|
Bildirim
|
Gelen bilim insanlarının üzerinde hem devletin beklentilerinin (Türkçe öğrenme ve ders verme, Türkçe ders kitabı yazma, ek dersler ve konferanslar verme vs.) hem de akademik ortamın (kıskançlıklar, çekememeler, yükselen ırkçılık vs.) baskısı vardı. Aynı zamanda sözleşme üzerine çalışmaktaydılar ve bunların yenilenmesi de bir sorundu. Nazi Almanyası'nın casusluk faaliyetleri de bu isimleri bunaltmaktaydı, savaş tehditi de her an kapıdaydı. Ekipmanlar ve laboratuvar olanakları kısıtlıydı. Her şeye her an ulaşmak mümkün olmuyordu. Savaşın yaklaşması sebebiyle ve kriz sonrası çalkalanma dönemlerinden dolayı alım gücü de düşmüştü.
Atatürk'ün en önem verdiği şey bilim olduğu için bu insanları ülkeye getirecek ve ülkede tutacak akla ve vizyona da sahipti. Gerçek bir üniversite yaratabilmek için çabalayıp duruyordu. Tabii bu da gelen bilim insanlarının gözünden kaçmamıştır. Mesela Arnold Reisman'ın Nazizmden Kaçanlar ve Atatürk'ün Vizyonu isimli kitabında buna dair bolca örnek vardır. Yine Ernst Egli gibi isimler de hatıratlarında bu durumu doğrudan belirtmişlerdir. Örnek olarak sorduğunuz Richard von Mises daha iyi şartlara erişebilmek için ABD'ye gitmeyi tercih etmiştir. Yine eşi Hilda Geiringer de aynı şekilde (tabii Geiringer ABD'de Türkiye'de görmediği kadar cinsiyet ayrımcılığı görmüştür). Bu ikiliyi tamamlayan William Prager de aynı şekilde. Giden de olmuştur, kalan da olmuştur. Hepsinin sebepleri başka başkadır. Bu açıdan önceden zikrettiğim Reisman'ın kitabı ve Horst Widdman'ın Atatürk ve Üniversite Reformu isimli kitapları bu konu için kaynak olarak kullanılabilir. |
|
|
|