Şimdi Ara

Impossible Foods sayesinde hayvansal gıdalar tarihe karışabilir (4. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
82
Cevap
0
Favori
1.608
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
1 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Bikarbonat asit değil, bazdır; çünkü bir zayıf asittir. Suda tersi etki verir. Karbonik asitin pKa'sı 6.3 küsürdür, bikarbonatın ise 6.1 - dolayısıyla bikarbonat çözeltisi bazdır. (H)+ soğurur, karbonik asit ise doygundur. Baz olarak çalışamaz.

    < Bu ileti tablet sürüm kullanılarak atıldı >
  • fthkn F kullanıcısına yanıt
    Eee ? Deniz canlıları dediklerin de et zaten .



    Bitki türlerinin protein olarak en zengini olan bakliyatlar bile protein olarak en fakir etin yanında zayıf kalır . Evet insan tumuyle etobur canli degil ama otobur da degil .



    Balıktaki omega kaynakları , etteki minimum 20 çeşit aminoasit çeşidini karşılayacak bitki falan yok yeryüzünde . Bitkiler vitamin kaynağıdır .. Bu kadar ..
    En uçuk bitkide bile 12 çeşit aminoasit anca var ..
    Üstelik bu proteinler etteki kadar kaliteli proteinler değil .



    İnsan sağlık yetisini kaybetmemek için hem et hem de bitkiyi orantısal olarak birlikte tüketmek zorunda ..



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Irishman -- 6 Ekim 2017; 18:18:32 >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Mantar dersiniz anlarım . Protein anlamında bazı mantar türleri et ile denk hatta daha da ötede ama bitki nedir ?




    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Hatalısınız, ama suç sizde değil. Bu hatayı tekrarlayarak perçinleyen koskoca üniversitede profesör var. Aslında bu biyokimyacıların bileceği bir bilgi. Söyleyenin ülkenin 'güya' en ön planda üniversitesinde, boş zamanlarında Hitler taklldi yapan bir kurul başkanı olmasının da bir farkı olmaz. Bitkilerden alınan protein ile hayvansal protein tamamen farklıdır; bitkisel proteininin sindirimi kolayken hayvansal proteinin sindirimi zordur ve çok demir içerir. Demirin fazlası vücuttan atılmaz, bu nedenle vücuda alımı sınırlanması gerekince ince bağırsak çıkımındaki sindirimin kalıcı olarak durmasına neden olabilir. Demir, ayrıca bakterilerin büyümek için gerek duyduğu bir mineraldir, hücrelerin de büyüme uyarısı almasına neden olur. C vitaminiyle etkileştiğinde oksitler ve pro-oksidan haline getirip zararlı yapar.

    < Bu ileti tablet sürüm kullanılarak atıldı >
  • Mete Can Karahasan kullanıcısına yanıt
    Evet etteki protein daha doygun olduğu için içindeki demir miktarı da eser miktarda daha fazla ..



    Mesela fazla bitki tüketiminde ortaya çıkan "hipervitaminoz" hastaligi ve bu hastaligin karacigerden baslayarak butun vucutta toksik etki gosterdigini falan da anlatsaydin iyiydi ..



    Özellikle meyvelerin içerdiği sükrozdan bile daha zararlı olan fruktozun fazlasının da ayrı bir zehir olduğunu anlatsaydın ..



    Etlerin fazlasının zehir olan şeker kavramından bitkilere göre daha masum olduğunu , hipervitaminoz gibi vitamin zehirlenmelerine yol acmadigini da anlatsaydin ..



    Bitkilerin zarar verdigi karaciger organinin demir yuzunden etin zarar verdigi bagirsaktan cok daha onemli bir organ oldugunu anlatsaydin ..



    Ama neyse suc bende ki bu konuya yorum yaptim .



    İyi aksamlar ..



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Irishman -- 6 Ekim 2017; 21:19:49 >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • 358 tane kare var insanda.

    358 milyon ton .7 milyara bolersek ortalama 55 kg

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >
  • Kimden duydun bu bilgiyi? Hipervitaminoz yağ vitaminlerinde olur, çünkü su vitaminleri depolanmaz, B12 hariç. Hipervitaminoz da pişmiş havuçta olur bir tek. Ondan çok daha kolay karaciğer tüketerek ulaşabilirsiniz aynı a vitamini zehirlenmesine. Ayrıca, e vitaminini herkesin önerdiğini, hele de bunun önerisini hangi kaynaktan temin etmeleri gerektiğine kadar ahkam kestiklerini sen biliyorsundur. Eğer yanlıştan gocunacaksanız, erdem kazanamazsınız. Önce yanlışınızı bilin. Sebze yemek zorunda değilsiniz, tahıl grubu ne güne duruyor? Fruktozdan korkuyorsunuz, fazla protein de fruktoz gibi siroza öncü benzer bir histolojik tablo yapıyor mu? İnsan yanlışından ders çıkarır, tekrarlıyorum kendimi ama kusura bakmayacaksınız. Hep aynı telden çalıyorsunuz, insan bir yerden sonra beziyor. Yanlış, kulaktan dolma şaibeleri yaymayın, konuda insan hayatı söz konusu!

    < Bu ileti tablet sürüm kullanılarak atıldı >
  • Mete Can Karahasan kullanıcısına yanıt
    O zaman sen de fazla bitki tuketiminin yan etkilerini kabul edeceksin !



    İnan artık bu tartismaya devam etmek istemiyorum . Sana herbivor bol vitaminli hayatinda basarilar ..

    Bitkilerle kal ..

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Öne sürdüklerinin bir kısmında doğruluk payı olmakla birlikte çoğu yanlış. Bence bilgilerinin güncellenmeye ihtiyacı var. Bir önceki mesajında da yine yanlış bilgiler vermiştin. Bu bilgileri hangi kaynaktan aldığını bilmiyorum çünkü kaynak paylaşmamışsın ama yanlış bilgiler bunlar.
  • KIRMIZI ET ÜRETİMİ SUYUMUZU NASIL KİRLETİYOR...

    Eskiden nüfus azdı ve coğrafya üzerinde homojene yakın bir biçimde dağınıktı. Şehirleşme ve lokal nüfus konsantrasyonu bugünkü boyutlarının çok çok uzağındaydı. Hatta nüfusun çoğu köylerde yaşıyordu. Böyle bir toplumda ekonomi ve ticaret çoğunlukla lokal olur, ulusallaşmaz. Böyle bir toplumda köylü aileler ve küçük köylü işletmeler civardaki ahaliye et, süt, yumurta vb. tedarik ederler. İnekler ve sığırlar, koyunlarla birlikte köylerin otlak ve meralarında özgürce otlanır ve dışkılarını da açık araziye bırakırlar, bu dışkılar gübre işlevi görerek besin zincirini takviye ederdi.

    Sonra endüstrileşmeye başladık. Endüstri için artan işgücü talebi köylerdeki nüfus artışı yüzünden bölünen toprakların ailelere yetmemeye başlamasıyla birleşince köylerden kentlere bir insan akını başladı. Bunun teknik jargondaki karşılığı “yatay mobilizasyon”dur. Anlamak oldukça kolaydır. Bir örnekle açıklayalım: Diyelim köyün birinde Mehmet ağa diye bir köylümüz var. Ağaya babasından 100 dönüm toprak kalmış. Sonra ağa günün modasına uyup en az 3 çocuk yapıyor, hatta coşup 4 çocuk yapıyor. Çünkü beleş işgücü lazım. Sonra bir gün ağa ölüyor. 100 dönüm arazi çocuklar arasında 25’er dönüm olarak pay ediliyor. Derken ağanın çocukları da “en az 3 çocuk” şiarına uyarak ortalama beşer çocuk yapıyorlar. Bunlar yaşlanıp ölünce çocuklarına miras olarak beşer dönüm arazi bırakıyorlar. Bu arazi bir zeytinlik olsun. Başlangıçta 100 dönüm zeytinliğimiz varken şimdi soy ağacında sadece 2 kuşak sonra Mehmet ağanın torunlarından rastgele birinde kala kala 5 dönüm toprak kalıyor ve haliyle 5 dönüm toprak en az 3 çocuklu aileyi geçindirmeye yetmeyeceği için şehre göçüp iş aramak farz oluyor (Hükümet nihayet uyanıp 20 dönüm bölünemez arazi kuralı getirdi).

    İşte böyle böyle şehirler büyüdü, büyüdü, ülke nüfusları belli kentlerde yoğunlaşmaya başladı. Bunun teknik jargondaki karşılığı da nüfus konsantrasyonu”dur. Aynı zamanda şehirlerde tıbbi hizmetlere erişim çok daha kolay olduğu için bebek ölümleri azaldı, yaşam kalitesindeki artışla birlikte erken ölümler de azaldı ve nüfus ivmelenerek arttı (antibiyotikler ve aşılar sağ olsun).

    Endüstrileşme aynı zamanda refah artışını da beraberinde getirdi. Artan refah her türlü mal ve hizmete olan talebi körükledi. Bunun için de tabii et de vardı. Ama durun; burada bir sorun var. Detarjanın, pilin, bisikletin fabrikası var ama etin fabrikası yok! Ya ne var? Milyonlarca küçük köylü aile işletmesi ülkenin dört bir yanına dağılmış durumdayken bunların belki yarısı kentlere göçünce et üretimi de haliyle düşüyor. Üstelik bu kadar dağınık bir coğrafyadan eti kesip bozulmadan taşıyıp kentli nüfusa ulaştırmak ciddi bir lojistik sorunu yaratır. Peki ne olacak, kentli nüfus et yemecek mi? Tabii ki yiyecek. İşte burada devreye büyük kentlerin yakınlarına kurulmuş besi çiftlikleri ile kitlesel kesim yapan kesimhaneler devreye giriyor. Bugün Türkiye’de böyle 600 kadar ticari işletme var. Aytaç, Namet, Pınar Et içlerinden bazıları...

    Şimdi burada üretim nasıl oluyor bir bakalım: Eskiden köylü kar etmek için değil, geçinmek için danasını satardı. Böyle büyük bir tesis kuran adamın geçinme derdi olmasa gerek. Peki o ne için kurdu bu tesisi, hayır olsun diye mi? Maalesef!... Elbette bol para kazanmak için kurdu. Bol para kazanmanın bir yolu çok üretip çok satmaksa, bir diğer yolu da verimliliği artırmak. İşte bu kapitalistin elinde köylünün 150-200 kiloluk cılız sığırları, kısa zamanda 300-350 kiloya (rakamlar afaki, gerçek rakamlara netten bakın) ulaşan canavarlara dönüştü. Nasıl oldu bu? Önce yemlerle oynadılar. Yemlere olmadık şeyler kattılar. Bakır mı dersin, Çinko mu dersin, vitamin mi dersin, ne bulurlarsa boca ettiler. Sonra GDO tekniklerine başvurup yemin protein oranlarını artırmaya çalıştılar. Yetmedi ,hayvanlara büyüme hormonu, antibiyotik ve çeşitli et yapıcı ilaçlar zerk ettiler, yetmedi, daracık ağıllara sıkıştırıp hayvanları hareketsiz hale getirdiler. Yetmedi, yatıkları yerleri böcek ve parazit ilaçlarına boğdular, hayvanların üzerine tonla kimyasal boca ettiler, hastalanmasınlar diye. Tüm bunlar siz et yiyesiniz diye değil, sizin et yeme isteğinizi paraya çevirmek isteyen kapitalist girişimciler para kazansın diye oldu. İşin ucunda para olmasa kim takar sizin et yeme isteğinizi!

    Şimdi de sağlıklı et yemek istiyorsunuz, takan var mı?

    Böyle ortamlarda hayvanın bir canlı olarak bir değer ifade etmesi de son buldu, bir balya pamuktan farksız bir emtia düzeyine indirgendi. Köylünün elinde o hayvan iyi kötü insani bir değer ifade ederdi eskiden. Yani ona tam olarak mal gözüyle bakılmazdı. “Sarı kız”, “kınalı” gibi isimler takardı köylü ineklerine. Besi çiftliklerinde sayısı binleri onbinleri bulunca, fütursuzca ilaç ve tıp yardımıyla deli gibi çoğaltılınca, hayvan bir “pasif özne” olmaktan çıkıp, bildiğin nesne haline indirgendi. Böyle olunca da hayvana eziyet ve işkence kaçınılmaz oldu, kaçınılmazlık bir yana RUTİN oldu.

    Tüm bunlar, doğadan, araziden kopup beton sığınaklara hapsolan insanın doğaya “yabancılaşması”nı ne kadar da güzel betimliyor!

    Peki ne yapalım, nostalji yapıp geçmişe dönüşü mü özleyelim? Hayır. Bir yandan refah ve zenginlik isteyip, diğer yandan hiç bir şeyin değişmeyip aynı kalmasını istemek eşyanın ve insanın tabiatına aykırıdır. Refah istiyorsan, teknoloji istiyorsan, bir yandan da delice çoğalmak istiyorsan, bunun bir bedeli vardır ve o bedeli ödersin, ödetirler.
    Kitlesel tüketim er ya da geç beraberinde kitlesel sorunları da getirecekti ve getirmeye başladı ve bu kitlesel sorunlar insanın aymazlığı yüzünden görünen o ki, kitlesel sorun olmaktan tez zamanda çıkıp, kitlesel felekatlere dönüşecek.

    Neyse, hikayemiz bu değil, suların kirlenmesi. Kaldığımız yerden devam edelim...

    Kurduk mu böyle dev besi çiftliklerini? Kurduk. Her birinin içine binlerce danayı tıkıştırdık mı? Tıkıştırdık. Peki bu her biri 300-400 kilo olan danaların idrarı dışkısı ne oluyor? Bugün orta halli ya da gelişmiş her ülkede kentlerin foseptiği kontrol altındadır. İnsan dışkısı ve idrarı ya filtre edilerek doğaya verilmekte ya da geri dönüştürülmektedir. Peki bu besi çiftlerindeki dışkılar için böyle bir durum var mı? Ne yazık ki yok. Çoğu besi çiftliğinde foseptik tesisatı bile yoktur. Bunlar binlerce, onbinlerce dananın dışkı ve idrar karışımını komşu tarlaların absorbe edemeyeceği kadar çok olduğu için çoğu yerde boş arailerde çürümeye terk edilmektedir (2). Uygulamalar ülkeden ülkeye değişmekte, örneğin ABD’de bir ksımı gübre olarak kullanılmaktadır, kalanı da çiftliklerde araziye serpilip çürümeye terk edilmektedir. Başka başka yöntemler de var ama çoğu güncel yöntemin kaçamadığı sorun şu: Bu atığın tamamını gübre olarak kullansan bile atığın içindeki antibiyotik, ilaçlar, ağır metaller yağmur, drenaj, sulama, derivasyon vb. Gibi yollarla içme suyumuzu sağlayan barajlara, göllere ve nehirlere ulaşıyor, yer altı kaynak sularını kontamine ediyor. Bu atıkların sulara ulşamasının bir diğer tehlikesi e-coli baktesi ve cryptosporidium ve giardia gibi parazitlerin de içme sularımız karışıyor oluşudur (1).

    Sorunun büyüklüğünü anlamak için yine bir rakam vereyim. ABD’deki sığırların bir yılda ürettiği dışkı miktarı, ABD’deki insanların ürettiğinin tam 2 katıdır! (1) Hem bu kadar dev dışkı yığınları üreteceksin, hem de bu dışkılar organik olmayıp bol bol kimyasal içerecek. Eh bu kimysalallar da doğanın döngüleriyle içme sularımıza güzel güzel karışmaktadır.

    Benzer sorunlar kuşkusuz tavuk, domuz, koyun besiciliğinde de var ama boyutları sığır-inek besiciliği ile karşılaştırıldığında devede kulak kalmaktadır. Asıl sorun dana eti tüketiminde israr etmek. Sığır eti her bakımdan en zararlı et. Onu koyun eti izliyor. Yıllar önce bu yüzden Yeni Zelanda ve Avustralya’nın küresel ısınmaya aşırı katkı yapmakla suçlandığını hatırlarım.

    Bakın bu sorunlar yeni değil, 2000’lerin başından, hatta 1990’lardan beri biliniyor, dile getiriliyor. Ancak çevrecileri ve bilim adamlarını düne kadar takan yoktu. Ne zaman tenis topu büyüklüğünde dolular o pek kıymetli otomobillerimizi sivilce suratlı ergen yüzüne çevirdi, o zaman aniden uyanıverdik! “Yahu, bu kürsel ısınma gerçekmiş” demeye başladık.

    Küresel ısınma gerçektir arkadaşlar, bazı salakların sandığı gibi emperyalist oyunu falan değildir ve küresel ısınmanın en büyük nedeni belki de bizim bu kırmızı et açlığımızdır. Kırmzı etten lütfen uzak durun. Benim için değil, çocuklarınız ve torunlarınız için!..


    KAYNAK:
    (1)http://blogs.ei.columbia.edu/2010/10/25/how-hamburgers-pollute-our-water/

    (2)www.cygm.gov.tr/cygm/files/projeler/uluslararasi/gubre.doc

    (3)http://solucangubresi.web.tr/genel/turkiyenin-10-buyuk-ciftligi.html

    (4)https://www.peta.org/issues/animals-used-for-food/meat-environment/

    (5)http://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S2212371713000024




  • Fazla OT ve BİTKİNİN zararları



    1) Özellikle meyveler içerdiği aşırı fruktozdan dolayı fazla yenmesi direk zararlıdır . Vücut bu fruktozu sindirim sisteminde glukoza dönüştürür ve fazla glukoz vücut için bildiğiniz zehirdir . Fazla meyve tüketimi ani kan şekeri düşme ve yükselmesine neden olur . Vücut sersemler , neye uğradığını şaşırır ....



    2) Özellikle fazla A vitamini içeren meyve ve sebzeler (sadece havuçta falan yok A vitamini biberinden patatesine kadar dolu mevcut ..) "Hipervitaminoz" adlı hastalığa neden olarak karaciğeri mahveder . Bu hastalık ilerlerse karaciğer işleme yetisini bile belirli zaman sonra kaybedebilir ....



    3) Biber ve birkaç türde daha bulunan "capsaicin/kapsaisin" isimli maddenin belirli dozdan fazlası direk ölümcüldür . Biberde bu oran aşırı seyreltilmiş olmakla birlikte saf kapsaisin tüketirse bir insan direk öteki tarafa ..



    4) Fruktozdan çok daha kompleks bir yapıya sahip olan nişastaya dolu dolu sahip olan besinler (patates vb.) gibi fazla tüketildiğinde bu nişastalar dolaylı olarak kansere kadar birçok hastalığa davetiye çıkarıyor ..



    5) Şeker kamışı-şeker pancarı gibi şeker depolarını saymıyorum zaten ..



    6) GELDİK TAHILLARA



    Bu karbonhidrat depolarının zararlarına bir bakalım ;



    1) Gluten isimli madde çölyak hastalarına adeta ölümcül darbe vuruyor .. Ve tahıllar gluten yuvası adeta .. İnsan öldürür resmen ..



    2) Tahıllar nispeten iyi protein düzeyine sahip fakat protein yapısı 5 para etmez ;



    Tahıl proteinlerinden olan "Lektin"in zararları .



    Normal sindirim sürecinde bunlar parçalanamaz .. Bunun sonucunda bağırsaklar büyük ve bozulmamış proteinlere maruz kalırlar . Oysa ki bunun gibi istisnalar hariç proteinler rahatlıkla sindirilir . Tahıllar protein sindiren enzimlerin işlevini DURDURURLAR ..



    Bagirsak boslugundaki reseptorlere yapisirlar ve bozulmadan bagirsak duvarindan gecerler ..



    Bu buyuk protein parcalarini vucut virus , bakteri gibi yabanci bir yapi sanar .. (Bagirsak duvari delindigi icin diger yararli veya zararli diger aminoasit turleri de vucuda giris yapar) .. Vucut tum bu protein turlerine karsi anti madde uretir .. Bu anti maddeler bu yabanci proteinlerin sekline gore ozel uretilir ve maaleseftir ki vucudumuzu olusturan proteinlere cok benzeler , ozellikle pankreas ve beynimizdekilere ..



    Bagisikliklik sistemi bu proteinlere saldirirken ayni zamanda pankreasa saldirir insulin uretim merkezine saldirir ..



    Sonucunda "tıp 1 diyabet" olunur . Beyne saldirirsa "multipl skleroz" ....



    Not : Tahıldaki bu lektin türü en kalitesizi olan "BRA"dır ..



    3) Tahılların dolu dolu sahip olduğu "fitat" maddesi vücuttaki metal iyonlara (demir , kalsiyum , magnezyum) vs ... bağlanır ..



    Metaller bu madde yuzunden sindirime tamamen katilamaz ..



    Kansizlik , yorgunluk hatta kalp rahatsizligina bile neden olabilen etken bir maddedir ve davetiye cikarir ..







    Gorulen o ki bitkiler de masum degil . Nişastasından fruktozuna zararlı proteinlerinden fitat gluten gibi zehirlere ..



    Ordan da özellikle A vitamini zehirlenmelerine ..



    Ete zararlı diyenler etten cok daha kalitesiz zararli proteinlere sahip olan tahillara da birsey der artik .. Ama sanmiyorum ..



    Kendinize iyi bakin . Otçul yasaminizda basarilar ..



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Irishman -- 7 Ekim 2017; 11:54:32 >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • HEPSİNE TEK TEK CEVAP VERELİM...

    quote:


    1) Özellikle meyveler içerdiği aşırı fruktozdan dolayı fazla yenmesi direk zararlıdır . Vücut bu fruktozu sindirim sisteminde glukoza dönüştürür ve fazla glukoz vücut için bildiğiniz zehirdir . Fazla meyve tüketimi ani kan şekeri düşme ve yükselmesine neden olur . Vücut sersemler , neye uğradığını şaşırır ....


    Aşırı meyve tüketmek zararlıdır, doğru. Ancak bu ifade bir oksimoron çünkü vücuda aşırı aldığın her şey zararlıdır. Aşırı su içmek insanı öldürür örneğin! Hatta aşırı oksijen tüketmek dahi zararlıdır. Bunun nedeni çok basit. Vücudumuz bir denge üzerine evrimleşmiştir. Milyonlarca yıl boyunca günlük alınan gıda miktarına göre sindirim yapıları ve metabolizma şekillenmiştir. Bu nedenle aşırı tüketilen bir gıda ile vücut baş edemez. Bu gıda bileşeninin ne olduğunun hiç bir önemi yoktur. Aşırı tuz tüketirseniz hastalanırsınız. Aşırı şeker tüketirseniz hastalanırsınız. Aşırı un tüketirseniz hastalanırsınız. İster bitkiden ister hayvandan gelmiş olsun, aşırı protein tüketimi de sizi hasta yapar. Hatta en sağlıklı yağ olduğu oybirliği ile kabul edilen zeytinyağını aşırı tüketirseniz yine hastalanırsınız! Aklı başında hiç kimse, hatta obezler bile - kafadan zoru yoksa - tek bir gıdayı aşırı tüketmezler. Su çok yararlıdır denir ama bu yüzden bir günde 10 litre ve üzeri su içmeye kalkarsanız hidrolisiz yetmezliğine maruz kalıp ölürsünüz! Onun için aşırı fruktoz zararlıdır demek demagojiden başka bir şey değildir. Önemli olan aşırısının değil, makul miktarının dahi zararlı olup olmadığıdır ki fruktozun makul miktarının bir zararı yoktur. Şimdi gelelim fruktoza...

    Vücudumuz günde 25-30 grama kadar şekeri hayat boyu belirli bir zarar vermeden sürdürülebilir şekilde metabolize edebilir (1-2). Bu miktarda şeker karaciğerde eksilen glikojen depolarını doldurmak ve beyin ile kasların günlük faaliyetinde tüketmek için yeterlidir. Şeker hayati bir moleküldür. Bu yüzden siz hiç şeker almasanız dahi karaciğer yağı şekere dönüştürür. Çünkü ATP üretimi için şeker gereklidir. Öyleyse makul miktarda 25 gram kadar şeker almanın bir sakıncası yok. Bunun üzerinde alınan şeker lipide dönüştürülerek vücutta depolanır. İşte sorun burada başlar. Öyleyse günlük limitimiz 25-30 gram şeker. Peki bunun ne kadarı hangi şeker türünden gelmeli? En fazla 15 gramı fruktozdan, kalanı glukozdan gelmelidir. Sakkaroz zaten yarı yarıya glukoz ve fruktozun birleşimidir. Bunların hepsi basit şekerlerdir ve karaciğerde bunlar zaten metabolize edilerek glikojene çevrilmekte ve kaslar ile beyin tarafından tüketilmeyen fazla glikojen karaciğerde depo edilmektedir. İşte karaciğer yağlanmasına azı gerekli çoğu zararlı olan ve bizzat vücudun ürettiği bu glikojendir. Vücut glikojeni ya aldığımız yağdan ya da aldığımız şekerden ya da karbohidratlardan yapar.

    Şimdi; şekerden kaçınmak mümkün mü? Hayır değil. Yediğimiz süt, yoğurt ve peynirin içinde laktoz var. Yediğimiz meyvelerin içinde fruktoz ve glukoz var. Yediğimiz sebzelerin içinde sakroz/sakkaroz ve glukoz, nişasta ve karbohidratlar var. Tüm bunların hiç birini yemeseniz bile vücut zorunlu olarak aldığınız yağı glukoza çeviriyor çünkü glukoz olmadan metabolik faaliyet olmaz çünkü ATP glukozdan ve yine şekerin yağa dönüşmüş formu olan trigliseridden sentezlenir.

    Bu durumda hangi şekeri tüketmeliyiz sorusu ortaya çıkmaktadır. Yediğimiz gıdalardaki basit şekerler ikiye ayrılır: İşlenmiş ve işlenmemiş. İşlenmiş şeker marketten aldığımız toz/kesme şeker, mısır şurubu, glukoz şurubu ve bunların içine katıldığı paketli/paketsiz ürünlerdir. Zararlı olan vücuda farkında olmadan bolca işlenmiş şeker almaktır. İşlenmemiş şeker besinlerde doğal olarak bulunan şekerdir. Örneğin meyveler. Tüm meyveler az ya da çok fruktoz içerir. Fakat meyve yerken fruktozun yanında onun hızla emilimini önleyen bolca lif ve enzim de alırız. Bu nedenle bir elma yemekle, mısır şurubundan yapılmış bir kase puding yemek asla aynı şey değildir. Birinin glisemik endeksi 40 civarındayken (<55), diğerinki 85’tir. Keza tüm meyveler de aynı değildir. 100 gram muzun glisemik endeksi 62 iken, 100 gram bektaşi üzümünün 15, 100 gram böğürtlen/yaban mersininin 25’tir (3). Bizim kaçınmamız gereken meyvenin içindeki fruktoz değil, meyveden ve sebzeden alınıp konsantre hale getirilen mısır şurubu, glukoz şurubu vb. ve bunlarla yapılan gıdalardır. Zararlı olan şeker bu şekerdir. Fruktozun zararı glisemik endeksinin düşük oluşu nedeniyle insülin salgılatmaz ve bu yüzden vücudun doyma döngüsünü sağlayan insüline duyarlı leptin üretilmez. Dolayısıyla içinde fruktoz olan şuruplarla yapılan gıdalar doyma hissi yaratmaz ve bu yüzden meyve de doyma hissi yaratmaz. Ancak karaciğerin günlük 15 gram kadar fruktoza ihtiyacı vardır ve bu fruktoz işlenmiş gıdalardan değil, meyvelerden sağlanmalıdır. Bir elma 6 gr fruktoz içerir. Bu durumda günde 2-3 porsiyon meyve yenilmelidir. Fazlası yağa dönüşeceği için zararlıdır.

    Sağlıklı bir diyet günde 5 porsiyon kadar (3+2) sebze ve meyve içermelidir (1 porsiyon yumruğumuz kadardır).

    Sonuç;
    Meyve zararlı değildir, fazlası zararlıdır. Günde 250 gramdan fazla meyve tüketmemelisiniz. Meyve yediğinizde başka tatlı yememelisiniz. Tatlı yemişseniz meyve yememelisiniz (elma-armut-muz vb.). Esasen işlenmiş gıda olan tatlı yememelisiniz. Şeker ihtiyacınızı ham olarak meyve ve sebzeden karşılamalısınız. Bunları yerken de yanında protein ve yağ almak daha iyi olur. Yani yemeklerde tatlı olarak 1 elma ya da 1 armut vb. yiyebilirsiniz. Bunun dışında çayınıza dahi şeker atmamalısınız. Günde 10 bardak çay içen birinin çayına attığı 10-30 adet kesme şekeri dert etmeyip, 1 elmadaki 6 gr. fruktozu ya da 100 gr. çilekteki 3 gram fruktozu dert etmesi ironiktir. Günde 15 grama kadar fruktoz zararsızdır ve gereklidir. Zararlı olan fazlasıdır. Bu da bizi dengeli beslenmeye götürür.

    quote:


    2) Özellikle fazla A vitamini içeren meyve ve sebzeler (sadece havuçta falan yok A vitamini biberinden patatesine kadar dolu mevcut ..) "Hipervitaminoz" adlı hastalığa neden olarak karaciğeri mahveder . Bu hastalık ilerlerse karaciğer işleme yetisini bile belirli zaman sonra kaybedebilir ....


    Tam tersi ,A vitamini hayvansal gıdalarda çok bulunur! Üstelik bitkilerde işlenmemiş formu olan kerotenol varken hayvansal gıdalarda işlenmiş ve hemen kullanıma hazır retinol formu bulunur. Bu nedenle aynı miktar A vitamini almak için hayvansal gıdanın 2 katı kadar bitki tüketmek gerekir çünkü vücutta kerotenol-retinol döngüsünün verimi %50 kadardır. Sana bir A vitamini tablosu:

    Günlük A vitamini ihtiyacı (yetişkin erkek): 900 mcg/ünite
    100 gr. hindi ciğeri: 22600 mcg/ünite
    100 gr. dana ciğeri: 21000 mcg/ünite
    100 gr. Tereyağı: 700 mcg/ünite
    100 gr. tavuk ciğeri: 3000 mcg/ünite
    100 gr patates: 900 mcg/ünite
    100 gr. Havuç: 850 mcg/ünite

    A vitaminin retinol formu yani hayvansal gıdalardan aldığımız tipi TOKSİKTİR. A vitamini zehirlenmesine yol açan da hayvan kaynaklı A vitamini alımıdır (4). Aşırı havuç tüketerek de A vitamininden zarar görülebilir ama bunun için gerçekten çok (aşırı) havuç/papates tüketmek gereklidir.

    Zaten yukarıdaki tablo her şeyi özetliyor. Her gün 100 gr ciğer yiyen birinin bir süre sonra A vitamini zehirlenmesine uğraması kaçınılmazdır!


    quote:


    3) Biber ve birkaç türde daha bulunan "capsaicin/kapsaisin" isimli maddenin belirli dozdan fazlası direk ölümcüldür . Biberde bu oran aşırı seyreltilmiş olmakla birlikte saf kapsaisin tüketirse bir insan direk öteki tarafa ..


    Bu da maalesef bir başka tür demagoji gibi duruyor. Ölmek için ne kadar acı biber yemek gerek biliyor musunuz? Ortalama bir acı biberde (en acısında) 4 mg kadar kapsaisin bulunur. İnsanlar için ölümcül doz 0,5-5 gr/kg olarak verilmiş insanın metabolizmasına bağlı olarak. Bunu ortalama 3 gr/kg alsak. 80 kiloluk bir erkeği öldürmek için 80 x 3 = 240 gr kapsaisin gerekir. 240 gr / 0,3 = 800 adet adet acı biber gerekir. Ortalama bir acı biber 8 gramdır. 800 x 8= 6,4 kg acı biber yemek gerekir. Yetişkin bir insanın midesi en çok 4 kg gıda alabilir. Bu nedenle bir insanın acı biber yiyerek ölmesi pek mümkün değildir. Kaldı ki bir insan neden o kadara acı biber yesin sorusunu sana sormadan geçemeyeceğim. Bu örnekle vejetaryen karşıtlığını üzgünüm ama fantezi boyutuna indirmişsin. Verdiğin örneğin absürtlüğünü umarım görüyorsundur. Günde 1 aspirinin faydaları saymakla bitmiyor ama günde 100 aspirin içersen ölürsün! Bu yüzden kimse aspirin kötüdür diyor mu? Günde 1 acı biber çok faydalıdır ama günde 500 acı biber yersen hastalanırsın. Şimdi ne yapalım, acı biber zararlıdır mı diyelim? Yapma gözünü seveyim. Keşke daha makul örnekler bulmuş olsaydın!..


    quote:


    4) Fruktozdan çok daha kompleks bir yapıya sahip olan nişastaya dolu dolu sahip olan besinler (patates vb.) gibi fazla tüketildiğinde bu nişastalar dolaylı olarak kansere kadar birçok hastalığa davetiye çıkarıyor ..


    Doğru. Sen de fazla tüketme o zaman! Nişastadan zengin besinler belli: pirinç, patates, makarna, ekmek. Bunların tüketimini en aza indirirsin olur biter.

    Buraya kadar tamam. Şimdi asıl püf noktaya gelelim. Nişasta ikiye ayrılır sindirime dirençli olan ve olmayan nişasta. Yukarıdaki gıdalarda her ikisi de vardır. Sindirime dirençli olan nişasta yararlıyken olmayanı zararlıdır. Ancak biz besinleri pişirerek sindirime faydalı olan nişastayı indirgiyoruz. Yani ekmeği, makarnayı, pilavı sıcak tüketerek büyük hata yapıyoruz. Nişastanın zararını en aza indirmek hatta faydalı hale getirmek için bunları çiğ ya da piştikten sonra soğumaya bırakıp tüketmemiz gerekiyor (5).

    quote:


    5) Şeker kamışı-şeker pancarı gibi şeker depolarını saymıyorum zaten ..


    Sayma çünkü şeker tüketiminin vejetaryen olmakla doğrudan bir ilgisi yoktur. Merak etme, vejetaryen olursan şeker tüketmek mecburi değil!. Yani hayvan eti yiyenler şeker tüketmiyor mu? 1,5 iskenderi mideye gömüp ardından künefe söyleyen adamlar vejetaryen değil! Bunun konuyla ilgisini hiç anlayamadım. Sanki öylesine, üfürükten muhalefet olsun diye itiraz edilmiş gibi..

    quote:


    1) Gluten isimli madde çölyak hastalarına adeta ölümcül darbe vuruyor .. Ve tahıllar gluten yuvası adeta .. İnsan öldürür resmen ..


    Çölyak hastalarının popülasyon frekansı %1 ile %2 arasında değişmektedir. Ülkemizde %1,7’dir (6). Yani her yüz kişiden sadece ve sadece 1 ya da 2’si bu hastalıktan muzdariptir ve üstelik bazılarında hafif seyretmektedir., yani az da olsa gluten tüketebilmektedirler.

    İkincisi, çölyak hastaları glutenli gıdalar tüketmek zorunda değildir. Market rafları onlar için glutensiz gıdalarla doludur. Halk Ekmek, Uno vb. Gibi firmalar onlar için glutensiz ekmek, makarna vb. üretmektedirler. Yani sorun yok, daha doğrusu büyütülecek bir sorun yok.

    Öte yandan et alerjisi de vardır ve yine çölyak gibi nadir görülen bir rahatsızlıktır (7). Ne yapalım, et alerjisi var diye et yemeyelim mi (!)

    quote:


    2) Tahıllar nispeten iyi protein düzeyine sahip fakat protein yapısı 5 para etmez ;
    Tahıl proteinlerinden olan "Lektin"in zararları .
    Normal sindirim sürecinde bunlar parçalanamaz .. Bunun sonucunda bağırsaklar büyük ve bozulmamış proteinlere maruz kalırlar . Oysa ki bunun gibi istisnalar hariç proteinler rahatlıkla sindirilir . Tahıllar protein sindiren enzimlerin işlevini DURDURURLAR ..
    Bagirsak boslugundaki reseptorlere yapisirlar ve bozulmadan bagirsak duvarindan gecerler ..
    Bu buyuk protein parcalarini vucut virus , bakteri gibi yabanci bir yapi sanar .. (Bagirsak duvari delindigi icin diger yararli veya zararli diger aminoasit turleri de vucuda giris yapar) .. Vucut tum bu protein turlerine karsi anti madde uretir .. Bu anti maddeler bu yabanci proteinlerin sekline gore ozel uretilir ve maaleseftir ki vucudumuzu olusturan proteinlere cok benzeler , ozellikle pankreas ve beynimizdekilere ..

    Bagisikliklik sistemi bu proteinlere saldirirken ayni zamanda pankreasa saldirir insulin uretim merkezine saldirir ..
    Sonucunda "tıp 1 diyabet" olunur . Beyne saldirirsa "multipl skleroz" ....
    Not : Tahıldaki bu lektin türü en kalitesizi olan "BRA"dır ..


    Lektin ile ilgili yanlış ya da eksik bilgiler vermişsin; doğrusu burada: (8)
    Evet bazı kişilerde aynı glutende olduğu gibi lektin intoleransı oluşabilir ama bu da çölyak gibi nadir görülen bir durumdur. Oysa sen yazında sanki herkeste lektin intoleransı varmış gibi yanıltıcı bir paylaşımda bulunmuşsun. Kaldı ki tek tip bir lektin proteini yoktur, bir çok türü vardır. Bunlardan bazılarına (en çok buğday sanırım) bazı insanların bağışıklık sistemi hassasiyet gösterebilmektedir ama bu da seyrek görülen bir durumdur ve genel alerji sınıflamasında yer alır. Senin yazdığının aksine lektinin pek çok yararı da mevcuttur: (9)*

    *İngilizce bilmeyenler için lektin türüne ve dozajına bağlı olarak faydalı ya da zararlı olabilen bir bitki proteinidir. Lektinin faydaları:
    - bağışıklık sişstemini güçlendirir.
    - in vitro deneylerde muz lektininin HIV virüsünüğ inhibe ettiği tespit edilmiştir.
    - Antibakteriyel, anti mikrobiktir (zaten bitki bu proteini kendisini zararlı patojenlerden kormuak için üretmektedir).
    - Sarmısağın mucizesi içindeki kendi özgü lektin proteinidir.
    - bazı lektin türlerinin kanseri önlediği gösterilmiştir.
    - Acı kavundaki lektin bağışıklık sistemni güçlendirmektedir.
    - Bazı türlerinin kanser tedavisindeki etkinliği araştırılmaktadır.

    Yani yanıltıcı ve yönlendirici bilgi vermişsin. İşin doğrusu o değil, doğrusunu ben yukarıda özetledim.

    quote:


    3) Tahılların dolu dolu sahip olduğu "fitat" maddesi vücuttaki metal iyonlara (demir , kalsiyum , magnezyum) vs ... bağlanır ..
    Metaller bu madde yuzunden sindirime tamamen katilamaz ..
    Kansizlik , yorgunluk hatta kalp rahatsizligina bile neden olabilen etken bir maddedir ve davetiye cikarir ..


    Yine tek yanlı ve eksik bilgi vermişsin. Fitik asit mineral emilimini azaltmaktadır ama yediğin öğünle sınırlı olarak! Yani yemekten 2 saat sonra veya 1 saat önce yediğin bir avuç fındık senin mineral emiliminle zerrece ilgili değildir. Dünyanın en değerli 5 besininden biri kabul edilen badem fitik asit bakımından en zengin tohumdur. Fitik asit mineral emilimini azaltır ama bunun yanında kanseri önleme dahil pek çok faydası da vardır. Yani aynı lektin gibi dengeli beslenildiğinde faydalı, dengesiz beslenildiğinde zararlı olabilen bir gıda bileşenidir. Burada sözü şu linklere ve oradan yaptığım alıntıya bırakıyorum: (9-10)


    ALINTI
    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------
    Fitik Asit Mineral Emilimini Bozar Mı?

    Fitik asit, demir, çinko ve daha az bir ölçüde kalsiyum emilimini bozar. Bu bozukluk tek bir öğün için geçerlidir, tüm günkü beslenmeyi etkilemez. Diğer bir deyişle, fitat yemek sırasında mineral emilimini düşürür, fakat daha sonraki yemek üzerinde herhangi bir etkisi bulunmamaktadır. Örneğin, öğünlerle birlikte yiyeceğiniz fındık demir, çinko ve kalsiyumun emilim miktarını azaltabileceğinden, yemekten birkaç saat sonra yiyin. Ancak yemeklerinizde yüksek miktarda fitat içeren besinleri tüketirseniz zaman içerisinde mineral eksiklikleri görülecektir. Dengeli diyetlerde, bu durum gerçekleşmez, ancak ana besin kaynağı tahıl ya da baklagillerin olduğu gelişmekte olan ülkelerde ve yetersiz beslenme dönemlerinde önemli bir sorun haline gelmiştir.

    Gıdalardaki fitatı nasıl azaltırız?
    Badem gibi birçok besleyici, sağlıklı ve lezzetli gıdalardan sırf içerisinde fitat olduğu için kaçınmak, kötü bir fikirdir. Neyse ki, çok sayıda hazırlama yöntemleri belirli gıdaların fitik asit içeriğini azaltabilir.

    Fitik Asit Sağlık Faydaları

    Fitik asit koşullara bağlı olarak bir "arkadaş&düşman" besin için iyi bir örnektir. Buna ek olarak fitatın antioksidan özellikleri böbrek taşı ve kansere karşı koruyucu olabilir. Hatta fitik asitin tam tahıllardaki kolon kanserini önleyici etken madde olduğu düşünülmektedir.
    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------





    KAYNAK:
    (1)http://tr.euronews.com/2015/03/06/dso-gunluk-seker-tuketimi-50-grami-gecmemeli
    (2)http://www.haberturk.com/saglik/haber/1497027-sekerin-zararlari
    (3)http://www.diyetz.com/glisemik-indeks-tablosu/
    (4)http://xn--iyiyaa-0jb.com/a-vitamini-hangi-besinlerde-bulunur
    (5)https://www.drmuratkeklikoglu.com/direncli-nisastadan-zengin-besinler/
    (6)http://www.bebegimveuzmanim.com/video/colyak-hastaliginin-toplumumuzda-gorulme-sikligi-nedir/
    (7)http://www.alerjidoktoru.com.tr/et-alerjisine-dikkat/
    (8)http://ahmetrasimkucukusta.com/2017/05/05/ordan-burdan-havadan-sudan/lektin-duyarliliginiz-olabilir-mi/
    (9)http://esrarahsanileozgurcehafifle.blogspot.com.tr/2016/10/fitik-asit-fitat-ile-ilgili-bilmeniz.html
    (10)http://gida.mersin.edu.tr/gm324/Fitik%20asit.pdf




  • quote:

    Orijinalden alıntı: esmerbuyucu


    quote:

    Orijinalden alıntı: hanahmet

    " . . . hayvansal gıda tüketiminin insan sağlığına ve çevreye verdiği zararı ortadan kaldırmayı amaçlıyor. "

    Hayvansal gıdaların nesi zararlıymış? Anlatan olursa, açıklasın biri lütfen !

    Mesela kalp ve damar hastalıkları. Türkiye'de insanların %40'ı bu sebepten ölüyor.

    Hayvansal yağlar zararlı değildir, sadece pişirme yöntemleri yanlış olduğu için zararlı hale geliyorlar.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Torlak Kemal kullanıcısına yanıt
    Benim demek istediğim şu .



    Elbette meyve , sebze ve diğer bitkiler kararında yenildiğinde çok sağlıklı besinler .. Vücut vitamin ihtiyacını mineral ihtiyacını direk bitkilerden karşılıyor zaten ..



    Ama sorun bitkilerin de fazla tuketildiğinde vucutta neden olabilecegi deformasyonlari gostermek ve anlatmakti ..



    Yukarda arkadasla tartisirken oyle bir uslup kullandi ki hani goren kisiler bitkileri ne kadar tuketirsek o kadar saglikliyiz algisina kapilacaklar .. Onun icin ben de bunlari yazma gereksinimi duydum ..



    Kısaca tıpkı et gibi mantar gibi bitkiler de insan besin zinciri için vazgecilmez bir yer tutar .. Etten , mantardan , baklagil tarzı bitkilerden protein , balıktan omega tarzı yağlar , bitkilerden ise vitamin ve mineral alınmalı zaten .



    Saglicakla .....



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Irishman -- 7 Ekim 2017; 17:38:34 >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Kesinlikle. Bitkilerin de meyvelerin de fazlası zararlıdır ve sağlıklı değildir. Ancak kırmızı et tüketiminin eko sisteme yaptığı ağır baskıyı hepimizin görmesi gerekiyor. Kırmızı etten vaz geçip balık etine ve tavuğa yönelmek gerek ve onu da kararında, abartıya kaçmadan, sadece ihtiyaç kadarı tüketmek gerek. Yetmez, balık ve tavuk yerine de alternatif hayvan (böcek) kaynaklarına yönelmek gerek.

    Belli ki insanlık hızla üremekten vazgeçmeyecek. Bunun maliyeti ne olursa olsun, insanlar çok çocuk yapmaya devam edecek. Günümüzde insan sayısı her yıl 250 milyon kadar artıyor. 4 yılda bir 1 milyar insan ekleniyor nüfusa. bunun sürdürülebilir olmadığında çoğu bilim insanı hemfikir. Bu kadar insanı kırmızı etle beslemenin maliyeti/faturası maalesef ödeyebileceğimiz bir fatura değil. Bunu yapmaya devam ettiğimiz müddetçe, gelecek felaketlere hazır olmalıyız.

    ABD, Hong Kong İspanya vb. gibi yerlerde insanlar günlük ihtiyacının çok üzerinde et tüketiyor. Mesele protein alımından çıkıp damak zevkini her öğünde tatmine dönmüş durumda. Bu insanların damak zevkinin bedelini ben ve çocuklarım ödemek zorunda değil. Bazı insanlar her öğünde kebap yiyecek diye benim de içinde yaşadığım bu eko sistemin felakete sürüklenmesine seyirci kalamam, kalmamalıyız. Yani mesele salt kırmızı etin sağlığa yararı/zararı meselesi değil. Mesele artık ahlaki ve hayati bir mesele.

    Kimse benim de içinde bulunduğum bu dünyayı sırf et yeme keyfi uğruna bir felakete sürükleyemez. hepimiz küresel ısınmayı durdurmak için üzerimize düşen her şeyi yapmalıyız.

    Kırmızı et tüketimi sınırlandırılmalı ve insanlar alternatifi böcek yemeye alıştırılmalı...
    Benzine ve mazota okkalı çevre vergisi gelmeli. Doğalgaz zamlanmalı, elektrik zamlanmalı. Aksi halde gidişat hiç iç açıcı değil.

    Bu dünya hepimizin yuvası, sadece kırmızı et yemek isteyenlerin değil. Bunun artık farkına varılması gerekiyor...




  • Torlak Kemal kullanıcısına yanıt
    Bunun için "yapay et" üretilmeye başlanacak diye biliyorum . Laboratuvar ortamında deneniyor ve gayet başarılı sonuçlar veriyor ..



    İnsan nufusunun artisi genelde Asya kıtası yuzunden . Çin ve Hindistan'in toplami zaten neredeyse 3 milyar .. Dunya nufusunun neredeyse yarisi bu 2 ülkede ve Hindistan insani cektigi açlığa , sefalete ragmen hala cocuk yapiyor ..



    ABD'nin de bu durumda hatri sayilir bir payı var tabii ..

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Anonim yalan tellalları, gıdalar 2 saatte sadece mideden boşalır. Sindirim, 18 saatte biter. Sizin kalın bağırsağınızdan 1-3 günde boşalır. Fitat gibi besin karşıtları eser element alımınızı engeller - tıpkı demir zehirlenmesi gibi... Limon bu noktada çok işe yarar, sitrat fitatın mineral bağlamasını engeller. Dolayısıyla, c vitamininin ve limon ekşisinin ette değil, niye sebze meyvede olduğunu açıklamış oluyoruz.

    Gelelim bir diğer yalana: glukoz ve doymuş yağ zararlı olsaydı vücudunuz bu yapıtaşlarını kullanamazdı yaşamla bağdaşmadığından. Sizin yiyeceğiniz doymuş yağ, hormonlarınızı etkilemez. Doymamış yağlardan omega 3 ise kan sulandırır, bağışıklığı zayıflatır; omega 6 ise kanı koyulaştırır ve iltihaplanma yapar. Dolayısıyla ikisinin de hayrı yok. Buradan doymuş yağ yiyin mesajı çıkmasın tevekkili: et yok, yağ yok! Bunlar besin değil, ek destek mlneral ve vltaminler olarak geçici olarak yenebilir. Fazlasının sağlığı arttırdığı yok. Fazla protein = fazla büyüme hormonu, vücut büyümesi dönemi kapanınca tüketmenin anlamı da kalmıyor.

    Fruktoz düşmanlığı ise yersiz. Fruktoz kadar hızlı karaciğer şekerini dolduran besin yok, tabii bu besin ancak açlıkta glikojen tükenmişken işe yarıyor. Normal zamanlarda 1:9 oranından yüksek fruktozlu şeker tüketmek, karaciğer yağlanması yapar. Sofra şekerinde %50 frukoz-glukoz oranı olmasına bakarak, bunun gıda olarak saf şekilde tüketilmesinin yaygın bir beslenme yanlışı olduğu aşikarlaşıyor.

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >




  • Torlak Kemal kullanıcısına yanıt
    İktisat teorisyeni de mi oldun şimdi? Vergi artışı ekonomiyi küçültür, o korktuğun açlık-sefalet yaygınlaşır; senin o diline doladığın yeni enerjilerin hiç şansı kalmaz.

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >
  • ET YEMEK ZORUNDA MIYIZ?

    (KIRMIZI) ETİN İNSAN SAĞLIĞINA YARARLARI VE ZARARLARI...

    Biyolojik açıdan böyle bir zorunluluk yok. Aksine çok et yemek pek çok sağlık sorununu da beraberinde getiriyor.

    Aşağıdaki alıntı kalp ve iç hastalıkları uzmanı Dr. Murat Kınıkoğlu’nun sitesinden alınmadır. Makalenin tamamı burada:
    http://www.doktormurat.net/makale/1382/bitkisel-beslenme-eksik-mi-protein-meselesi
    ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    “BİTKİLERİN BESLEYİCİ GÜCÜ YETERSİZDİR” YANLIŞI  
    Hepimizin bildiği evrensel yasa; hiçbir şey yoktan var olmaz, var olan bir şey de yok olmaz. Hayvanlar, bahsedilen o sihirli, sadece kendi bünyelerinde olan eşsiz besin maddelerini (!) yoktan var etmezler, edemezler. Yeryüzündeki tüm besin maddeleri iki kaynaktan gelir: güneş ve toprak... İsterseniz buna bir de yaşamını bu iki kaynağa borçlu olan bakterileri ekleyelim. Hayvanlar bize verdikleri besinin tamamını bitkilerden (yani topraktan) alırlar, direk olarak bitkilerden beslenmek varken neden bir aracı hayvansal ürün kullanalım ki?    
    “VÜCUDUMUZ ESANSİYEL AMİNO ASİTLERİ YAPAMAZ O YÜZDEN YUMURTA YEMELİYİZ” YANLIŞI
    Doğrudur, vücudumuz esansiyel amino asitleri yapamaz ama yalnız insan değil, inek, kuzu, dana da yapamaz, boğa da yapamaz, sadece bitkilerle beslenen  300 kiloluk gorilin vücudu da esansiyel amino asit yapamaz. Bu hayvanlar esansiyel amino asitleri nereden alıyorlarsa bizde oradan alıyoruz: yani bitkilerden... Tüm amino asitlerin kaynağı aynı diğer besin maddelerinde olduğu gibi güneş, toprak (ve mikroplardır.) Yumurtada, sütte, ette bitkilerde olmayan mucize bir amino asit yoktur. Bitkiler ihtiyacımız olan tüm proteinleri ve esansiyel amino asitleri fazlasıyla karşılar ve “az yağlı bitkisel beslenen” bir kişi beslenme planlaması yapmasına gerek bile olmadan ihtiyacının iki misline yakın protein alır (1). 
    “HAYVANSAL PROTEN BİTKİSEL PROTEİNDEN DAHA ÜSTÜN” YANLIŞI 
    Bu masal, bundan yüz yıl önce yapılan bir çalışmaya dayanıyor (2). Bebek fareleri bitkiyle besleyen bilim adamları farelerin yeteri kadar büyümediğini görerek “bitkisel proteinlerin yeterli olmadığı” sonucuna varıyorlar ve sonrasında bu çalışmayı bitkisel besinlerin zayıflığının delili olarak kullanıyorlar. Burada yapılan yanlış olan anne sütüyle marulu kıyaslamaktır. Bebek fareler hızlı büyümek zorunda oldukları için proteinden çok zengin olan fare sütüne ihtiyaç duyarlar. Fare sütü protein açısından insan sütünden 10 kez daha zengindir. Bu yüzden insan sütüyle beslenen bebek fareler de aynı otla beslenen fareler gibi yeteri kadar büyümezler. Bu sonuca dayanarak insan sütü bebekler için yetersizdir diyebilir miyiz? (İnsan bebeği hızlı büyümek zorunda olmadığı için anne sütündeki protein miktarı fare sütünden düşüktür.)   
    “BİTKİSEL PROTEİNLER EKSİK OLDUĞU İÇİN DİKKATLİ OLMALIYIZ” YANLIŞI
    Bitkisel proteinlerin ihtiyacımızı karşılayamayacağı, açığın hayvansal proteinlerle karşılanması gerektiği koca bir yalandır, bitkisel proteinler tüm ihtiyacımızı fazlasıyla karşılar. Öyle çok dikkatli olmanıza, elinize kalem kağıt alıp hangi esansiyel amino asit hangi bitkide var diye hesap etmenize de gerek yoktur. Günlük kalorinizin tamamını sadece ıspanaktan veya sadece buğdaydan alsanız bile protein ihtiyacınız fazlasıyla karşılanır. Gene de ideal bir beslenme için haftalık öğününüzde, ideal kilonuzda kalmak şartıyla şu dört besin grubunun olmasına dikkat edin: meyve, sebze, tahıl, bakliyat (3). Dikkat ederseniz günlük öğün değil haftalık öğün diyorum, bir gün meyve veya bakliyat yememiş olmamanız eksiklik olacağı anlamına gelmez çünkü vücudumuz ihtiyacı olan makro ve mikro besinleri gerektiğinde kullanmak üzere depolama kabiliyetine sahiptir. Esansiyel amino asitler, aynı diğer amino asitler gibi yokluk günlerinde kullanılmak üzere vücutta depo edilir. Proteinin tek kaynağı yediğimiz besinler değildir, günlük beslenme dışında yaklaşık 90 gram proteini de vücudumuz endojen olarak kendisi salgılar. Tükürük bezi salgınızdan tutun, mide salgılarına, pankreas salgıları, müsin ve diğer bağırsak salgıları hepsi protein içerir, buna birde bağırsaklarınızda yaşayan ölü proteinlerden elde ettiğiniz proteini eklediğimizde ihtiyacımızı rahatça karşılayacak bir protein kaynağı elde ederiz (4). Vücudunuz aldığınız ve kendi salgıladığı tüm bu proteinleri karıştırır ve ihtiyacı olanı ihtiyacı miktarda alır. 
    Dostlarım, Türkiye’nin bütün hastanelerini dolaşın protein eksikliğinden yatan bir kişi bile bulamazsınız, sorunumuz protein eksikliği değil tam tersi PROTEİN FAZLALIĞIDIR. Kanserden tutun kalp krizine, şeker hastalığından tansiyon yüksekliğine tüm kronik hastalıkların kökeninde HAYVANSAL BESİNLERLE ALDIĞIMIZ AŞIRI PROTEİN YÜKÜ ve doymak bilmeyen iştahımız vardır.  

    (1)   Nico S. Rizzo,  Karen Jaceldo-Siegl, Joan Sabate, and Gary E. Fraser   Nutrient Profiles of Vegetarian and Non Vegetarian Dietary Patterns. Journal of the Academy of Nutrition and Dietetics
    Volume 113, Issue 12, December 2013, Pages 1610–1619 
    (2) http:// www. jbc.org/content/17/3/325.full.pdf
    (3)John McDougall, MD Plant Foods Have a Complete Amino Acid Composition. Circulation. 2002; 105: e197 
    (4) Moughan PJ1, Rutherfurd SM. Gut luminal endogenous protein: implications for the determination of ileal amino acid digestibility in humans.Br J Nutr. 2012 Aug;108 Suppl 2:S258-63. 


    Yazının ana fikri açık. 20 temel amino asit var. Bunların dokuzunu vücudumuz sentezleyemiyor ve dolayısıyla besinlerden almamız gerekiyor. Hayvan etinde bu 9 amino asit eksiksiz olarak mevcut. Yani 250 gr. BİFTEK yediğinizde günlük amino asit ihtiyacınızın tümünü - hem de fazlasıyla - karşılıyorsunuz. Peki et yemeyip sadece sebze ve tahıl yersek ne oluyor?

    Önce esansiyel olan, yani mutlaka almamız gereken bu 9 amino asidi listeleyelim:
    histidine, isoleucine, leucine, lysine, methionine, phenylalanine, threonine, tryptophan ve valine

    Yukarıdaki 9 amino asidin tamamı et proteinlerinin yapısında mevcut. Her gün yediğimiz sebzelerde ise hepsi birden yok. Hergün yediğimiz sebzelerde genellikle şu dört amino asit eksik oluyor. Bu nedenle yaygın sebzelerdeki proteinlere eksik protein deniyor. Ancak bu 4 amino asit sadece et proteinlerine özgü değil. Örneğin mercimek çorbanın, baklanın, fasulyenin vs. yanında bir de şunlardan tükettiğinizde et yemenize gerek kalmıyor, eksik amino asitleri tamamlıyorsunuz:

    Lysine: parmesan peyniri, lor peyniri, yumurta, kinoya unu, deniz yosunu, soya, çemen otu tohumu
    Phenylalanine: yumurta, süt ürünleri, fındık, ceviz, yemeklik tohumlar.
    Tryptophan: peynir yumurta, süt, badem, ceviz, fındık, yerfıstığı, yerfıstığı yağı, soya, susam, kabak çekirdeği, buğday rüşeymi
    Methionine: avokado, rikotta peyniri, rüşeym, ham süt, yulaf ezmesi, peynir, lor peyniri, yumurta

    Üstelik bunları her gün yemenize de gerek yok, vücut zaten fazlasını depolayıp, lazım olduğunda kullanıyor.

    Peki, aynı et gibi bu 9 esansiyel amino asidin tamamı içeren bitki kökenli gıdalar var mı?
    Elbette var: Kinoya unu, kara buğday, soya, adaçayı tohumu, kenevir/kendir tohumu. Günlük menünüze bunlardan her hangi birini eklediğinizde protein açısından et yemenize gerek kalmıyor.

    Etin bir diğer avantajı özellikle demir ve B vitaminleri açısından da zengin oluşu. Ancak demirden zengin oluşu menopoza kadar kadınlar için bir avantajken, sağlıklı erkekler için dezavantaj çünkü demirin fazlası aynı diğer metaller gibi atılmayıp vücutta (karaciğerde) birikiyor. Yıllar içinde bu birikme kronik hale gelirse (10 yıllarca her gün kırmızı et yerseniz) karaciğer iltihabına (hepatit) ve oradan karaciğer kanseri ve siroza yol açıyor.

    Kaldı ki demir açısından çok zengin bitkisel kaynaklar mevcut: pekmez, kuru yemişler, kuru meyveler, bakliyat vs. Zaten ihtiyacınız olan günlük demir miktarını karşılamaya yeterlidir.

    Ette bulunan B vitaminleri de keza semiz otu vb. sebzelerde, kuru yemişlerde ve bakliyatta yeterince mevcuttur.

    Etin bariz üstün olduğu bir diğer alan A vitamin kaynağı olarak çok verimli oluşu. Kırmızı etin tamamı değil elbette, ciğerden söz ediyoruz. Dana ciğeri A vitamini bakımından çok zengindir. Ancak günlük ihtiyacın çok üzerinde A vitamini içerir. Günlük ihtiyaç 700-900 mg iken dana ciğerinin 100 gramında 21.000 ünite A vitamini vardır. Düzenli olarak her gün dana ciğeri yenirse, akut A vitamini zehirlenmesi kaçınılmazdır. Öte yandan patates iyi bir A vitamini kaynağıdır. 100 gramında 900 ünite A vitamini bulunur. Fakat günlük A vitamini ihtiyacı için bunun 2 katı kadar patates tüketmek gerekir çünkü hayvan A vitamini retinol (hazır) formda iken bitki A vitamini beta keroten (ham) formdadır ve vücutta retinole dönüştürülmesi gerekir. Bu dönüşüm çok verimli olmadığından günlük ihtiyacın üzerinde beta keroten almak gerekir.

    Demek ki, et yemek zorunludur ifadesi bir efsaneden ibaretmiş. Öyle olmasaydı Hindistan'ın 1/3’ü, dünyanın da yaklaşık %7-8’i zafiyetten ölürdü (aşağı yukarı dünyada 500 milyon vejetaryen beslenen insan vara). Ama böyle bir durum olmuyor tabii. Aksine vejetaryen beslenen bireylerin daha sağlıklı oldukları hemen her tıbbi araştırmayla desteklenmiş durumda. Tam bu noktada sözü geçenlerde emekli olmuş hayatının son 50 yılı vegan olarak geçmiş 100 yaşındaki kalp cerrahı Dr. Ellsworth Wareham’a bırakalım (2):


    Vegan beslenme çok iyi bir beslenme biçimidir. Tabii et tüketen insanlara etten uzak durmalarını söylemek biraz aşırıya gitmek oluyor. Pratisyen hekimken insanlara vejetaryen beslenmenin en sağlıklı beslenme biçimi olduğunu söylüyordum ve onları hayvan ürünlerinden elimden geldiğince uzak tutmaya çalışıyordum. Egzersiz yapın, stresten uzak durun vb. gibi tavsiyeler verdiğimde İnsanlar bunları uygulamaya hevesli olurken, et yemeyin dediğimde irkilip rahatsız oluyorlardı.


    Bu noktada sözü yine bir başka uzmana, Harvard tıp fakültesinden kalp doktoru Dr. Deepak Bhatt’a bırakalım (2):


    Protein alımı söz konusu olduğunda et tek seçenek değil. Destekleyici delillerin gösterdiği üzere diyetinizde eti azaltıp sebzeyi artırmak sağlık için izlemeniz gereken yoldur. Vejetaryen diyetle karşılaştırıldığında, hangi tür et olursa olsun, et diyetleri kalp hastalıkları ve kanser riskini artırmaktadır.


    Şimdi de biraz kırmızı etin zararlarından söz edelim:

    1. Kırmızı et doymuş yağlar bakımından çok zengin bir gıdadır. Bu nedenle uzun süreli tüketimi kalp damar rahatsızlıklarına ve erken yaşlanmaya yol açar.
    2. Kırmızı etteki demirin (heme-iron) oksidatif etkisi bitkideki demire oranla daha yüksektir. Bu nedenle kırmızı et tüketenlerin daha fazla antiokisdan alması gerekir.
    3. Her gün kırmızı et yemek, vücutta demir birikimine yol açabilir. Demir birikiminin karaciğer iltihabına ve kansere neden olduğu bilinmektedir.
    4. Her gün kırmızı et yemek vücuttaki amonyak miktarını artırır çünkü et proteinleri sindirimi en zor proteinlerdir ve bu nedenle yüksek pepsin döngüsünde aşırı amonyak ortaya çıkar. Aşırı amonyak uzun vadede böbrekleri bitirir.
    5. Et tüketimi beraberinde fazla tuz tüketimini getirir çünkü ette sebze ve meyvede bulunandan çok daha fazla tuz vardır.
    6. Özellikle kırmızı etin sindirimi zordur. Gastro-intestinal sistemimiz etobur hayvanlarınki gibi salt et sindirmeye programlı değildir. Bu da bağırsaklarda aşırı asidik bir ortam yaratarak ciddi bağırsak sorunlarına yol açar. kalın bağırsak kanserinin en büyük nedeni düzenli kırmızı et tüketimidir.
    7. Et kalorisi çok yüksek bir besindir. Düzenli et tüketimi fazla kalori ve kilo sorununa yol açar. Şişman bir vegan görmeniz hemen hemen mümkün değildir ama et yiyenler arasında çok fazla şişman vardır.
    8. Düzenli kırmızı et/et tüketimi vücutta oksidasyonu artırır. KEt tüketenlerin tüketmeyenlere oranla daha fazla antioksidanlara ihtiyacı vardır.
    9. Sürekli kırmızı et tüketenlerin ferritin seviyeleri (demir depoları) yüksektir. Yapılan son araştırmalar ferritin seviyesi daha düşük olanlarda daha az kanser, diyabet ve kalp krizi rişski olduğu tespit edilmiştir.
    10. Kırmızı et kan damarlarının kalınlaşmasına (arteroskleroz)yol açar. Ette bulunan karnitin (carnitine) molekülü vücutta kalbe zarar veren trimetilamin-Azot-okside (TMAO) dönüşerek kalbe ve damarlara büyük zarar vermektedir. Bu dönüşüm hepimizin bağırsaklarında bulunan bir bakteri tarafından yapılmaktadır.
    11. İşlenmiş kırmızı etlerde LFTB adı verilen bir tür artık et jölesi kullanılmaktadır. Bu jöle amonyakla işlendiği için bakteri riskini yüksek derecede artırmaktadır.
    12. İşlenmiş kırmızı etlerde (kıyma, salam, sosis vb.) transglutaminaz adı verilen ve hayvan kanından elde edilen bir tür gıda yapıştırıcısı kullanılmaktadır. Bu molekül her ne kadar sağlığa zararı yoktur denilse de yol açtığı etkiler yüüznden insanlarda enfeksiyon riski ciddi oranda artmaktadır. Çünkü bir salamın içindeki et bu transglukominaz sayesinde 1 sığırdan da gelebilir, 1000 sığırdan da!..
    13. E-coli bakteri riski ette inanılmaz yüksektir. Çoğunlukla atlatılan bu bakteri enfeksiyonu bazı vakalarda ölümle sonuçlanabilmektedir.
    14. Sürekli işlenmiş kırmızı et tüketiminin tip 2 diyabet riskini %51 artırdığı gösterilmiştir (Hoag Hospital, California)
    15. Kırmızı et tüketimi alzaymer ve kolon kanseri riskini artırmaktadır. Etteki aşırı hemi demir, beyindeki miyelin dokusunda birikerek alzaymeri hızlandırmaktadır. Kırmızı et bazı insanlarda bağırsaklarda enflamasyonu artırmaktadır.
    16. Sığırlara (ve daha az miktarda koyunlara) verilen büyüme hormonları, antibiyotikler, GDO'lu yemler, haşere ilaçları ve parazit ilaçları bu hayvanların etini yiyen insanlara aynen geçmektedir.

    17. Son olarak Harvard Üniversitesinin geçenlerde sonlandırdığı araştırmaya kulak verelim. Bakalım 120.000 kişiyi 30 yıl boyunca izleyen bu büyük araştırmada Harvard doktorları ne diyor:

    http://www.sabah.com.tr/yasam/2012/03/14/her-gun-kirmizi-et-erken-olum-riskini-artiriyor


    Sonuç olarak, hem kendi sağlığınız ve hem de insanlığın ve eko sistemin sağlığı için et tüketiminizi azaltabildiğiniz kadar azaltmalısınız.

    KAYNAK:
    (1)https://onedio.com/haber/et-yemeyi-biraktiginizda-basiniza-gelecekleri-merak-ediyorsaniz-iste-size-11-cevap-724419
    (2)http://www.collective-evolution.com/2016/09/27/plant-based-protein-vs-protein-from-meat-which-one-is-better-for-your-body-dont-publish-waiting-for-picture/
    (3)http://www.haberturk.com/yazarlar/prof-dr-temel-yilmaz/1671906-vegan-mutfaginin-yeni-baskenti-neresi




  • BAZI ÜNLÜ VEGAN VE VEJETARYENLER:


    Albert Einstein

    Thomas Alva Edison
    Jane Goodall, PhD
    Sylvester Graham
    Brian Greene, PhD

    Franz Kafka
    George Bernard Shaw
    Leo Tolstoy
    Leonardo da Vinci

    Cesar Chávez
    Bill Clinton
    Benjamin Franklin
    Mohandas Karamchand Gandhi


    Carl Lewis
    Martina Navratilova
    Bill Pearl
    Mike Tyson

    Ricky Williams
    Coretta Scott King
    Dennis Kucinich
    Christine Lagarde
    Rosa Parks
    Russell Simmons
    Henry J. Heimlich, MD
    Steve Jobs
    John Harvey Kellogg, MD
    Peter Singer, BPhil
    Paul Wenner
    Diane Warren

    Vejetaryen beslenme zeka geriliğine yol açmaz. Kanıt: Albert Einstein, Leonardo Da Vinci, Thomas Edison

    Vejetaryen beslenme fiziki güçsüzlüğe yol açmaz. Kanıt: Mike Tyson, Carl Lewis, M. Navratilova

    Vejetaryen beslenme yaratıcılığı törpülemez. Kanıt: Tolstoy, Kafka, Bernard Shaw




  • 
Sayfa: önceki 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.