Şimdi Ara

Erdoğan Türkiye’yi kurtardı ve bir nesli zengin etti. Peki sonra ne oldu?

Bu Konudaki Kullanıcılar:
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
4
Cevap
0
Favori
237
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
1 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Bloomberg News Türkiye bürosu şefi Benjamin Harvey Bloomberg’ta kaleme aldığı makalesinde, Türkiye’deki son 16 yıllık dönemin başlıca kırılma noktalarına değinerek ekonomideki bozulmanın temel taşlarını anlatıyor:

    Erdoğan Türkiye’yi kurtardı ve bir nesli zengin etti. Peki sonra ne oldu?

    Dünya sonunda Türkiye’de Erdoğan’a kuşkuyla yaklaşanların bunca zamandır ne dediğini anlamaya başladı.

    Son 16 yılın önemli kısmında, dünyanın Müslüman ülkelerde demokrasi olabileceğine dair umutlarını besleyen Türkiye’nin o kendine has ekonomi anlayışına sahip Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hikâyesine inanmıştı. Herkes, ama sadece güçlerini, varlıklarını ve etkilerini kaybeden Türkiye’nin laik temellerini oluşturan milyarderler, generaller ve eğitimli elitler hariç.

    Bu laik temelleri oluşturan eski grup son 16 yılda Türkiye ekonomisi ya da Türkiye’nin diğer kısmı kadar iyi bir dönem geçirmedi. Erdoğan 2002’de çok güçlü bir iktidarla göreve gelerek ekonomiyi liberalleştirmeye giriştiğinde Türkiye IMF’den gelen 20 milyar dolarla yaşam ünitesine bağlı durumdaydı. Lira yanında birçok banka batmış, hükümet bütün gücüyle yüksek enflasyonu aşağıya çekmeye uğraşmaktaydı.

    Oy verenler değişim istiyordu. Ve bu değişimi gerçekleştirdiler. Erdoğan’ın görevde olduğu sürenin büyük bir kısmında Türkiye altın çağını yaşar bir görüntü veriyordu. İki büyük kıtayı birleştiren İstanbul, umut vaat ediyordu. Her geçen gün restoranlar ve kulüpler açılırken, yepyeni semtler sanat ve gece hayatının merkezi haline geliyordu. Yurtdışında eğitim alan gençler akın akın ülkeye geri dönerken yeni işlere girişip bir servet kazanabiliyordu. Uluslararası birçok zirveye ev sahipliği yapan Türkiye, İspanya ile birlikte kültürler arası iletişimi geliştirmek için Birleşmiş Milletler sponsorluğunda bir araya geliyordu. Çok çekici bir görüntü vardı. En azından yurtdışından gelip de ülkeyi kısa bir süre ziyaret edenler açısından Napolyon’un o meşhur “Eğer dünya tek bir ülke olacaksa, o ülkenin başkenti de İstanbul’dur” sözünün Erdoğan’ın yönetiminde gerçekleşeceğine dair inançlarını affettirecek bir resim görüntü mevcuttu.

    Şimdi hâlbuki Türklerin istediklerinden çok daha fazlasını aldıklarını söylemek mümkün. 220 milyar dolarlık yabancı yatırım, GSMH’nin üçe katlanması ve tek haneli enflasyona ulaştıktan sonar Türkiye ekonomisi yeniden zor durumda. Demokrasisi ile daha kötü durumda.

    24 Haziran seçimleri öncesi lira her gün değer kaybederken, enflasyon merkez bankası hedefinin iki katı üzerinde çift hanede. Şirketler 300 milyar dolardan fazla dış borçla cebelleşiyor. Türkiye demokrasi seviyesini ölçen her endekste hızla aşağı noktalara gerilemiş durumda. Artık iktidar tarafında Kürtlerle bir barış projesinden bahseden yok. Sandıkta kaybedeceği endişesiyle Erdoğan giderek otokratik bir yönetim tarzı belirlerken yönetim anlayışı da tamamen kişisel, alıngan ve tahammülsüz olmuş durumda. 2016 yazındaki ihtilal denemesinden sonra hala olağanüstü hal yönetimi altında bırakılan Türkiye’de Erdoğan dünyadaki tüm diğer ülkelerden daha fazla gazeteciyi hapse atmış ve internet yasaklarını genişletmiş halde liderliğini devam ettiriyor.

    Erdoğan eleştirilere karşı direncini artırırken kendi düşüncelerine olan inancını da pekiştirmiş bir halde. 64 yaşındaki Cumhurbaşkanı’nın geçen hafta Londra ziyaretinde bir araya geldiği üst düzey yöneticiler, bankacılar ve yatırımcılara teskin edici sözler bekliyorlardı. Fakat özellikle konu merkez bankasının bağımsızlığı noktasına gelince Erdoğan’ın seçimlerden sonrasında ekonominin yönetimini daha sıkı kontrol edeceğine dair net sözleri duyulduğunda, lira hızla değer kaybetmeye devam etti.

    14 Mayıs’ta Bloomberg televizyonunda Londra’da yaptığı açıklamalarda Erdoğan aynı zamanda kendine has inancı olan faiz düşürmenin Türkiye’nin enflasyon sorununa da çözüm olacağını da söyledi. Zaten ekonomi teorisine karşı Cumhurbaşkanı neredeyse rutin bir şekilde merkez bankasını faiz seviyesini yüksekte tutmakla ve bu sayede enflasyonu körüklemekle suçlamakta. 30 dakikalık programda da merkez bankası özerk demekle birlikte, bankanın Cumhurbaşkanının isteklerini göz ardı edemeyeceğini de ekledi.

    Fransa’daki Versailles Sarayı’nın dört katı büyüklükte bir sarayı kendine inşa ettiren ve o sarayın 615 milyon dolar maliyetini de Buckingham Sarayı ile karşılaştırarak savunan birisi için böylesi kendinden emin bir yaklaşım anlaşılır görülebilir. İşte o noktadan beri, bir zamanlar İstanbul’un belediye başkanı olan Erdoğan 80 milyonluk bir ülkenin kralı olarak kendini ilan etmiş durumda. Erdoğan’ın ekonomi üzerindeki eli sıkılaştıkça, ülkenin son 15 yıldaki kazanımları tehlikeye girdikçe; yatırımcılar ve yetenekli genç Türk nüfusu da ülkeyi terk etmekte hızlanıyor.

    Her zaman böyle değildi tabi. İlk seçildiği yıllarda daha başbakanken tam tersine dünyanın her yerinden yatırımcılar Türkiye’ye gelmek için yarışıyordu. IMF reçetelerini izlerken, Erdoğan ekonomiyi istikrara kavuşturmayı başarmış, ülkeye sermaye girişi hızlanmış ve ortalama büyüme seviyesi de yüzde 5,8’e yükselmişti. 2005’te AB Türkiye ile ilk defa bir Müslüman ülkeye tam üyelik için müzakerelere başlama kararı almıştı.

    Fakat görünenin altında, eski rejimden kar sağlayan elitlerin şüphesi devam etmekteydi. Birbiriyle bağlantılı inşaatçı ve iş bitirici yeni bir nesil tarafından kenara itilen laik kalenin eski savunucuları her şeyin bir şov olduğunu söylüyordu. Bu yeni sultanın orduyu bastırmak, hukuk sistemine sahip olmak ve ülkeyi İslamlaştırmak üzere planları olduğunu düşünüyorlardı. İran stili bir yeni rejimin inşa edildiğini iddia ediyorlardı. Erdoğan’ın hiç reddetmediği ama kaynağı olmayan bir Erdoğan sözü olan, “Demokrasi tren gibidir. Kendi hedefine varıncaya kadar binersin, sonra inersin.” sık sık gündeme geliyordu.

    Her türlü seçimleri -cumhurbaşkanlığı, genel ve yerel- kazandıkça büyük şehirlerdeki laiklerden gelen eleştiriler, onu Türkiye’nin ortasından gelen seçmenler için daha çekici hale getirdi. Ancak Erdoğan mucizesinin temelleri, kendinden emin bir politikacı olarak halkın onunla olan anlaşmazlıklarını sokağa dökmeye razı olduklarını anlamasıyla parçalanmaya başladı.

    Mısır’da seçimle gelen Müslüman Kardeşler yönetiminin 2011 Arap Baharı’nda devrilmesi Erdoğan’ın kendine karşıt, mutsuz kesimlere başka gözle bakmaya başlamasına neden oldu. Yaşadığı anksiyetenin sonucu olarak otokratik bir lidere dönüşmesi bugün halen devam ediyor. Mayıs 2013 Gezi olaylarında İstanbul’un merkezinde bir küçük parkın iktidar tarafından yok edilmek istenmesine karşı başlayan gösteriler Erdoğan’ın sokak protestolarıyla kurban edilmek istemeyişiyle çevreci aktivistlere çok sert bir polis müdahalesiyle karşılaştı. Hemen ters tepen bu müdahale hızla büyük kitlelerin Erdoğan’ın indirmeyi hedefleyen ve ülkenin hemen hemen tüm büyük şehirlerine yayılan protesto eylemlerine dönüştü.

    Dünya da güçlü bir yenilikçinin diğer yüzü olan paranoyayla hareket eden zalim tarafıyla tanıştı. Erdoğan’a yakın çevre hemen protestolar hakkında ürettikleri komplo teorileriyle bu harekete karşı durdular. Bu teorilerden bir tanesi mesela İstanbul’daki 3. Havaalanını kıskanan Almanların Gezi eylemcilerini fonladığı yönündeydi. Ekonomi Başdanışmanlarından Bulut, Erdoğan’ın telekinezi yoluyla öldürülmek istendiğini söyledi. Polis Gezi parkını geri aldı eylemcilerden ama Türkiye bir daha aynı Türkiye olmaktan çoktan çıkmıştı. Altın yıllar sona ermişti.

    İyimserlik duygusu, farklı çizgilerden ve ideolojilerden gelen Türklerin hepsinin aynı teknede olduğu inancı; Erdoğan’ın uzlaşmaz liderliğinden kaynaklanan bir şikâyet duygusuyla daha da kötüleşen siyasal kültürde acımasız bir bölünme ile yer değiştirdi. Erdoğan, birkaç yıl önce düşünülemeyecek olan İslami milliyetçiliğin bir versiyonunun kollarına atladı. Kendinde destek olan sermaye hızla medya şirketlerini satın almaya, dini okullara destek vermeye başlarken, en ufak bir muhalif işaret bile gösteren herkese karşı bir çılgın bir tutuklama dönemi başladı. Twitter, Facebook, YouTube ve Wikipedia yasaklandı. Türkiye, sosyal medyadaki içeriği engelleme taleplerinde küresel lider oldu. Gelinen aşamada bazı Türkler, korktukları şeyden, diktatörlüğe giden bir rejim altında yaşamaktansa ülkeyi terk etmeyi seçmeye başladılar.

    Ardından Erdoğan ile siyasal ortağı Fetullah Gülen arasındaki gerginlikler açık bir politik savaşa dönüştü. Erdoğan’ın ailesi ve en yakın temasları arasında yolsuzluk iddialarına karışan düzinelerce bant sızdırıldı. Erdoğan, Gülenci savcıların yürüttüğü soruşturmayı darbe girişimi olarak nitelendirdi. Polisi tutukladı, savcıların kaçmasına neden oldu ve mahkemeleri temizledi. Şubat 2014’e gelindiğinde, İran’la ambargoyu delerek iş yapmayı organize eden ve bu sayede on milyonlarca dolarlık cep harçlığı yapmakla suçlanan bakanlar Meclis’te hukuk sistemini daha sıkı kontrol altına almak için oy vermekteydi. Sonuçta araştırma kapatıldı, öldürüldü; ama savaş daha yeni başlamıştı.

    Gülenciler yeraltına gitti, ama yok olmadılar. Temmuz 2016’da, ordunun içindeki Gülenist subaylar gerçek bir darbe başlattı; Parlamento’yu hava kuvvetleri jeti ile bombaladı, İstanbul’da bir köprüyü kapattı ve 200’den fazla insanı öldürdü. Tepki olarak da bir cep telefonu uygulamasıyla televizyonda görünen Erdoğan, taraftarlarını sokaklara çağırdı ve haftalarca orada kalmasını istedi.

    Ardından gelen safhalarda, Türkiye’nin kurumsal yapısı çöktü, Batı ülkeleriyle, özellikle Almanya ve ABD’yle ilişkiler daha da gerginleşti. Alman ve ABD vatandaşı olan bazı kişiler hapse atıldılar. On binlerce Türk hapse mahkûm edildi. Sayısız diğerleri işini kaybetti. Yüzlerce işletme ele geçirildi veya kapatıldı. İfade özgürlüğü ve basın üzerindeki baskı yoğunlaştı.

    Erdoğan için karşılaştığı bu ihanet iç çemberinde bulunan ve temel nitelikleri sadece sadakat olan danışmanlara ve görevlilere gitgide daha fazla dayanmasıyla sonuçlandı. Tanıklık eden bir ekonomistin anlattığına göre, dünya çapında iki büyük yatırım fonundan yöneticiler bu yılın başlarında Ankara’yı ziyaret ettiğinde, siyasi sadakatçıların ülkenin en önemli politika yapıcı organlarında tecrübeli profesyonellere karşı nasıl üstünlük kazandığını gördüklerinde şok olduklarını bildirdi.

    Ekonomistin vardığı sonuçsa: “Ders kitaplarına örnek konu olarak girebilecek nitelikte bir kurumsal gerileme.”
    http://www.paraanaliz.com/2018/genel/yatirimcilar-neden-turkiye-hakkinda-huzursuz-23279/



  • Erdoğan Başbakanken gelen yabancı yatırımcıların kime hizmet ettiğini biliyoruz zaten.Ama ekonomimiz iyi olduğu için değil iyi olmasını sağlamak için gelmişlerdi bence.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Son zamanlarda okuduğum en net yazı. Lafı dolandırmadan özetlemiş durumumuzu.
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.