Şimdi Ara

'Erdoğan'ı yargılayacak mısınız?'

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
1 Misafir - 1 Masaüstü
5 sn
10
Cevap
0
Favori
384
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • 0.45 ten sonrası :




    "Erdoğan'ı yargılayacak mısınız?"



  • Güzel malzeme bulmuş yandaşlar. İnce'nin 2.tura kalması ile gelebilecek iktidar oyları da çöp olmaya doğru gidiyor.

    Tek çare;

    Akşener 2.tura kalıp İnce'yi yanına alması. Yoksa gg.
  • muhalefeti bir araya getirebilecek en ideal kişi olarak görüyordum. lakin peş peşe kendine yakışmayan durumlara girmeye başladı. seçim öncesi böyle bir heyeti ne diye kabul edersin ve konuştuğun saçmalıkları açık açık niye çıkar söylersin ?

    kendi ayağına sıkmıştır akşener oyunu yükseltmekten başka bir şey yapmadı.



    "Erdoğan'ı yargılayacak mısınız?"


  • hayır çok takılmamak gerek böyle şeylere, siyaset işte. gerekseydi halk ondan önce bunlara çoktaaan takılırdı zaten
  • şartlanmış bir şekilde girmeyin konuya
    konu çark etmek değil konuyu anlamaya çalışın
  • Videoyu açamadım ama soru baştan saçma. Yargılanması gerekiyorsa adalet birimleri yapar bunu. Başkasının ne düşündüğünün bir önemi yok.

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >
  • ERDOĞAN'IN KAYIT DIŞI ABD GEZİSİ

    2002 Aralık başında, daha Gül hükümeti güvenoyu kutlamalarını bitirmeden Beyaz Saray'dan bembeyaz bir sayfa geldi:

    Bush yönetimi Erdoğan'ı ABD'ye davet etti... Görüşme 11 Aralık'ta gerçekleşecek!

    AKP'nin ABD ile ilişkilerinde başlıca yol haritası Irak ise bunun en önemli kilometre taşı Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan'ın bu ülkeye yaptığı, niteliği net olarak açıklanamayacak geziydi.

    Erdoğan'ın hiçbir devlet görevi olmadığı halde aldığı davet, bir devlet adamına yapılan türdendi. Gezinin hiçbir resmi yanı yoktu, ama temaslarının içeriği resmi ziyareti aratmıyordu.

    En önemlisi ABD ona birinci sınıf protokol uyguluyordu.

    Kitabın son gözden geçirmelerini yaparken hâlâ bu gezinin tutanakları açıklanmamıştı. Oysa Erdoğan'ın gezi boyunca sürdürdüğü temaslar Türkiye'nin ABD ile ilişkilerinin geleceğini belirleyecek içerikteydi.

    Gezi bir bakıma kayıt dışıydı. Sakın yanlış anlaşılmasın, bu ekonomideki kayıt dışı değil, diplomaside resmi kaydı olmayan anlamında!

    Leyleği havada, tek başına iktidarı tavada gören Erdoğan, dış destekle Türkiye'deki yerini de sağlamlaştıracağını düşünüyordu. Bu yüzden 3 Kasım seçimlerinin hemen ertesinde Ankara'ya yerleşen Erdoğan'a Atina Aydın'dan, Brüksel Bursa'dan, Tokyo Tokat'tan, New York Nevşehir'den daha yakındı.
    Peşrevi daha fazla uzatmayalım, yola çıkalım...

    Erdoğan'ın Washington seferinin omurgasını Başkan Bush'la görüşmesi oluşturuyordu. Ancak başkanın adamları bu görüşme öncesi Erdoğan'ı hem iyice tanımak hem de ABD'nin Türkiye'den istediklerini kendi topraklarında açık seçik anlatmak istiyorlardı. Bunun devamında da Erdoğan'ın kendi isteklerine ne ölçüde yanıt verecek bir lider olduğuna ilişkin notları' olacaktı. Not, görüşme öncesinde Başkan Bush'un masasına konacaktı. Görüşme de ona göre' geçecekti.

    Erdoğan Washington'a gelir gelmez, daha saat farkının ayırdına varmadan ABD başkentinin en etkili düşünce kuruluşlarından CSIS'in düzenlediği bir toplantıya katıldı. CSIS'in Türkiye ile ilgili başlıca yetkilisi Dr. Bülent Ali Rıza idi. İyi Türkçe biliyordu. Erdoğan için bu önemliydi! Erdoğan'ın uzun uçak yolculuğunun ardından konuştuğu belliydi. Zira sözlerine bakılırsa ayaklan hâlâ yerden kesikti! AB'ye meydan okuyordu. ABD gezisi sonrası Kopenhag'a, AB zirvesine geçecekti. Burada bir tarih verilmezse, AB'nin kendisi bilirdi! Kıbrıs'ta Denktaş'ın da biraz yumuşaması gerekirdi!

    Bütün bunlar bir yana ABD yönetiminin kafasında Irak vardı. Erdoğan bu konuda fazla açık vermedi. 1991'deki Körfez Savaşı'ndan doğan zararları anımsattı. Şu anda savaş olmamasına karşın söylentisinin dahi Türkiye ekonomisini etkilediğini anlattı. AKP Genel Başkanı sözlerini sürdürürken salona bir kişi şahin gibi süzülerek girip Erdoğan'ı iyi gören koltuklardan birine kondu.
    Şahin, ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz'di.

    Toplantı 19.00 sıralarında bitti. Erdoğan ve seferin akıncıları kaldıktan Monarch Otel'e geçtiler.

    Yaklaşık bir saat sonra otelin iki misafiri daha vardı:

    Wolfowitz ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Grossman.
    Her ikisi de Başkan Bush'un A takımındandı.

    Otel odasındaki görüşme iki saate yakın sürdü. Wolfowitz ve Grossman, Türkiye'den neler istediklerini çok iyi bilen iki kişiydi. Zaten bu istekler 15 Ekim günü dönemin hükümetine, Genelkurmay'a ayrıntılarıyla anlatılmıştı. İki Bushman' durumu bir kez daha özetlediler. Kararlılığı anlattılar. Hatta olası takvimi verdiler.

    Deyim yerindeyse, Erdoğan yatağına girmeden kafasına çok şey girmişti. Bir başka deyimle AKP lideri Bush'la görüşmeye her ölçüde hazırlanmıştı.
    Arkası da yarın gelecekti...

    Erdoğan 11 Aralık 2002 günü mesaiye sabah namazından önce başladı desek yeridir. Önce Dışişleri Bakanı Colin Powell ile bir araya geldi. Zaten bir gece önceden genel havayı almıştı. Powell parçalı bulmacadaki bazı eksiklikleri tamamladı. Buradan Savunma Bakanlığı'na geçti.

    Wolfowitz kendisini bekliyordu. Erdoğan'a burada özel bir Irak brifingi verildi. Amerikan yönetiminin brifing metinlerinin masallara vardı, hiç dosyaya girmiyordu. Her fırsatta Türk yetkililerine durum anlatılıyordu!
    Ama durun... Erdoğan daha Bush'la görüşecek olgunluğa gelmedi, sırada Bush'un yardımcısı Dick Cheney var.

    Dick Cheney'in telaffuzunun Türkçe çağrışımına gönderme yaparak, "dik çene" desek abartmış olmayız. Cheney de durumun ciddiyetini tüm çene gücünü kullanarak anlattı. Üstelik destek kuvveti de vardı:

    Ulusal güvenlik danışmanı Condoleezza Rice...

    Artık Erdoğan, Bush'la görüşecek olgunluğa getirilmişti. Benzetmede hata olmaz; bu kısa süreli yoğunlaştırılmış olgunluk biraz kükürtle sarartılmış muza benziyordu, ama olsun. En azından Başkan Bush'un kararlılığından pay alacak hale gelmişti.

    İki tarafın donanımı fena değildi. Bush'un yanında Powell, Rice, Wolfovvitz ve ABD'nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson vardı. Erdoğan iki ayaklı bir temsille görüşmedeydi. Türkiye Cumhuriyeti'ni temsilen Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, Washington Büyükelçimiz Faruk Loğoğlu ile Bulgaristan Büyükelçiliği'nden sonra Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu Masası'nın sorumluluğunu üstlenen Tahsin Burcuoğlu vardı.

    Erdoğan'ın ekibinde ise milletvekilleri Egemen Bağış ve Ömer Çelik'le, AKP MKYK üyesi Cüneyd Zapsu yer alıyordu.

    Görüşme Oval Ofis yerine Roosveltroom'da bir masa etrafında gerçekleşti. Erdoğan Beyaz Saray'a girip başbakan sıfatı taşımayan ilk Türk siyasi parti lideriydi.

    Beyaz Saray'daki görüşmenin hemen başında Bush damardan girdi:

    "Türkiye'nin en iyi ve dost müttefikinin evine hoş geldiniz. Sizin liderliğinizden ve partinizden çok etkilendik. Demokrasiye ve bağımsızlığa olan bağlılığınıza çok teşekkür ediyoruz. AB'ye tam üye olma arzunuzda sizinle omuz omuzayız. NATO üyeliği çerçevesinde yaptıklarınızdan memnunum. ABD'nin stratejik dost ve müttefikisiniz. Sizi ağırlamaktan onur duyuyorum."

    Erdoğan bunun altında kalmadı:

    "Bize bu değerli zamanı ayırmanız mutluluk nedeni. AB'ye girişi çağdaşlaşma projemizin en önemli modernizasyon unsuru olarak görüyoruz. Bu demokrasi yolunda bir sıçramadır. Bu hafta çok önemli. Adeta bir dönüm noktası. Bizim iktidarımız ile çakışması anlam taşıyor. Bu konuda bizi desteklediğinizi görüyor ve teşekkür ediyoruz. Tabii burada bitmiyor, devamını bekliyoruz."

    Bir gazeteci bu sıcaklığa dayanamadı, araya girip sordu:

    - Türkiye'nin AB üyeliği için liderleri aradınız mı? Bush, "zaten" dedi, "bunun için pek çok telefon görüşmesi yaptım. Benim yönetimim bu sonuca ulaşmak için çok çalışıyor".

    Bush hızını alamadı, Erdoğan'ın kalbinden geçeni okudu:

    "Anladığım kadarıyla Türkiye'de yakında bir görev değişikliği olabilir."

    Bu değerlendirmenin Türkçesi şuydu:

    "Türkiye'nin fiili başbakanı olarak biz sizi tanıyoruz."

    Bush'la Erdoğan'ın, takımıyla birlikte yarım saatlik görüşmesi sırasında, elbette AB konusu da gündeme geldi, ama Bush'un kafasının her tarafında Irak vardı. Bütün sorun, Irak'ta Türkiye'nin ABD'ye vereceği destekti.

    Görüşmenin kapalı bölümünde, farklı kanallardan doğrulattığımız en kritik an şu oldu:

    Bush, Saddam yönetiminin sadece ABD için değil tüm komşu ülkeler için de tehdit olduğunu anlattıktan sonra, Erdoğan dedi ki:

    "Saddam bir diktatördür ve biz böyle bir komşu ile bir arada yaşamak istemiyoruz."

    Her tarafa çekilebilecek bir tümce... ABD yönetimi bunu ciddi bir yanıt olarak kabul etmişti.
    Gerçi Erdoğan'ın net yanıt vermekten kaçındığı durumlar vardı, ama Saddam yönetiminin son bulması gerektiğini söylemişti. Fena başlangıç değildi.

    Ancak Erdoğan'ın kafasındaki şu nokta da dikkatlerden kaçmamıştı:

    Erdoğan ve yakın çevresi, kuzey desteğinden yoksun bir operasyonun ABD'ye çok pahalıya mal olacağını düşünüyor ve Türkiye'nin vereceği desteğin karşılığının hiç de az olmaması gerektiğini hissettiriyordu.

    Bush ve adamları aynı görüşte değildi. Onlar Türkiye'nin desteğini koşulsuz istiyorlardı. Tabii bazı zararlar karşılanabilirdi, ama ABD'nin Saddam'ı devirme operasyonu aynı zamanda Türkiye'nin teröre destek veren bir komşudan kurtulması anlamına geliyordu!

    Yani, ABD Türkiye'nin de hayrına bir şeyler yapıyordu. Bunun için pazarlık mı olurdu!

    Görüşmeden sonra gazeteciler Erdoğan'a sordu:

    - Irak konusunda somut bir talep geldi mi? Irak başlığının altında masada neler vardı?

    Erdoğan:

    "Aslında ağırlıklı olarak barış vardı. Barış yoluyla bu işin çözümü vardı."

    - Siz bir taahhütte bulundunuz mu?

    Erdoğan:

    "Dönünce bunu Başbakan'la görüşelim. Başbakan'ın zaten konunun belli bir kısmına muttali olduğunu gördük. Değerlendirmeleri yapıp ona göre de gerekli kararı veririz."

    Erdoğan, Başbakan'ın konuya "muttali" olduğunu Bush'la görüşmesinde anlamıştı!
    Bir başka deyimle Erdoğan'la Başbakan Abdullah Gül, Bush yönetimi üzerinden haberleşmişti!
    Gül'ün konuya "muttali" olması da doğaldı. Zira, Başbakanlık koltuğuna oturduğunda 15 Ekim günü verilmiş olan brifingden de doğal olarak haberdar olmuştu.

    Erdoğan, geziden kafası karışık dönüyordu.
    Bu saptamamız sadece lafta değil, NAFTA!

    Erdoğan, Kopenhag'a AB'den müzakere için tarih almaya giderken, ders vermeye de gidiyordu. Uçakta aynen şöyle dedi:

    "Bizi AB'ye almazlarsa biz de NAFTA'ya gireriz. Bunu Bush'a da teklif ettim."

    NAFTA'nın açılımı şu:

    Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi!

    Adı üstünde Kuzey Amerika... Üyeleri de ABD, Kanada ve Meksika!

    Yanına da diplerindeki Türkiye!

    Erdoğan'ın Irak operasyonuyla ilgili önerisi de Beyaz Saray'a bomba atmaktan farksızdı:

    "Türkiye'nin tavrını belirlemek için zaman elverirse referandum da yapılabilir."

    Erdoğan böyle dedi, ama hükümet döne döne Türkiye'nin böyle düşünmediğini ABD'ye anlatmak durumunda kaldı!

    Erdoğan yönetimi geziden şu sonuçları çıkarmıştı:

    1 -Kendimizi Beyaz Saray katında kabul ettirmiş olduk. Bu iç politikamız açısından çok önemli.

    2-ABD, Saddam yönetimini devirmeye kararlı. Kuzeyi kullanmazsa maliyetinin yüksek olacağını da açıkça söyledik. Gelecek dönemde bunu iyi kullanırsak, büyük mali olanaklar da elde edebiliriz.

    3-AB konusunda destek aldık.

    Bush yönetiminin çıkardıkları da şunlardı:

    1-Bizimle pazarlık yapmaya çok istekliler, ama bunu zamanla hallederiz.

    2-Irak operasyonuna henüz hazır değiller, ama yakın gelecekte olayın önemini anlatırız.

    3-Getirdikleri kimi öneriler kabul edilebilir gibi değil, ama sonuçta bizimle işbirliği yapacaklar.

    4-Ne olursa olsun bu yönetim bizim için Ecevit yönetiminden iyidir!

    5-Kısa bir süre önce ağırladığımız Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'ün daha koltuğunu ısıtmadan ABD'yi ziyaret etmesi, Erdoğan'ın ise daha koltuğa dahi oturmadan bizimle aynı masanın etrafında oturması, Türkiye ile yeni dönemin ABD'nin yararına olacağını gösteriyor.




  • erdoğan daha istanbul belediye başkanıyken yaptığı yahudi lobisi görüşmelerini ve abd heyetini açıklasın önce.

    muharremse bütün ülkelerin büyük elçileri ile konuşmuş ne olmuş? aradığımız devlet adamı. herkese atar gider koymayan



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi We Will Dominate -- 25 Mayıs 2018; 21:21:29 >
  • Exeter’de yetişti Amerika seçti!

    Yaklaşık 12 yıl önce İstanbul’da bir Kafkaslar Toplantısı düzenlenmişti! Toplantıya gazeteci olarak davetliydim. Graham Fuller de oradaydı. Kendisinden bir röportaj talebim oldu, kabul etmedi. Ertesi gün, Yenişafak gazetesinde Graham Fuller ile yapılmış bir röportaj çıktı! Bunun üzerine istihbarat servisleri ile diyaloğu iyi olan bir muhabire görev verdim. Graham Fuller, konferanstan ayrıldıktan sonra nereye gitmiş ve kimlerle görüşmüştü? Bunu araştırmasını istedim. Kısa bir süre sonra bilgi geldi: Graham Fuller, Topkapı’daki Yenişafak gazetesine gitmiş, röportajdan sonra o zaman gazetenin üst katında bulunan Refah Partisi İstanbul İl Başkanlığı’nda Abdullah Gül ile görüşmüştü!
    Yıllar sonra bu durumu Prof. Dr. Necmettin Erbakan’a “Neden böyle oldu? Bu kadrolar, nasıl böyle birdenbire değişim gösterdi? Siz, hepsinin hocası olarak onların bu değişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?” diye sorduğumda şu cevabı aldım:
    “Bu arada önemli husus şudur: Maya çok mühim bir şey. Mayasız ekmek olmaz. O cevher sizde yoksa, ekmeği yapamazsınız.”

    ABD derin devleti ile...
    DSP’nin çökertilmesi sırasında Abdullah Gül ABD’de idi. İki kişiyle görüştü: CFR’nin beyni Morton Abramowitz ve ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Mark Grossman!
    Tayyip Erdoğan da daha RP Beyoğlu İlçe Başkanı iken, Morton Abramowitz ile görüşmüş ve CIA’nın önemli şeflerinden Graham Fuller ile temasa geçmişti. Amerika’nın Adana Konsolosu Elizabeth Shelton, ABD’nin İstanbul Başkonsolosu Caroline Hagins, ABD Büyükelçilik Müsteşarı Silwer Lawrens ve CIA görevlisi Kenny Bob ile de görüşüyordu!
    312-2’den aldığı cezanın onanmasından bir gün sonra 28 Eylül 1998’de, ABD’nin İstanbul başkonsolosu Caroline Hagins, Tayyip Erdoğan’ı makamında ziyaret ederek, “Bu tür gelişmeler, Türkiye demokrasisine olan güveni azaltır” demiş ve Erdoğan’a destek vermişti!
    Erdoğan’ın AKP’yi kurmadan önce 18 Temmuz 2001’de İsrail büyükelçisi David Sultan ile görüştüğü de basına yansıdı. Erdoğan’ın “Yeni oluşacak partinin İsrail ve ABD politikalarına asla ters düşmeyeceği” yolunda garanti verdiği yazıldı. Abdullah Gül de bir taraftan İngiltere Büyükelçisi Sir David Logan’ı makamında ziyaret ederek parti çalışmaları hakkında bilgi veriyordu!
    Londra Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Türkiye Uzmanı Dr. Andrew Mango, Abdullah Gül’ün sık sık ABD ve İngiltere’ye giderek görüşmeler yaptığını açıklıyordu!
    CIA şefi Graham Fuller de tam o sıralarda Türkiye’de artık Kemalizm’in modasının geçtiğini ve “ılımlı İslam” a öncülük etmesi gerektiğini ileri sürüyordu! Fuller, “Fazilet Partisindeki gençlerin baskın çıkacağı ve Yenilikçi Hareketin ılımlı İslama liderlik yapacağı” nı söylüyordu!
    Sonunda, Tayyip Erdoğan gayrımeşru bir ara seçimle TBMM’ye sokuldu, AKP’nin başına getirildi. Bu arada AKP’nin parti programı, yerel yönetimlere otonomi vermeyi önören gizli bir CFR memorandumundan aynen kopyalanmıştı. AKP, CFR’nin verdiği gizli programla kurulmuştu! Bunu yayınladığımız halde yüksek yargı organları kapatma davası için harekete geçmedi!
    Gazeteci Yavuz Selim’in “Milli Görüş Hareketindeki Ayrışmaların Perde Arkası: Yol Ayırımı” kitabında ise ilginç bilgiler veriliyordu:

    Yoldan nasıl çıktılar?
    Mehmet Bekaroğlu anlatıyor:
    -Daha Refah Partisi kapanmadan Talat Halman, FP kapanmadan da Güneri Civaoğlu, Milliyet gazetelerinde yazdıkları makalelerinde, Milli Görüş Partilerinin kapatılmasının yetmeyeceğini, mutlaka bölünmesi gerektiğini söylediler; hatta nasıl bölüneceğini de ifade ettiler. Güneri Civaoğlu, 24 Eylül 1998 tarihli yazısında, bölünme konusunda Sayın Erdoğan’a bir misyon da yüklemektedir. Nitekim gelişmeler bu doğrultuda oldu. Bölünme, öngörüldüğü gibi bir proje olarak adım adım gerçekleşti.

    Amerikalıların ilgisi
    SP Genel Başkanı Recai Kutan anlatıyor:
    -Abdullah Gül, Fazilet Partisi döneminde Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısıydı. Dolayısıyla, özellikle dış ülkelerin temsilcilikleriyle, elçilikleriyle en yakın ilişkide olan bir arkadaş idi. Sonradan aldığımız intiba o ki, Abdullah Gül’e karşı özel bir ilgileri ve sempatileri varmış. Bunu daha sonraları çeşitli vesilelerle gördük. Bizimle beraber çalıştığı dönemde bu durumdan herhangi bir gocunmamız da olmamıştır. Fakat sonradan Amerikalı makamların, “Acaba hangi isim bizimle en iyi uzlaşma halinde olabilir” diye özellikle seçim yaptıklarını ve Abdullah Gül’e özel bir ilgi gösterdiklerini hissettik.

    Boyuna Amerika ile fakslaşıyorlar
    Şevket Kazan anlatıyor:
    -Abdullah Gül, hiçbir zaman Refah Partisi için çalışmadı. Hep kendisi için çalıştı. Erbakan Hoca, Abdullah Gül’e Politik Araştırma Merkezi diye bir merkez kurdurmuştu. Dış ilişkilerden sorumluydu ya, Refah Partisi’ni Avrupa’ya, elçiliklere tanıtacağı yerde, sadece kendisini tanıttı. Danışmanı olan Murat Mercan, ki aynı zamanda Melih Gökçek’in danışmanıydı, Amerika’ya boyuna fakslar gönderiyormuş. Oradan da boyuna fakslar geliyormuş. Sekreteri de bir hanım kız. Bu hanım kızın annesi de benim hanımın arkadaşı. Annesine anlatmış, “Böyle böyle, bunlar devamlı Amerika ile fakslaşıyorlar, hep Abdullah Gül’ün propagandasını yapıyorlar” demiş. Hanım da bana söyledi. Ben de “Belki yanlış tespit etmiştir. Öyle bir şey varsa, bir gün o fakslardan bir tanesinin fotokopisini alsın, sana getirsin, ben de göreyim” dedim. Kızı yakalıyorlar ve işine son veriyorlar. Şimdi Amerika’da kendisini tanıtan bir kitap bastırmış...
    Refahyol Hükümeti’nde, Türk Cumhuriyetleri’nden Sorumlu Devlet Bakanlığını biz almıştık. Gül, Türk Cumhuriyetlerine bir tek seyahat yapmıştır, o kadar. Adamın aklı, fikri Amerika’daydı. Bir de Amerikan Elçiliği’nde ne vardı, bilmiyorum, oradan hiç çıkmazdı!
    Recai Kutan anlatıyor:
    -AKP’deki arkadaşlarımız, teslimiyetçi bir anlayış içerisindedirler. İMF’cilerle, Dünya Bankası ile ilişki içinde olmak ayrı bir şeydir, onların telkinlerine ve empozelerine açık olmak ayrı şeydir..

    Exeter lobisi ve Gül
    İngiltere’de bir Exeter Üniversitesi vardır. İngiliz Üniversiteleri arasında “Kürt Araştırmaları Enstitüsü” olan tek yüksek öğretim kurumudur. Exeter Üniversitesi’nde ayrıca Arap ve İslami Araştırmalar Enstitüsü de bulunuyor! Başında, Abdullah Gül’e fahri doktora unvanı veren Tim Niblock vardır.
    İngiliz istihbarat servislerinin yurt dışı görevlere gönderilecek ajanlarının önemli bir bölümü Exeter Üniversitesi’nde eğitim görür. Ayrıca Arap ve İslam Dünyası ile Kürtler hakkında uzmanlaşması gereken İngiliz ajanlar da bu üniversitenin hocaları tarafından eğitilir. Üniversite yayınlarında, Irak’ın kuzeyinden “Irak Kürdistanı” diye söz edilir.
    Green Peace (Yeşil Barış) örgütü de Exeter Üniversitesi’nde bir laboratuvar sahibidir!
    Exeter Üniversitesi’nden mezun olan veya doktorasını burada yapan kişileri, daha sonra özellikle İslam ülkelerinde önemli ekonomik ve siyasi kuruluşların başında veya devlet görevlerinde görmek mümkündür. Mesela İslam Kalkınma Bankası’nın bütün önemli yöneticileri Exeter Üniversitesi’nde yüksek lisans veya doktora yapmıştır! Tabii buraya gönderilecek öğrencileri de kendi ülkelerindeki “İslami kuruluşlar” seçer!
    İstanbul Milletvekili Nevzat Yalçıntaş seneler önce İngiliz Dışişleri Bakanlığı’nın kendisini Londra’ya ve güneye Exeter Şatosuna davet ettiğini, burada medyanın demokrasiyi tahrip etmesi üzerine bir beyin fırtınasına katıldığını bir Meclis konuşmasında açıklamıştır. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Exeter Üniversitesi’nde iki yıl eğitim-öğretim görmüştür. Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz da Abdullah Gül’ün bu üniversiteden arkadaşıdır! Abdullah Gül, Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş ve Prof. Sebahattin Zaim gibi hocalarının teşviki ve sağladıkları Milli Kültür Vakfı bursu ile 1976-1978 yıllarında Fehmi Koru ve Şükrü Karatepe ile birlikte İngiltere’ye gönderilmiştir.
    Gül, burada İslam ülkelerinde ileride görev alacak olan doktora öğrencileri ile sıkı bir arkadaşlık kurmuştur. Dönüşte Sebahattin Zaim’in daveti ile Sakarya Üniversitesi’nde görev almıştır. Abdullah Gül, 12 Eylül’den birkaç gün sonra evinden alınıp götürülür ve İstanbul’da Metris Askeri Cezaevine kapatılır!
    Çıktıktan bir süre sonra Merkezi Cidde’de olan ve 48 İslam ülkesinin üye olduğu İslam Kalkınma Bankası’nda diğer Exeter mezunu arkadaşları ile birlikte ekonomi uzmanı olarak görev alır. İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğu, Exeter Üniversitesi’nde doktora sonrası çalışmalar yapmıştır.
    Exeter Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ian Markham’ın “Said Nursî’nin başarısı: Hakikat ve hoşgörü” başlıklı bir makalesi vardır! Yani bu üniversite “dinlerarası diyalog” un kurgulanmasında da vardır.
    Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı adayı olan Abdullah Gül, görüldüğü gibi özellikle ABD ve İngiltere’nin derin devleti ile yakın ilişkiler içinde olan bir kişidir.


    Üniversiteyi bitirdikten sonra İngiliz istihbaratına eleman yetiştiren Exeter Üniversitesi’nde yüksek lisans yapan Abdullah Gül, CIA istasyon şefi Graham Fuller ile gizli bir görüşme yaptıktan sonra Yenilikçi Hareket’in başına geçti!

    İslam ülkelerine yönetici yetiştiriyorlar
    İngiltere’de bir Exeter Üniversitesi vardır. İngiliz Üniversiteleri arasında “Kürt Araştırmaları Enstitüsü” olan tek yüksek öğretim kurumudur. Exeter’de Arap ve İslami Araştırmalar Enstitüsü de bulunuyor! Başında, Abdullah Gül’e fahri doktora unvanı veren Tim Niblock vardır. İngiliz istihbarat servislerinin yurt dışı görevlere gönderilecek ajanlarının önemli bir bölümü Exeter’de eğitim görür. Ayrıca Exeter’den mezun olan veya doktorasını burada yapan kişileri, daha sonra özellikle İslam ülkelerinde önemli ekonomik ve siyasi kuruluşların başında veya devlet görevlerinde görmek mümkündür.

    İsrail ile özel ilişki
    Abdullah Gül, İsrail ile ilişkileri çok sıkı tutan bir politikacı olarak dikkat çekti. Kasap Şaron olarak bilinen ve sonradan İsrail Başbakanlığı da yapan Ariel Şaron ile de görüşen Abdullah Gül, ABD derin devletine hizmetleriyle tanınan Ahmet Ertegün’ün Özbekler tekkesindeki cenaze töreninde ön saftaydı.

    hadi bakalım ben belge ve kaynak sundum sen ne yapacaksın.




  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.