Şimdi Ara

İzmir'in karşısında Yunan provokasyonu

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
31
Cevap
0
Favori
1.235
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
2 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Yunanistan askerlerinin İzmir'in karşısındaki koyun adasında İzmir'i arkasına alarak çekildiği fotoğraf, fotoğrafta Yunanistan milli savunma bakanı yardımcısı Nikos Hardalias da var.


    Sosyal medya hesabından şunu paylaştı.


    "HER ADA YUNAN YURDU"

    Fotoğrafları sosyal medya hesabından paylaşan Hardalias, "Her ada, her küçük ada, her kayalık adacık, bir Yunan yurdu! Her yerdeyiz!" ifadelerini kullandı.

    İzmir'in karşısında Yunan provokasyonu


    Kaynak:

    İzmir'in karşısında Yunan provokasyonu
    İzmir'in karşısında Yunan provokasyonuensonhaber
    Yunan askerlerinin Koyun Adası'ndaki tatbikatı sonrası İzmir'li pozu
    https://www.ensonhaber.com/gundem/yunan-askerlerin-koyun-adasindaki-tatbikati-sonrasi-izmirli-pozu







  • Haberin yorumları yine fesli deliden tarih öğrenenlerle dolmuş.Adamlar hala daha ''bu adalar niye yunana verildi?'' diyor.


    1)Adaların elden çıkmasının nedeni ''Ulu Hakan'' diyerek son dönemde parlatmaya çalıştıkları II.Abdülhamid yüzündendir.Zira onun mutlak iktidarı döneminde Osmanlı donanması Haliçte çürütülmüştür.Mesela II.Abdülhamid döneminde Bahriye Nazırı olan ve 1897 Osmanlı-Yunan savaşında da görevli olan Hasan Rami Paşa hatıralarında II.Abdülhamid dönemindeki donanmayı şöyle anlatır;


    ''Nezarete tayin olunduğum zaman bahriye mensuplarını,miskinlik illetine uğramış halde buldum.Tersane tesislerinin ise hiçbiri işlemiyordu.Bahriyece mühim olan havuz kapıları da haraptı.Torpito istimbotları kıçtan karaya bağlamıştı.Alt tarafları demir hamızı tutmuştu,çürüyorlardı,bitiyorlardı.Kasımpaşa kahvelerinde esnemekle vakit geçiren biçare bahriyelilere daima tesadüf olunurdu.Askerler,silah kullanmasının en basit kaidelerini dahi bilmiyorlardı.Gerçi durmadan jurnal edildim ama işime devam ettim.Bahriye nezaretinin borca boğulmuş buldum.Ne para veriliyordu,ne de itibar kalmıştı.Ayrılan bütçenin ancak üçte birinin verilmesi adet haline gelmişti.''


    ''Askerleri okutturmaya kalkıyordum (eğitim,tatbikat vs).Ertesi gün (Olmaz!) diye bir padişah emri tebliğ ediliyordu.Gemilerin hiç biri yerinden kımıldamayacak! diye irade geliyordu.Askere aylık vermek için para istiyordum.Saraydan;para olmadığı,idare edilmesi lüzumu tebliğ ediliyordu.Paradan,maaştan vazgeçtik, erzak,tayinat için birşeyler verin diye saraya kadar baş vuruyordum.Fakat o da aksayıp duruyordu.Ne Bahriyede,ne serasker kapısında (Harbiye Nezareti),hatta ne de maliyede,kendi başlarına on para sarfetmek iktidarı yoktu.''


    1897'de Osmanlı-Yunan harbi başlayınca bu haldeki Osmanlı donanmasının Haliçten çıkıp Ege denizine gitmesini ve Yunan donanması ile savaşması emredilir.19 Mart 1897 günü Mesudiye,Hamidiye,Aziziye,Osmaniye zırhlıları ile bir korvetten ve üç birinci sınıf torpitodan oluşan donanma kolu Haliçten harekete geçer ancak daha İstanbul boğazından çıkamadan ilk önce Mesudiye zırhlısının sekiz kazanından üçü patlar.Patlamalar daha sonrada devam eder.Bu anları Bahriye Nazırı Hasan Rami Paşa hatıralarında şöyle anlatır;


    ''O esnada gemilerin güvertelerine bir göz gezdiren bulunsaydı,ne derecelerde perişanlığın ve gelişi güzel hareket olunduğunun gerçeklerini görürdü.Donanmanın mürettebatını,birkaç gün önce memleketlerinden gelmiş acemi efrat teşkil ediyordu.Sarayburnu bin müşkülatla dolaşılıp Yeşilköy hizalarında gemilerin durdurulmasına lüzım görüldü.Ama bu sefer de bir fırtına çıktı.Herbez dubası ise tamamen gözden kayboldu.Gemilerde elektrikli işaret fenerleri ve projektörler dahi yoktu.Yirmi sene evvel kullanılıp,artık terkedilmiş olan ve içerlerine mum dikilen işaret fenerleri dahi tamam değildi.Hamidiye gemisinin ise,hem kazanları patlamış hem de su almaya başlamıştı.''


    Donanma bu halde Çanakkaleye dahi varamadan Lapseki'ye çekilir.Kazanları patlayan ve su almaya başlayan Hamidiye zırhlısının su dolu bölmelerinin boşaltılması için 400 asker günlerce tenekelere ve kovalarla ilkel yöntemlerle suları boşaltmaya çalışırlar.


    Hasan Rami Paşa Osmanlı-Yunan harbi sona erdikten sonra Bahriye nezaretinden alınır ve Çanakkaleye sürgün edilir.Hasan Rami Paşa sürgün günlerindeki donanmanın halini de şöyle anlatır;


    ''Çanakkale'de sürgünlüğüm 10 yıl sürdü.En sık verildiği zaman bile ancak iki ayda bir verilen maaşlarda,Çanakkale en geriye bırakılıyordu.Mürettebat,gemilerin icabında atılan ikinci demirlerini bile alamayacak kadar azaltılmıştı.Yeni asker verilmiyordu.Nihayet gemiler çürüdü.İçlerinde asker barınamayacak hale geldi.Subaylar bile kamaralara,şemsiyeleri açık olarak girer çıkar oldular.Çürüklük bir raddeye vardı ki artık bu gemilerin kalafat edilmeleri bile imkasız hale geldi.Tamirat için yazılan yazılar hep hasır altı ediliyordu.''


    Yani II.Abdülhamid'in geride bıraktığı donanmanın hali budur.Doğal olarak Balkan savaşları başladıktan sonra Osmanlı donanması Ege'de bulunan adaları koruyacak durumda değildi.II.Abdülhamid donanmaya 30 yıllık iktidarında gereken önemi verseydi ve güçlü tutsaydı muhtemeldir ki ne Trablusgarp karşısında İtalyanlar karşısında aciz ne de Balkan savaşlarında Yunan donanmasına karşı savunmasız kalırdık.Dahası İtilaf devletleri 1915'te Çanakkale'ye kadar gelme cesaretini bulamazlardı.Son yıllarda ''Çanakkale savaşının kazanılmasında II.Abdülhamid'in Çanakkaleye yerleştirdiği topların'' mühim olduğu iddia edilerek bu zafere onu ortak etmeye çalışanların İtilaf donanmasının ve kara güçlerinin ellerini kollarını sallayarak Çanakkaleye kadar nasıl geldiklerini sorgulamaması ne tuhaftır değil mi?Öyle ki Çanakkale savaşları boyunca İtilaf donanması Türk siperlerini sürekli bombardıman ederken Türk ordusu donanmasız birşekilde İtilaf kuvvetlerine karşı savaşmak zorunda kalmıştır.Osmanlı donanması ise Çanakkale'ye gelip İtilaf donanmasıyla savaşmayı göze alamamıştır...Savaştan önce Osmanlı donanmasına katılan Yavuz ve Midilli savaş gemileri ise Karadenizden bir Rus donanmasının İstanbul'a saldırma ihtimaline karşılık bütün savaş boyunca İstanbuldan ayrılamamıştır bile...Kaldı ki 18 Mart 1915'te zafer kazanmamızın en önemli nedeni Nusret Mayın gemisinin 8 Mart 1915'te Erenköy koyuna gizlice 26 adet mayın bırakmasıdır.İtilaf donanması 18 Mart 1915'te elini kolunu sallayarak boğazları geçerken mayınlardan temizlediklerini düşündükleri bu koya girmişler ve burada manevra yaparken gemilerin mayınlara çarpması sonucunda savaş düzenleri bozulmuş bunun sonucunda Türk topçusunun menziline girmişlerdir.Yani 18 Mart 1915'te İtilaf donanması bozguna uğradıysa bunda aslan payı II.Abdülhamid'in çürüttüğü donanmaya mensup Nusret Mayın gemisine aittir.Dahası Nusret Mayın gemisi de 1913'de donanmaya katılmıştır.Kısacası ''Çanakkale deniz zaferi II.Abdülhamid'in Çanakkaleye kurdurduğu tabyalar sayesyle olmuştur'' iddiası palavradan başka birşey değildir.Kaldı ki bu toplar 1885'li yıllarda Çanakkaleye konuşlandırılmış ve o tarihten sonra yenilenmemişlerdir.Yani Çanakkale savaşları başladığında Türk topçusunun kullandığı en yeni toplar en az 30 yıllıktır.Bu nedenle 1915 koşullarında çoktan çağ dışı kalmış haldeydiler.


    Ama tabi ''Yalan Yazan Tarih Utansın'' diyerek gerçek tarih anlattıklarını sananlar bu hakikatleri gizlemeyi pek severler.


    2)Milli Mücadeleden sonra Lozana giden Türk heyetinin elinde askeri güç olarak sadece kara ordusu ve hava gücü vardır.Deniz gücü ise hiç yoktur. II.Abdülhamitten kalma Osmanlı donanması bile Lozan görüşmelerinde Haliçte İtilaf güçlerinin işgali altındaydı.Doğal olarak Lozanda bu adalar için diretmenin hiçbir anlamı yoktu.Lozana giden Türk heyeti ne yapacaktı?İngiliz,Fransız,İtalyan ve Yunan donanmalarının arasından binlerce askeri balıkçı teknelerine doldurup adalara mı gönderecekti?Kısacası Türk heyetinin Lozanda elinin en zayıf olduğu konu belki de bu adalardır.Zira İtilaf güçlerine baskı oluşturacak elde bir donanma gücümüz yoktu.Bundan dolayı 1912 Uşi Anlaşması çerçevesinde adaların İtalyanlarda kalması kabul edildi.Ancak bu kabul edilirken de adaların silahsızlandırılması da İtalyanlar tarafından kabul edildi.Yani donanması olmayan Türk heyeti İtalyanların adalar üzerindeki egemenlik haklarını sınırlamayı başarabilmiştir.Dahası elde donanma olmadığı halde Çanakkale'nin ve İstanbul'un güvenliğini sağlayabilmek için Bozcaada ve Gökçeadanın Türkiye'ye iadesini de sağlamayı başarmışlardır.Bugün ise güçlü bir donanmaya sahip olmamıza rağmen bu adaların silahsızlandırılmalarını sağlayamıyorlar bile.


    3)1947'de imzalanan Paris Barış Anlaşmasında bu adaların Türkiye'ye verilmesi gündeme gelmişse de İnönü bu adaların Türk hakimiyetine geçmesine Stalinin rıza göstermeyeceğini öngörerek kabul etmemiş ancak Lozandaki hükümlerin aynen korunmasını sağlamıştır.O dönem Türk-Sovyet saldırmazlık anlaşması devam ediyor olsaydı muhtemelen bu adaların Türkiye'ye iadesini İnönü hem kabul eder hem de bunun olması için uğraşırdı.Lakin Mart 1945'te Sovyetler 1925 yılından beri yenilenen Türkiye ile olan saldırmazlık anlaşmasını uzatmama kararı almışlar ve bu tarihten sonra Türkiye'ye yönelik saldırgan bir tutum takınmaya başlamışlardı.Stalin daha ileri gidip Türkiye'den Kars'ı ve Ardahanı istemeye ve Çanakkale'de bir Rus donanma üssünün kurulmasını talep etmeye başlamıştı.1945-1951 yılları Türkiye'nin üstünde büyük bir Sovyet baskısının olduğu bir dönemdir.Bu dönemde İnönü Stalini kışkırtmamak dahası ona Türkiye'ye saldırmak için bir açık vermemek maksadıyla mevcut statükoların korunması yönünde siyaset izlemiştir.Adalar ise Yunanistana hem Yunanistanın başvurusu hem de savaş boyunca Alman/İtalyan işgaline maruz kalmasından ötürü bir nevi İtalyanlar tarafından tazminat olarak verilmiştir.Lakin bu adalar Lozan anlaşması çerçevesinde Yunanistana verilmiştir.Buna göre Yunanlıların bu adaları silahlandırma hakları yoktur.Yani Yunan egemenliği sınırlandırılmıştır.


    Günümüze gelirsek Yunanlıların bu kadar tahrik edici şekilde davranmalarının nedeni Türkiye'nin sert tepki göstermeyeceğini bilmelerindendir.Evet,Mavi Vatan doktrini çerçevesinde Yunanlılar ile Akdenizde mücadele içindeyiz ama aynı hassasiyeti on beş yıldır bu adalar üzerinde göstermiyoruz.Yunanlılar 1996'da kendilerine ait olmayan ve Türk karasularına yakın Kardak Adalarına çıktığında Türkiye'nin verdiği sert tepki ile bugünü kıyaslayın demek istediğimi anlayacaksınızdır.


    Yani Yunanlıların böyle tahrik edici şekilde davranmalarının nedeni karşılarında esip gürleyen ama birşey yapmayan bir yönetim bulmalarıdır.Başka bir nedenleri yok.

  • Van münüt çeksek!

  • AKP doneminde gerceklesmistir.İzmir'in karşısında Yunan provokasyonu 

  • Fotoğraf çekmekle olmaz o iş buyursunlar gelsin gelebiliyorlarsa ödlekler İzmir'in karşısında Yunan provokasyonu 

  • Bizim gazetede coşmuş kaldırsana iki siha? Görelim milliyetçiliğinizi.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Haberin yorumları yine fesli deliden tarih öğrenenlerle dolmuş.Adamlar hala daha ''bu adalar niye yunana verildi?'' diyor.


    1)Adaların elden çıkmasının nedeni ''Ulu Hakan'' diyerek son dönemde parlatmaya çalıştıkları II.Abdülhamid yüzündendir.Zira onun mutlak iktidarı döneminde Osmanlı donanması Haliçte çürütülmüştür.Mesela II.Abdülhamid döneminde Bahriye Nazırı olan ve 1897 Osmanlı-Yunan savaşında da görevli olan Hasan Rami Paşa hatıralarında II.Abdülhamid dönemindeki donanmayı şöyle anlatır;


    ''Nezarete tayin olunduğum zaman bahriye mensuplarını,miskinlik illetine uğramış halde buldum.Tersane tesislerinin ise hiçbiri işlemiyordu.Bahriyece mühim olan havuz kapıları da haraptı.Torpito istimbotları kıçtan karaya bağlamıştı.Alt tarafları demir hamızı tutmuştu,çürüyorlardı,bitiyorlardı.Kasımpaşa kahvelerinde esnemekle vakit geçiren biçare bahriyelilere daima tesadüf olunurdu.Askerler,silah kullanmasının en basit kaidelerini dahi bilmiyorlardı.Gerçi durmadan jurnal edildim ama işime devam ettim.Bahriye nezaretinin borca boğulmuş buldum.Ne para veriliyordu,ne de itibar kalmıştı.Ayrılan bütçenin ancak üçte birinin verilmesi adet haline gelmişti.''


    ''Askerleri okutturmaya kalkıyordum (eğitim,tatbikat vs).Ertesi gün (Olmaz!) diye bir padişah emri tebliğ ediliyordu.Gemilerin hiç biri yerinden kımıldamayacak! diye irade geliyordu.Askere aylık vermek için para istiyordum.Saraydan;para olmadığı,idare edilmesi lüzumu tebliğ ediliyordu.Paradan,maaştan vazgeçtik, erzak,tayinat için birşeyler verin diye saraya kadar baş vuruyordum.Fakat o da aksayıp duruyordu.Ne Bahriyede,ne serasker kapısında (Harbiye Nezareti),hatta ne de maliyede,kendi başlarına on para sarfetmek iktidarı yoktu.''


    1897'de Osmanlı-Yunan harbi başlayınca bu haldeki Osmanlı donanmasının Haliçten çıkıp Ege denizine gitmesini ve Yunan donanması ile savaşması emredilir.19 Mart 1897 günü Mesudiye,Hamidiye,Aziziye,Osmaniye zırhlıları ile bir korvetten ve üç birinci sınıf torpitodan oluşan donanma kolu Haliçten harekete geçer ancak daha İstanbul boğazından çıkamadan ilk önce Mesudiye zırhlısının sekiz kazanından üçü patlar.Patlamalar daha sonrada devam eder.Bu anları Bahriye Nazırı Hasan Rami Paşa hatıralarında şöyle anlatır;


    ''O esnada gemilerin güvertelerine bir göz gezdiren bulunsaydı,ne derecelerde perişanlığın ve gelişi güzel hareket olunduğunun gerçeklerini görürdü.Donanmanın mürettebatını,birkaç gün önce memleketlerinden gelmiş acemi efrat teşkil ediyordu.Sarayburnu bin müşkülatla dolaşılıp Yeşilköy hizalarında gemilerin durdurulmasına lüzım görüldü.Ama bu sefer de bir fırtına çıktı.Herbez dubası ise tamamen gözden kayboldu.Gemilerde elektrikli işaret fenerleri ve projektörler dahi yoktu.Yirmi sene evvel kullanılıp,artık terkedilmiş olan ve içerlerine mum dikilen işaret fenerleri dahi tamam değildi.Hamidiye gemisinin ise,hem kazanları patlamış hem de su almaya başlamıştı.''


    Donanma bu halde Çanakkaleye dahi varamadan Lapseki'ye çekilir.Kazanları patlayan ve su almaya başlayan Hamidiye zırhlısının su dolu bölmelerinin boşaltılması için 400 asker günlerce tenekelere ve kovalarla ilkel yöntemlerle suları boşaltmaya çalışırlar.


    Hasan Rami Paşa Osmanlı-Yunan harbi sona erdikten sonra Bahriye nezaretinden alınır ve Çanakkaleye sürgün edilir.Hasan Rami Paşa sürgün günlerindeki donanmanın halini de şöyle anlatır;


    ''Çanakkale'de sürgünlüğüm 10 yıl sürdü.En sık verildiği zaman bile ancak iki ayda bir verilen maaşlarda,Çanakkale en geriye bırakılıyordu.Mürettebat,gemilerin icabında atılan ikinci demirlerini bile alamayacak kadar azaltılmıştı.Yeni asker verilmiyordu.Nihayet gemiler çürüdü.İçlerinde asker barınamayacak hale geldi.Subaylar bile kamaralara,şemsiyeleri açık olarak girer çıkar oldular.Çürüklük bir raddeye vardı ki artık bu gemilerin kalafat edilmeleri bile imkasız hale geldi.Tamirat için yazılan yazılar hep hasır altı ediliyordu.''


    Yani II.Abdülhamid'in geride bıraktığı donanmanın hali budur.Doğal olarak Balkan savaşları başladıktan sonra Osmanlı donanması Ege'de bulunan adaları koruyacak durumda değildi.II.Abdülhamid donanmaya 30 yıllık iktidarında gereken önemi verseydi ve güçlü tutsaydı muhtemeldir ki ne Trablusgarp karşısında İtalyanlar karşısında aciz ne de Balkan savaşlarında Yunan donanmasına karşı savunmasız kalırdık.Dahası İtilaf devletleri 1915'te Çanakkale'ye kadar gelme cesaretini bulamazlardı.Son yıllarda ''Çanakkale savaşının kazanılmasında II.Abdülhamid'in Çanakkaleye yerleştirdiği topların'' mühim olduğu iddia edilerek bu zafere onu ortak etmeye çalışanların İtilaf donanmasının ve kara güçlerinin ellerini kollarını sallayarak Çanakkaleye kadar nasıl geldiklerini sorgulamaması ne tuhaftır değil mi?Öyle ki Çanakkale savaşları boyunca İtilaf donanması Türk siperlerini sürekli bombardıman ederken Türk ordusu donanmasız birşekilde İtilaf kuvvetlerine karşı savaşmak zorunda kalmıştır.Osmanlı donanması ise Çanakkale'ye gelip İtilaf donanmasıyla savaşmayı göze alamamıştır...Savaştan önce Osmanlı donanmasına katılan Yavuz ve Midilli savaş gemileri ise Karadenizden bir Rus donanmasının İstanbul'a saldırma ihtimaline karşılık bütün savaş boyunca İstanbuldan ayrılamamıştır bile...Kaldı ki 18 Mart 1915'te zafer kazanmamızın en önemli nedeni Nusret Mayın gemisinin 8 Mart 1915'te Erenköy koyuna gizlice 26 adet mayın bırakmasıdır.İtilaf donanması 18 Mart 1915'te elini kolunu sallayarak boğazları geçerken mayınlardan temizlediklerini düşündükleri bu koya girmişler ve burada manevra yaparken gemilerin mayınlara çarpması sonucunda savaş düzenleri bozulmuş bunun sonucunda Türk topçusunun menziline girmişlerdir.Yani 18 Mart 1915'te İtilaf donanması bozguna uğradıysa bunda aslan payı II.Abdülhamid'in çürüttüğü donanmaya mensup Nusret Mayın gemisine aittir.Dahası Nusret Mayın gemisi de 1913'de donanmaya katılmıştır.Kısacası ''Çanakkale deniz zaferi II.Abdülhamid'in Çanakkaleye kurdurduğu tabyalar sayesyle olmuştur'' iddiası palavradan başka birşey değildir.Kaldı ki bu toplar 1885'li yıllarda Çanakkaleye konuşlandırılmış ve o tarihten sonra yenilenmemişlerdir.Yani Çanakkale savaşları başladığında Türk topçusunun kullandığı en yeni toplar en az 30 yıllıktır.Bu nedenle 1915 koşullarında çoktan çağ dışı kalmış haldeydiler.


    Ama tabi ''Yalan Yazan Tarih Utansın'' diyerek gerçek tarih anlattıklarını sananlar bu hakikatleri gizlemeyi pek severler.


    2)Milli Mücadeleden sonra Lozana giden Türk heyetinin elinde askeri güç olarak sadece kara ordusu ve hava gücü vardır.Deniz gücü ise hiç yoktur. II.Abdülhamitten kalma Osmanlı donanması bile Lozan görüşmelerinde Haliçte İtilaf güçlerinin işgali altındaydı.Doğal olarak Lozanda bu adalar için diretmenin hiçbir anlamı yoktu.Lozana giden Türk heyeti ne yapacaktı?İngiliz,Fransız,İtalyan ve Yunan donanmalarının arasından binlerce askeri balıkçı teknelerine doldurup adalara mı gönderecekti?Kısacası Türk heyetinin Lozanda elinin en zayıf olduğu konu belki de bu adalardır.Zira İtilaf güçlerine baskı oluşturacak elde bir donanma gücümüz yoktu.Bundan dolayı 1912 Uşi Anlaşması çerçevesinde adaların İtalyanlarda kalması kabul edildi.Ancak bu kabul edilirken de adaların silahsızlandırılması da İtalyanlar tarafından kabul edildi.Yani donanması olmayan Türk heyeti İtalyanların adalar üzerindeki egemenlik haklarını sınırlamayı başarabilmiştir.Dahası elde donanma olmadığı halde Çanakkale'nin ve İstanbul'un güvenliğini sağlayabilmek için Bozcaada ve Gökçeadanın Türkiye'ye iadesini de sağlamayı başarmışlardır.Bugün ise güçlü bir donanmaya sahip olmamıza rağmen bu adaların silahsızlandırılmalarını sağlayamıyorlar bile.


    3)1947'de imzalanan Paris Barış Anlaşmasında bu adaların Türkiye'ye verilmesi gündeme gelmişse de İnönü bu adaların Türk hakimiyetine geçmesine Stalinin rıza göstermeyeceğini öngörerek kabul etmemiş ancak Lozandaki hükümlerin aynen korunmasını sağlamıştır.O dönem Türk-Sovyet saldırmazlık anlaşması devam ediyor olsaydı muhtemelen bu adaların Türkiye'ye iadesini İnönü hem kabul eder hem de bunun olması için uğraşırdı.Lakin Mart 1945'te Sovyetler 1925 yılından beri yenilenen Türkiye ile olan saldırmazlık anlaşmasını uzatmama kararı almışlar ve bu tarihten sonra Türkiye'ye yönelik saldırgan bir tutum takınmaya başlamışlardı.Stalin daha ileri gidip Türkiye'den Kars'ı ve Ardahanı istemeye ve Çanakkale'de bir Rus donanma üssünün kurulmasını talep etmeye başlamıştı.1945-1951 yılları Türkiye'nin üstünde büyük bir Sovyet baskısının olduğu bir dönemdir.Bu dönemde İnönü Stalini kışkırtmamak dahası ona Türkiye'ye saldırmak için bir açık vermemek maksadıyla mevcut statükoların korunması yönünde siyaset izlemiştir.Adalar ise Yunanistana hem Yunanistanın başvurusu hem de savaş boyunca Alman/İtalyan işgaline maruz kalmasından ötürü bir nevi İtalyanlar tarafından tazminat olarak verilmiştir.Lakin bu adalar Lozan anlaşması çerçevesinde Yunanistana verilmiştir.Buna göre Yunanlıların bu adaları silahlandırma hakları yoktur.Yani Yunan egemenliği sınırlandırılmıştır.


    Günümüze gelirsek Yunanlıların bu kadar tahrik edici şekilde davranmalarının nedeni Türkiye'nin sert tepki göstermeyeceğini bilmelerindendir.Evet,Mavi Vatan doktrini çerçevesinde Yunanlılar ile Akdenizde mücadele içindeyiz ama aynı hassasiyeti on beş yıldır bu adalar üzerinde göstermiyoruz.Yunanlılar 1996'da kendilerine ait olmayan ve Türk karasularına yakın Kardak Adalarına çıktığında Türkiye'nin verdiği sert tepki ile bugünü kıyaslayın demek istediğimi anlayacaksınızdır.


    Yani Yunanlıların böyle tahrik edici şekilde davranmalarının nedeni karşılarında esip gürleyen ama birşey yapmayan bir yönetim bulmalarıdır.Başka bir nedenleri yok.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Long Nightt -- 7 Ekim 2021; 14:6:5 >




  • Long Nightt kullanıcısına yanıt

    Bunlar öyle bi kitle ki emekli albay ümit yalım'ın bahsettiği adaları, İnönü verdi de; inanır bunlar




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi lazer__ -- 7 Ekim 2021; 13:22:19 >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Bindir Surileri gece sandala, gönder adaya gardaş, herşeyivbizm yazalım

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Long Nightt kullanıcısına yanıt

    Güçlü ekonomin varsa;


    En başta halk desteğin güçlü olur,

    Sınır ötesinde bol miktarda dostun olur,

    Yan gözle bakanların sayısı bir hayli az olur.


    Avrupa'nın silahlı kuvvetleri Türkiye'ye nazaran oldukça sınırlı olmasına rağmen her platformda güçlüler.

    İran, Pakistan gibi ülkeler silahlı kuvvet yönünden oldukçe güçlüler fakat git gide zayıflayan bir durumdalar. Ekonomin zayıfsa silahlı güçlerini de besleyemezsin.


    Türkiye'nin durumu tam olarak budur. 1996'daki Türkiye bile bugünkü Türkiye'den daha güçlüydü. Üreten bir ülkeydi, esip gürleyebiliyor lafı geçiyordu. Yine bir Almanya değildi ama bugünkü gibi Arjantin Venezula gibi rakipleri yoktu(!)

  • Sıha iha tiha derim başka bişey demem

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Sihayla Yunanistan gibi bir ülkeyi dize getireceğini zanneden dirilişçi tayfa.Tamam dizi bitti.Artık sen,sen değilsin.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Adamlar hala Anadolu hayallerini diri tutmaya çalışıyorlar 100 yıl önceki kafayla yaşıyorlar.

  • ATMACA yı yiyecek kafasına

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Yunanistan emperyalizmin köpeği olmaya alışınca aynı hataları tekrar yapabilir. Ama ikinci hatada egeden şutlanır, bulgurdan da olur tencereden de.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Tugrul_512bit -- 8 Ekim 2021; 11:18:34 >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • 100 yıl da birşey mi, ermenistandakiler 2000 yıl öncesinde yaşıyorlar.


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • ampulcem bak batıya karşı dik duruyoruz

  • Long Nightt kullanıcısına yanıt

    Hocam bir şeyi düzeltelim 1947 anlaşmasına biz gözlemci olarak çağrıldık taraf olarak değil. Zaten taraf olarak çağrılsak belgesi olur. Feridun Cemal Erkin’in bir röportajındaki davet meselesinden çıkıyor o yalan . Taraf olmadığın anlaşmada ise sana su vermezler.


    Adaların ise savaş tazminatı olarak Yunanistan'a verileceği kesindi. Zira anlaşma öncesi biz diğer ülkeleri bir yokladık, İngiltere ile Rusya ile konuştuk ve sıfır pozitif tepki aldık.


    Zaten adalarda Türk nüfusu çok azdı. Yani tam goygoy o paris antlaşması.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi amadeus99 -- 8 Ekim 2021; 11:47:19 >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • 12 ada ve Meis tamamen Osmanlı Devleti 'nin ve Türkiye'nin güçsüz bir ülke olmasından dolayı elden gitti. Hem Uşi antlaşması döneminde hem Paris antlaşması döneminde de güçsüzdük.

    Donanma Abdülhamid döneminde kötüydü İnönü döneminde süpermiydi. Fark yok devlet 50 yıl boyunca bir gram yol alamadı.

    Stalin falan hikaye.

    Zaten azıcık güç olsaydı 2.Dünya Savaşında Miğfer devletleri patates olduğunda biz İtalyanların zapt ettiği adalara çökerdik.

    Meis adasını Türkiye 'ye katamamak güçsüzlüğün en bariz örneği .

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Türkiye'yi güçsüz diye eleştiren teboş , pilav var gel gel ... bak böyle pilavı son 20 sene öncesinde hiç görmemişsindir İzmir'in karşısında Yunan provokasyonu İzmir'in karşısında Yunan provokasyonu 


    eee artık eski Türkiye yok alışacaksınız bunlara


    İzmir'in karşısında Yunan provokasyonu



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi lazer__ -- 8 Ekim 2021; 12:27:24 >
  • 
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.