? Tabii ki hayır. Saate baktım ve 12:00 vapurunun kalkışına 1 saat 15 dk falan var. Koştur koştur zaten ucu ucuna yetişeceğiz diye düşündüm ve geri döndüm ve adaşıma da beni takip etmesini söyledim ve biraz once çıktığımız virajları gerisin geriye indik, Edremit körfezi ve Midilli adası manzarasını bu kez sağımıza alarak.



    Tabii biraz önce yanlarından geçtiğimiz araçları bu kez karşı istikatten bir kez daha selamladık.

    Küçükkuyu girişinde yol sağ tarafa, Assos istikametine döner, vurduk biz de motorları o yola. Zeytinliklerin arasından, bazen sol tarafımız denize sıfır, bazen küçük tesislerle dolu derken Assos oteller bölgesini de geçip Assos’a geldik.



    Orada bir dondurma ve fotoğraf molasından sonra yine sahil güzergahını takip ederek Kuruoba – Koyunevi – Gülpınar köyleri üzerinden çok keyifli bir rota Geyikli’ye vardık. Rota üzerinde şöyle manzaralar vardı:





    Kısa bir Geyikli turu attıktan sonra iskeleye yöneldik. Bu arada sabah Burhaniye’den yola çıkarken aklımda 12:00 vapuruna yetişmek vardı ya, biz 15:00 vapurunu neredeyse ucu ucuna yakaladık desem çok abartmış olmam. Bir de önümüzde yaklaşık 2 kilometrelik bir araç kuyruğu vardı ve biz Bozcaada'ya yaya olarak giden yolcuları götüren minibusler için ayrılmış şeritten tüm araç trafiğini by pass ederek en öne geçtik. Vapura da VFR 800’cü diğer bir motorcu arkadaşla birlikte ilk bindik. Bu kısım ekstradan çok keyifliydi.



    Yanımıza parkeden beyaz aracın sürücüsüne durumu sorduğumda yaklaşık 1.5 saattir kuyrukta olduğunu belirtti. Bu arada merak edenler için yazayım, 15:00 vapuruna binemeyen bir sürü araç oldu haliyle. Motosikletin gözünü seveyim.


    Bozcaadaya indikten sonra hızlı şekilde Ayazma plajına sürdük. Orada enfes bir salata, deniz börülcesi ve karides güveç eşliğinde balıklarımızı yedik Koreli Restoranda.







    Sonra gece konaklama işini konuştuk. Malum 1 Mayıs Pazartesi de tatil olarak eklenince bahar ayları okul gezilerinin en gözde güzergahlarından birisi oluyor Çanakkale. Bunu bildiğimiz halde, ertesi sabah şehitlikleri de gezip Tekirdağ üzerinden Silivri’ye Halukların yazlığına geze geze gitmeye vakit kalsın diye Bozcaada'da değil de Çanakkale’de konaklamaya karar verdik ve 19:00 vapuru ile karşıya geçtik. Tabii vapura binmeden önce Bozcaada'yı tam turlamadan ayrılmak olmazdı. Liman tarafından bu sefer adayı soldan sağa olacak şekilde tümden turladık. Özellikle o kısımda bulunan koylardaki virajlar, iniş çıkışlar çok keyifliydi. İçinize çektiğiniz muhteşem dağ kekiği kokuları arasında tertemiz havasıyla turun en keyifli rotalarından birisi oldu bu kısım. Motora binmekten foto çekimi falan hak getire tabii. Ve tabii ki yine ucu ucuna yetiştiğimiz ve haliyle de ilk sırada bindiğimiz vapurdan sonra Geyikli Çanakkale güzergahının yaklaşık ilk 30 kilometresindeki virajlı yolda motorumun dişli lastiklerindeki kalan bıyıkları eritecek şekilde motoru virajlarda yatırarak çok keyifle sürdüm. Tabii bütün eşyalar Haluk’un NC’de olduğu için ben rahat rahat tüysiklet modunda sürerken o özellikle virajlarda çok daha efendi sürmek durumunda kaldı ve hatta sonradan söylediğine göre o kısımda bana yetişmekte zorlanmış. Neyse, Kepez kısmından şehre girdik ve Çanakkale merkezde otel aramaya başladık saat akşam 8 civarı. Yaklaşık 5-6 yere sorduk ve yer olmadığını ve hatta o gece yer bulmamızın neredeyse imkansız olduğunu da tescilletmiş olduk. Baktım böyle olmayacak, Eceabat tarafına geçip orada konaklayalım bari dedim. Planın ilk kısmı işe yaradı tabii ve kolayca (= en önden) karşıya geçtik. Planın ikinci kısmı ise tutmadı tabii ve Eceabat tarafında da yer bulamadık. 3-5 yere sorduk ve tabii internetten telefonunu bulup da sorduklarımız oldu tıpkı Çanakkale de olduğu gibi. Sonuç hüsran tabii. Tekrar konuştuk adaşım ile ve bu 3 günlük tatilden dolayı artık o tarafta yer bulamayacağımıza ikna ettim kendisini ki zaten çok da fazla alternatifimiz yoktu gecenin o saatinde. Benzinimin yaklaşık 40 km falan götüreceğini hesaplıyorum bu arada ve Haluk da NC’nin yakıtının azaldığını, ikazın yanıp sönmeye başladığını söyledi. Ona da bir hesap yaptım ve yaklaşık 35 km ötedeki Gelibolu’ya sürmeye karar verdik. Saat de gece 11 buçuk falan. Neyse, yaklaşık yarım saatlik bir sürüşten sonra altın değerinde iki şey öğrendim: Birincisi aradaki mesafe 35 km değilmiş; ve ikincisi bu güzergahta yolun sağ tarafında hiç benzinlik yok arkadaşlar. Elinde bir miktar birikimi olup da yatırım yapmayı düşünen arkadaşlara duyurulur. Oraya benzinlik açarsanız voliyi vurursunuz kesin. Benim benzinim de az olduğu için gecenin bir vakti yolda kalmayayım diye sürüş ve oturuş pozisyonumu da biraz modifiye etmek durumunda kalmıştım. Totoyu iyice geriye veriyorsunuz, süper spor sürercesine motorun üzerine yatıyorsunuz ve küçük ön camın ardına sığınıp minimum rüzgar direnci yaratacak şekilde sürüyorsunuz. Arkadaşınız sağ salim sizin peşinizden geliyor mu diye de arada iki aynayı da kontrol ediyorsunuz. Güzergah boyunca 5-6 km’de bir ayna kontrolü yaptım ve bir sorun yoktu ama nihayet uzaktan Gelibolu ışıklarını görülürken yolun karşı tarafında bir Shell istasyonu gördüm ve motorda normal oturuş pozisyonuna döndüm ve istasyonun tam karşısında durdum. Tabii o zaman farkettim aynada arkamdan gelen eski motoruma ait ışık olmadığını. Saat gece 12’yi geçmiş, son 30 küsur km boyunca toplamda 5-6 aracın ancak geçtiği duble yolda geri döndüm hemen ve yaklaşık 150 mt geride benim eski NC’yi ve yanında adaşım Haluk’u gördüm. Yakıt iyice azalıp motor teklemeye başlayınca hemen normal selektör, led sis farı selektör, led çakar mod selektör, korna vb tüm görsel ve işitsel yollardan bana haber vermeye çalışmış ama ben neredeyse motorla bütünleşmiş ve hatta hint fakiri gibi tahtamsı sele üzerinde uzanırken görsel uyarıların hiçbirisini tespit edememişim. İşitsel olanlar zaten klasman dışı. Haluk duble yolda yolun aksi istikametteki benzinliği görür görmez motoru durdurmuş zaten. Neyse hemen motorları iyice sağa parkedip yolun karşısına geçtik. 1.5 lt’lik bir şise su alıp içindeki suyla çimleri suladık ve görevli şiseyi benzinle doldurup şişeyi bize verdi Hemen 1.2 lt civarı benzin ile NC’nin susuzluğunu giderip şayet benim motordaki kalan benzin 4 km kadar sonraki diğer istasyona kadar yetmezse diye kalanını da ben yanıma aldım. 3 km kadar sonra bir Petrol ofisi bulduk ve girdik ama pompaların önüne trafik konilerinden çekmişlerdi ve bir görevli de hava trafik kontrolör edasıyla eliyle tükkanın ve tesisin kapalı olduğu işareti yaptı. Meşajı aldık tabii ve biraz ilerideki diğer Shell istasyonuna kapağı attık. Benim motorun yakıt tüketimi ölçümüne dikkat etmeye çalıştığım için şişenin dibinde kalan yakıtı benim motora değil, NC’ye doldurduk ve motorlarımızın yakıt ihtiyacını giderdik. Peşinden kendi yakıt ihtiyacımızı da karnımızı bir güzel doyurarak giderdik. İkimiz de perte çıkmak üzereyiz tabii o kadar süredir motora biniyoruz ve yorgunluk ve uykusuzluk üzerine tok karın da eklenince iyice çakırkeyif olmuş haldeyiz. Bu arada birazdan okuyacağınız bir senaryodan dolayı bu maceradan bir yandan da bir o kadar keyif alıyorum ki sabaha kadar daha sürsem, üstümdeki yorgunluğa galip gelebileceğimden hiç şüphem yok. Unutmadan yazayım hemen, benzin almadan önce yol kenarında gördüğümüz iki tane otele daha kalacak yer sorduk ve kibarca “bunu” aldık. Yemekten sonra benzinlikteki bir arkadaş bize 3 ayrı otelin telefonunu verdi ve oraları da aradık. Sonuç yine hüsran. 2 önceki cümlede bahsettiğim senaryonun ne olduğunu da yazayım bu arada. Henüz Çanakkaledeyken ve ilk birkaç otelden geri çevrildiğimizde adaşıma şunu söyledim: “Biz bu okul gezileri yüzünden bu gece Çanakkale-Eceabat-Gelibolu-Lapsekide ve sınırlarında kalacak yer bulamayız. Bence gece gidebildiğimiz yere kadar -ki muhtemelen Tekirdağ’ın Şarköy ilçesi olur bu- gidelim ve geceyi Şarköy de geçirelim. Tabii bizim şehitlik ve abideyi gezme planlarımız da suya düşer. Yolda, sanmıyorum ama, olur da kalacak bir yer bulursak zaten problem değil.” Bu senaryoya göre zaten bu dört yerleşim biriminde kalacak yer bulamayacaktık ve Şarköy’e kadar da gidecektik saat kaç olursa olsun. Bu sebeple bende saatler önceden Şarköy’e kadar sürme ihtimali ve rotası olduğundan hedefe odaklanmışım iyice. Telefondan hemen haritaya baktım ve Şarköy’e gitmek için kuzeye Keşan istikametine doğru değil de anayoldan sapıp bir süreden beridir sürmekte olduğumuz Marmara denizi sağımızda kalacak şekilde doğu istikametine doğru sürmemiz gerektiğini tespit ettim. Yaklaşık 55 km’lik bir yolumuz daha vardı. Motorlara atladık ve sola, yukarı doğru gitmek yerine düz ve hatta hafif sağa kıvrılacağımız kavşağı aramaya başladım. Birkaç km sonra Bolayır kavşağında bir otel tespit ettik ve Haluk hemen oraya da girip standart red cevabını aldı. Reddedilmek bizi asla caydıramayacaktı. Yaklaşık 5 dk sonra biz yine motorun üstünde yol alıyorduk tabii. Birazdan asfalt yol bitti ve stabilize ve sonra da iyice tozlu bir yola girdik. 500 mt kadar gittikten sonra durum değerlendirmesi için durduk ve bu yolun gitmek istediğimiz yol olmayabileceğine kanaat getirdik. Saat de gecenin 01:30’u falan. Tam geri dönelim bari diye konuşurken arkamızdan gelen havlamaların iyice yakınlaşması sonucu yaklaşık 10 km kadar uzakta ışıkları görünen deniz kenarındaki yerleşim birimine doğru hareket ettik gecenin bir vakti gürültülü taşıtlarımızla kendilerini rahatsız ettiğimiz sevimli köpek ailesini ve onlarca akrabasını geride bırakarak. Bolayırda deniz kenardındaki bir otelden de geri çevrildik tabii. Son 6 saatte kapısından döndüğümüz 20. otel falan olmuştur herhalde. Adaşımın hemen önümüzde deniz kenarındaki banklarda uyumamız gerektiği yolundaki talebine rağmen artık yolumuzun çok da fazla olmadığını ve mevsimden dolayı sivrisineklerin çok daha keyif vermeyeceğini belirttim ve tekrardan yola koyulduk. Bu arada sürekli olarak sağa sola virajlı yollardan gitmemize rağmen sanki temelde hep sağa dönüyormuşuz hissiyatıyla yaklaşık 1 saat ve 50 km kadar sürdük ve Şarköy yerine 1 saat önce çıktığımız Gelibolu’ya tekrardan hoşgeldiğimizi gösteren levhayı görünce motorları sağa çekip son dönemlerde yaşamadığımız türden bir maceranın aktörleri olmaktan dolayı yaşamakta olduğumuz gururu birbirimizle paylaştık kahkahalar eşliğinde. Meğer Gelibolu’dan Şarköy’e giden güzergah Bolayır’dan geçmiyormuş. Ki böyle bir iddiamız da yoktuz zaten ama gecenin o vakti ve o yorgunluğun üstüne küçük bir dikkatsizlikle yolu sapıtmışız işte. Herhangi bir haritadan da görebileceğiniz üzere pek işlek bir güzergah üzerinde olmayan Bolayır’a gidişimiz de böyle olmuş oldu işte. Gecenin bir vakti tek açık gözle bakıp yarı uyuşmuş bir beyinle ancak bu kadar oluyor. Neyse ki artık ve yine ve yeniden son bir 55 km’miz kalmıştı önümüzde ve onda da Şarköy’e kadar ekstra bir macera olmadan geldik. Girişteki bir benzinliğe kalacak bir otel, pansiyon vb. sorduk ve görevlinin tarifiyle bulduğumuz 2 ayrı pansiyondan olumsuz yanıt aldıktan sonra nihayet boş oda ve hatta odaları olan Elif Pansiyonu bulduk.




    Haluk bu sırada motorların başında kaldı. Geceliği 30 TL’den yatak veya 60 TL’den oda varmış. “Zaten saat olmuş gecenin 3’ü. Kaç saattir yoldayız ve 3-5 saatlik vaktimizi de rahat güzel bir uyku çekerek değerlendirelim bari, fakirliğin lüzumu yok” diyerek, atasözümüzdeki gibi “kör istemiş bir göz, Allah vermiş iki göz” misali koydum masanın üstüne 120 TL’yi ve odalarımızın anahtarlarını aldım. Tabii yaklaşık 7 saat önce “bu gecenin böyle gelişeceği ve biz Çanakkale sınırlarında hiçbir otelde yer bulamayıp kös kös Şarköy’de kalacağız” yolundaki öngörümde haklı çıkmış olmamın da verdiği büyük bir gururla kaplı heryerim. Görevli arkadaşa motorları pansiyonun bahçesine alıp alamayacağımı sordum ve aldığım cevap da: “motorları orada bırakın, hatta anahtarları da üstünde bırakabilirsiniz. Bir hafta sonra bile motorlarınıza dokunan olmaz Şarköyde” minvalindeydi.




    Görevli arkadaş bir de “Bu gece bir patlama oldu” tarzı birşeyler söyledi. “Allah Allah, yoldan yeni geldik ve oteli buluncaya kadar şehirde biraz da dolaştık ve biz bir patlama duymadık. Bir koku, duman, ses vb de algılamadık, yeni mi oldu?” diye soracaktım ama bunun “normalde ilçemize ve tesisimize okullar kapanmadan çok fazla gelen giden olmazken o gece ne olduysa müşteri çokluğu sonucu tesislerine olan talep patlaması, olduğunu ekledi hemen. Gece uykusunun önemi bu olsa gerek. Bu arada pansiyonumuzda wifi ve sıcak su mevcutmuş ama ben gecenin o saatinde tespit edemedim. Pansiyonumuzda tespit ettiğim şey ise geçirmiş olduğum birkaç ameliyattan da hatırladığım üzere ameliyathaneler genelde hastanelerin alt kısmında ve gayet de soğuk oluyorlar ve bizim Elif pansiyonda kaldığımız odaların en alt katta ve de herhangi bir ameliyathane ile yarışırcasına çok soğuk olduğuydu. Hem de gecenin o vakti kışlık olmayan ekipmanlarımla kaç saattir yolda olmama rağmen dışarıda o kadar üşümemiştim. Çalışmayan ısıtıcılar da isyan çıkmış da soğutuculağa soyunmuşlar gibi buzz gibiydi. Zaten duş işini o saatte yapmayı düşünmediğimden yine buzz gibi suda elimi yüzümü yıkayıp yol boyunca hiç kullanma ihtiyacı hissetmediğim polarımı giyip yattım. Tabii önce odamda eksik olan sabun, şampuan, tuvalet kağıdı, battaniye, nevresim gibi temel ihtiyaç maddelerini kendim ve adaşım adına temin etmek için bir 20 dk daha harcadıktan sonra. Pansiyonun o saatte denkgeldiğim birkaç diğer misafiri de pek tekin görünmedi bu arada ama neyse detaya girmeyeyim. Bu bol maceralı ve çooook keyifli günümü bu tür dünyevi olayların bozmasına izin vermeyecektim neyse ki. Sabaha kadar(= 3.5 saat) soğuktan kaskatı kesilerek uyuduktan sonra artık çenem zangırdadığı için uyandım Pazar sabah 7’de. Dışarı çıktım ve otelin küçük ama şirin avlusundaki çiçeklerinin kokusu arasında yerleri süpürmekte olan güleryüzlü bir görevliye otelin ne kadar soğuk olduğunu, hatta ben askerdeyken bile hiç bu kadar çok üşümediğimi, üşümekten kaskastı kesildiğimi, mayıs ayında polarla yattığımı falan söyledim yakınarak. Bir de lavabodan akmayan sıcak sudan, daha doğrusu Isparta Sütçüler’den doğup Side Serikten denize dökülen Köprülü Kanyon (Köprüçay nehri) suyu kadar soğuk akan sudan dolayı ellerimin de neredeyse morardığını ekledim. Görevli, “Ciddi misiniz, ben de şimdi denizden geliyorum” diyerek otele 30m kadar ötedeki denizi işaret etti ve sıcak suyun hemen akmadığını, suyu biraz akıtmam gerektiğini belirtti. Bu çözümü gece görevlisi de söylemişti ve zaten üşürken, acaba ısınır mı diyerekten bir türlü ısınmayan buzz gibi soğuk suya hem gece yatmadan önce, hem de sabah kalkınca 10’ar dakika falan elimi soktuğumu da belirttim. Pansiyonun daha üst düzey yetkilisinin birazdan tesiste olacağını ve benim sorunumla daha önce karşılaşmamış olduklarını belirtti. Odama gittim ve suyu biraz daha akıtarak suyun çok ama çok soğuk aktığını bir kez daha tespit ettim. Haklıyım abi. Bizde yalan yok. O sırada Haluk’tan gelen “uyandın mı” mesajı üzerine onun odasına geçtim. Kütük gibi uyumuş o maşallah. Çok da rahat etmiş. Neyse, tam o sırada dışarıdan gelen bir konuşma sesiyle dışarıya yöneldim ve normalde bu tip mekanlarda bir sorun karşısında bir yetkilinin birazdan geleceği yolundaki sözlerin neredeyse hiç gerçekleşmemesi hayat tecrübesini çürütürcesine çok güler yüzlü, olgun bir hamfendiyi gördüm. Kendisi tesisin yetkilisiymiş. Personelle konuşmasına şahit oldum ve sözcük seçimi olsun, ses tonu ve vurguları ve vücut dili olsun, rahmetli Talat Halman ile saatlerce sohbet edebileceği hissiyatı uyandırdı bende. Neyse, kendimi tanıtıp geceki çektiğim ızdıraptan bahsettim. Benimle de aynı şekilde çok nazik bir şekilde konuştu ve hemen odama gelip durum tespiti yapmak istedi. Bir yandan da gece şehirde bir patlama olduğunu ve bunu beklemediklerini ekledi. Bu sefer hazırlıklıydım tabii ve hiç afallamadım. Ayrıca tesislerinin yaz sezonu için henüz ve resmen açılmadığından bahsetti ve birtakım eksiklikleri gidermeye çalıştıklarını da ilave etti. Her ne kadar tesisin tabelasında “yaz-kış açık” ibaresi olsa da bunu dile getirme gereği duymadım zira kendisi bende saygı ve hürmet duyguları uyandırmıştı çoktan. Ayrıca tüm bunlar sırasında cidden çok güleryüzlüydü. Neyse, odama geçtik ve ben kendisine hiç akmayan sıcak suyu göstermek için lavabodaki musluğu açar açmaz kendileri sıcak suyun sadece duşlarda mevcut olduğunu söyledi. Tam doksandan yediğim bu gol sonrasında aslında gece yatmadan önce bu ihtimali de düşündüğümü ve duş bataryasını da açmaya çalıştığımı ama biraz sıkışmış olmasından dolayı bataryayı çok zorlanarak açtığımı ve bundan dolayı “şar şar” akan suyun düştüğü zeminde bir kova vb olmadığı için de üstüme ve banyoya girmeden önce botlarımı çıkarıp terliklerimi giymiş olduğum için de terliğin ucundan çıkan ayak parmaklarıma Dimçayı aratmayan buzz gibi suyun sıçradığını; zaten üşümekte olduğum için bir de ıslanan çoraplarımdan dolayı hipotermi geçirmek istemediğimden sıcak suya ulaşamadan bataryayı hemen kapattığımı belirttim. Normalde banyolarda mevcut olan küçük bir kovanın da diğer birkaç malzeme gibi benim odamda mevcut olmamasından dolayı üzüntülerini dile getirdi muhterem hamfendi. Seri adımlarla bir yerlerden bir kova getirdi ve birkaç dakikada kaynar su akmaya başladı musluktan. Neyse ki harika geçmekte olan motosiklet turumu ve keyfimi böyle küçük aksaklıkların bozamayacağına dair inancım yine galip geldi ve kendisine teşekkür edip kapıyı kapattıktan sonra donmuş hücrelerimi sıcak suyun altında çözerek güzelce duşumu aldım. Tam pansiyonun karşısındaki süper bir pastanede gayet nefis mercimek çorbası içtik Haluk’la ve bir önceki günün ve gecenin keyifli bir muhasebesini yaptık. Sonra da sağımızda Marmara denizi kalacak şekilde biraz Şarköy içinden sürerek yola koyulduk. Arnavut kaldırımlı sokakları çok bakımlıydı cidden. Yürüyüş yolu falan da güzel düşünülmüştü. Neyse, istikamet Silivri olarak yola çıktık. Sağ tarafımızda Marmara denizi, hava süper, yol tam benim rally için ideal- pütürlü ve pürüzlü ve bazı yerlerde çukurlarla ve yamalarla bezeli asfalt, sık sık köylerin içinden geçiş, küçük virajlar falan.

    Yolun düzleştiği bir yerde foto almışız:





    Sağımızda ucunda balıkçıllar tünemiş birkaç garip iskele gördüm. Fotosunu da çekmeye çalıştım. Bilen varsa açıklar elbet. 




    Sonra yol birden yokuşa sarmaya başladı ve biraz daha gidince şu levhayı gördüm ve şu fotoyu çektim:



    Meşhuuuur Uçmakdere burasıymış. Galiba yamaç paraşütü de yapılıyormuş. O gün hava çok rüzgarlı olduğu için pek ihtimal vermemiştim ama birkaç kamikaze de gördüm havada. Fotoğrafını çekemedim artık. Motosikletle ilgilenen çoğu kişi gibi adını çok duyduğum Uçmakderede ne olduğunu, İstanbul ve Trakya dışında ikamet eden çoğu motorcu gibi bilmiyordum tabii ve bundan dolayı da çok bir beklentim de yoktu açıkçası. Ya da birkaç gündür yollardayız ve takip ettiğimiz güzergah bizi şımartmamış desem yalan olur tabii. Neyse, standart ve şirin bir köyden geçtik işte. Köyün içinden geçen derenin boyu istikametinde yorgunluk atabileceğiniz, gözleme çay türü şeyler yiyip içebileceğiniz yerler de vardır sanırım. Yol biraz daha tırmanmaya başladı ve ülkemizde son dönemlerde görmediğim bir kalitede bir asfaltta sürmeye başladık. Hem tırmanıyoruz, hem de sağlı sollu ve devamlı virajlara girip çıkıyoruz. Asfalt kalitesi kadar, virajlardaki yolun eğimi de çok iyi olunca ben motoru iyice yatırdım. Hatta bir ara Haluk aynada görünmez oldu. 10 yıl kadar önce otomobille geçme şansı yakaladığım Stelvio geçidi tadında bir güzergahtı. Yolun verdiği güvenden ben iyice tempoyu arttırdım ve 21’ ön lastik kendisinden hiç beklenmeyecek itaatkarlıkla yön değiştiriyor falan. Bu arada karşıdan bir sürü motorcu da geliyor. Hepsiyle selamlaşmaya çalıştım ve çoğu da selamımı alıp karşılık verdi. İçimden tam “oğlum Aluk, sen iyice kıvama gelmişsin artık, Onda GS3 eğitimine + diğer akimiyet eğitimlerine yazılabilirsin ve atta yazılmalısın bea” derken yanımdan marka ve model tespiti dahi yapamadığım ve hatta plakalarını dahi okuma fırsatı yakalayamadığım şekilde hızla geçen ve ufuktaki virajı da neredeyse hız kesmeden ve diz koyarak dönen ve ortadan kaybolan naked(=bak bunu tespit ettim ama ) birkaç motorla birlikte ülyalardan ayılıp kendime geldim. Sonra başka motorlar da geçip gitti yanımdan aynı şekilde. “Onlar da bozuk yollarda sana ve senin motoruna gıpta ediyorlardır nasılsa” deyip "erkesin kendi çöplüğünde öttüğüne" bir kez daha kanaat getirerek kendimi avuttum. Çok maceralı ve keyifli geçen turumuza devam ediyordum. Neyse, o şekilde virajları bitirdik.

    Turumuz sırasında en keyif aldığım güzergahların başında geliyor bu kısım. Devamında Tekirdağ üzerinden Silivriye, Haluk’ların yazlığına vardık. Süper bir yemek hazırlanmıştı ve hepsini yiyip yuttuktan sonra birkaç saat birlikte zaman geçirdik. Normalde Pazar gecesini Haluk’ların İstanbul Kağıthanedeki evinde geçirmeyi planlıyordum ama motorla 4 günlük kaçamak planımın son günü olan Pazartesi rotamda son bir esnetmeye yer verebilmek adına o gece gidebildiğim kadar yol alayım diye Haluk ve sevgili ailesinden izin istedim. Bu arada Haluk da motorlarımızı mis gibi yıkamıştı. Akşama doğru yola koyuldum. Otoban girişinden bir girdim ve yol beni İstanbul çıkışı Mehmetçik tesislerine kadar götürdü. Tabii arada iyice soğuyan havadan dolayı içime polar ve dışıma rüzgarlığımı giymek için 2 küçük mola verdim. Mehmetçik tesislerinde birşeyler atıştırıp üstüne kahvemi de içince tekrardan yola koyuldum. Hedefim Adapazarına kadar gelip orada gecelemekti ve saat 23:00 sularında planın bu ayağını gerçekleştirmek üzereydim. Otobandan çıkıp şehir merkezine doğru girişte bir kuruyemişçinin önünde oturan birkaç kişiye öğretmen evini sordum. Yaşlıca bir amca şehirde her tarafın kazıldığını, bu yüzden "önce şuraya git, sonra buraya dön, oradan şuraya dönmeyip düz git ve sonra da buraya dön" şekliyle yaklaşık 15 basamaklı bir tarifte bulundu. Dinlerken hepsini anladım ama yolun yaklaşık kaç km olduğunu sordum kendisine ve cevabı da alınca kısa süreli hafızamın kapasitesinin düşük ve ömrünün de ciddi kısa olduğuna kanaat getirdim zira amcanın dediklerinden aklımda sadece Kentpark ve demiryolu geçidi kalmıştı. Amcaya bana bu mekanın yön olarak ne tarafta kaldığını eliyle göstermesini söyledim ve onun el hareketi üzerine o yöne doğru harekete geçtim. Kazılmış olduğu için trafiğe kapalı yollardan geçebilmek çok keyifliydi. Yaklaşık yarım saat sonra ve 2 kişiye daha yol sormuş olarak, gece için hiç yer olmadığı cevabını alacağım öğretmen evinin merdivenlerini çıkıyordum. Gerçi daha 10-15 otel-motel pansiyon dolaşıp hepsinden de red cevabı almaya enerji ve moral olarak hazırlıklıydım zira bir gece önceki maceramızdan sonra “ohoooo, daha bu ne ki?” der gibi bıyık altından gülümsemeyle birlikte kendine güven patlaması yaşıyordum galiba. Neyse, motora tekrar binmeden şehirdeki otellerin olduğu yönü göstermesini istedim başka bir kişiden ve talimatı takip edip bir sağ, bir sol, bir alt, bir üst sokak falan deyip hedefe ulaştım. Caddede bir sürü otel vardı. İlk bulduğum otelin kaldırımı önüne motoru bırakıp kapıdaki görevliye boş oda olup olmadığını sordum üstümdeki robokop kıyafetlerimle. Olumlu cevap alınca biraz afallamadım değil ama hemen kendimi toplayıp motorumu koyabileceğim bir yerleri olup olmadığını da sordum. Motorumu da lobiye alabileceğini söyleyince (!!!) “isterseniz odamızı bir görün” kısmını duymazdan gelerek kimliğimi uzatıp ödemeyi yaptım ve odama çıktım. Saat de gece yarısını geçmişti artık.



    Kaç kişi arabasını kaldığı otelin lobisinin içine koymuştur varın siz hesaplayın artık.

    Güzel bir uyku çektikten sonra da sabah duşumu ve kahvaltımı yapıp saat 9 gibi otelden ve Adapazarından ayrıldım. Günlerden artık 1 Mayıs Pazartesi olmuştu ve o günkü Ankaraya dönüş yolunu, 1 hafta kadar önce kafamda tasarladığım şekilde bir kez daha esneterek hayata geçirmeye çalışıyordum. Rotamı Ankara tarafına değil de güneye, Geyve tarafına doğru çevirdim. Dibine kadar geldiğim Bilecik merkeze de uğramadan olmazdı tabii.



    Şehiriçinde de bir tur attıktan sonra Bozüyükte Köfteci Yusufta mola verdim. Ankaraya dönüşü esnetme planımda Kütahyada bir arkadaşımı görmek vardı. Bir kaç saat sonra Kütahya’ya vardım ve sevgili arkadaşım Kadir ile buluştuk. Sonra aramıza super hoşsohbet İsmail abimiz de katıldı. Kütahya'da 3-4 saatin nasıl geçtiğini anlamadan kendimi tekrar motorun üstünde buldum ve Eskişehir’i çıkar çıkmaz başlayan yoğun yağmur altında Pazartesi akşam 8 sularında Ankara’ya evime geldim.


    SONUÇ:
    Hem özetlemek, hem de ayrıntıya girmek nasıl olurmuş burada da onu göstermeye çalışacağım:

    1. 27 Nisan Perşembe gecesi 11:30’da yattım ve 3:30’da kalktım. 4 saat uykudan sonra 28 Nisan Cuma sabahı 06:35 uçağı ile Sabiha Gökçen’e uçtum. Orada adaşım Haluk beni benim 3 yıl kadar önce kendisine satmış olduğum eski motosikletim 2014 Honda NC750X ile karşıladı. Bunlar da ayrıntılar:

    1. Sabiha Gökçen – Eskihisar iskele = 28 km
    2. Topçular iskele – Gemlik = 38 km
    3. Gemlik – Susurluk = 135 km
    4. Susurluk – Balıkesir = 48 km
    5. Balıkesir – İvrindi = 38 km
    6. İvrindi – Bergama = 77 km köy yolu
    7. Bergama – Dikili = 29 km
    8. Dikili – Burhaniye = 67 km

    İlk gün toplam yapılan yol= 460 km
    İlk gün motor üstünde geçen yaklaşık sure 13 saat.

    2. 28 Nisan cuma gecesi Burhaniye’de annemde kaldık ve sohbet muhabbet üstüne gece 1 gibi yatıp sabah 8 gibi kalktık. 7 saatlik bir uyku üstüne 29 Nisan Cumartesi günü sabah 9:30 gibi yola koyulduk ve ertesi sabah 03:00 gibi Tekirdağ Şarköy’e vardık.
    1. Burhaniye – Ayvacık = 65 km
    2. Ayvacık – Küçükkuyu geri dönüş = 25 km
    3. Küçükkuyu – Behramkale = 26 km köy yolu
    4. Behramkale – Gülpınar = 26 km köy yolu
    5. Gülpınar – Geyikli = 54 km köy yolu
    6. Bozcaada yarım tur + tam tur = 25 + 35 km = 60 km ada yolu 
    7. Geyikli – Çanakkale = 70 km (25km’si köy yolu ve birkaç kez Kepez – Çanakkale gidiş geliş de dahil.)
    8. Eceabat – Gelibolu = 44 km
    9. Gelibolu – Bolayır – Gelibolu (hem de dolaşmalı = 52 km köy yolu bile değil
    10. Gelibolu – Şarköy = 56 km köy yolumsu

    İkinci gün toplam yapılan yol = 478 km
    İkinci gün motor üstünde geçen yaklaşık süre = 15 saat.

    3. Şarköy’de yaklaşık 4 saatlik bir uyku üstüne 3. gün, yani 30 Nisan pazar günü ise:
    1. Şarköy – Uçmakdere = 32 km tamamen köy yolu
    2. Uçmakdere – Silivri = 106 km ama son kısmı hariç bol virajlı, iniş çıkışlı, Stelvio geçidiyle yarışır güzellikte enfes bir sürüş yolu
    3. Silivri – Adapazarı = 250 km’lik sıkıcı otoban

    Üçüncü gün toplam yapılan yol = 388 km
    Üçüncü gün motor üstünde geçen yaklaşık süre = 12 saat

    4. Adapazarında çekilen yaklaşık 6 saatlik bir uykunun üstüne,
    1. Adapazarı – Bilecik = 116 km
    2. Bilecik – Bozüyük = 35 km
    3. Bozüyük – Kütahya = 79 km
    4. Kütahya – Eskişehir = 78 km
    5. Eskişehir – Ankara = 233 km

    Gezinin bu son günü yapılan toplam km = 541 km
    Dördüncü ve son gün motor üstünde geçen yaklaşık süre = 10 saat

    4 günlük kaçamakta yapılan toplam km = 460 + 478 +388 + 541 = 1867 km
    4 günlük kaçamakta toto ile selenin toplam temas süresi = yaklaşık 50 saat.
    4 günlük kaçamak süresince toplam uyku süresi = yaklaşık 22 saat.

    Bu rakamın ilk günkü Sabiha Gökçen – Balıkesir arası olan 249 km’lik kısmı NC750X ile iki kişi –tek motor olarak gerçekleşti.

    Bayiiden sıfır km olarak teslim aldığım CRF250 Rally motorumla 4 günde yaklaşık 1618 km yol yapmış oldum ki Ankaraya döndükten birkaç gün km sonra motor 1750 km’de iken normalde adı bile 1000 bakımı olan rodaj bakımını yaptırdım bir miktar gecikmeli şekilde.

    Yazımın başında bir soru sormuştum: Ankaradaki mevcut iki Honda bayiinin birisinden yeni Honda aracınızı teslim alıp evinize gelmeniz ne kadar vaktinizi alır diye. Bu yazıyı buraya kadar okuyabildiyseniz eğer cevabı da öğrenmişsinizdir zaten. Eğer satın aldığım araç otomobil olmuş olsaydı muhtemelen maksimum 20-30 km yol yaparak evime gelecektim. Eğer daha küçük bir ilde ikamet ediyor olsaydım ve bulunduğun şehirde Honda bayii olmamış olsaydı bu mesafe ve de süre uzayacaktı haliyle. Hadi yeni aracın heyecanıyla yolunuzu uzatıp varsa aynı şehirde yaşayan aile, kayınvalide, eş, dost, arkadaş ziyareti de yapılabilir ki bu da maksimum 100 km civarı bir yol yapar ve bu da ziyaretinizle birlikte maksimum 3-5 saatlik bir sürece denk gelir. (Tabii bu yazdıklarım genele hitap edeceğini düşündüğüm senaryolar için geçerli ve istisnai durum ve kişiler için bu senaryoya uymayacak, zaman ve mesafe açısından daha uzun süren araç alım durumları da olabilecektir haliyle.) Oysa satın aldığım yeni aracım bir motosiklet olduğu için örneğimde de detaylı ve hala ağzım kulaklarımda bir şekilde de paylaştığım gibi dolu dolu dört gün ve 1800 küsur km demek oluyor. Ankaradaki her iki Honda motosiklet bayii satış ve servis kısmı çalışanlarının çoğunu tanıyorum ve neredeyse hepsi de işini düzgün yapan güleryüzlü arkadaşlar. Buna rağmen motorumu farklı bir şehirden almayı tercih ettim. Önceki motorumu da 1 yıl önce İskenderun Honda bayii’nden satın almıştım ve o da çok keyifli bir süreçti. Şimdiden bir sonraki, iki sonraki ve hatta üç sonraki turumun planlarını yapıyorum. Allah herkese böyle keyifli bir araç alım süreci geçirmek nasip eder inşallah.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi haluk 23 -- 20 Mayıs 2017; 19:28:45 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: RevivaL


    quote:

    Orijinalden alıntı: otomobilci_x


    quote:

    Orijinalden alıntı: RevivaL


    quote:

    Orijinalden alıntı: otomobilci_x


    quote:

    Orijinalden alıntı: RevivaL

    Ben artık kampanya olduğuna inanmıyorum, eskisi gibi avantajlı değil. Özellikle Honda'nın olduğu zamanlarda verilen fiyatlar müthişti. Şimdi ise hangi bayiye gitsen aşağı yukarı bu fiyatı verir gibi geliyor bana.

    Hocam Opel fiyatlarına asinayim bir çok modelde bayiden daha iyi fiyat alırsınız

    Sıfır araç almak bana çok uzak. Tek temennim kışa doğru araç piyasasının durgunlaşması. O zaman 2. el planı var sadece

    Hakkında hayırlısı olsun hocam ama fiyatlar günden güne artıyor daha 1.5 ay önce çok iyi fiyata sattim dediğim Astra bugün için bedavaya gitmiş durumda, o yüzden kışa doğru daha çok alternatifin olur tabi (talep azalacağı icin) ama fiyatlarda bugünkünden az olmaz.



    Daha öncede dediğim gibi geçen senenin sonunda başlayan sifirlarin artışı daha piyasa tarafından tam yerlesmedi (yani bu fiyatlar henüz kabullenilmedi) ama hergecen gün insanlar alışıyor ve bu yüzden de ikinci el fiyatları da alışılan bu yüksek fiyatlara yaklaşmaya başlıyor, buna birde toplumun araç ihtiyacının yüksekliği eklenince (dünya ülkelerinin kişi başına düşen araç sayılarına bakarsanız daha önümüzde çok büyük bir yol var) ve her geçen yıl artması gereken sıfır araç satış adeti bu yıl itibari ile %10dan fazla dusmusken (bu talepin bir kismi ikinci ele kaydı ve kayacak) fiyat düşüşü beklenemez.



    Model seçerek (şişik fiyatlı araçları geçiniz halen fiyat/fayda oranı yüksek araçlar var) bence araç bakılabilir.



    Yazdıklarım yatırım tavsiyesi değildir, sadece kendi görüşlerimi yazdım.



    Hep söylerim ikinci el ne zaman alınır, "temiz arabayı bulduğun zaman"



    Hakkınızda hayırlısı olsun.



    Nasip artık hocam, belki denk gelir.

    Hatta belki Panther hocam bize de mesaj atar önümüzdeki aylarda " bir tane araç var kaçırma " diye. Biz de Trabzon'dan uçağa atlar gideriz almaya

    Nasip tabi panther olmaz da esmerce olur, o olmaz bir başka arkadaş olur, artık grup içinde araç değişiminin önü açılmıştır




  • Evet arkadaşlar herkese merhabalar.

    Hepinizin bildiği gibi forumun otomobil bölümünün her geçen gün kötüye giden halinden hepimiz şikayetçiyiz. Otomobil konuşmak istiyoruz, konuşamıyoruz. Bir grup sürekli olarak kavga çıkarma peşinde, her mesajında sataşma arar. Kimisi karşıdakini tahrik etmek için siyasi bir şeyler karalamaya çalışır. Yani burayı çok uzatmak istemiyorum uzar da gider.

    Bununla beraber, bir kesim ise gerçekten otomobil konuşmaya hevesli. Özellikle ben bunu Nürburgring süresi başlıklarında görüyorum. Gerçekten güzel bilgiler paylaşılıyor, araçların amortisör yaylarında kullanılan hammadeye kadar konuştuğumuz oluyor.

    Belki bilenleriniz olacaktır, konu başlığını "Ekran Kartı Severler Sohbet Konusu :)" adlı konudan (ç)aldım. Ben o konuyu çok uzun süre takip ettim harika muhabettler döndü konuşuldu. Ama şu ara ne oldu bilmiyorum çok durgun. Neyse biz de burada aynı şekilde otomobil konuşmaya çalışalım.

    Konunun altında gerekirse geyik yapalım, şakalaşalım, tartışalım, tavsiye isteyen olursa mantıklı cevaplar vermeye çalışalım vs. ; ama lütfen hakaretleşme ve kavgaya götürmeyelim bunu. Hariçten mesaj atanlar olacaktır trollemek vs. için, ancak mention ve alıntı yapmayalım bu arkadaşlara. Görmezden gelelim zaten bir süre sonra yazmayı bırakırlar.

    Konuşacak konu elbette bulunur, duyduğunuz otomobil haberlerini vs. buraya da yazarsanız üzerine çok şey konuşuruz gibime geliyor. Bir de forumda gerçekten otomobilden anladığını düşündüğünüz insanları konuya mention atarak davet ederseniz daha iyi olur. Ben bir sonraki bir kaç mesajımda aklıma gelenleri davet edeceğim. Aslında nick'ini hatırlayamadığım bir kaç kişi var, onlarıda geçmiş mesajlarımdan bulmaya çalışacağım bakalım. Unuttuğum olursa affola. Zaten konuya yazmak için mention beklemeyin, otomobil konuşmak istiyorsanız yazabilirsiniz. Konu başlığı otomobil severler sohbet klubü değil, sohbet konusu

    Evet arkadaşlar konu herkese hayırlı olur inşallah


    Saygılar, sevgiler.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Legolas246 -- 29 Haziran 2016; 22:48:43 >







  • Cennettedir babalarımız.

    *Zamanında pek kıymetini bilemedim, affetsin beni.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: RevivaL

    Ne güzel abi; dostluk kolay bulunmayan fakat kolay kaybedilen bir şey. Değerini bilmek lazım

    Belli bir yaşa gelince kolay kolay dostluk kıvamına da gelemiyorsun, hep bir geri durma ve çekimser duruş mecburen oluyor. Karşıdaki kişiyi tamamen iyice analiz edip anlayana ve güven duyana kadar epey zaman geçmesi gerekiyor. O da fedakarlık istiyor.

    Dediğin gibi; iyi bir arkadaş/dost yada daha ötesi kolay bulunmuyor. Bu zamana kadar dost bilip kaybetmek zorunda olduklarımız da oldu, onlara yanlış seçimler olarak bakıp yola devam ettik.

    Kalan sağlar bizimdir, mantığı ile...
  • Legolas246 kullanıcısına yanıt
    Pi kullanıcısına yanıt
    sfzb67 kullanıcısına yanıt
    Panthér kullanıcısına yanıt
    Tanıdığımız, aklımızda olan üyeleri çağırmak lazım. Umarım aktif oluruz

    @Pi @Panthér @hsngencer@sfzb67



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi RevivaL -- 2 Haziran 2016; 15:04:55 >
  • otomobilci_x kullanıcısına yanıt
    Ukalalık etmek için söylemiyorum yanlış anlaşılmasın, fakat bizim avamın araçlar hakkındaki görüşlerine çok aldırmamak gerek. Fiat Panda yıllarca yılın otomobili ödülüne layık görülmüş bir araç.

    1.0 turbo araçlara, kötü yürümez o subap yakar gibi yorumlar yapıyorlar. Alfa Romeo Giu'yu alırken bana da çevremde herkes baya yalvardı sakın alma diye. Açık söyleyeyim hayatımda hiç bir araç beni bu kadar mutlu etmemiştir. Yani avamın araçlar hakkında ne dediğini ben çok umursamıyorum.


    Abi aracı her ne olursa olsun, Samsun'da imkan varsa bir yetkili servise götür derim ben. Fiat yetkili servisleri detaylı teste 200 lira alıyorlar araç yarım gün serviste kalır her şeyine bakarlar. Motor kompresyon ölçümü dahi yaparlar. Her ne kadar 36k kmde olsa da, yaşından ötürü sana masraf açacağını da aklında bulundur derim. Çünkü servisin sana söyleyeceği ilk şey bunun triger, devirdaim, fren sıvıları, şanzıman yağı(belki) ve yüksek ihtimal akü değişsin olacaktır. Sonrasında çok uzun süre sorunsuz binersin. Yaklaşık 90 bine kadar, hatta kullanıma göre 100 bine kadar ağır bakıma girmezsin. Onda da baskı balata değişir muhtemelen.

    Onun dışında abi aracın motorunu araştırdım. Bravo'daki 150'lik ünite ile aynı.

    Kullanılan turbo "IHI Vl36" , 120'lik Punto T-Jet de kullanılan turbo ise " IHI Vl37". 150'lik ünitenin turbosunun çok daha istikrarlı, çok daha dayanıklı olduğunu yüksek basınçlara çıkabildiğini belirtmiş kullanıcılar. Punto 120'lik 1.0 barda çalışıyor. Lancia 150'lik 1.3 barda çalışıyor.

    Abi özel servisin aksine ben bu T-jet üniteyi gerçekten çok beğeniyorum. Yukarıda paylaştığım 418hp olan araç gerçekten çok şeyi anlatıyor. O aracın üstünde stok pistonlar mevcut. Yani bu bile motorun alt yapısının ne kadar dayanıklı ve uzun ömürlü olduğuna işaret ediyor. Bunlar önemli şeyler. Ne yazıkki o kadar yüksek beygirlere çıkabilen bir multiair veya tsi ünite yok mesela.(Tfsi var.) Giulietta alıp yüklemek isteyenler, beygiri daha düşük olmasına rağmen t-jet olanını tercih ediyorlar sırf bu yüzden. Yani dayanıklılık konusunda sana hiç bir sıkıntı çıkaracağını düşünmüyorum. Yalnız elektronik parçaları(Boğaz kelebeği, ecu, enjektör) biraz nasip işi, bozuladabilir sendeyken, bozulmaya da bilir. Tamamen nasip işi elektronik parçalar. Bu konuda ben sizin yerinizde olsam aracın tüm elektronik aksamlarını kontrol ederdim. Arka cam rezistansından, varsa koltuk ayarına kadar her şeyini.

    Şimdi gelgelelim tüp işine. Lancia sahipleri genelde tüp tercih etmiyorlar. Fakat aynı ünite Bravo'da da kullanıldığı için ben onu baz aldım. Sahibinde bulunan 150 beygirlik 18 Bravo'dan, 12'si tüplü. Bu tüplü araçların hepsi 100 bin üstünde araçlar. Hatta 195 bin olan iki tane araç mevcut. Punto forumunda T-jet sahipleri bu tüp mevzunu baya konuştular bir dönem. Atiker'den bir türlü istenen performansı alamadıklarından şikayet ettiklerini hatırlıyorum, hatta firmaya yazdılar firma yardımcı olmadı vs. Öte yandan Brc turbo kitten memnun olan çokça üye mevcut. Ayrıca Fiat servisleri garantiyi bozmadan bu araçlara Landirenzo kit takmaya başladı sonrasında. Yani bu T-Jet motorlar tüp ile gayet uyumlu biliyorum ben. Yalnız tüp işi her zaman muamma, iyi bir usta bulmak gerekiyor. Onu da büyük bir şehirde yaptırman daha iyi olur abi.

    Gelelim yakıt işine; bu aracın uzun yol yakıt verisi zaten 5.5 civarı. Bu veri 90 sabit hızla giderken elde edilen veri olduğunu düşünürsek bence 120 altında 7 litrenin altını görmek mümkün. Benim araçta 120 sabitte 6.5 civarı yakıyor.(18 jant mevcut) Yani bu araçta o civarlarda gezer diye düşünüyorum. Yalnız şunu belirtmek isterim özellikle dizel ünitelerinde Fiat'ın hiç bir zaman yakıt konusunda rakiplerine göre çok iddialı olduğunu görmedim. Mesela yeni 1.6 mjet 320 tork. Deli gibi gidiyor. Ama rakiplerinden 0.5-1 litre fazla mazot tükketiği gözüküyor fabrika verilerinde. Fiat sanki sürüş konforu, atikliğini biraz daha ön planda tutuyor gibi hissediyorum ben.

    Fiat'ın motorlarının canlı hissettirmesinin sebebi biraz da şanzıman oranlarından. Bu İtalyanlar biraz kısa tutuyor şanzıman oranlarını, genelde 0-100 değerleri onun için iyi oluyor. 3. vitesleri, olumlu manada çok acımasız olabiliyor diğer arabalar için çoğu zaman. Mesela yeni Megane 136 beygir ile 10.2'lik 0-100 değerini nasıl elde etmiş, aklım almıyor. Büyük başarı tebrik etmek lazım, istesen yapamazsın 136 beygirlik aracın 0-100 değerini 10 saniyenin üstünde. Yani bu araçta(Lancia Delta) muhtemelen çok canlı hissettiriyordur motor olarak. Fakat basarsan 10 litre civarında gezersin şehir içinde ne yazıkki.

    Onun dışında sormak istediğin bir şey varsa sorabilirsin abi. Aracı çok anlatmaya gerek duymadım. Zaten karar verdiğine göre, içine sinmiştir. Ancak özetle konfor odaklı bir araç olduğunu söyleyebilirim.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Legolas246 -- 10 Nisan 2018; 7:13:39 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Panthér

    O da olur İnşallah. Ama ben hep çekinirdim ve ilk defa teklifte bulundum(daha öceleri çok yakın 1-2 arkadaşım gariç), çünkü mahçup olabilme durumu beni hep trdirgin etmiştir.

    Abi ortam o kadar kötü ki ister istemez tanıdığın bildiğin kişilerden araç bakıyorsun. Dün İstanbul'dan arkadaşımla uzun uzun konuştuk ve dolandırıcılık hikayesi anlattı ağzım açık kaldı.

    Adam aracı satmak için 70.000'e ilana veriyor ve " ben imamım " diye kendini tanıtan birisi aracı alacağını, ertesi gün orada olacağını söylüyor. Ertesi gün para çıkışmadı diyerek bahane uydurup diğer güne sarkıtmasını istiyor, aracı satan kişi de tamam diyor. Daha sonra ertesi gün parayı bulduğunu ancak gelemeyeceğini, arkadaşının gelip alacağını söylüyor ve tamam diyor. Ancak paranın 50.000 TL'sini banka havalesi ile vereceğini, 20.000 TL'sini ise arkadaşının nakit getireceğini söylüyor. Satan kişi de tamam diyerek anlaşıyorlar.

    Hesabına gelen 50.000 TL'den sonra, satın alacak arkadaş gelip 20.000 TL de nakit vererek noterden aracı alıp ayrılıyor. Aradan zaman geçtikten sonra asıl almak isteyen kişi 50.000 TL'nin sehven havale yapıldığını ve para iadesinin yapılmasını istediği ile bankaya müracaatte bulunuyor ve olay mahkemeye gidiyor. Mahkemede imam diye tanıtan, arkadaşı ve aracı satan kişi dahil oluyor. İmam diye tanıtan kişi "ben bu iki kişiyi tanımıyorum" diye beyan ediyor. Aracı alan kişi de "20.000 liraya aracı aldım ve sadece aracı satan kişiyi tanıyorum " diyince aracı satan kişi afallıyor. Mahkeme de 50.000 liranın iadesine karar veriyor.

    Olay hemen hemen böyle ve daha neleri var. O yüzden insanlar güvenebileceği insan arıyor. Ben forumda güvenip de güvenimi boşa çıkaran kimseyle tanışmadım. Her gittiğimde beni misafir eden, gençlik zamanımda "paran olmadığı zaman mutlaka söyle " diyen insanlarla tanıştım. Bu sözü bazı insanlar öz kardeşine bile kullanmıyor.

    Konu açıldığı günden beri en güzel gününü dün yaşamış gibi görünüyor. Hep böyle devam eder inşallah




  • Saygı,sevgi ve rahmetle anıyoruz.
  • 760 daki indirim muazzam, kaçırmamak lazım da, acaba hangi rengi seçsek
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Panthér

    Fiyatlar uçtu gitti, saçma bir hal aldı?

    Ben artık sıfır araba alabileceğimi sanmıyorum, bu araç ile gittiği yere kadar devam...

    Alıntıları Göster
    Ben artık ikinci elde alabileceğimi sanmıyorum (yani mevcutun üzerine para koyarak)

    Hergeçen gün dolar artıyor biz fakirleşiyoruz o yüzden gelirimin arttığını hissetmeden arabaya extra para harcamak beni iyice fakirleştirecek. Bu yüzden de cactus ile uzun bir birliktelik bizi bekliyor gibi.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: cizgisiz

    Merhabalar bende araba alacağım iki aydır arabalara bakıyorum 70.000-75.000 civarı bir tane bile içime sinen temiz bir araba denk gelmedi.İkinci el piyasası uçmuş gitmiş bunun Sıfır araçlarında yüksek olması ile orantılı diyor satan kişiler fakat : piyasada öyle araçlar var ki sayısız değişeni heryeri boyalı çizik göçük üç dört kazası olan hurdaya parçaya çıkacak araçları ilginç fiyatlar istiyorlar. Bayi de ikinci el satılan araçlara bakıyorum her yeri çizik göçüklu araca cila atmışlar;motor yorgun temiz hatasız diyorlar . Temiz, hasarsız,bakimli yazıyorlar arıyorsun detaya girince eveleyip geveliyorlar video istiyorsun temiz sandığın araç hayal kırıklığı. Napacaz bilmiyorum
    Son 1.5 yıldır piyasaya çok az sıfır araç çıktı dolayısıyla araç talebi 2. El piyasasına aktı ve ötv indiriminin sona ermesiyle bu talep sele dönüştü ve ikinci el piyasasındaki bütün iyi/normal fiyatlı araçları önü kattı götürdü, İkinci el piyasasında da çarık çürükler ve çok yüksek fiyatlı iyi araçlar kaldı. Şu an satışta ilanı olan araçların neredeyse %90 ı da ilanda yazıldığı gibi değil.
    İmzamda belirttiğim instagram hesabımda ikinci el piyasasının nabzını tutuyorum.
    Ve etrafımdaki kişiler içinde yıllardır araç araştırdığım için anlattığınız durumun net olarak farkındayım.
    Çok çok dikkatli olun derim.
    İnaının herkes çakal düzenbaz ve hilekar bugün bir ilana bakmaya gittik.
    Adam ne diyorsa baştan sona yalan ve bu oraya gittiğinizde ortaya çıkacak ama adam yinede yalan söylüyor ve sonunda seni oraya kadar getiriyor. Sen söyleyincede hakkını helal et diyor.
    O kadar da Allah korkusu var yani.
    Halkını helal et dedimi iş bitiyor.
    Bu işlerden anlamayan kişilere şu aralarda ikinci el araç almasını tavsiye etmem, istek ve zevkelerinizi törpüleyin sadece bir taşıt gözüyle bakın gidin sıfır km egea 1.4 easy alın, clio 1.2 joy alın en azından 3 sene kafa rahat binin. Bu söylediğim şeyleri yabana atmayın




  • Hocam ne diyorsun ? Konu ileri gider gitmez bilmiyorum ama uygun mudur ?
  • Bunca zamandır forumdayım, favoriye aldığım ilk konu. Hayırlı olsun, biz de tanıdıklarımızı çağıralım.
  • Gülmek için birebir: Duba intake

    https://www.instagram.com/p/BDqGngSG7pw/
  • 
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.