Şimdi Ara

KIRMIZI ET TÜKETEREK KÜRESEL ISINMAYA KATKIDA BULUNUYORUZ!..

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
1 Misafir - 1 Masaüstü
5 sn
47
Cevap
2
Favori
1.645
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
5 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 123
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • BESİ HAYVANLARI KÜRESEL ISINMAYA NASIL KATKI YAPIYOR

    Burada besi hayvanlarından sadece inekleri (dana, manda, boğa dahi) ele alacağız. Koyunlar, domuzlar, keçiler, tavuklar, tavşanlar, kazlar, hindiler vb. DAHİL DEĞİL... Bununla da yetinmeyip besi hayvanlarının sadece metan salınımını ele alacağız. Besi hayvancılığı nedeniyle dolaylı yoldan salınan (gübre ve yem üretimi, sulama, ulaşım, depolama vb.) diğer gazlar konumuzun dışında. Onları da dahil edersek durum daha da vahimleşiyor.

    Önce bir tespit. Metan en etkili sera gazlarından biri. CO2’e oranla atmosferde tam 23 kat daha fazla ısı tutma kapasitesine sahip. Bir başka deyişle 1 kg metan 23 kg CO2’ye eşit.

    Ortalama bir inek yılda 70 ile 120 kg arasında bağırsaklarında metan gazı üretiyor. Bu gaz her gün atmosfere salınıyor. Bunun ortalamasını alalım ve inek başına 100 kg metan salınımı olduğunu belirleyelim. (100/365 = inek başına 365 gr/gün)

    Bunun CO2 karşılığı 100 x 23 = 2300 kg CO2’dir. Yani bir inek soluduğu hava hariç bağırsaklarında yılda 2300 kg CO2 (karşılığı metan) üretmektedir.

    Peki ortalama bir otomobil 1 yılda ne kadar CO2 üretir? Mesela dünyada en çok satan Toyota Corrolla’nın 1.8 LE modeli km başına CO2 emisyonu 228 gramdır. 2300 kg CO2 salması için bir Corolla’nın 2300 / 0,228 = 10.008 km yol yapması gerekir. 1.6 motorlusu ile 12000 km yol yapmak mümkündür.

    Yeryüzünde çiftliklerde toplam 1,5 milyar kadar inek olduğu bilinmektedir. Bu durumda 1.500.000.000 x 2300 = 3.450.000.000 milyon ton eder. Bunun da metrik ton karşılığı yaklaşık 2 milyar tondur. 2016 yılında atmosfere insan faaliyetleri neticesinde 9,8 milyar metrik ton CO2 salınmıştır. Yani inekler tek başına tüm CO2 salınımının %20 kadarından sorumludur. Yapılan çok hassas hesaplamalar ile bu oran yaklaşık olarak %18 olarak bulunmuştur ve dünyadaki fosil yakıtlı tüm ulaşım araçlarının saldığı CO2 miktarına eşittir!

    Bir başka deyişle çiftliklerdeki ineklerin ürettiği sera gazları TAM 1,5 milyar 1.6 Toyota Corolla’nın her birinin 12.000 km/yıl yol yaparsa üreteceği sera gazına eşittir! Dünyada toplam 750 milyon kadar otomobil olduğunu da unutmayalım!..

    Dikkat, bu rakama koyunlar ve domuzlar dahil değil. Onlar da çok daha az olmakla birlikte metan üretiyor.

    Şimdi de 1 kg et üretmek için atmosfere ne kadar CO2 salınıyor bir bakalım:
    1 kg inek eti: 34,6 kg CO2
    1 kg koyun eti: 17,4 kg
    1 kg domuz eti: 6,35 kg
    1 kg tavuk eti: 4,57 kg

    Şimdi neden kırmızı et ve özellikle dana ve koyun eti tüketmemeliyiz anlıyor musunuz?

    İnsanların kırmızı et tüketimi insanların başına bela olmaktadır. İnekler yeryüzündeki en önemli 3 sera gazı kaynağından biridir (termik santraller, ulaşım araçları, inekler). Koyunları da dahi,l ederseniz 2. sıraya çıkmaktadır. Tüm besi hayvanları yüzünden yapılan tüm salınım hesaplandığında ise durum daha vahimdir. Bir kaynağa göre bu durumda oran %40’a çıkarak termik santralları da geçmekte ve 1. sıraya oturmaktadır.

    İşte bu nedenle Çin ülkede et tüketimini 2030 yılına kadar yarı yarıya azaltmaya karar verdi ve programını uygulamaya koydu bile (5).

    Bunu salt sera gazlarını azaltmak için yapmıyor Çin. Son 20 yılda Çin’de refah 20 kat arttı ve bu da et tüketimine tavan yaptırdı. İşte bu artan et tüketimi yüzünden ortaya çıkan sağlık sorunları Sağlık Bakanlığının bütçesini zorlamay başlayınca Çin komünist hükümeti seyirci kalmayıp önlem alıyor.

    Kırmızı et (özellikle dana eti) aynı zamanda en sağlıksız, sağlığa en zararlı et türü ama bu başka bir paylaşım konusu, o konuya burada girmeyeceğim. Zaten her gün kanser uzmanları bas bas bağırıyor, endüstriyel kırmızı et yemeyin diye...

    Ben kırmızı et tüketilmesin derken boşa konuşmuyorum. Boşa konuşmayı seven biri değilim. Bir şey iddia ediyorsam mutlaka bir veriye veya muteber bir kaynağa dayanır. Onun için bazıları boşuna laga luga yapmasın. Aksini iddia ediyorsa kanıtlarıyla birlikte gelsin.

    Not: Verilerin çoğu Birleşmiş Milletlere bağlı FAO’dan (Gıda ve Tarım Organizasyonu) alınmıştır (2-3).

    Kaynaklar:
    (1)http://www.lrrd.org/lrrd28/3/sark28037.htm

    (2)http://www.fao.org/3/i3437e.pdf

    (3)http://www.fao.org/news/story/en/item/197623/icode/

    (4)http://timeforchange.org/are-cows-cause-of-global-warming-meat-methane-CO2

    (5)https://foodrevolution.org/blog/food-and-health/china-plan-reduce-meat-consumption/

    ...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Torlak Kemal -- 4 Eylül 2017; 21:54:22 >







  • NEDEN KIRMIZI ET YEMELİYİZ:
    1. Lezzetli
    2. Dinim başka ete izin vermiyor.


    NEDEN KIRMIZI ET YEMEMELİYİZ:
    1. Kırmızı et üretimi küresel ısınmanın başlıca sebebidir.
    2. Kırmızı et üretmek için gerekli mera alanlarını büyütmek üzere ormanlar yok ediliyor.
    3. Kırmızı et üretiminde hormon ve antibiyotik kullanılıyor, bunlar yiyenlerin vücudunda birikiyor.
    4. Kırmızı etin her gün yenmesi karaciğer ve böbrek yetmezliği, kalp krizi, hiper tansiyon, gut ve kanser riskini ciddi oranlarda artırıyor.
    5. Kırmızı et üretimi için aşırı su kullanılarak tatlı su kaynakları kirletiliyor ve tüketiliyor.
    6. Kırmızı et üretimi için hayvanlar çok erken yani çocuk yaşta kesiliyor (gayri ahlaki bir durum).
    7. Kırmızı et üretiminde kullanılan hayvanlara eziyet ediliyor (gayri ahlaki bir durum).
    8. Kırmızı et üretimi için kullanılan yemler ucuza mal olsun diye GDO olarak üretiliyor.
    9. Kırmızı et üretimi yüzünden diğer canlıların doğal yaşam alanları daraltılıyor.
    10.Kırmızı et tüketmek insanları daha saldırgan yapıyor.

    Bunlar için bana soru yöneltmeyin, Google amcaya sorun, hepsinin kaynakları önünüze gelecek. Özellikle 10. maddye takılacaksınız ama dediğim gibi bana sormayın Google'layın, cevabı webde sayfa sayfa var.
    1,5 milyar inek yok edilip toprağa gömülsün diyemem. üretim durdurulur, zaman içinde sayı makul seviyelere iner. yapılması gereken budur.

    Öte yandan kırmızı ette bulunan tüm esansiyel amino asitler sebzelerde de var. Tahıllar yeterli amino asidi içeriyor. Sebzelerin amino asit açısından yetersiz olduğu doğru değildir, doğru olan sebzedeki protein konsantrasyonunun kırmızı ete göre düşük oluşudur. 100 gram kırmızı ette 28 gr protein vardır ama 100 gr ekmekte 9 gram vardır. İlaveten proteinlerin hidroliz ile çözülmesi işlemi et proteinlerinde daha kolaydır. Tahıl proteinlerinin sindirimi ete göre daha uzun sürer.

    Yani etteki protein tahıldaki proteine göre daha niteliklidir ama tahıllarda da ihtiyacımız olan tüm amino asitler vardır.

    Kırmızı etin mükemmel alternatifi böcek (mesela çekirge) yemektir. Çekirge eti dünyanın en sağlıklı eti kabul edilmektedir, yağsızdır, yüksek kalitede protein içerir. Solucan eti de bir diğer alternatiftir. Bir başka alternatif balıktır(çiftlik balığı değil). Alternatifler arasında süt ve yumurta da vardır.

    Az miktarda peynir, yoğurt ve yumurta içeren bir vejetaryen menü en sağlıklı menüdür. Vegan menüler ise biraz sıkıntılıdır, dikkatli olunmazsa ağır B12 ve demir eksikliğine yol açar.
    Yazmayı unuttum, asıl sorun aslında inekler değil. Onların çoğaltılıp 1,5 milyar gibi absürt bir rakama ulaşmasına yol açan insan sayısındaki inanılmaz artış. Esas sorun insan nüfusu. 1850'lerde dünyada 1 milyar civarında insan vardı. Bugün 7,5 milyar var. yalnızca 150 yılda nüfus 7,5 kat artmış ama et tüketimi muhtemelen 25 kat artmıştır çünkü bu 150 yılda refah da çok arttı, ete erişim de çok kolaylaştı. Hemen yol üstünde ekmek arası dönerini alıp yiyebiliyorsun. Et üretimi avcılıktan endüstriyel üretime geçince işler bu hale geldi.

    Esas sorun insan nüfusundaki inanılmaz artış. En alttaki grafiğe bakarsan anomaliyi ve tüm sorunların kaynağını göreceksin. İnsan nüfusu 7,5 milyar yerine çok daha makul olan 250 milyon, bilemedin 500 milyon civarında olsaydı, bugün yaşadığımız sorunların 10'da birini bile yaşamıyor olacaktık:
    https://ourworldindata.org/world-population-growth/


    Valla kusura bakmayın sizi de küfürlü ifadeler okumak zorunda bırakıyorum ama bu bayağılığa, bu sığlığa ve çapsızlığa artık tahammül edemez hale geldim. Sanırım forumu yakında bırakacağım.

    Gerçekten bu seviyesizlik, bu dipsizlik, bu ağır cehalet ve ona koşut dayanaksız kibir tahammül edebileceğim sınırları aştı.


    Orada milyon tane veri data ve somut bilgi var, adam (lafın gelişi, ortada adam da yok) gelmiş dalga geçiyor.


    Yahu ben bu ucuz züppeliğe niye tahammül edeyim?
  • NEDEN KIRMIZI ET YEMELİYİZ:
    1. Lezzetli
    2. Dinim başka ete izin vermiyor.


    NEDEN KIRMIZI ET YEMEMELİYİZ:
    1. Kırmızı et üretimi küresel ısınmanın başlıca sebebidir.
    2. Kırmızı et üretmek için gerekli mera alanlarını büyütmek üzere ormanlar yok ediliyor.
    3. Kırmızı et üretiminde hormon ve antibiyotik kullanılıyor, bunlar yiyenlerin vücudunda birikiyor.
    4. Kırmızı etin her gün yenmesi karaciğer ve böbrek yetmezliği, kalp krizi, hiper tansiyon, gut ve kanser riskini ciddi oranlarda artırıyor.
    5. Kırmızı et üretimi için aşırı su kullanılarak tatlı su kaynakları kirletiliyor ve tüketiliyor.
    6. Kırmızı et üretimi için hayvanlar çok erken yani çocuk yaşta kesiliyor (gayri ahlaki bir durum).
    7. Kırmızı et üretiminde kullanılan hayvanlara eziyet ediliyor (gayri ahlaki bir durum).
    8. Kırmızı et üretimi için kullanılan yemler ucuza mal olsun diye GDO olarak üretiliyor.
    9. Kırmızı et üretimi yüzünden diğer canlıların doğal yaşam alanları daraltılıyor.
    10.Kırmızı et tüketmek insanları daha saldırgan yapıyor.

    Bunlar için bana soru yöneltmeyin, Google amcaya sorun, hepsinin kaynakları önünüze gelecek. Özellikle 10. maddye takılacaksınız ama dediğim gibi bana sormayın Google'layın, cevabı webde sayfa sayfa var.




  • Peki 1,5 milyar davar ne yapılmalı sizce?



    Kırmızı et alternatifi olarak sebzelerin hiçbiri yeterli değil. Telafisi ne şekilde olacak?

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • El Fuego kullanıcısına yanıt
    1,5 milyar inek yok edilip toprağa gömülsün diyemem. üretim durdurulur, zaman içinde sayı makul seviyelere iner. yapılması gereken budur.

    Öte yandan kırmızı ette bulunan tüm esansiyel amino asitler sebzelerde de var. Tahıllar yeterli amino asidi içeriyor. Sebzelerin amino asit açısından yetersiz olduğu doğru değildir, doğru olan sebzedeki protein konsantrasyonunun kırmızı ete göre düşük oluşudur. 100 gram kırmızı ette 28 gr protein vardır ama 100 gr ekmekte 9 gram vardır. İlaveten proteinlerin hidroliz ile çözülmesi işlemi et proteinlerinde daha kolaydır. Tahıl proteinlerinin sindirimi ete göre daha uzun sürer.

    Yani etteki protein tahıldaki proteine göre daha niteliklidir ama tahıllarda da ihtiyacımız olan tüm amino asitler vardır.

    Kırmızı etin mükemmel alternatifi böcek (mesela çekirge) yemektir. Çekirge eti dünyanın en sağlıklı eti kabul edilmektedir, yağsızdır, yüksek kalitede protein içerir. Solucan eti de bir diğer alternatiftir. Bir başka alternatif balıktır(çiftlik balığı değil). Alternatifler arasında süt ve yumurta da vardır.

    Az miktarda peynir, yoğurt ve yumurta içeren bir vejetaryen menü en sağlıklı menüdür. Vegan menüler ise biraz sıkıntılıdır, dikkatli olunmazsa ağır B12 ve demir eksikliğine yol açar.




  • Endüstriyel birçok ürün benzer riskleri taşımıyor mu? Kırmızı et tüketilmediği durumda bu besinden elde edilecek protein vs. ihtiyacı nasıl karşılanmalı? Beyaz et hakkında ne düşünüyorsunuz (endüstriyel olanından bahsediyorum tabii)? Bu dönemde sağlıklı bir beslenme nasıl sağlanabilir ki? Meyveler ve sebzeler de yüksek oranda hormon ve bilemeyeceğimiz sayıda sağlığa zararlı maddelerle etkileşime giriyor.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • El Fuego kullanıcısına yanıt
    Yazmayı unuttum, asıl sorun aslında inekler değil. Onların çoğaltılıp 1,5 milyar gibi absürt bir rakama ulaşmasına yol açan insan sayısındaki inanılmaz artış. Esas sorun insan nüfusu. 1850'lerde dünyada 1 milyar civarında insan vardı. Bugün 7,5 milyar var. yalnızca 150 yılda nüfus 7,5 kat artmış ama et tüketimi muhtemelen 25 kat artmıştır çünkü bu 150 yılda refah da çok arttı, ete erişim de çok kolaylaştı. Hemen yol üstünde ekmek arası dönerini alıp yiyebiliyorsun. Et üretimi avcılıktan endüstriyel üretime geçince işler bu hale geldi.

    Esas sorun insan nüfusundaki inanılmaz artış. En alttaki grafiğe bakarsan anomaliyi ve tüm sorunların kaynağını göreceksin. İnsan nüfusu 7,5 milyar yerine çok daha makul olan 250 milyon, bilemedin 500 milyon civarında olsaydı, bugün yaşadığımız sorunların 10'da birini bile yaşamıyor olacaktık:
    https://ourworldindata.org/world-population-growth/


    KIRMIZI ET TÜKETEREK KÜRESEL ISINMAYA KATKIDA BULUNUYORUZ!..



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Torlak Kemal -- 7 Eylül 2017; 21:1:38 >




  • olasılıksız238 kullanıcısına yanıt
    Yukarıda kısmen bir başkasına cevap verdim. daha sonra ayrıntılı ele alırız, birlikte beyin fırtınası yaparız. Soruna bir kez inandıktan sonra çözümde uzlaşmak kolaylaşır. şimdi yatma vakti. İyi akşamlar.
  • Faydalı bir konu Torlak Hocam. Bu yazı dizisini kısa kesmezsin umarım. Okuması zevkli oluyor.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Kartal Göz

    Faydalı bir konu Torlak Hocam. Bu yazı dizisini kısa kesmezsin umarım. Okuması zevkli oluyor.

    Tamam hocam devam edelim...
  • ET VERİMİ VE DANA ETİNİN VERİMSİZLİĞİ

    Et verimi besicilikteki en önemli parametrelerdendir. Bir hayvan kesim büyüklüğüne geldiğinde tartılır, doğumdan itibaren ona ne kadar yem verildiği hesaplanır ve bir girdi/çıktı oranı bulunur. Buna teknik olarak PCR (et dönüşüm oranı) denmektedir. Yalnız bu oranı Türkiye'de et verimi adı altında kullanılan oran ile karıştırmamak gerekir. Ülkemizde et verimi denince canlı hayvanın ağırlığının ne kadarının yenilebilir ete dönüştüğü anlaşılmaktadır ve konumuzla ilgisi yoktur.

    Bir örnek üzerinden gidelim ve mesela bir koyunu ele alalım. Ortalama bir koyun 30 -50 kg arasıdır. Biz ona 40 kg diyelim. Bir koç genellikle 1,5-2 yaşında kesilir. Süt kuzular ise sadece 1-2 aylıkken kesilir (vicdansızlığa bak). Genelde koyunlar 1 yaşından 2 yaşına kadar kesilirler (koyunun ömrü 12 yıldır). Biz 18 aylıkken kesildiğini varsayalım ancak bunu kullanmayacağız. Onun yerine hayvan kaç aylıkken kesim kilosuna geliyor, ona bakacağız. Diyelim ki hayvan 6 ayda kesim kilosuna geliyor. Bu durumda PCR şöyle hesaplanır: 180 * günlük yem miktarı /Kesim kilosu - Doğum kilosu. İşte bu orana PCR denmektedir ve endüstriyel besiciler tarafından bir hayvan türünün et verimini ölçmede kullanılır. Bir başka deyişle hayvanın 1 kg et tutması için kaç kg yem tüketmesi gerektiğinin oranıdır bu. ve şöyle mesela hayvanın 1 ayda kaç kg aldığına bakarak da hesaplayabilirsiniz.

    Bir de bu oranın tam tersi vardır. Ona da FE yani besi verimi denmektedir ve % ile gösterilir. Çıktı/girdi yerine girdi/çıktı alınır.

    Evet, bugün yediğimiz hayvanların ve bir de alternatif adayımız çekirgenin PCR ve FE oranlarına bakalım:

    KIRMIZI ET TÜKETEREK KÜRESEL ISINMAYA KATKIDA BULUNUYORUZ!..

    Görüldüğü üzere en verimsiz hayvan inek ve sığır. Yani 1 kg sığır eti için en az 6 kg yem tüketilmesi gerekiyor. Bu anlamda sığır bazal metabolizması en verimsiz metabolizma. yalnız inekte ölçülen et verimi değil, süt verimi. Bunu dikkate alalım. Onu sırasıyla koyun ve domuz izliyor. Kümes hayvanları (tavuk-hindi) bu konuda çok iyi. Balık da çok iyi. Ama en iyisi kuşkusuz çekirge.

    1 kg çekirge eti için yalnızca 1,7 kg yem vermeniz gerekiyor. Üstelik çekirgeler için özel yem üretmeye de gerek yok. Fabrikaların ve gıda tesislerinin organik atıkları ile beslenebiliyorlar.

    Yandaki % kolonu ise 1 kg yemin ne kadarının ete dönüştüğünün ölçüsü. Çekirgede bu oran %60 iken sığırda yalnızca %15. Yani çekirge 1 kg et için sığıra göre tam 4 kat az yem tüketiyor ve üstelik atık yemle de beslenebiliyor. Üstelik bunun için su da tüketmiyor!

    Şimdi neden kırmızı et tüketmemeliyiz sanırım bir kez daha anlaşılmıştır. Bunu daha iyi anlamak için bir rakam daha vereyim: Dünyadaki ekili alanların (dikili değil, yalnızca ekili) yaklaşık %80 kadarı sığır ve koyunlar için yem üretimine tahsis edilmiş durumdadır. Oysa sığır değil de çekirge yiyor olsaydık bu oran bir anda %10 seviyelerine düşecekti!

    Kırmızı et tüketmenin çevre ve eko sistem üzerinde nasıl ağır bir baskı oluşturduğunu görüyor musunuz?

    Konuya devam edeceğim, daha başka vahim veriler de var.

    KAYNAK:
    (1)http://awfw.org/feed-ratios/

    (2)http://www.globalharvestinitiative.org/index.php/2013/10/livestock-and-feed-conversion-food-producers-or-food-thieves/

    (3)https://en.wikipedia.org/wiki/Feed_conversion_ratio#Beef_cattle




  • Tüh lan çekirge eti yerine en sağlıklı et sığır eti olsaydı müslümanlar bu zaten kuranda yazıyor diyebilecekti.

    Ama meğer en sağlıksız olanıymış. Artık diyemeyecekler.
  • Amerikalı ünlü gıda yazarı Michael Pollan bir söyleşide şöyle ifade etmiş:

    "300 milyon Amerikalı haftada 1 akşam yemeğinde et yemekten vazgeçseler, bunun küresel ısınmayı engelleme konusundaki olumlu etkisi 30 ile 40 milyon otomobilin 1 yıl süreyle trafikten çekilmesine eş değerde olurdu."

    Evet, Amerikalılar dünyada en çok sığır eti tüketen ilk 3 ülkeden biri ve bu çerçevede küresel ısınmaya bu cepheden de müthiş katkı yapıyor. Dünyanın içine eden ABD'lilerin gerçekten yatacak yeri yok! Onların sahte refahının maliyetini tüm dünya ödüyor...

    Konuya devam edeceğim. Sırada Eutrophication ve acidification problemleri var ama konuyu mesaja boğmak istemiyorum, gece paylaşırım.

    KAYNAK:
    http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2009/04/29/AR2009042901209.html




  • Bunların üretimi en fazla Amerika'da var Türkiye'de et bile üretilmiyor sanki öyle hissediyorum
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Koşulsuz_Uyarıcı

    Bunların üretimi en fazla Amerika'da var Türkiye'de et bile üretilmiyor sanki öyle hissediyorum

    Kaynak ne kadar sağlam bilmiyorum ama burada bazı rakamlar var Türkiye için:

    https://www.haberler.com/turkiye-de-kisi-basi-et-tuketimi-yillik-32-6-4647331-haberi/

    Buna göre dünya ortalamasının altındayız. Ortalamanın üstündeyizdir diye düşünmüştüm oysa.

    Hindistan bir facia. Kişi başı yıllık 4 kilo et tüketimi. Ancak bu yoksulluktan değil, dinleri gereği çoğu vejetaryen besleniyor. Dünyada en çok vejetaryen nüfusu Hindistan barındırıyor. Bu arada Hindistan kanserin en az görüldüğü ülke! Tabii bu salt et tüketmemekle açıklanamaz ama et tüketmemeleri de bir etken.




  • KIRMIZI ET ENDÜSTRİSİNİN GLOBAL EUTROPHICATION’A KATKISI

    Önce Eutrophication nedir, kuş mudur, deve midir, bir bakalım. Eutrophication sözlük anlamı olarak sudaki azot ve fosfat bileşiklerinin artması demek. Teknik anlamda ise Eutrophication belli bir miktar suyun sudaki oksijeni tüketen yosun ve alg türlerinin gelişimini hızlandıran çözünebilir besin tuzları ile (mesela fosfat) zenginleştirilmesi sürecidir. Bu sürecin yan etkisi, sudaki çözünmüş oksijene ihtiyaç duyan balık hayatının tehlikeye girmesidir.

    Daha açık bir deyişle, nehirlerdeki, göllerdeki ve denizlerdeki fosfat ve azot gibi tuzların seviyesi artmakta, bu da buralardaki balık yaşamını tehdit etmektedir.

    Peki, bu tuzlar nereden geliyor? Tabii ki endüstriyel insan faaliyetlerinden. Örneğin azot ve fosfat bakımından en zengin insan ürünü nesnelerden biri gübredir. Bu gübreyi nerede kullanıyoruz? Bir önceki mesajımda dünyadaki ekili alanların %80’inin hayvan yemi üretimi için soya, yulaf, küspe, arpa gibi hububat ekimine ayrıldığını söylemiştim.

    Evet ya, dünyada 1,5 milyar sığır ve 1,1 milyar civarında koyun var. Kaç domuz var bilmiyorum. Muhtemelen 1 milyar kadar da domuz vardır. Tüm bu hayvanları neyle besleyeceksiniz? Tabii ki yemle. Bu yemler nereden gelecek? Aha bu ekili alanların %80’ini kaplayan tarlalardan. Peki neden bu kadar çok tarla var? Çünkü özellikle sığır olmak üzere bu hayvanların metabolizmaları verimsiz, yetişkin kilolarına erişene kadar kendi vücut ağırlıklarının kat be katı yem tüketiyorlar (bu meseleyi bir üst mesajımda ele almıştım) ve sayıları çok ama çok fazla çünkü biz onları yemek için sürekli çoğaltıyoruz. Et ucuz olsun diye bol bol doğurtuyoruz. Peki bu kadar tarlayı verimli tutmak için her yıl gübre kullanılıyor mu? Evet kullanılıyor. Bu gübrelerdeki emilmeyen fosfat ve azot bileşikleri yağmur suları ve sulama ile göllere, nehirlere ve oradan denizlere taşınıyor mu? Taşınıyor.

    Başka?
    Toplam 3,5-4 milyar besi hayvanı kakasını yapıyor mu? İnsan foseptiği artık çoğu filtre edilerek denizlere salınıyor. Ya sığır, koyun, domuz foseptiği? Çoğu besi çiftliğinde maalesef atık işleme tesisi yok, bu foseptik de bir şekilde denizlere akıyor (Türkiyede gübre olarak kullanılıyor diyebilirsiniz ama artık çoğu yerde kullanılmıyor, gübre fabrikalarının para kazanması gerek). Yapılan hesaplamalara göre bir sığır kesilene kadar yenilebilir her 1 kilo eti için 65 kiloya kadar dışkı üretiyor (4). Yani kasaptan 1 kilo sığır eti aldığında bunun maliyetlerinden birinin 65 kilo dışkı olduğunu da hesba katmalısınız. Bu kadar dışkı ne oluyor sorusuna bir örnek: Mesela 1990’larda Karadeniz (galiba Soçi) kıyılarında işletmeye açılan bir domuz çiftliğinde tam 1 milyon domuz üretilmiş ve bunların pislikleri olduğu gibi Karadenize boca edilmiş. Bunun ne anlama geldiğini şöyle açıklayabilirim: 1 milyon domuzun dışkısı, 5 milyon insanın dışkısına eşittir (Bakan, G. and H. Buyukgungor. 2000. "The Black Sea." Marine Pollution Bulletin 41: 24-43.
    Balkas, T., G. Dechev, R. Mihnea, O. Serbanescu, and U. Unlueata. 1990. State of the Marine Environment in the Black Sea Region. UNEP Regional Seas Reports Studies No. 124. 41 p.)
    Görüyorsunuz, tabağınızdaki dana eti belki lezzetli ama faturası kasaba ödediğiniz miktar ile sınırlı değil, esas faturasının tadı çok acı. Siz en az 3 çocuk naraları atarsanız ve bunları doyurmak için et üretimini böyle endüstri haline getirirseniz, bu dünyayı her canlı için yaşanmaz, katlanılmaz bir yer haline getirirsiniz.
    Ya çoğalmaktan vazgeçeceğiz, ya da kırmızı et yemekten!..

    KAYNAK:
    (1)http://www.wri.org/our-work/project/eutrophication-and-hypoxia/sources-eutrophication

    (2)http://ec.europa.eu/environment/integration/research/newsalert/pdf/197na1_en.pdf

    (3)http://iopscience.iop.org/article/10.1088/1748-9326/10/11/115004

    (4)http://www.slate.com/articles/health_and_science/the_green_lantern/2009/04/the_kindest_cut.html

    .




  • EN BÜYÜK TEHLİKE: OKYANUS ASİTLENMESİ (ACIDIFICATION)

    Dana ve sığır eti yemenin en büyük götürülernden biri de okyanusların asitlenmesine yaptıkları gros katkı.

    Bunu dolaylı ve doğrudan olmak üzere iki yoldan yapıyor. Sorunu anlamak için ayrıntıya ineceğiz ama önce okyanusların asitlenmesi nedir, ne gibi sonuçlara yol açabilir ona bakalım.

    Okyanus asitlenmesi okyanus suyunun PH düzeyinin asit yönünde ivmelenmesidir ve çok ciddi çevresel etkilere yol açma potansiyeli taşımaktadır. Okyanusların son 300 milyon yıldır görece stabil bir PH düzeyi vardı ve bu 8,2 civarındaydı. Ancak son 2 yüzyılda okyanus PH’ı 8,1’e düştü. Aslında bu kabaca PH düzeyinin son 2 yy.’da %25 düştüğünü gösteriyor (1).

    Okyanus asiditesinin yükselmesi okyanuslardaki canlı yaşamını tehdit ediyor çünkü tüm okyanus canlıları PH 8,2’ye uyarlanmış durumdalar. PH’ın aniden (2-3 yy gibi çok kısa sürelerde) alkaliden aside düşmesi (<7) ile bu canlılar adaptasyon ile uyarlanma şansı bulamadan yok olabilirler. Diğer canlıların yokluğu belki yeryüzündeki yaşamı ölümcül etkileyemeyebilir ama bir okyanus canlı türü var ki, işte o hayati!

    Biz onlara pitoplankton, kelp ve alg planktonları diyoruz. Bu mikroorganizmalar atmosferdeki oksijenin %80’ini üretmekten sorumlular. CO2-->O döngüsünde havaya salınan oksijenin %80’i ormanlardan ve ağaçlardan değil, bu canlıların metabolik faaliyetlerinden geliyor. Kalanlar da çokluk yağmur ormanlarından geliyor.

    Eğer bu canlıları kaybedersek atmosferi de kaybederiz ve insan nesli tükenir. Durum o kadar ciddi! Bu canlıları kaybetmemek için okyanus resiflerini ve okyanuslardaki doğal hayatı ve eko-sistemi korumak zorundayız. Bunun için de ilk önceliğimiz atmosfere CO2 pompalamayı durdurmak ya da sürdürülebilir seviyelere indirmek gerekiyor.

    Neden? Çünkü okyanusları asitlendiren atmosferdeki artan CO2 konsantrasyonu ve bu insan eliyle oluyor. İnsanın hesapsız kitapsız tüketim çılgınlığı eliyle oluyor ve buna kırmızı et tüketimi de dahil.

    Döngü şu: CO2 + H2O -->CO2-/3 --> 2HCO3+

    Yani atmosferdeki CO2 su ile birleşerek bikarbonat iyonları oluşturuyor ve bu da suyu asitlendiriyor (2). Hesaplamalar atmosfere salınan CO2’nin %25’inin okyanuslar tarafından emildiğini ve bikarbonata dönüştüğünü gösteriyor. Okyanuslardaki resiflerin geleceği bu yüzden tehlikede.

    Kırmızı et (özellikle dana-sığır) tüketimi tek başına atmosferdeki sera gazlarının kabaca %20’sinden dolaylı yoldan (diğer yan kirleticilerle birlikte) %40 kadarından sorumlu.

    Bu, kırmızı et tüketiminin dolaylı etkisi. Doğrudan etkisi ise tüm bu çiftlik hayvanlarının dışkılarının ve ürik asit dolu idrarlarının bir şekilde nehirler ve yağmur suları yoluyla okyanuslara ulaşması.

    Yeryüzünde suyun son durağı daima okyanuslardır ve her su molekülü kendini bir şekilde okyanusta bulur. Bunu engelleyemeyiz.

    Tabağımızdaki dana bifteği çatallarken durup bir kez daha düşünün.

    Bir de kırmızı et üretimi tatlı su kaynaklarının inanılmaz kirlenmesine yol açıyor. Onu da başka bir mesajda daha sonra ele alalım.

    Son olarak özelde kırmızı et, genelde et tüketmek zorunda mıyız, ona da bakalım...


    KAYNAK:
    (1)http://www.nationalgeographic.com/environment/oceans/critical-issues-ocean-acidification/

    (2)https://www.mission-blue.org/2015/02/whats-the-role-of-mass-animal-agriculture-in-ocean-degradation/

    (3)http://ocean.si.edu/ocean-acidification



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Torlak Kemal -- 5 Eylül 2017; 23:34:52 >




  • Yazılanlardan bağımsız olarak soruyırum Torlak Kemal. Senin diyetinde ne var? Kırmızı eti azalttın mı yoksa hayatından çıkarttın mı?

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • AsterixOburix A kullanıcısına yanıt
    Tamamen çıkmadı ama yok denecek kadar az tüketiyorum. O da zorunluluktan. Seyahate çıkıyorsun, misafirliğe gidiyorsun, etten başka seçenek bulamadığın zamanlar oluyor. ya aç kalıyorsun, ya da mecburen et tüketiyorsun. Kırmızı et tüketmemeye gayret sarf ediyorum. Tavuk zaten hiç yemem ama belli aralıklarla balık tüketiyorum. Onda da mümkünse küçük balık.

    Kırmızı et tüketmek bir zorunluluk değil. Alternatifleri var: Tavuk, balık, yumurta, süt, peynir, yoğurt. Veganlar bunların tüketilmesine de karşı çıkıyor ama ben henüz o aşamaya gelmedim.
  • Balık filan neyse böceği diyete dahil etmek böceği görmeyi bırakın ismi bile geçtiği zaman tiksinen bir kültürde bunun olmasını sağlamak çok zor olsa gerek. Bu kuşaktada imkansız. Eski kuşakta imkansız ötesi. Yeni ve gelecek kuşaklarda umut olabilir.

    Kırmızı etin suni yollarla ileride üretilebileceğini görebilecek miyiz acaba. Böyle bir şey olsa -tabi lezzet olarak ona yaklaşmalı, yan etkisi olmamalı ve satın alınabilir etikket fiyatınasahip olmalı- hayvancılık komple biterdi herhalde veya tek tük yapanlar olurdu.

    Güzel yazı, gelecek yazıları iple çekiyorum.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Kartal Göz -- 6 Eylül 2017; 4:8:14 >
  • KIRMIZI ET ÜRETİMİ SUYUMUZU NASIL KİRLETİYOR...

    Eskiden nüfus azdı ve coğrafya üzerinde homojene yakın bir biçimde dağınıktı. Şehirleşme ve lokal nüfus konsantrasyonu bugünkü boyutlarının çok çok uzağındaydı. Hatta nüfusun çoğu köylerde yaşıyordu. Böyle bir toplumda ekonomi ve ticaret çoğunlukla lokal olur, ulusallaşmaz. Böyle bir toplumda köylü aileler ve küçük köylü işletmeler civardaki ahaliye et, süt, yumurta vb. tedarik ederler. İnekler ve sığırlar, koyunlarla birlikte köylerin otlak ve meralarında özgürce otlanır ve dışkılarını da açık araziye bırakırlar, bu dışkılar gübre işlevi görerek besin zincirini takviye ederdi.

    Sonra endüstrileşmeye başladık. Endüstri için artan işgücü talebi köylerdeki nüfus artışı yüzünden bölünen toprakların ailelere yetmemeye başlamasıyla birleşince köylerden kentlere bir insan akını başladı. Bunun teknik jargondaki karşılığı “yatay mobilizasyon”dur. Anlamak oldukça kolaydır. Bir örnekle açıklayalım: Diyelim köyün birinde Mehmet ağa diye bir köylümüz var. Ağaya babasından 100 dönüm toprak kalmış. Sonra ağa günün modasına uyup en az 3 çocuk yapıyor, hatta coşup 4 çocuk yapıyor. Çünkü beleş işgücü lazım. Sonra bir gün ağa ölüyor. 100 dönüm arazi çocuklar arasında 25’er dönüm olarak pay ediliyor. Derken ağanın çocukları da “en az 3 çocuk” şiarına uyarak ortalama beşer çocuk yapıyorlar. Bunlar yaşlanıp ölünce çocuklarına miras olarak beşer dönüm arazi bırakıyorlar. Bu arazi bir zeytinlik olsun. Başlangıçta 100 dönüm zeytinliğimiz varken şimdi soy ağacında sadece 2 kuşak sonra Mehmet ağanın torunlarından rastgele birinde kala kala 5 dönüm toprak kalıyor ve haliyle 5 dönüm toprak en az 3 çocuklu aileyi geçindirmeye yetmeyeceği için şehre göçüp iş aramak farz oluyor (Hükümet nihayet uyanıp 20 dönüm bölünemez arazi kuralı getirdi).

    İşte böyle böyle şehirler büyüdü, büyüdü, ülke nüfusları belli kentlerde yoğunlaşmaya başladı. Bunun teknik jargondaki karşılığı da nüfus konsantrasyonu”dur. Aynı zamanda şehirlerde tıbbi hizmetlere erişim çok daha kolay olduğu için bebek ölümleri azaldı, yaşam kalitesindeki artışla birlikte erken ölümler de azaldı ve nüfus ivmelenerek arttı (antibiyotikler ve aşılar sağ olsun).

    Endüstrileşme aynı zamanda refah artışını da beraberinde getirdi. Artan refah her türlü mal ve hizmete olan talebi körükledi. Bunun için de tabii et de vardı. Ama durun; burada bir sorun var. Detarjanın, pilin, bisikletin fabrikası var ama etin fabrikası yok! Ya ne var? Milyonlarca küçük köylü aile işletmesi ülkenin dört bir yanına dağılmış durumdayken bunların belki yarısı kentlere göçünce et üretimi de haliyle düşüyor. Üstelik bu kadar dağınık bir coğrafyadan eti kesip bozulmadan taşıyıp kentli nüfusa ulaştırmak ciddi bir lojistik sorunu yaratır. Peki ne olacak, kentli nüfus et yemecek mi? Tabii ki yiyecek. İşte burada devreye büyük kentlerin yakınlarına kurulmuş besi çiftlikleri ile kitlesel kesim yapan kesimhaneler devreye giriyor. Bugün Türkiye’de böyle 600 kadar ticari işletme var. Aytaç, Namet, Pınar Et içlerinden bazıları...

    Şimdi burada üretim nasıl oluyor bir bakalım: Eskiden köylü kar etmek için değil, geçinmek için danasını satardı. Böyle büyük bir tesis kuran adamın geçinme derdi olmasa gerek. Peki o ne için kurdu bu tesisi, hayır olsun diye mi? Maalesef!... Elbette bol para kazanmak için kurdu. Bol para kazanmanın bir yolu çok üretip çok satmaksa, bir diğer yolu da verimliliği artırmak. İşte bu kapitalistin elinde köylünün 150-200 kiloluk cılız sığırları, kısa zamanda 300-350 kiloya (rakamlar afaki, gerçek rakamlara netten bakın) ulaşan canavarlara dönüştü. Nasıl oldu bu? Önce yemlerle oynadılar. Yemlere olmadık şeyler kattılar. Bakır mı dersin, Çinko mu dersin, vitamin mi dersin, ne bulurlarsa boca ettiler. Sonra GDO tekniklerine başvurup yemin protein oranlarını artırmaya çalıştılar. Yetmedi ,hayvanlara büyüme hormonu, antibiyotik ve çeşitli et yapıcı ilaçlar zerk ettiler, yetmedi, daracık ağıllara sıkıştırıp hayvanları hareketsiz hale getirdiler. Yetmedi, yatıkları yerleri böcek ve parazit ilaçlarına boğdular, hayvanların üzerine tonla kimyasal boca ettiler, hastalanmasınlar diye. Tüm bunlar siz et yiyesiniz diye değil, sizin et yeme isteğinizi paraya çevirmek isteyen kapitalist girişimciler para kazansın diye oldu. İşin ucunda para olmasa kim takar sizin et yeme isteğinizi!

    Şimdi de sağlıklı et yemek istiyorsunuz, takan var mı?

    Böyle ortamlarda hayvanın bir canlı olarak bir değer ifade etmesi de son buldu, bir balya pamuktan farksız bir emtia düzeyine indirgendi. Köylünün elinde o hayvan iyi kötü insani bir değer ifade ederdi eskiden. Yani ona tam olarak mal gözüyle bakılmazdı. “Sarı kız”, “kınalı” gibi isimler takardı köylü ineklerine. Besi çiftliklerinde sayısı binleri onbinleri bulunca, fütursuzca ilaç ve tıp yardımıyla deli gibi çoğaltılınca, hayvan bir “pasif özne” olmaktan çıkıp, bildiğin nesne haline indirgendi. Böyle olunca da hayvana eziyet ve işkence kaçınılmaz oldu, kaçınılmazlık bir yana RUTİN oldu.

    Tüm bunlar, doğadan, araziden kopup beton sığınaklara hapsolan insanın doğaya “yabancılaşması”nı ne kadar da güzel betimliyor!

    Peki ne yapalım, nostalji yapıp geçmişe dönüşü mü özleyelim? Hayır. Bir yandan refah ve zenginlik isteyip, diğer yandan hiç bir şeyin değişmeyip aynı kalmasını istemek eşyanın ve insanın tabiatına aykırıdır. Refah istiyorsan, teknoloji istiyorsan, bir yandan da delice çoğalmak istiyorsan, bunun bir bedeli vardır ve o bedeli ödersin, ödetirler.
    Kitlesel tüketim er ya da geç beraberinde kitlesel sorunları da getirecekti ve getirmeye başladı ve bu kitlesel sorunlar insanın aymazlığı yüzünden görünen o ki, kitlesel sorun olmaktan tez zamanda çıkıp, kitlesel felekatlere dönüşecek.

    Neyse, hikayemiz bu değil, suların kirlenmesi. Kaldığımız yerden devam edelim...

    Kurduk mu böyle dev besi çiftliklerini? Kurduk. Her birinin içine binlerce danayı tıkıştırdık mı? Tıkıştırdık. Peki bu her biri 300-400 kilo olan danaların idrarı dışkısı ne oluyor? Bugün orta halli ya da gelişmiş her ülkede kentlerin foseptiği kontrol altındadır. İnsan dışkısı ve idrarı ya filtre edilerek doğaya verilmekte ya da geri dönüştürülmektedir. Peki bu besi çiftlerindeki dışkılar için böyle bir durum var mı? Ne yazık ki yok. Çoğu besi çiftliğinde foseptik tesisatı bile yoktur. Bunlar binlerce, onbinlerce dananın dışkı ve idrar karışımını komşu tarlaların absorbe edemeyeceği kadar çok olduğu için çoğu yerde boş arailerde çürümeye terk edilmektedir (2). Uygulamalar ülkeden ülkeye değişmekte, örneğin ABD’de bir ksımı gübre olarak kullanılmaktadır, kalanı da çiftliklerde araziye serpilip çürümeye terk edilmektedir. Başka başka yöntemler de var ama çoğu güncel yöntemin kaçamadığı sorun şu: Bu atığın tamamını gübre olarak kullansan bile atığın içindeki antibiyotik, ilaçlar, ağır metaller yağmur, drenaj, sulama, derivasyon vb. Gibi yollarla içme suyumuzu sağlayan barajlara, göllere ve nehirlere ulaşıyor, yer altı kaynak sularını kontamine ediyor. Bu atıkların sulara ulşamasının bir diğer tehlikesi e-coli baktesi ve cryptosporidium ve giardia gibi parazitlerin de içme sularımız karışıyor oluşudur (1).

    Sorunun büyüklüğünü anlamak için yine bir rakam vereyim. ABD’deki sığırların bir yılda ürettiği dışkı miktarı, ABD’deki insanların ürettiğinin tam 2 katıdır! (1) Hem bu kadar dev dışkı yığınları üreteceksin, hem de bu dışkılar organik olmayıp bol bol kimyasal içerecek. Eh bu kimysalallar da doğanın döngüleriyle içme sularımıza güzel güzel karışmaktadır.

    Benzer sorunlar kuşkusuz tavuk, domuz, koyun besiciliğinde de var ama boyutları sığır-inek besiciliği ile karşılaştırıldığında devede kulak kalmaktadır. Asıl sorun dana eti tüketiminde israr etmek. Sığır eti her bakımdan en zararlı et. Onu koyun eti izliyor. Yıllar önce bu yüzden Yeni Zelanda ve Avustralya’nın küresel ısınmaya aşırı katkı yapmakla suçlandığını hatırlarım.

    Bakın bu sorunlar yeni değil, 2000’lerin başından, hatta 1990’lardan beri biliniyor, dile getiriliyor. Ancak çevrecileri ve bilim adamlarını düne kadar takan yoktu. Ne zaman tenis topu büyüklüğünde dolular o pek kıymetli otomobillerimizi sivilce suratlı ergen yüzüne çevirdi, o zaman aniden uyanıverdik! “Yahu, bu kürsel ısınma gerçekmiş” demeye başladık.

    Küresel ısınma gerçektir arkadaşlar, bazı salakların sandığı gibi emperyalist oyunu falan değildir ve küresel ısınmanın en büyük nedeni belki de bizim bu kırmızı et açlığımızdır. Kırmzı etten lütfen uzak durun. Benim için değil, çocuklarınız ve torunlarınız için!..


    KAYNAK:
    (1)http://blogs.ei.columbia.edu/2010/10/25/how-hamburgers-pollute-our-water/

    (2)www.cygm.gov.tr/cygm/files/projeler/uluslararasi/gubre.doc

    (3)http://solucangubresi.web.tr/genel/turkiyenin-10-buyuk-ciftligi.html

    (4)https://www.peta.org/issues/animals-used-for-food/meat-environment/

    ,(5)http://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S2212371713000024




  • 
Sayfa: 123
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.