Şimdi Ara

Anlamlı, İnsanın 'İçine İşleyen' Hikayeler.. Mutlaka Okuyun!! (11. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
3 Misafir (1 Mobil) - 2 Masaüstü1 Mobil
5 sn
534
Cevap
164
Favori
323.518
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
8 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 910111213
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Amerikan Adlî Tıp Derneğinin 1994 te San Diego da tertiplenen ödül yemeğinde dernek başkanı Don Harper Mills, aktardığı acayip bir ölüm olayındaki adlî komplikasyonlarla dinleyicilerini şaşkına çevirmişti.Kaderin adaletine dair ince bir nükte taşıyan bu yaşanmış öykü, sanırız sizleri de hayrete sevk edecektir.

    23 Mart 1994'te Ronald Opus'un cesedini inceleyen adlî tabip, onun kafasından yediği kurşunla öldüğü sonucuna vardı.Müteveffa, on katlı bir binanın tepesinden, intihar niyetiyle aşağıya atlamıştı. (Umutsuzluğunu, geride bıraktığı bir notta açıklıyordu.) Fakat, dokuzuncu katın önünden geçerken pencereden gelen bir kurşun başına isabet etmiş, hayatı bu kurşunla sona ermişti. Apartmanın sekizinci kat penceresi düzeyinde cam silicileri korumak için konulmuı bir ağ vardı; ama bu ağın varlığını ne silahı çeken, ne de müteveffa biliyordu. Açıkçası, kurşun olmasaydı, Opus'un intihar teşebbüsü başarılı olamayacak; zemine çakılmadan, sekizinci kattaki ağa takılıp kalacaktı. Bu durumu anlattıktan sonra, "Normal olarak," diye devam etti Dr. Mills, "intihar etmeye karar veren biri, mekanizma tasarladığı gibi olmasa da, bunu eninde sonunda başarır."

    Opus'un dokuz kat aşağıda yere çakılmayıp da dokuzuncu kattan düşüyor olduğu anda başına gelen kurşunla vurulmuş olması, muhtemelen, onun ölüm modunu intihardan cinayete çevirmeyecekti. Fakat, Opus'un intihar teşebbüsünün başarılı olmayışı, savcıyı elinde bir cinayet vakası olduğu düşüncesine itti. Silahın patladığı dokuzuncu kattaki odada yaşlı bir adam ve karısı yaşıyordu. Tartışıyorlardı ve adam kadını silahla tehdit ediyordu. Öyle sinirlenmişti ki, tetiği çekti; fakat mermi kadını ıskalayarak pencereden dışarı yöneldi ve Opus'a isabet etti. Bir insan A şahsını öldürmeye teşebbüs eder, fakat B şahsını öldürürse, o B şahsını öldürmekten suçlu sayılmalı idi. Savcının ulaştığı sonuç buydu. Dolayısıyla, dokuzuncu kattaki yaşlı adam, cinayetten suçluydu.

    Bu suçlamayla karşı karşıya kaldığında, adam da, karısı da çok şaşırdılar.

    Çünkü, tetiği çekerken adam da, karısı da silahın dolu olmadığından kesinlikle emindiler. Yaşlı adam uzunca bir süreden beri boş silahla karısını korkutmayı alışkanlık haline getirmişti. Bunu karısı da bilir, o yüzden adamın tehdidine pek aldırmazdı. Kısacası, adamın karısını öldürme kasdı yoktu; silahın dolu olduğunu dahi bilmiyordu. Böylece, Opus'un öldürülmesi bir kaza oluyordu; silah kazara doldurulmuştu.

    Araştırmalara devam edilince, ölümcül kazadan yaklaşık altı hafta önce yaşlı çiftin oğlunu silahı doldururken gören bir tanık ortaya çıktı. Anlaşıldığına göre, yaşlı kadın oğlundan mali desteğini çekmişti ve babasının annesini silahla korkutma temayülünü bilen oğul, annesini cezalandırma kasdıyla, babasının annesini vuracağını umarak, gizlice silahı doldurmuştu. Annesi ölecek, baba cinayetten suçlanacak, mallar oğula kalacaktı. Artık olay yaşlı çiftin oğlunun Ronald Opus cinayetinden sorumlu olduğu noktasına gelmişti.

    Tam bu sırada savcının karşısına yeni bir viraj çıktı. Araştırmalara devam edilince, geçen altı hafta içinde anneyle babasının silahla tehdide varan bir tartışma yaşamamaları, dolayısıyla annesinin ölümünü bir türlü başaramayışı nedeniyle, oğulun umutsuzluğunun arttığı anlaşıldı.

    Bu, onu 23 Mart'ta on katlı binanın tepesinden atlayarak intihar etmeye itmişti.

    Fakat, ölümü planladığı gibi olmamıştı; dokuzuncu katın önünden geçerken babasının boş zannettiği silahı tetiklemesiyle annesine isabet etmeyip pencereye seken kurşunun kafasına isabet etmesi sebebiyle Ronald Opus'un hayatı sona ermişti.

    Dosya intihar olarak kapatıldı. Düşünenlere duyurulur!..

    Ve son olarak Andre Suares çok manidar bir şekilde der ki: "Tesadüf, inançsızların kadere taktıkları isimdir."




  • mesajm bulunsun
  • my mesaj was here
  • Çok iyi
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Frank Lapidus

    Amerikan Adlî Tıp Derneğinin...


    Çok iyiydi.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: unsal07

    quote:

    Orijinalden alıntı: Frank Lapidus



    Çok iyiydi.

    teşekkür ediyorum :) tam gaz devam..


    Kristof Kolomb, bir akşam vakti, İspanyollar arasında yemek yiyordu. Yemekte bulunan misafirlerden birçoğu, Kolomb’un şöhretini küçümsüyorlardı.
    Yemek arasında söz Amerika’nın keşfinden açılınca, içlerinden biri, yüksek sesle:
    “Oraları keşfetmek zor bir iş değil” dedi.
    Kolomb, bu söze karşılık bir şey demeden eline bir yumurta aldı ve masanın yanında oturanlara dönerek:
    “İçinizden hanginiz bu yumurtayı dik olarak dengede tutabilir?” diye sordu.
    Herkes bunu denedi, fakat hiçbiri başaramadı.
    O zaman Kristof Kolomb yumurtayı aldı, ucunu tabağın üstüne hafifçe vurarak yassılaştırdı ve yassı kısmını tabağa yerleştirdi. Elini yumurtadan çektiği halde, yumurta dik vaziyette dengede duruyordu.
    Hepsi bağırarak:
    “Bu zor bir iş değil ki!” dediler.
    Kolomb gülerek:
    “Doğru” dedi. “Bu zor bir iş değil. Zor olan, bunu düşünebilmektir!”




  • GİTARCININ AŞKI

    Sabah erkenden gitarını alıp evden çıktı...posta kutusu boştu gene. Yoo, hayır. Beyaz birşeyler vardı. Kalbi hızla çarparken, kutuyu açıverdi.Elektrik faturası gelmişti...hem de herzamankinden "hoş" bir miktarda...Başka birşey olmadığını bildiği halde, gene kutunun içine bakti...Boş...Dışarısı, ne soğuk ne de sıcak...kapalı bir havaydı.Yağmur yağmaması için dua etti...şemsiye evde kalmıştı ne de olsa...Karşıya geçmek için trafik lambalarının yanında durdu...önünden son sürat geçen araba, bütün çamuru sıçrattı...en sevdiği siyah pardesüsü de batmıştı...karşıya geçti.Karnı açtı...Her pazar sabahı uğradığı cafe'ye gitti..."tadilat nedeniyle kapalıyız" yazısını okurken, gülümsedi...aklına mezar taşına yazılabilecek bir şey geldi "Tadilat nedeniyle oldu... açlıktan "... neyse dedi kendi kendine" o kadar da aç değildim"...sonra bi yerlerde yerim diye düşünerek yürümeye başladı. Derken yanından geçen bir grup çocuk, ona sertçe çarptı. Yere yığıldı. Karşısında, evin balkonunda oturan bir grup genç kız, gülüyorlardı...ona gülüyorlardı... Ayağa kalkarken, cebindeki bozuklukların düştüğünü farketti. Herbiri ayrı bir yöne yuvarlanıyor... çatlaklardan, deliklerden düşüp kayboluyordu.Parası da gitmişti.Bi gitarı, bi de canı vardı...Yemek yiyecek,eve gidecek parası kalmamıştı...yorgundu. Mektup yazmayan, arayıp sormayan, çok sevdiği o kızla bir zamanlar gittikleri parkı hatırladı...orada küçük çocuklar bileklik, kolye gibi hediyelik eşya satarlar...müzisyenler maharetlerini gösterir, para kazanır,kızlara hava atarlardı...Parktaki o eski nese kalmamıştı.Yolun kenarına geçti. Elindeki gitar çantasını yere koydu.

    Gitarını çıkarıp, o "en" hüzünlü besteyi çaldı...sonra, o kıza bestelediği parçayı...ve bir başkasını...ve bir başkasını...çaldı...çaldı. Kulağına gelen takırtı sesleriyle kafasını kaldırdı. Gitar çantasına para dolmaya başlamıştı. Sonra, neşeli bir parça çaldı...para geldikçe,şarkılar daha bir hareketli, daha bir neşeli oluyordu...Güneş batmaya başladı... İleride zabıtalar göründü...daha fazla kalamazdı orada.Gitarı çantaya koydu ve kalktı...eve gidecek, yemek yiyecek parası vardı... belki kirayı hala veremeyecekti, bu ay...ama, hiç değilse düşürdüğünü karşılıyordu bu miktar...

    Derken yağmur başladı...Eve daha çok var, diye geçirdi içinden. Ne zordu hayat!Yağmur altında yürümeyi severdi...ama yalnızken değil.Yalnızken,daha bi ağır yağıyordu sanki yağmur...Daha bir soğuk... Eve vardığında, kuşu öterek karşılamadı onu...sessizlik dolu ev, o an ürpertti...kafesin yanına gittiğinde, minik kuşu kafesin tabanında yatıyordu hiç kıpırdamadan...öylece..."ölüm" dedi..."sürprizleri seviyor" Islak giysilerini çıkardı...kuş gibi o da ölecekti, bu sefil hayatta.

    Gitar çantasını açtı, kalan bozuklukları almak için. Arada beyaz bir kağıt gördü...Açar açmaz, yazı tanıdık geldi...o beyaz ellerin yazdığı notu okurken, önce heyecanlandı, sonra üzüldü...Notta: Demek hala bizim parçamızı çalıyorsun...ve yine çok hüzünlü bir şekilde. Beraber aldığımız kuşları hatırlıyor musun? Bendeki bu sabah öldü...ayrılığa dayanamadı herhalde...ama, biz insaniz, dayanabiliriz degilmi? Yarın gidiyorum bu şehirden...kendine iyi bak...hoşçakal! Anladı o an, işlediği hatayı...ne kadar da bencil olmuştu bugüne kadar. O bu şehirdeydi...ve hiç aramamıştı...o arar diye. Şimdi aynı şehirde bile olmayacaklardı. Gün batışını aynı anda izleyemeyecek, aynı ortamda aynı havayı solumayacaklardı...ama, o da affetmezdi ki...yoksa eder miydi?Dal rüzgarı affeder, ama kırılmıştır bir kere, diye geçirdi içinden...Kapı çaldı...ne de çok istedi o an için, kapıdakinin o olmasını...Bu nedenle açmadı kapıyı...o umudu taşımak istedi hep içinde...sonra uykuya daldı...uyanmamak üzere...




  • GİZLİ YÜZ

    Yıllar önce çalışkan bir adam,ailesini avantajlı bir iş imkanı sağlamak için Newyork’tan Avusturalya’ya götürdü. Adamın ailesinden biri, sirke trapez artisti olarak katılmak veya aktör olma tutkusu olan genç ve yakışıklı oğluydu. Bu genç adam zamanını bir sirk işi yada herhangi bir sahne işi gelene kadar kasabanın sınırındaki batı bölümünde yerel bir tersanede çalışarak geçirdi.

    Bir akşam, işten eve gelirken ,onu soymak isteyen beş haydut tarafından saldırıya uğradı.Genç adam, parasından vazgeçmek yerine onlara karşı koydu.Bununla birlikte onu kolayca alt ettiler ve onu feci şekilde dövmeyi sürdürdüler. Botlarıyla yüzünü parçaladılar ve tekmelediler,vücuduna sopalarla acımasızca vurdular ve onu ölüme terk ettiler.

    Aslında polisler,onu yolda uzanmış bir şekilde bulduklarında, onun öldüğünü sanmışlardı. Morg yolunda, polislerden biri, adamın zorlukla nefes aldığını duydu ve onu hemen hastanedeki acil bölümüne götürdüler.Acil bölümünde yatarken,bir hemşire korku içinde bu genç adamın uzun süre bir yüze sahip
    olamayacağını fark etti.Göz yuvaları parçalanmış, kafatası,bacakları ve kolları kırılmış, burnu askıda
    kalmış, bütün dişleri kırılmış ve çenesi hemen hemen kafatasından ayrılmıştı.

    Yaşama imkanı az olmasına rağmen,bir yıla yakın zamanını hastahanede geçirmişti.Sonunda hastahaneden ayrıldığında, vücudu iyileşmişti fakat yüzü bakılamayacak kadar biçimsiz ve iğrençti.Artık herkesin
    imrenerek baktığı yakışıklı genç değildi.

    Genç adam,yeniden iş aramaya başladığında,herkes tarafından geri çevrildi.Bir iş veren,ona,sirkte “Yüzü Olmayan Adam”adında tuhaf bir şov önerdi ve bir süre bu işi yaptı.Bu olanlar boyunca o, hala herkes tarafından reddediliyor,işyerinde hiç kimse onunla görünmek istemiyordu.Genç adam intiharı düşünmüştü.Bütün bunlar beş yılda gelişmişti.

    Bir gün, kiliseye uğradı ve bir teselli aradı.Kiliseye girerken onu, kilisenin sırasına diz çökmüş,hıçkıra hıçkıra ağlarken gören bir rahiple karşılaştı.Rahip ona acıdı ve onu uzun uzadıya konuştukları odasına götürdü. Rahip büyük ölçüde etkilenmişti,onun yaşamını ve gururunu tekrar kazanabilmesi için elinden gelen herşeyi yapabileceğinin mümkün olduğunu söyledi.Ama genç adam,iyi bir Katolik olabileceğine söz verecek ve olacaktı.

    Genç adam hergün ibadet için kiliseye gidiyor ve ibadet ediyordu ve Allah’a onun hayatını bağışladığı için dua ettikten sonra,beyin huzurunu sağlamasını istiyor ve onun gözünde,iyi bir insan olması için şükran duasını ediyordu.

    Rahip, kişisel ilişkileri sayesinde, Avusturalya’daki en iyi plastik cerrahla görüştü.Genç adam hiçbir ücret ödemeyecekti. Çünkü; doktor, rahibin en yakın arkadaşıydı.Doktor genç adamdan çok etkilenmişti.Onun hayata bakış açısı,tüm kötü tecrübelerine karşı mizah ve sevgi doluydu.

    Cerrah harika bir şey başardı.En iyi diş ameliyatlarını onun için yaptı.Genç adam,Tanrı’ya söz verdiği her şeyi yerine getirdi..Tanrı da onu harika ve çok güzel bir eş,yedi çocuk ve ileride kariyer
    için düşündüğü iş hayatındaki başarı ile ödüllendirdi.Eğer Allah’a şükretmezsen ve sana değer
    veren insanları sevmezsen,toplumda kabullenilemezsin.

    Bu genç adam................... Mel Gibson ‘du....

    Onun hayatı “Yüzsüz Adam” filminin prodüksiyonuna ilham
    oldu. O hepimizi kendine imrendirdi. Cesareti olan her insana örnek oldu.




  • KAHİN

    İçi sıkılıyordu. Anlayamadığı bir duygu içini burkuyordu. En iyisi ona gitmekti. O yardımcı olabilirdi. Telefon açtı kahine.

    “İmkansız, tam çıkmak üzereydim."

    "Lütfen" dedi kadın kendisini kıramayacağını düşünerek... Çok zengindi kadın, ülkenin en zenginlerinden. Doğaüstü güçlere inanırdı ve kahinin müdavimlerindendi. Tabii ki kahin böyle iyi bir müşterisini kıramamıştı.

    Karşılıklı oturuyorlardı. Önlerindeki suya baktı kahin, kaşları çatıldı, gözbebekleri büyüdü, alt dudağı düştü, kafasını kaldırıp ona baktı "Çok üzgünüm." dedi. Durakladı, belli ki söylemek istemiyordu.

    "Ne?" dedi kadın ısrarla,

    ve kahin söyledi :"Suda yarını göremiyorum..." yıkılmıştı kadın. Medyum bugüne kadar hiç yanılmamıştı.

    Yarın olmadığına göre bu gece ölecekti. Ne yapmalıydı? Evine gitti, vasiyetini yazdı, biraz TV izledi. Uykusu gelmişti. Son gecesiydi ve ne yapacağını bilmiyordu. En iyisi uyumaktı. Böylece, ölürken hiçbir şey hissetmezdi.

    Yatağına uzandı, gözlerini kapattı ve... Derin bir uykuya daldı. Uyandığında güneş yeni doğmuştu, kuş sesleri geliyordu.

    "Cennette miyim?" diye düşündü. Herşey gece bıraktığı gibiydi. Kalktı, sabahlığını giydi, salona indi, herşey normal gözüküyordu. Kahin bu kez yanılmış mıydı acaba? Masanın üstündeki gazeteye gözü ilişti.

    Manşette şöyle yazıyordu:

    "Ünlü kahin öldü!"




  • Halk arasında 'ipten adam almak' diye bir söz vardır; avukatlar için
    kullanılır. 'Çok başarılı bir avukat ipten adam alır' gibisinden.
    Yargıtay başkanı Osman Arslan'ın ağzından bu sözün nereden geldiğinin
    hikayesi :

    Bir tarihte varlıklı bir İngiliz, ağır bir suç işlemiş. O suçun cezası
    'idam'. Adam hemen ülkenin en ünlü avukatını tutmuş.

    Avukat demiş ki: - Merak etme... Ben seni kurtarırım.,
    Mahkeme başlamış. Avukat savunmasını yapmış. Ve hakim kararını
    açıklamış. -İdam!..

    Avukat , hapishaneye gitmiş, müvekkiliyle konuşmuş:
    -Merak etme, seni kurtarırım.
    -Nasıl?
    -Bu işin temyizi var... Temyiz, idamı bozacak.
    Dava dosyası temyize gitmiş. Temyiz mahkemesinin kararı:
    -Mahkeme kararının onanmasına... İdam!

    Adam 'hani beni kurtaracaktın' diye avukatına çıkışmış. Avukat hala
    sakin: -Merak etme. Seni kurtarırım. Daha her şey bitmedi. Konu, Avam
    Kamarasına gelecek.
    Gerçekten, Avam Kamarası'na gelmiş. Konuşulmuş. Sonunda, parmaklar
    kalkmış: -İdam!...

    Adam sinirli mi sinirli. Avukat da sakin mi sakin:
    -Merak etme. Seni kurtarırım. Lordlar Kamarası, idamı geri çevirir.
    Endişen olmasın. Lordlar Kamarası toplanmış. Olayı incelemiş. Kararını
    vermiş: -İdam!...
    Adam elinden gelse avukatı bir kaşık suda boğacak. Ama avukat hiç
    oralı değil:
    -Merak etme. Seni kurtarırım. Kraliçe onay vermeden, hiçbir idam
    cezası infaz edilmez. Kraliçe bu kararı bozar. Dosya kraliçe'nin önüne
    gelmiş. Kraliçe imzayı basmış: -İdam!...

    Londra'da bir meydanda idam sehpası kurulmuş. Hakim, savcı, avukat,
    güvenlik görevlileri, halk orada. Adamı idam sehpasına çıkarmışlar. Adamın
    avukata dönük bakışlarından alev fışkırıyormuş. Avukat ise adama 'sus'
    işareti yapmaktaymış; 'Merak etme, seni kurtarırım.' gibisinden.

    Ve cellat, yağlı ilmeği, adamın boynuna geçirmiş. Alttaki iskemleye de
    tekmeyi vurmuş. Adam, ipte sallanmaya başlarken avukat yerinden fırlamış,
    cebinden bıçağı çıkarmış ve adamın boğazındaki ipi kesivermiş. Adam zar
    zor nefes alır bir halde yere yuvarlanmış.

    Hemen hakimler, savcılar koşup gelmişler:
    -Avukat... Sen naptın?
    Avukat, cebinden İngiliz Ceza Yasasını çıkarmış:
    - Yasada , müvekkilimin işlediği suçun cezası idam... Siz de onu idam
    ettiniz... Ama yasada 'idam edilerek öldürülür' diye bir hüküm yok... Bu
    durumda ceza infaz edilmiş sayılır.

    Bunun üzerine İngiltere'de bir hukuk tartışması başlamış. Kraliçe ,
    avukatın bu becerisinden dolayı adamı affetmiş.

    Ve İngiliz Ceza Yasası'nın idamla ilgili maddesi yeniden düzenlenmiş.

    - 'İdama mahkum edilen kişi, asılmak suretiyle öldürülür.'olarak değiştirilmiş




  • İkinci Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde Almanya'da bir kasaba Herzogenerauch'ta iki kardeş ayakkabı yapıp satmak üzere bir atölye açarlar; Adolph ve Rudolph Dassler.

    Savaş sonrası Adolph, Rudolph'a artık birlikte çalışmak istemediğini, kendine ayrı imalathane açacağını söyler. Rudolph şaşkındır. Ufacık kasabada iki kardeş ayrı imalathanelerde rekabet edeceklerdir. Kardeşine bunun mantıklı olmayacağını, bu ufak kasabada zaten insanların sayılı ayakkabı satın aldıklarını, ikisinin birden iflas edeceğini söylese de Adolph bu uyarıyı dikkate almaz ve kendine yeni bir ayakkabı imalathanesi açar.

    Gerçekten de aralarında kıyasıya bir rekabet baslar. Rekabetleri doğdukları kasaba sınırlarını dahi asar. İki kardeş ayrıldıktan sonra birbirlerine küsmüşlerdir ve Adolph 1978 yılında öldüğünde tam 29 yıl dargınlardır.

    Bugün iki firmanın genel merkezi halen bu ufak kasaba Herzogenerauch'tadır.

    Adolph Dassler'in ayakkabı şirketinin adi ADIDAS, Rudolph'unki ise PUMA'dır.




  • rezerved okuyucam bir ara
  • Birkaç tanesini okudum, gerçekten sağlam hikayeler
  • Dünyaca tanınmış ressamlardan biri yine muhtesem tablolardan birini satısa cıkarmıstı.Sergısını actıgı yer o kadarda zengınlerın oldugu bır yer degıldı .Fakir bir cocuk vitrindeki degeri 300 bin dolar olan bu tabloyu gördü.Abisi yeni evlendiği için bu resmi ona hediye etmek ıstedı.İçeriye girdi ve ressama'' bu tablo ne kadar'' dıye sordu.ressam cocugun fakır oldugunu ılk bakısta anlamıstı .Ona donerek ''ne kadar paran var ''diye sordu.Çocuk cebınden cıkardıgı 5 doları ressama göstererk''Tüm param bu çalıstıgım yerden yeni aldım ''dedi.Ressam terettütsüz degeri 300 bin dolar olan bu tabloyu küçük çocuğa verdi.Yanındakiler şok olmuşlardı.İçlerinden birisi ressama ''Ne yaptınız siz bu tabloyu 300 belkı de 500 bin dolara bu ülkenın en zengınlerıne satabılrdınız '' dedi.Ressam ''Evet ben bu tabloyu 300 belkıde 500 bın dolara satabılırdım ama bana bu tablo ıcın hıc kımse tum mal varlıgını vermezdı.''dedi.




  • Hepsini okudum, gönderen arkadaşlara teşekkürler.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: gsirin

    Hepsini okudum, gönderen arkadaşlara teşekkürler.

    rica ederiz, sizden de katılım bekliyoruz :)
  • PANZEHİR

    Tom Hopkins’in bu yanılgıya nasıl düştüğünü henüz anlayamadım. Teyzesinin mirasına konmadan önce tam bir yıl tıp okuluna devam etmiş ve tedavi yöntemlerini iyi bellemişti.

    O gece, birlikte yaptığımız bir ziyaretten dönüşte lüks dairesine gitmeden önce Tom bir pipo içip bir iki laf etmek için bana gelmişti. Bir aralık yan odaya geçmiştim.

    Tom’un “Billy, izin verirsen iki kinin alayım, hiç keyfim yok, üşüyorum. Galiba soğuk almışım,” diye seslendiğini duydum.

    “Tabi. Kinin şişesi ikinci rafta. Okaliptüs şurubundan da bir kaşık aldın mı tamamdır. Keyfin yerine geliverir,” diye cevap verdim.

    İşimi bitirince oturduk, pipolarımızı tüttürdük. Sekiz dakika kadar sonra Tom kendinden geçiverdi.

    Hemen ilaç dolabına giderek baktım. “Hey Allahın budalası!” diye söylenmeye başladım. Para insanı işte böyle şaşırtır. Afyon hapları kutusu Tom’un bıraktığı gibi kapağı açık duruyordu.

    Alt Kattaki genç doktoru seferber ederek iki sokak ilerde oturan ünlü doktor Gales’i çağırttım. Tom Hopkins mesleğe yeni girmiş doktorlar tarafından tedavi edilemeyecek kadar fazla zengindi.

    Gales gelince tom’u en pahalı tedaviye başladık. Öteki zorunlu yöntemlerden sonra sık sık sitrat dö kafein ve kahve içirmeye ve aramıza alarak odada aşağı yukarı dolaştırmaya başladık. İhtiyar Gales alacağı dolgun ücreti düşünerek Tom’u çimdiklemeye, tokatlamaya koyuldu. Aşağı kattaki genç doktor da arkasına okkalı bir tekme yerleştirdikten sonra, “İnanın kendimi tutamadım. Ömrümde ilk kez bir milyarder tekmeliyorum. Kim bilir belki bir daha fırsat geçmez” diyerek benden özür diledi.

    Bir iki saat sonra doktor Gales, “Tehlikeyi atlattı. Bir saat daha uyutma.. Konuş.. birşeyler anlat. Arada bir salla, uyumasın. Nabız ve nefes düzelince bırakırsın uyusun. Artık sana emanet,” dedi.

    Tom’la başbaşa kaldık. Divanın üzerine yatırdığımız yerde gözleri yarı açık bir halde hiç kıpırdamadan yatıyordu. Uyumasına engel olmak için hemen gayrete geldim. Uyanık tutmak için yapılan önerileri yerine getirecektim.

    “Koca herif, kıl payı kaldı öteki dünyayı boyluyordun” dedim. “Ama neyse kurtarabildik. Tıp okurken hocaların “Afyon” un “Kinin” şeklinde yazılmadığını öğretmediler mi? Dört hap birden alınmayacağını hiç söylemediler mi? Ama yaptığın bu haltı başına kakacak değilim. Hele bir ayağa kalk. Sen eczacı olmalıymışsın doğrusu, reçetelerini ne güzel hazırlardın!”

    Tom hafifçe gülümseyerek alık alık yüzüme baktı.

    “Valla.. ke.. kendimi kuş gi.. gibi hissediyorum.. Ender çiçekler.. arasında u..uçan bir kuş.. Bırak u..uyuyayım..” dedi.

    İki saniye içinde dalıvermişti. Omuzundan yakalayıp silkeledim.

    Şiddetle, “Bana bak bu olmaz işte.. İhtiyar doktor hiç olmazsa bir saat daha uyanık kalman gerektiğini söyledi. Aç gözlerini. Henüz tehlike atlatılmış değil.. Uyan,” deyi çıkıştım.

    Tom Hopkins yaklaşık doksan kilodur. Yeniden gülümser gibi yaptı. Daha derin bir uykuya daldı. Onu ayağa kaldırıp gezdirmek istedim. Ama bu bir fille dansetmekten daha zor bir işti. Tom horlamaya başladı. Afyonla zehirlenme hallerinde bu tehlikeli bir durumdur. Beni bir düşüncedir aldı. Tek başıma gövdesini yerinden oynatmam olanaksızdı. Zihnini tahrik edebilirdim.

    Aklıma bir düşünce geldi. Kendi kendime, “Kızdırmalı”, dedim. İyi ama nasıl? Kafirin zırhında şu kadarcık olsun bir açıklık yoktu ki. İyi huylu, candan, altın gibi bir çocuktu. Güneş ışığı kadar saf ve tertemiz bir insandı. Güney’den, yüksek ülkülerin, ahlak kurallarının henüz ortadan kalkmadığı bir diyardandı. New-York onu büyülemiş fakat bozmamıştı. Kadınlara karşı eski zamanların şövalyelik devrinde olduğu gibi derin bir saygı besliyordu.

    Yaşasın.. Bulmuştum!. Bir iki dakika hayalimde geliştirdim. Tom Hopkins kardeşimize birden böyle bir şaka yapabilmek düşüncesi hoşuma gitmişti. Kendi kendime güldüm. Omuzlarından yakaladığım gibi kulakları sallanıncaya kadar sarstım. Tembel tembel gözlerini açtı. Hakaretçi bir tavır takınarak parmağımı burnuna doğru uzattım.

    Açık ve keskin bir ifade ile, “bana baksana,” dedim. “Uzun zamandır dostuz. Fakat bundan sonra senin gibi edepsiz birine kapılarım kapalı!”

    Tom, gayet hafif bir ilgi ile baktı. Hiç istifini bozmadan, “Ne o Bill.. Elbiselerin dar mı geliyor yoksa?” diye karşılık verdi.

    “Eğer senin yerinde olsam – çok şükür değilim – gözlerimi kapamaktan korkardım,” diye devam ettim. “Güneyde, o ıssız çamlar altında bıraktığın zavallı kızcağız ne oldu? Hala bekliyor değil mi? Lanet olası mirasa konalı beri onu unuttun değil mi? Merak etme, lafımı bilirim. Fakir bir tıp öğrencisi iken onu kendine layık görüyordun, şimdi.. Milyoner olduktan sonra değiştin. Zavallı kız, güneyli soyluların saygı değer kimseler olduklarını sanıyordu. Öyle öğretmişlerdi. Şimdi o acayip centilmenler hakkında kim bilir ne düşünüyordur. Çok merak ediyorum doğrusu! Bu konuyu açmaya mecbur kaldığım için de acınıyorum. Ama ne çare, öyle güzel sakladın ki, rolünü öyle güzel oynadın ki hiç kuşku duymadım. Seni bu gibi düzeysiz hilelerin üstünde sanmıştım.”

    Zavallı Tom’un bu sözlerim üzerine uyuşturucu maddenin etkisinden sıyrılmak için çabaladığını gördükçe kendimi gülmekten zor tutuyordum. Açık bir şekilde hiddetlenmişti. Hakkı da vardı. Sade güneyde doğmakla kalmamış, güneylilerin karakterini de almıştı. Hiddetle gözlerini açtı. Arada bir parladıklarını görüyordum. Ama hala afyonun etkisinden kurtulamamıştı. Açık düşünemiyor, konuşamıyor, dili tutuluyordu.

    “Se..sen..sen görürsün! Vallahi tepelemezsem.. Tanrı belanı versin..” diye kekeleyerek divandan kalkmaya yeltendi. Çok zayıf düşmüştü. Cüssesine rağmen elimle itiverince düştü. Büsbütün kızarak kapana tutulmuş aslan gibi gözleri hiddetle bakmaya başladı.

    Kendi kendime, “Seni koca bunak seni.. Şimdilik bu kadar yeter,” diyerek kalktım, pipomu yaktım. Bu parlak buluşumdan ötürü kendi kendimi kutlayarak bir süre aşağı yukarı dolaştım.

    Bir horultu işitince baktım Tom yine dalmış. Yaklaşıp çenesine bir yumruk indirdim. Yüzüme tatlı tatlı, avanak avanak baktı. Pipomu çiğneyerek yeniden açtım ağzımı yumdum gözümü.

    Hakaret edercesine, “kendine gelip bir an önce odamdan çekip gitmeni bekliyorum,” diye başladım. “Hakkında neler düşündüğümü söyledim. Eğer sende şu kadarcık namus ve şeref kaldı ise aklını başına alır, bundan sonra onurlu kimselerle ilişki kurmadan önce iyice düşünürsün. Zavallı fakirdi değil mi? Bizim gibi paralı kimseler için biraz alelade ve ilkel değil mi? Beşinci Cadde’de kolunda gezdirmekten utanırsın değil mi? Senin gibilerine bayağının aşağısı derler. Zenginsen başkalarına ne? Kim metelik verir? Benden paso, zavallı kızcağızın da aynı şekilde düşündüğünden eminim. Belki paran olmasaydı biraz adam olurdun. Bu servet seni insanlıktan çıkarmış..”

    Sözlerimi daha etkili kılmak için de “..Aynı zamanda zavallı bir kızcağızın saf kalbini kırmış..” diye ekledim.

    Kendi kendime, “Tom Hopkins’in böyle bir şey yapmasına hiç olanak var mı ki,” diye düşünürken, “Haydi çabuk ol, bir an önce başımdan defol!” dedim.

    Başımı çevirip aynada kendime bir göz attım. Kımıldadığını duyunca hemen döndüm. Doksan kilonun üstüme abanmasını hiç istemiyordum. Fakat Tom şöyle bir dönmüş, kolunu yüzüne örtmüştü.

    “Senin hakkında binbir yalan işitsem gene de böyle konuşmazdım. Ama..merak..etme.. Ayağa kal..kar kalkmaz haddini bildireceğim!” dedi.

    Daha açık konuşuyordu. Biraz daha açılmıştı. Bu sözleri duyunca utanmadım diyemem. Ama sonra her şeyi anlatacak, beraberce gülüşecektik.

    Yirmi dakika içinde Tom derin ve rahat bir uykuya daldı. Nabzına baktım, kalbini dinledim, uyumasına izin verdim. Her şeyi normaldi. Tehlikeyi atlatmıştı. Bitişik odaya geçerek yatağa serildim.

    Ertesi sabah uyandığım vakit Tom’u giyinmiş, hazırlanmış buldum. Bütünüyle kendine gelmişti. Sadece sinirleri biraz bozulmuş, dili meşe palamudu gibi pörsümüştü.

    Dalgın dalgın, “Amma budalalık ettim ha! Şimdi anımsıyorum, kinini alırken şişe bana biraz garip görünmüştü.. Seni epey uğraştırdım, değil mi?” dedi.

    “Hayır, asla.”

    Tom geceki olayı unutmuş gibiydi. Onu ayık tutmak için sarfettiğim gayretleri hatırlamadığını sanarak vakayı anlatmaya karar verdim. Sonra, keyfi yerine gelince anlatır, gülüşürüz, diye düşündüm.

    Gitmek üzere hazırlandıktan sonra açık kapının önünde durarak elimi sıktı.

    Sakin tavırla, “Sana büyük zahmetler verdim,” dedi. “Gösterdiğin ilgiye şükran borçluyum. Söylediklerine de ayrıca teşekkürler ederim. Bahsettiğin kıza telgraf çekmeye gidiyorum” diye ekledi.




  • Soğuk bir Ocak sabahı, bir adam Washington DC'de bir metro istasyonunda, kemanla 45 dakika boyunca altı Bach eseri çalar. Bu süre içinde, çoğu işe yetişme telaşındaki yaklaşık bin kişi kemancının önünden geçip, gider.

    ...Kemancı çalmaya başladıktan ancak üç dakika kadar sonra, ilk kez orta yaşlı bir adam kemancıyı fark edip, yavaşlar ve birkaç saniye sonra da gitmek zorunda olduğu yere yetişmek üzere yine hızla yoluna devam eder.

    Kemancı ilk bir dolar bahşişini bundan bir dakika kadar sonra alır. Bir kadın yürümesine ara vermeksizin parayı kemancının önüne koyduğu kaba atarak, hızla geçer, gider.

    Birkaç dakika sonra, bir başka adam duraklayıp, eğilerek dinlemeye başlar ancak saatine göz attığında işe geç kalmamak için acele ettiğini belirten ifadelerle hızla yoluna devam eder.

    En fazla dikkatle duran ise üç yaşlarında bir oğlan çocuğu olur. Annesinin çekiştirmelerine rağmen, çocuk önünde durur ve dikkatle kemancıya bakar. En sonunda annesi daha hızlı, çekiştirerek çocuğu yürümeye zorlar. Oğlan arkasına dönüp dönüp kemancıya bakarak, çaresizce annesinin peşinden gider. Buna benzer şekilde birkaç çocuk daha olur ve hepsi de anne, babaları tarafından yürümeye devam için zorlanarak, uzaklaştırılırlar.

    Çaldığı 45 dakika boyunca kemancının önünde sadece 6 kişi, çok kısa bir süre durur. 20 kişi duraklamadan, yürümeye devam ederek, para verir. Kemancı çaldığı süre içinde 32 dolar toplar. Çalmayı bitirdiğinde ise sessizlik hakim olur ve kimse onun durduğunu fark etmez, alkışlamaz.

    Hiç kimse onun dünyanın en iyi kemancısı Joshua Bell olduğunu ve elindeki 3,5 milyon dolarlık kemanla, yazılmış en karmaşık eserleri çaldığını anlamaz. Oysa Joshua Bell'in metrodaki bu mini konserinden iki gün önce Boston'da verdiği konser biletleri ortalama 100 dolara satılmıştı...

    Bu gerçek bir hikayedir ve Joshua Bell'in öylesine bir kılıkla metroda keman çalması, Washington Post gazetesi tarafından algılama, keyif alma ve öncelikler üzerine yapılan bir sosyal deney gereği kurgulanmıştır. Sorgulanan şeyler; sıradan bir yerde, uygunsuz bir saatte güzelliği algılayabiliyor muyuz? Durup ondan keyif alıyor muyuz? Beklenmedik bir ortamda, bir yeteneği tanıyabiliyor muyuz? İdi...

    Bu deneyden çıkarılacak kıssadan hisse ise, DÜNYANIN EN İYİ MÜZİSYENİ, DÜNYADAKİ EN İYİ MÜZİĞİ ÇALARKEN, ÖNÜNDE DURUP DİNLEYECEK BİR DAKİKAMIZ DAHİ YOKSA, BAŞKA NELERİ KAÇIRIYORUZ ACABA ?




  • quote:

    Orijinalden alıntı: gsirin

    Soğuk bir Ocak sabahı, bir adam Washington DC'de ...

  • Nebraska'da yasli bir adam yasardi. Patates ekini icin bahceyi bellemesi
    gerekiyordu, lakin bu cok zor bir isti. Tek oglu olan David ona yardim
    edebilirdi fakat o da hapisteydi.
    Yasli adam ogluna bir mektup yazdi ve derdini anlattı.

    Sevgili David,

    Patates bahcemi belleyemeyecegimden kendimi cok kotu hissediyorum.
    Bahceyi kazmak icin oldukca yaslanmis sayilirim. Burada olsan butun
    derdim bitecekti. Biliyorum ki sen bahceyi benim icin hallederdin.

    Sevgiler Baban

    Bir kac gun sonra oglundan bir mektup aldi

    Babacigim,

    Tanrı askina bahceyi kazma, ben oraya cesetleri gommustum.

    Sevgiler David

    Ertesi gun sabaha karsi 4'de FBI ve yerel polis cikageldi ve tum sahayi
    kazdi lakin hic bir cesede rastlamadilar. Yasli adamdan ozur dileyerek
    gittiler. Ayni gun yasli adam oglundan bir mektup daha aldi.

    Babacigim,

    Simdi patatesleri ekebilirsin. Bu sartlarda yapabilecegimin en iyisini
    yaptim.

    Sevgiler David..




  • 
Sayfa: önceki 910111213
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.