Şimdi Ara

Atatürk, İskan Kanunu, Hatay ve Ulusalcılık

Bu Konudaki Kullanıcılar:
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
10
Cevap
0
Favori
359
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Efe Aydal'ın Canan Kaftancıoğlu meselesine dair videosunda Atatürk ve ırkçılığa değinince aklıma İskan Kanunu geldi. Forumda önceden bu kanunu tartıştığımı hatırlarım.
    Mezkur kanunda, doğudaki "Türk ırkı"ndan -kanunda "ırk" da, "kültür" de yazıyor. dikkat çektiğim burası değil- olmayanlar batıya ve, yanlış hatırlamıyorsam, "Türk ırkı"ndan olanlarsa doğuya tehcir ettirilecekti(Türkleştirme, asimilasyon vs ne diyorsanız artık).
    Ulusalcılığı konu yapıyorsak temelden başlayalım. Ulusal kelimesi ulustan gelir. Ulus ise TDK Sözlük'ünce "millet" olarak tanımlanıyor fakat ulus, milletten farklı bir kavramdır. Mezkur tanım da "ulus" kavramını yeterince açıklayamıyor. "Ulus"un etimolojisine bakarsak "ülüş"ü buluruz. Klişe örnektir; Cengiz Han'ın ölümünden sonra büyük Moğol ülkesi, Han'ın oğullarına pay edildi. Çağatay Han'a bahşedilen topraklar "Çağatay ülüşü" idi. Dolayısıyla Cuci'ye pay verilen topraklar, Çağatay'ın "ülüş"ü olamazdı. Yoksa miras ihtilafı olurdu. Demek ki, uluslar(ülüş) mahdutmuş.

    Şimdi konu için önemli gördüğüm Hatay ilhakına da değinmek isterim.
    1938'deki Hatay Cumhuriyeti'nin vatandaşları Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusundan değildi. Peki ulusalcı olduğu iddia edilen bir adam, neden kendi ulusundan olmayan bir memleketi kendi ülkesine ilhak etmeye son nefesine kadar uğraştı? Emperyalizm mi? Hataylılarla Türkiyelilerin arasındaki ilişki nedir?
    1- İkisinin çoğunluğu aynı dili konuşuyordu: Türkçe(Oğuz Türkçesinin Batı kolu).
    2- İkisinin çoğunluğu aynı dine ve hatta dinin aynı mezhebine mensuptu: Sünni İslam.
    3- İkisinin çoğunluğunun kültürü benzerdi: İkisi çoğunlukla Sünni Müslüman Oğuz Türk'ü idi.
    ve göremediğim daha farklı ilişki biçimleri de vardır mutlaka.
    Sınırının dışında kalan toprağı ilhak etmeyi emperyalizmle de ilişkilendirebiliz fakat Hatay politikası emperyal değildi. Hatay'ın çok büyük jeolojik özellikleri yoktu. Örneğin Musul gibi petrolü yoktu. En büyük özelliği Doğu Akdeniz'deki güçlü bir liman olması, nüfusça yöredeki illerden daha kalabalık olması. Haydi Musul ilhak edilseydi, ilhakını petrolle açıklanabilirsin. Zaten Musul için yapılan anlaşmada toprak hakkından vazgeçip petrol gelirini geçici olarak kısmen aldık. Fakat Hatay'ın ilhakını şehrin bahsettiğimiz özellikleriyle açıklamak basit ve zannımca yanlış olur.
    Türkiye Türkleri Hatay Türk'üyle aynı ulustan olmasa da aynı millettendi(ve hatta aynı din, aynı dil, aynı kültür). Fakat Hatay ilhakını milliyetçiliğe bağlıyorum. Çünkü Hatay ilhakının sebebi daha çok Türkçülüğe yakındı. Neydi o sebep? Her ne kadar ilhakı göremese de, Gazi Hazretlerinin ilhaktan 16 sene önce 15 Mart 1923'te Adana'da bizzat kendi ağzından sebebini duyduk: Kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde esir kalamaz!

    Uzun yazmadım ama toparlayıp tekrar soruyorum: Haydi Hatay'ın ilhakını müfret bir vaka olarak görelim. Fakat İskan Kanunu gibi ciddi bir kanun, ulusalcılığa zıt değil midir? Ulusalcılık iddiasını çürütecek kadar güçlü bir kanun değil midir? Let's make fırtınayıbeyin.



  • Geç 18.yüzyıldan önce milliyetçilik diye bir ideoloji yoktu. "Şanlı vatanım, büyük Türk milleti, Türklük" gibi anlayışlar Fransız İhtilali'nden sonra önce Avrupa'ya sonra Dünya'nın geri kalanına yayıldı. Bu süreçte bir iktidara mesela Osmanoğullarına ve genellikle yabancılarca tanımlanmış olan cemiyetine (Türklere) tabiyeti ifade eden ulus gibi terimler yeni anlamlar kazandı. Osmanlı Sultanı Avrupa bağlamında Imperator Turcorum'du (Türklerin İmparatoruydu) ancak kendi ülkesinde Sultan nizam-ı alemi kuran ilahi olarak atanmış bir yöneticiydi ve Osmanlı'da bildiğimiz anlamda millet diye bir kavram yoktu, Osmanlı'da millet din üzerinden tanımlanıyordu (Osmanlı tebaası olan tüm Ortodoks Hıristiyanlar sözgelimi Millet-i Rum'dur, Osmanlı'nın idareci halkı da Ümmet-i Muhammediye'dir). Gerek Osmanlı'da gerekse Fransız İhtilali'nden önceki çağlarda diğer kültürlerde millet mefhumu bir dine mensup olmakla mesela verdiğim örnekteki gibi Müslüman veya Hıristiyan olmakla veyahut Cengiz devletinde ve eski Türklerde olduğu gibi bir hükümdara - iktidarına tabi olmakla tanımlanıyordu. "Hülâgü'nün Ulusu" dediğimizde Hülâgü'ye bağlı, Hülâgü'nün teoride sahibi olduğu herkesi anlamamız gerekiyor; aynı dili konuşan insanları değil; aynı şekilde "Gök Moğol Ulusu" dendiğinde de Dünya'ya hükmetmeye göklerden yazgılı bir hükümdar (Cengiz Han) ve sahip olduğu kabileyi (Moğolları) anlamamız gerekiyor. Cengiz'in Moğol adını yakıştırdığı ulusuna tabi insanlar kendilerine Moğol yerine sözgelimi yabancılar tarafından Tatar denmesinden rahatsız olurlardı çünkü Tatarlar Cengiz'in ve kavminin savaştığı başka bir Mongolik kabileydi. Cengiz'in eski düşmanı Tatarlar da "Moğoldu" halbuki. Tatarlar bizim şemsiye bir ad yakıştırarak "Moğol" dediğimiz, yine dillerine yerleşik bir şemsiye adla "Moğolca" dediğimiz Mongolik topluluklardan birisiydi. Yabancılar ama bu Tatarların gerçekte düşmanı olan Moğollara Cengiz'in büyük seferlerinden çok önce yaygınlanmış olan şemsiye bir ada başvurarak "Tatar" demiş. Kısacası 18.yüzyıldan önce milliyetçilik düşüncesini aramaya kalkarsanız fena çuvallarsanız. Bir dereceye kadar Roma veya Sparta gibi antik kent devletlerinde (Grekçe polis, Latince civis) milliyetçiliği andıran ama yine de birçok açıdan bir tanrıyı (Bakire Athena veya Juppiter'i), ev (household) tanrılarını merkeze koyan ve toplum kavramını sanki büyük bir aileymişcesine yorumlayan geleneksel kodlara (Mos Maiorum) dayanan farklı, milliyetçilikvari kabileci bir anlayış bulabilirsiniz. Ötesini bulamazsınız. Geçmişte milliyetçilik diye bir şey yoktu, yalnızca kabilecilik ve dinlere, pratik hayatın unsurlarına göre yorumlanmış dünya anlayışları vardı. Milliyetçiliğin zaten Marksizmle beraber tarih bilimine verdiği en büyük zarar bu. Marksizm tarihi ütopya ve sınıfsız toplum arayan insanların bilinçaltı sınıf savaşına, milliyetçilik ise ulusal kimlikleriyle gurur duyan bireylere sahip kavimlerin çatışmasına indirgiyor. İki anlayışta tamamen farazidir ve tarihsel gerçeklerle ilgisizdir. Hatay'ın Türkiye'ye katıldığı zamanlarda "Ulus" kelimesinin içeriği çok farklılaşmıştı; salt anlamda artık yalnızca Hatay'ın efendisine bağlılığı ifade etmiyordu ya da Müslüman olmayı. 20.yüzyılda ulus terimi milliyetçilik anlayışı veya çağın milliyetçilik ideolojisi çerçevesinde aynı dili konuşan, aynı kavme mensup olma şuurunu paylaşan, benzer kültürel pratiklere sahip insanları kapsıyordu. O yüzden Moğollar kendilerine Tatar denmesine hoş bakmazken ya da vice versa durum sözkonusuyken çoğunluğu Türkçe konuşan Hataylılar "Türk" olmakta ve eski zamanların devletlerinden farklı olarak gerçek bir ulus devlet olan Türkiye'ye katılmakta beis görmedi. Hatay diye bir ulus zaten 20.yüzyılda sözkonusu olamazdı.

    Not: Tatarlardan Cengiz Moğollarının kurduğu ve Türklerce asimile edilmiş Uluğ Orda (Altın Ordu) devletini ve göçebe halklarını, yani Rusya'nın Müslüman Türklerini kastetmiyorum, Moğolistan'daki bir kabileden - kavimden söz ediyorum. Bu konuda karışıklık olmasın.
    < Bu mesaj bir yönetici tarafından değiştirilmiştir >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Nat Alianovna

    Geç 18.yüzyıldan önce milliyetçilik diye bir ideoloji yoktu. "Şanlı vatanım, büyük Türk milleti, Türklük" gibi anlayışlar Fransız İhtilali'nden sonra önce Avrupa'ya sonra Dünya'nın geri kalanına yayıldı. Bu süreçte bir iktidara mesela Osmanoğullarına ve genellikle yabancılarca tanımlanmış olan cemiyetine (Türklere) tabiyeti ifade eden ulus gibi terimler yeni anlamlar kazandı. Osmanlı Sultanı Avrupa bağlamında Imperator Turcorum'du (Türklerin İmparatoruydu) ancak kendi ülkesinde Sultan nizam-ı alemi kuran ilahi olarak atanmış bir yöneticiydi ve Osmanlı'da bildiğimiz anlamda millet diye bir kavram yoktu, Osmanlı'da millet din üzerinden tanımlanıyordu (Osmanlı tebaası olan tüm Ortodoks Hıristiyanlar sözgelimi Millet-i Rum'dur, Osmanlı'nın idareci halkı da Ümmet-i Muhammediye'dir). Gerek Osmanlı'da gerekse Fransız İhtilali'nden önceki çağlarda diğer kültürlerde millet mefhumu bir dine mensup olmakla mesela verdiğim örnekteki gibi Müslüman veya Hıristiyan olmakla veyahut Cengiz devletinde ve eski Türklerde olduğu gibi bir hükümdara - iktidarına tabi olmakla tanımlanıyordu. "Hülâgü'nün Ulusu" dediğimizde Hülâgü'ye bağlı, Hülâgü'nün teoride sahibi olduğu herkesi anlamamız gerekiyor; aynı dili konuşan insanları değil; aynı şekilde "Gök Moğol Ulusu" dendiğinde de Dünya'ya hükmetmeye göklerden yazgılı bir hükümdar (Cengiz Han) ve sahip olduğu kabileyi (Moğolları) anlamamız gerekiyor. Cengiz'in Moğol adını yakıştırdığı ulusuna tabi insanlar kendilerine Moğol yerine sözgelimi yabancılar tarafından Tatar denmesinden rahatsız olurlardı çünkü Tatarlar Cengiz'in ve kavminin savaştığı başka bir Mongolik kabileydi. Cengiz'in eski düşmanı Tatarlar da "Moğoldu" halbuki. Tatarlar bizim şemsiye bir ad yakıştırarak "Moğol" dediğimiz, yine dillerine yerleşik bir şemsiye adla "Moğolca" dediğimiz Mongolik topluluklardan birisiydi. Yabancılar ama bu Tatarların gerçekte düşmanı olan Moğollara Cengiz'in büyük seferlerinden çok önce yaygınlanmış olan şemsiye bir ada başvurarak "Tatar" demiş. Kısacası 18.yüzyıldan önce milliyetçilik düşüncesini aramaya kalkarsanız fena çuvallarsanız. Bir dereceye kadar Roma veya Sparta gibi antik kent devletlerinde (Grekçe polis, Latince civis) milliyetçiliği andıran ama yine de birçok açıdan bir tanrıyı (Bakire Athena veya Juppiter'i), ev (household) tanrılarını merkeze koyan ve toplum kavramını sanki büyük bir aileymişcesine yorumlayan geleneksel kodlara (Mos Maiorum) dayanan farklı, milliyetçilikvari kabileci bir anlayış bulabilirsiniz. Ötesini bulamazsınız. Geçmişte milliyetçilik diye bir şey yoktu, yalnızca kabilecilik ve dinlere, pratik hayatın unsurlarına göre yorumlanmış dünya anlayışları vardı. Milliyetçiliğin zaten Marksizmle beraber tarih bilimine verdiği en büyük zarar bu. Marksizm tarihi ütopya ve sınıfsız toplum arayan insanların bilinçaltı sınıf savaşına, milliyetçilik ise ulusal kimlikleriyle gurur duyan bireylere sahip kavimlerin çatışmasına indirgiyor. İki anlayışta tamamen farazidir ve tarihsel gerçeklerle ilgisizdir. Hatay'ın Türkiye'ye katıldığı zamanlarda "Ulus" kelimesinin içeriği çok farklılaşmıştı; salt anlamda artık yalnızca Hatay'ın efendisine bağlılığı ifade etmiyordu ya da Müslüman olmayı. 20.yüzyılda ulus terimi milliyetçilik anlayışı veya çağın milliyetçilik ideolojisi çerçevesinde aynı dili konuşan, aynı kavme mensup olma şuurunu paylaşan, benzer kültürel pratiklere sahip insanları kapsıyordu. O yüzden Moğollar kendilerine Tatar denmesine hoş bakmazken ya da vice versa durum sözkonusuyken çoğunluğu Türkçe konuşan Hataylılar "Türk" olmakta ve eski zamanların devletlerinden farklı olarak gerçek bir ulus devlet olan Türkiye'ye katılmakta beis görmedi. Hatay diye bir ulus zaten 20.yüzyılda sözkonusu olamazdı.

    Not: Tatarlardan Cengiz Moğollarının kurduğu ve Türklerce asimile edilmiş Uluğ Orda (Altın Ordu) devletini ve göçebe halklarını, yani Rusya'nın Müslüman Türklerini kastetmiyorum, Moğolistan'daki bir kabileden - kavimden söz ediyorum. Bu konuda karışıklık olmasın.
    Hatay meselesi için cevabınızı iyi buldum. Fakat ben ulus kavramı üzerine Kemal Gözler'in ve üç beş profesörün -ki bazılarını pek de faydalı bulmayıp mesajımda değinmedim- yazılarını, sözlüklerdeki tanımları, geçmişteki olayları birleştirerek yorumlamıştım. Yine aynı kavramı, matematikteki türevin fonksiyonuna benzettim. Bu yüzden, biraz da bencilce olarak, Hatay ulusu diye bir şeyin mevcudiyetine bakmadım, Türkiye'deki ulusa baktım.
    Mesajınızda milliyetçilik, milliyetçiliğin gelişimi üzerine kritiğinizin bu kadar yoğun olmasına anlam veremedim. Konum milliyetçilik yahut milliyetçiliğin gelişimi üzerine değil. Onu tartışalım derseniz tartışalım ama onun yerini bu konu olarak düşünmüyorum.
  • Nat Alianovna kullanıcısına yanıt
    Hocam arada paragraf kullanın, böyle zor okunuyor.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Guest-AB1E07F87

    Hatay meselesi için cevabınızı iyi buldum. Fakat ben ulus kavramı üzerine Kemal Gözler'in ve üç beş profesörün -ki bazılarını pek de faydalı bulmayıp mesajımda değinmedim- yazılarını, sözlüklerdeki tanımları, geçmişteki olayları birleştirerek yorumlamıştım. Yine aynı kavramı, matematikteki türevin fonksiyonuna benzettim. Bu yüzden, biraz da bencilce olarak, Hatay ulusu diye bir şeyin mevcudiyetine bakmadım, Türkiye'deki ulusa baktım.
    Mesajınızda milliyetçilik, milliyetçiliğin gelişimi üzerine kritiğinizin bu kadar yoğun olmasına anlam veremedim. Konum milliyetçilik yahut milliyetçiliğin gelişimi üzerine değil. Onu tartışalım derseniz tartışalım ama onun yerini bu konu olarak düşünmüyorum.

    Alıntıları Göster
    Etimolojiye ve tarihe başvurarak gerçekten güzel bir düşünceyle gitmişsiniz, sizde gördüğüm veya gerçekten olduğunu varsaydığım tek hata ulus ve millet kavramlarınını modern zamanda farklı olduğunu düşünmekti. Birisi Türkçe öbürü Arapça olan ulus ve millet terimleri - kavramları gerek Atatürk zamanında gerekse günümüzde aynı anlamlarda kullanılıyor. Ülüşün veya ulusun orijinal anlamının milletten çok farklı olduğu doğru ama türevin fonksiyonundan kastettiğinizi sandığım üzere bu ulus konseptinin tarih boyunca içeriğinin değişmesiyle ve tabii bu değişime yol açacak şekilde ulus teriminin Arapça millet (aynı dili konuşan, aynı dine mensup cemaat) terimiyle aynı fenomene, bir topluluğa ve haliyle o topluluğu tanımlayan karakteristiklerine karşılık düşebilmesiyle alakalı. Sonuçta Osmanlı padişahları da dahil Türk - Moğol Hanlarına düşen mülkiyet-ulus-ülüş Türkçe konuşan ve kullanan, aynı dini paylaşan hanedan içi aile fertleriyle, bir bürokrasiyle, bir halkla (göçebe olarak bu halk mobildir ya da yerleşiktir fark etmez) karakterize oluyor; bu halk Osmanlı veya Moğol devletindeki gibi ne denli çok milletli ve emperyal yapıda olursa olsun. Çünkü ortada mesela Osmanlı için konuşacak olursak resmi bir dil (Türkçe) ve din Ortodoksisi (Ehl-i Sünnet Hanefi Müslümanlık) var. Yani hükümdarın ve devletinin resmi bir dili ve ideolojisi var. Tebaasının esas kısmı da bu dili konuşup bu ideolojiyle hayata bakıyor. Bu Cumhuriyet Türkiyesi'nin vatandaşlarının paylaştığı Türk dili ve Atatürkçü değerlerin temelinde karakterize olması gibi. Bilim olan tarihi yapabilmek için milliyetçiliğin Marksizmle beraber eleştirisini yaptım. Amacım yalnızca kendi tarihçi doktrinasyonum uyarınca popüler ideolojiler dışında bir meta - tarihsel perspektifi okuyacak olanlara sunmak çünkü bu ideolojilerle, ne denli iyi niyetlerle yazılmış ve ne denli insani duygulara hitap ediyor olurlarsa olsunlar, insanların tarihi sık sık yanlış anladığını düşünüyorum. Tabii ki kastettiğim tarih geç 18.yüzyıl öncesi tarih, pre-French Revolution (Fransız Devrimi Öncesi) tarih ve dönemler.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: HIGHER

    Hocam arada paragraf kullanın, böyle zor okunuyor.
    Bazen yazarken atlıyorum. Yazdığım biraz monolitik gitsede o kadar uzun değil. Okunabilir.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Nat Alianovna

    Etimolojiye ve tarihe başvurarak gerçekten güzel bir düşünceyle gitmişsiniz, sizde gördüğüm veya gerçekten olduğunu varsaydığım tek hata ulus ve millet kavramlarınını modern zamanda farklı olduğunu düşünmekti. Birisi Türkçe öbürü Arapça olan ulus ve millet terimleri - kavramları gerek Atatürk zamanında gerekse günümüzde aynı anlamlarda kullanılıyor. Ülüşün veya ulusun orijinal anlamının milletten çok farklı olduğu doğru ama türevin fonksiyonundan kastettiğinizi sandığım üzere bu ulus konseptinin tarih boyunca içeriğinin değişmesiyle ve tabii bu değişime yol açacak şekilde ulus teriminin Arapça millet (aynı dili konuşan, aynı dine mensup cemaat) terimiyle aynı fenomene, bir topluluğa ve haliyle o topluluğu tanımlayan karakteristiklerine karşılık düşebilmesiyle alakalı. Sonuçta Osmanlı padişahları da dahil Türk - Moğol Hanlarına düşen mülkiyet-ulus-ülüş Türkçe konuşan ve kullanan, aynı dini paylaşan hanedan içi aile fertleriyle, bir bürokrasiyle, bir halkla (göçebe olarak bu halk mobildir ya da yerleşiktir fark etmez) karakterize oluyor; bu halk Osmanlı veya Moğol devletindeki gibi ne denli çok milletli ve emperyal yapıda olursa olsun. Çünkü ortada mesela Osmanlı için konuşacak olursak resmi bir dil (Türkçe) ve din Ortodoksisi (Ehl-i Sünnet Hanefi Müslümanlık) var. Yani hükümdarın ve devletinin resmi bir dili ve ideolojisi var. Tebaasının esas kısmı da bu dili konuşup bu ideolojiyle hayata bakıyor. Bu Cumhuriyet Türkiyesi'nin vatandaşlarının paylaştığı Türk dili ve Atatürkçü değerlerin temelinde karakterize olması gibi. Bilim olan tarihi yapabilmek için milliyetçiliğin Marksizmle beraber eleştirisini yaptım. Amacım yalnızca kendi tarihçi doktrinasyonum uyarınca popüler ideolojiler dışında bir meta - tarihsel perspektifi okuyacak olanlara sunmak çünkü bu ideolojilerle, ne denli iyi niyetlerle yazılmış ve ne denli insani duygulara hitap ediyor olurlarsa olsunlar, insanların tarihi sık sık yanlış anladığını düşünüyorum. Tabii ki kastettiğim tarih geç 18.yüzyıl öncesi tarih, pre-French Revolution (Fransız Devrimi Öncesi) tarih ve dönemler.

    Alıntıları Göster
    Evet, bende görüp de yanlış olduğuna kani olsanız da, TDK de dediğinize paralel olsa da "ulus" ve "millet"in farklı olduğuna inatçıyım. Ulusu aynı bir devlete aidiyeti olan bir cemaat, milletiyse sınırlar ötesine taşan bir cemaat olarak görüyorum. Bunun için de en güzel misal, yine benim için, ÇHC ve Çin Cumhuriyeti. ÇHC'ye mensup ulusla Çin Cumhuriyeti'ne mensup ulusa ne demeli? Şöyle bir düşünüyorum; tek farkları, kabaca, farklı bir devlet içinde yaşamaları. Her iki devlet, mensuplarına farklı şeyler izletiyorlar, okutuyorlar, dinletiyorlar. Memuru farklı, bankası farklı, tv kanalları farklı. Üstüne birbirlerine ambargo uyguluyorlar. Ulusla milleti eşitleyince kavram karmaşası oluyor. Böylece mezkur devletlerin mensuplarını tarif etmekte zorluk çekiliyor(ben çekiyorum :d ).
    Bu arada yazdıklarımı aslında pek de milliyetçi hislerle yazılmadığını söylemek isterim . O hissi vermişsem Kendimce bir milliyetçiyim ama herhangi bir ilmi disipline bu kimliğimi bulaştırmamaya gayret gösteririm.

    Yav hocam bilir misin bilmem de dün akşam bilmem kaçta kalktım, neredeyse bir gündür uyanığım, hala uyanığım. Kah çeşitli forumlarda uzun uzun tartışmalara girdim, kah sinirlenip söveyazdım, kah bir tane "Mesneviden ders aldım" remixi görüp kahkahalara boğuldum. Günün sonunda şu kavgasız tatlı konuda bazı yazdıklarınıza yanıt vermeye çalıştım, bazı yazdıklarınızı anlayamayınca canım sıkıldı. Bu birey şimdi uykuya hazırlanıyor :y: İyi forumlar, iyi geceler vs.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Nat Alianovna

    Bazen yazarken atlıyorum. Yazdığım biraz monolitik gitsede o kadar uzun değil. Okunabilir.

    Alıntıları Göster
    Ben sayfaları siyah yapan eklenti kullanıyorum zor oluyor okumak.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Guest-AB1E07F87

    Evet, bende görüp de yanlış olduğuna kani olsanız da, TDK de dediğinize paralel olsa da "ulus" ve "millet"in farklı olduğuna inatçıyım. Ulusu aynı bir devlete aidiyeti olan bir cemaat, milletiyse sınırlar ötesine taşan bir cemaat olarak görüyorum. Bunun için de en güzel misal, yine benim için, ÇHC ve Çin Cumhuriyeti. ÇHC'ye mensup ulusla Çin Cumhuriyeti'ne mensup ulusa ne demeli? Şöyle bir düşünüyorum; tek farkları, kabaca, farklı bir devlet içinde yaşamaları. Her iki devlet, mensuplarına farklı şeyler izletiyorlar, okutuyorlar, dinletiyorlar. Memuru farklı, bankası farklı, tv kanalları farklı. Üstüne birbirlerine ambargo uyguluyorlar. Ulusla milleti eşitleyince kavram karmaşası oluyor. Böylece mezkur devletlerin mensuplarını tarif etmekte zorluk çekiliyor(ben çekiyorum :d ).
    Bu arada yazdıklarımı aslında pek de milliyetçi hislerle yazılmadığını söylemek isterim . O hissi vermişsem Kendimce bir milliyetçiyim ama herhangi bir ilmi disipline bu kimliğimi bulaştırmamaya gayret gösteririm.

    Yav hocam bilir misin bilmem de dün akşam bilmem kaçta kalktım, neredeyse bir gündür uyanığım, hala uyanığım. Kah çeşitli forumlarda uzun uzun tartışmalara girdim, kah sinirlenip söveyazdım, kah bir tane "Mesneviden ders aldım" remixi görüp kahkahalara boğuldum. Günün sonunda şu kavgasız tatlı konuda bazı yazdıklarınıza yanıt vermeye çalıştım, bazı yazdıklarınızı anlayamayınca canım sıkıldı. Bu birey şimdi uykuya hazırlanıyor :y: İyi forumlar, iyi geceler vs.

    Alıntıları Göster
    Tabii aynı milleti veya hiç olmazsa çok benzer insanları barındıran farklı devletler var. Çin (Çin Halk Cumhuriyeti) - Tayvan (Çin Cumhuriyeti) bölünmesinde temel sebep bildiğimiz gibi ideolojiydi mesela. Çin Halk Cumhuriyeti komünist bir rejim, Çin Cumhuriyeti non komünist tabii tek partili totaliter - kontrol yanlısı siyasi yapısı haricinde Çin Halk Cumhuriyeti'nin de artık ne kadar komünist kaldığı tartışılır. Çin Komünist Partisi yetkilileri hala sosyalizm yolunda yürüdüklerine inanırlar ve sosyal devlet politikalarını büyük adım olarak lanse ederler. :d Esasında ilginç mevzular, her şeyde olduğu gibi modern politikada da inançların gücünü gösterir. Halbuki - bence - en iyi inançlar bile gerçekliğe dair çok az şey anlatır. Bence bir bilgi kıtlığı içerisindeyiz, bu elbette ki iyi değil. :d Fırsat buldukça millete derdini ve koşullar elverip de şans eseri anlayabildiklerini anlatmak lazım. Geceleri uyuyan biriyseniz tam akşama doğru uyumayın tavsiye etmem gecenin ortasında geceye karışmış şekilde uyanıyorsun sonra da uyuyamıyorsun, bir sersem oluyorsun, çok garip bir durum meydana geliyor. Yani en azından bende öyle oluyor.
    < Bu mesaj bir yönetici tarafından değiştirilmiştir >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.