Şimdi Ara

Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

Bu Konudaki Kullanıcılar:
3 Misafir (1 Mobil) - 2 Masaüstü1 Mobil
5 sn
120
Cevap
41
Favori
17.674
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
2 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Bu konu altında Polonya, Çek ve Macar sinemasına ait beğendiğim filmleri paylaşacağım. Ayrıca bunların yanında Kuzey Avrupa, Rusya, Latin Amerika, Uzak Doğu ve çeşitli ülkelerden film önerileri de yapacağım. Amacım dünyada gizli saklı kalmış kaliteli filmler ve usta yönetmenlerin filmlerini tanıtmak. Bazen de belirli temaları işleyen filmleri bir arada verebilirim. Ekleme yaptıkça başlığı da değiştireceğim.

    Doğu Avrupa ülkelerine ait filmler bana daha samimi geliyor. Sizlerin de beğeneceğinizi tahmin ediyorum çoğu filmi. Aslında ilkin sadece Polonya sineması için konu açacaktım, elim değmişken diğer iki ülkeyi de yazayım istedim.
    Başka ülkelerin filmlerini merak edenler için,

    Romanya Sineması;
    http://forum.donanimhaber.com/m_52424944/tm.htm

    Afrika Sineması;
    http://forum.donanimhaber.com/m_65970289/tm.htm

    Çek Yeni Dalgası;
    http://forum.donanimhaber.com/m_71620018/tm.htm

    Bu da konudaki filmlerin imdb listesi;

    http://www.imdb.com/list/ls058359131/


    Polonya Sinemasından Örnekler


    Dzien swira (2002) - Marek Koterski


    Hepimiz her gün aynı günü yaşamıyor muyuz aslında? Hayatımız tek günden ibaret değil mi? Kaygılarımız, dertlerimiz, pişmanlıklarımız, hepsiyle uğraşıyoruz her gün. Bir günü yaşıyoruz ve uyuyup yine aynı güne uyanıyoruz. Adam Miauczynski de bizden biri ama o belki de daha dertli.

    Çağımızın modern hayatından sıkılmış, kendi yalnızlığını kendi seçmiş, neredeyse her daim bunalım içinde olan ve obsesif kompülsif bozukluğu hayatının büyük bir bölümünü kaplayan bir adamın trajikomik öyküsü. Filmde siyasete ve toplumun yozlaşmışlığına güzel giydirmeler var. Hem dramatik hem de absürt komedi olmayı başarabilmiş bir yapım. Ayrıca filmde obsesif kompulsif bozukluğu olan bir karakterin ele alınması, benim açımdan filmi daha ilgi çekici hâle getirdi. Mutlaka izlenmeli.

    Sanatorium pod klepsydra - Kum Saati Sanatoryumu (1973)
     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)


    Kum Saati Sanatoryum'una gelen Józef'in geçmişindeki anılarını, bölük bölük olarak, birbirleriyle iç içe geçmiş ve yer yer anlamsızlıklara kaçan biçimde izleriz. Sanatoryum'a ölmüş ya da ölmek üzere olan babası için gelmiştir, ki anılarını tetikleyen durumun bu olduğunu söyleyebiliriz. Jozef Sanatoryum'da gezdikçe farklı zaman dilimlerine yolculuk eder, bu zamanlar ne birbiriyle ilintilidir ne belli bir olay örgüsü vardır. Bu tür filmler için en önemli özellik de zaten bunları ustaca göstermektir. Jozef'in çocukluğunu dair anıları, çeşitli dinî simgeleri ve siyasî karakterleri de içerir, Aynı zamanda bilinçaltı cinselliğine de gönderme yapılmaktadır.

    Jozef'in anıları, bize tatlı bir rüyayı değil kötü bir kâbusu hatırlatır. Ki bu yönüyle Santa Sangre'nin masalsı anlatımına sahiptir. Filmde yaratılan mekânlara hayran kaldım. Yalnız uyarmak gerek, karakterlere ve zaman aktarımlarına uyum sağlamak çok zor netice de birbirleriyle pek de alakalı olmayan olaylar arasında geçişler sağlanıyor. Polonya sinemasından, zaman kavramını yerle bir eden, izleyicinin bilincine saldıran, gerçeküstücü ve harika bir film. Yönetmen de takip edilmesi gereken bir yönetmen. Doğu Avrupa sineması hayranları ve izlemek isteyenler listeye alsın derim.

     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)
    Rekopis znaleziony w Saragossie - Zaragoza'da Bulunmuş El Yazması (1965)
    http://www.imdb.com/title/tt0059643/


    Napolyon Savaşları döneminde, bir asker tesadüfen dedesi Alfons van Worden'in başından geçenlerin yazılı olduğu kitabı bulup, onu okumaya başlar. Filmin kalan kısmında Worden'in başından geçen tuhaf ve fantastik olaylara yer verilir. Olaylar İspanya'da geçmektedir. Madrid'e gitmek isteyen muhafız subay Worden'in karşılaştığı tuhaf olay ve karakterlerle birlikte yeni hikayeler ortaya çıkmaya başlar. Yani hikayeler hikayeleri doğurmaktadır ve bunların bir şekilde birbirleriyle ilişkisi vardır. Ayrıntılarını kaçırmadan, dikkatlice izlemeniz gereken gerçeküstücü bir film. Bir detayı kaçırırsanız filmin kalan kısmını anlamakta güçlük çekebilirsiniz. Zira oldukça fazla karakter ve iç içe geçmiş hikaye var. Hangi olay gerçek hangi olay fantezi, diye de düşünmesini sağlıyor film izleyicinin. Bunuel, "Saragossa filmini üç kez seyrettim. Bu benim için kesinlikle istisnai bir durumdu" demiştir.

     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)
    http://www.imdb.com/title/tt0072446/
    Ziemia obiecana - Vaadedilmiş Toprak (1975) - Andrzej Wajda


    Sanayileşme döneminin yoğunlaştığı 1880'li yıllardayız. Burjuvaların zenginliklerine zenginlik kattığı, fabrikalar kurdukları işçileri en ağır şartlarda en düşük ücretlerle çalıştırdığı yıllar. Henüz sınıf kavramı çok belirgin, şimdiki kadar geçişken ve zayıf bir sınıf kavramı yok. Bildiğin fabrika ağababaları işçileri ölümüne çalıştırıyor. Filmde de bir Polonyalı, bir Alman ve bir Yahudi üç gencin fabrika kurma macerası işleniyor. Sanayi döneminin bitmesine yakın ve işçilerin akıllarının başlarına geldiği o yıllar çok güzel resmedilmiş.

    Przesluchanie - Sorgu (1989) - Ryszard Bugajski

    Polonya'da totaliterleşmeye yüz tutmuş komünist hükümet zamanında nedensiz yere insani olmayan bir şekilde tutuklanan insanların daha sonrasında hiç işlemedikleri suçları kabul etmeleri için amansız bir sorgulama sürecine alınmalarını konu ediniyor film. O dönemki sorgulamaların saçmalığını film en doğru şekilde anlatıyor. İşte bunlar hep Stalin. Ve Hitler, Mussolini, Franco. Komünist olduğunu iddia eden bir adamı faşistlerin arasında koyuyoruz ya ne güzel!

    Dekalog | On Emir (1990 | 1989) | Krzysztof Kieslowski


    Polonyalı yönetmen Kieslowski'nin en önemli yapıtlarından biri Dekalog'tur. Dekalog'un Türkçe karşılığı On Emir'dir. Adından da anlaşılacağı üzere Kutsal Kitap'ta yer alan Tanrı'nın on buyruğunu işler Kieslowski filmlerinde. Yönetmen bu seride On Emir'i çağımız insanının hayatına uyarlayarak anlatmıştır. Üstelik filmler din düzlemi üzerinde ilerlemez. Kutsal iradeden ziyade bireyin kendi öz iradesinin onun ahlâkına nasıl yön verdiğini gösterir Kieslowski. Bu yönüyle çağımız insanının hayatlarını kendi ahlâki kurallarının belirlediğini görürüz. Gerçekte de böyledir, bizi geri dönülmez yollara sokan seçimlerimiz, iyi ve kötüye, doğruya ve yanlışa bakış açımızdır. Kieslowski On Emir'i yalnızca isimleriyle almış ve onları insanların hayatlarına ahlâki değerleri belirlemede bir etken olarak göstermiştir. Ne var ki yönetmen asla ahlâk dersi vermeye kalkmaz, kimsenin inancını sorgulamaz. Kieslowski'nin bu serisini inançla yalnızca başlıklar itibarıyla ilişkilendirebiliriz, yönetmen filmlerinde kader etkenini her zaman kullanır ancak filmlerinde inanç konusunu alenen işlediğini görmedim.

    Dekalog 1 / Dekalog, Jeden (1989)
    “Senin Rabbin benim, benden başka Rabbin yoktur.”
    http://www.imdb.com/title/tt0094982/


    Kieslowski'nin Dekalog serisine büyük bir heyecanla başlamıştım. İlk bölümden çok ustaca bir film izleyeceğimi düşünüyordum. Fakat ilk bölüm benim için hayal kırıklığı yaratmıştı, yine de başarılı bir yönetmenliğin de tadını çıkarmıştım. Hayal kırıklığına uğratmasının sebebi, inançsız insanları hiçe saymasıydı. İnanmak zorunda olduğumuzu, yüzeysel bir aktarımla yapmasıydı. Fakat yönetmenin dar görüşlü bir insan olduğunu da sanmıyorum.
    Babasıyla birlikte yaşayan Pawel'in kısa hikayesini izliyoruz ilk bölümde. Baba maddeci, Tanrı'ya inanmıyor. Babanın kız kardeşi ona inançsız olduğu için kızıyor ve on yaşındaki Pawel'e babasının bu yaptığının yanlış bir şey olduğunu aşılıyor. Baba yalnızca bilime güveniyor, kaderi ya da Tanrı'yı geleceği düşünürken hesaplarının içine katmıyor. Filmin temasını oluşturan düşünce yerine gelecek elbet, bu yüzden mürekkep şişesi düşüyor, mürekkep akıyor. Bilimin hesaplamaları hiç ediliyor. Ve inanca doğru zorunlu bir yolculuk başlıyor. Pawel'in inançsız babasının adının Krzysztof (yönetmenin de adı) olması ayrıca güzeldir

    Dekalog 2 / Dekalog, Dwa (1990)
    “Tanrı’nın ismini boş yere ağzına almayacaksın.”
    http://www.imdb.com/title/tt0094984/


    Bu bölüm güzeldi. Kieslowski'nin filmlerinde karakterleri, karakterlerin arasındaki ilişkileri aşamalı olarak işlediğini görürüz. Bu yüzden ilkin "Noluyo lan" desek de, zamanla filmin öyküsünü yerleşmiş oluruz fark etmeden.
    Filmde genç bir kadın, ölüm tehlikesiyle karşı karşıya olan kocasının durumunu, onun hekiminden ısrarla öğrenmek istemektedir. Hekim onun yaşayıp yaşayamayacağını söyleyemez. Kadının ısrarının nedeni, gerçekten kocasının durumunu merak etmesi midir, yoksa işin altında başka olaylar mı vardır? Merak içinde, kadere etki etmek istemeyen doktor ile kadının soğuk iletişimine tanık oluruz.

    Dekalog 3 / Dekalog, Trzy (1990)
    “Şabat gününü hatırla ve onun kutsallığını kolla.”
    http://www.imdb.com/title/tt0094985/


    Karamsar, kasvetli bir film. Noel akşamıdır, fakat bu eğlenme akşamında eğlenemeyen insanları izleriz. Taksi şöforü olan Janusz, bir dostu olan Ewa'nın onun kocasının kaybolduğunu söylemesi üzerine onu aramaya çıkmalarını izleriz. Ewa'nın kocası gariptir ki hiçbir yerde değildir, onu ararlarken bazı gerçeklerin açığa çıkmasına da tanık oluruz. Zaman ilerler, Şabat günü sona ermektedir.

    Dekalog 4 / Dekalog, Cztery (1990)
    “Anne ve babana saygılı davranacaksın.”
    http://www.imdb.com/title/tt0094986/


    Dekalogların en ağırı, en vurucusu, en etkileyicisi. Anka ve babası, onun annesinin ölümünden beri birlikte yaşamaktadırlar. Birbirleriyle çok iyi anlaşmaktadırlar. Bir mektup vardır. Üzerinde ben öldükten sonra aç yazmaktadır. Mektup açılmalıdır. Pandora'nın kutusu misali kötülükler çıkacak ve düzenli hayatı yerle bir mi edecektir. Belli ki düzenli gerçekler yerlerinden sökülecektir.

    Dekalog 5 / Dekalog, Piec (1990)
    “Öldürmeyeceksin.”
    (25 dakika eklenmiş hâli Krótki film o zabijaniu/Öldürme Üzerine Kısa Bir Film'dir.)
    http://www.imdb.com/title/tt0094987/


    Öldürmeyeceksin işlenir bu filmde. Bölümün adından da anlaşılacağı üzere bir cinayet olacaktır. Biz cinayet öncesi ve sonrasını izleriniz. Peki bir tane mi cinayet işlenmektedir aslında? Filmin havası gördüğüm en karamsar hava. Resmen bunalıma girdim.

    Dekalog 6 / Dekalog, Szesc (1990)
    “Zina yapmayacaksın\ Eşini aldatmayacaksın.”
    (25 dakika eklenmiş hâli Krótki film o milosci/Aşk Üzerine Kısa Bir Film'dir.)
    http://www.imdb.com/title/tt0094988/


    Postanede çalışan, kendi hâlinde bir hayat süren Tomek karşı apartmandaki Magda'yı gözlemektedir. Tanımadığı kadına aşık olmuştur. Filmde aşkın insanlar üzerindeki farklı yansıyışlarına tanık oluruz. Hayal kırıklıklarıyla dolu insanlardır aslında izlediklerimiz.

    Dekalog 7 / Dekalog, Siedem (1990)
    “Çalmayacaksin.”
    http://www.imdb.com/title/tt0094989/


    Çalmayacaksın emrine karşılık sıradan bir hırsızlık hikayesi izleyeceğinizi sanmayın. Genç bir anne ve onun kızı ama ona annelik yapan onu gerçek annesinden çalan da küçük kızın anneannesidir. Sahiplenilmesi gereken şey bir eşya değil bir insandır. Dünyadaki en büyük hırsızlık bir anneyle kızının arasındaki sevgiyi çalmaktır herhalde.

    Dekalog 8 / Dekalog, Osiem (1990)
    “Yalan yere şahitlik yapmayacaksın.”
    http://www.imdb.com/title/tt0094990/


    Kieslowski'nin bu kısa filmler arasındaki ustalık eseri bu film olsa gerek. Zofia, üniversitede Etik dersi veren bir hocadır. Elzbieta da onun dersine katılmak isteyen Polonya kökenli Amerikalı bir araştırmacıdır. Zofia gençlere ahlakın ne olduğunu anlatarak onlara kendilerini tanıma imkanı vermektedir. Ya onun geçmişindeki, onun ahlakını sarsıcı bir olay gün ışığına çıkarsa, onunla yeniden yüzleşmeye hazır olacak mıdır? Bu kez insan içindeki iyiliği göstermek zorundadır hem de din ne derse desin.

    Dekalog 9 / Dekalog, Dziewiec (1990)
    “Komşunun karısına göz dikmeyeceksin.”
    http://www.imdb.com/title/tt0094991/


    Roman iktidarsızlık sorunu olduğunu öğrenir. Bunu karısı Hanka'ya söylemeye çekinir. Söyledikten sonra bile karısı aralarındaki aşkın cinsellikten öte olduğunu söyler ve onu asla terk etmeyeceğini belirtir.

    Dekalog 10 / Dekalog, Dziesiec (1989)
    “Komşunun malına göz dikmeyeceksin.”
    http://www.imdb.com/title/tt0094983/


    Bu bölümde güzeldi. Birbirine zıt karaktere sahip iki kardeş babaları öldükten sonra bir araya gelirler. Babalarından onlara borçlarından başka pek bir şey kalmamıştır. Bir de babalarının hayatını harcadığı bir pul koleksiyonu vardır. Ancak çocuklar koleksiyonun değerini tahmin edememişlerdir.

     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)
    Wesele - Düğün (2004)
    http://www.imdb.com/title/tt0420318/


    Dolandırıcılık, rüşvet her şey var filmde. Bir düğünde geçiyor film. Votka desen gırla tüketiliyor. Herkes küfelik olmuş, eğlencenin b.kunu çıkartıyorlar adeta. Düğün devam ederken arkada da gelinin babası tam bir kördüğüm hâline gelen bir olayı düzeltme çabası içinde oradan oraya koşuşturuyor. Kafası güzel bir film. Temposunun yüksekliğinin yanında o kadar çok alkol tükettiler ki oturduğum yerde yemin ediyorum ben sarhoş oldum :D Polonya'dan harika bir kara komedi. İzleyiniz efendim.

    Dom zly - Karanlık Ev (2009) - Wojciech Smarzowski


    İki farklı zaman diliminde geçen filmde, ilk zaman dilimi, bir hayvan bilimci olan Srodon'un bir çiftlikte çalışmaya gitmeden önce konakladığı bir evde geçiyor, diğer zaman dilimi de bu evde gerçekleşen cinayet gecesini aydınlatmaya çalışan polisler ve katil zanlısının o geceyi canlandırmak için olay mahallinde bir araya gelmeleriyle geçiyor. Oldukça gerilimli olan filmin özellikle son kısımlarda meydana gelen kargaşasını ayrı bir sevdim. Filmin, Polonya'daki bürokratik ve politik yapıya olan eleştirileri de usulca yerine gönderiliyor.

    Pasazerka - Yolcu (1963)
     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)
    http://www.imdb.com/title/tt0054159/


    Polonyalı yönetmen Andrzej Munk'un son filmi. Filmi tamamlayamadan ölmüş. Filmde II. Dünya Savaşı'nda toplama kampında müfettişlik yapmış bir kadının savaştan sonra, bir gemide kamptaki esirlerden biriyle karşılaşması ve o günlere geri dönmesi işleniyor. Tamamlanmadığı hâlde başarılı bir film olmuş.

     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)
    http://www.imdb.com/title/tt0053176/
    Pociag - Gece Treni (1959)

    Toplumu, toplumsal yapıyı, insanlar arasındaki ilişkileri, tren dolaylı anlatımıyla anlatan güzel bir film. Tavsiye ederim.

    Andrej Wajda Savaş Filmleri Üçlemesi

    Pokolenie - Bir Nesil (1955) - Andrzej Wajda - Polonya


    Wajda'nın savaş üçlemesinin ilk filmi. Bu filmde de Nazi işgali altındaki Polonya'da, gençlerin, Halkın Muhafızları adındaki komünist örgüte katılmaları ve ülkelerini muhafaza etmeye çalışmaları anlatılıyor. Bu işgâl zamanında Polonya'daki bazı kesimin Almanlara destek oluşu, ülkelerini savunanlara karşı gestaponun yanında yer almaları, kısacası hainlikleri de gösteriliyor. Wajda'nın ilk uzun metrajı. Buna rağmen gayet başarılıydı. Roman Polanski de daha donunu toplayamayan bir çocukken, Wajda'nın filminde oynamış. Kim derdi ki öyle bir tipten, iyi bir yönetmen çıkacak.

    Kanal (1957) - Andrzej Wajda - Polonya


    Film 1944'teki Nazi işgali altındaki Polonya'da geçiyor. Bulundukları bölgeyi savunmakla görevli bir müfrezeye, şehrin merkezine gitmeleri için talimat gönderilmiştir. Müfrezenin merkeze gitmeleri için kullanabilecekleri tek yol kanalizasyondur. Filmde savaşın insanın ruh hâli üzerindeki tahribatını ustaca gösteren bir yol olmuş. Kapalı alanda neredeyse akıllarını yitirme noktasına gelen ve çıkış yol bulmakta zorlanan, yollarını kaybeden askerlerin durumlarını izliyoruz. Bu hâliyle sıradan bir savaş filminden çok farklı olmuş. Savaşta yenilen kısmın nasıl köşeye sıkışıp, çaresiz kaldığını en iyi yolla betimlemiş film.

    Popiól i diament - Küller ve Elmaslar (1958) - Andrzej Wajda - Polonya


    Harika bir savaş sonrası hava yaratmış yönetmen. Filmin konusu da şöyle, II. Dünya Savaşı sona ermiş, Alman Hükümeti hezimetini resmen kabul etmiştir. Bu dönemde Polonya'da geçen filmde, milliyetçi bir militan olan Maciek'in komünist bir lideri öldürme görevini yerine getirmesi işleniyor. Savaşın etkisinden sıyrılmaya çalışan bir ülke ve bunun bir kişinin üzerine yansıtılabilmiş olması çok iyiydi.
    Bir de meraklısı olursa eklemek gerek, bu film Martin Scorsese ve René Clair'in en beğendiği filmler arasındaymış.

    Przypadek - Kör Talih (1987) - Krzysztof Kieslowski




    Witek’in filmin başında hayatıyla ilgili üç tane başlangıç görürüz ve film boyunca bu başlangıçlar sırasıyla devam etme şansı bulacaktır. Fakat her halükârda kaderden kurtuluş yoktur.
    Seçimlerin kaderi etkilediğini gösteren, hayatımıza seçimlerimizin yön verdiğini gösteren belki de ilk filmlerden biri. Filmde dönemin Polonya'sındaki siyasi karmaşalar ve iç meselelerden de epey yararlanılmış. Esasında sinemaya farklı bir bakış açısı kazandırmış özgün bir yapım, ama filmin yarısından sonra kafamızdaki bulanıklık berraklaşmaya başlıyor. Tavsiyemdir. Bir de Mr. Nobody denilen filmde, bu filmden esinlenmenin ötesi bir şekilde yararlanılmıştır.

    Pora umierac - Ölmek Zamanı (2007) - Dorota Kedzierzawska
     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)


    Kocası ölmüş, koca evinde köpeğiyle birlikte yalnız kalmış yaşlı bir kadını, yaşlılıkta yalnız kalmanın verdiği acıyı anlatıyor film. Ölme Zamanı, anlattıklarını en iyi şekilde ifade eden renkte, siyah-beyaz. Ayrıca tüm filmi tek başına götüren kadın oyuncu rolünü en harika şekilde yerine getirmiş. Duygusal film arayanlar kaçırmasın derim ancak film çok durgun gelebilir. Sanırım unutulmaya da yüz tutmuş bir film, bende değişik bir etkisi oldu, izleyecek olanlar umarım beğenir. İzlediğim en iyi dram filmlerinden biri.

     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)
    http://www.imdb.com/title/tt0478175/
    Jestem - Varlığım (2005) - Dorota Kedzierzawska

    Annesinin terk ettiği çocuğun hayatta kalma mücadelesi. Etkileyici bir dram.

     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)
    http://www.imdb.com/title/tt1808045/
    Czarny czwartek. Janek Wisniewski padl - Kara Perşembe, Janek Wisniewski Düşer (2011)


    Polonya'nın tarihine Kara Perşembe olarak giren olayda, et ve gıda fiyatlarının anormal şekilde zamlanmasıyla birlikte tersane işçilerinin greve başlamaları ve ardından yürüyüş yapmaları sonucu, hükümet orduyu eylem yapanların üstüne salıyor ve vur emri veriyor. Ordu da hiç gözünü kırpmadan düşman olarak belledikleri kendi halkının üzerine ateş açıyor. Ölenler kimin umrunda tabii, onların tankına, hükümet binalarına saldırılmış esas önemli olan da bu (!) Olaylarda 45 kişi ölmüş resmi kayıtlara göre. O hak arayan insanların üzerlerine ateş açılmasını ve gözaltına alınanların işkenceye maruz kalmasını izlerken insan öyle sinir oluyor ki. İzleyin, böyle durumlarda hükümette ne konuşuluyormuş onları da görmüş olursunuz.

     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)
    http://www.imdb.com/title/tt2209300/
    Hasattan Sonra - Poklosie (2012)


    İzlediğim Nazi belgeselinde, Nazilerin işgal ettiği ülkelerdeki yerel halk tarafından da Yahudilerin katledildiği söyleniyordu. Belki buna Polonya da dahildir. Film de buna yönelik çekilmiş. Ama tarihsel bir gerçektir demek yanlış olabilir. Zaten yönetmenin de tarihsel bir gerçek vermek gibi bir amacı yok. Tamamen senaryodan ibaret. Fakat böylesi bir konu 'senaryodan ibaret' sözünü aşar gibi geliyor bana. Ki filmin etkisiyle Polonyalıları barbar olarak gördüğümü söyleyebilirim. Ve gerçekten böyle şeyler yaşanmışsa vay insanlığın hâline. Film fena değildi. II. Dünya Savaşı'nın günümüze yansıyan etkilerini merak edenler izlesin derim. Ayriyeten Türkiye'de böyle bir film çekilse yönetmeni linç ederlerdi herhalde.

    Seksmisja - Seks Görevi (1984)



    '91 yılında hibernasyon adında bir deneye iki erkek denek seçilir. Bu denekler dondurularak uyutulacak ve üç yıl sonra uyandırılacaklardır. Deneyde umulmadık bir durum gerçekleşir. İki denek uyandıklarında ne üç yıl sonrasındadırlar ne de dünyada onlardan başka erkek kalmıştır. Kadınların iktidarındaki dünyada, erkek cinsiyetine çok yabancı olan kadınlarla, iki adam arasında tuhaf olaylar gerçekleşecektir. Feministleri kızdıracak bir film:) Kadınların erkeklere karşı beslediği faşist duyguları da çok iyi yansıtmışlar. Bilim-kurgu ve mizahı buluşturan, yapım yılını da göz önünde bulundurunca oldukça iyi ve eğlenceli bir yapım olan bu film çıkmış ortaya. İzleme listenize alın derim.

    Nóz w wodzie - Sudaki Bıçak (1962) - Roman Polanski

    Bir çiftin otostopçu bir genci tekne gezisine davet etmelerini ve sonrasında yaşanan gerilimli anları işliyor film. Polanski'nin en beğendiğim filmlerindendir. Psikolojik gerilim filmlerinden hoşlananlara tavsiye ederim.

    Trois couleurs: Blanc | Üç Renk: Beyaz (1994) | Krzysztof Kieslowski


    Filmin konusu şöyle, Fransız Dominique, Polonyalı kocası Karol'u iktidarsız olduğundan dolayı boşamaktadır. Karol ise karısını çok sevmektedir ve her ne pahasına olursa olsun onu geri kazanmaya çalışmaktadır. Aklında seyirciyi de şaşırtacak bir plan vardır. Beyaz, eşitliği daha doğrusu Doğu Avrupa ile Batı Avrupa arasındaki eşitsizliği anlatıyor bir bakıma. Daha da ileri gidersek iktidarsız Karol Polonya'yı, ne istediği belli olmayan kadın Fransa'yı temsil etmektedir. Üçlemenin diğer iki filmini Fransız yapımı olduklarından dolayı paylaşmıyorum. Kırmızı ve Mavi de izlenmeli fakat benim en beğendiğim Beyaz'dı.

    Katyn - Katyn Katliamı (2007) - Wajda


    Bu film diğer 2. Dünya Filmlerini konu edinen filmlerden farklı olarak bize Polonya'nın ve Polonyalıların savaştaki durumunu göstermiş. Benim için bilgilendirici bir film oldu. Bilgilendirici olduğu kadar etkileyiciydi de. Filmin konusu ise, Polonya subaylarının SSCB'deki Katyn toplama kampında katledilmesi.

     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)
    http://www.imdb.com/title/tt0055153/
    Matka Joanna od aniolów (1961)


    Şeytan çarpması konusunu farklı bir şekilde işleyen bir film. Tam olarak beklediğim bu değildi belki ama sonlara doğru istediğim şekli aldı film. Biraz Bergman'ın filmlerini andırdı. İzlenmeli.

    Cztery noce z Anna - Anna İle Dört Gece (2008)
     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)
    http://www.imdb.com/title/tt1225290/


    Krematoryumda çalışan orta yaşlı, saf, bir adam karşı komşusu Anna'ya aşık oluyor. Filmin adından da anlaşıldığı üzere dört gününü onda geçiriyor hem de ondan habersiz. Evin bir üyesiymiş gibi davranıyor. Yalnız filmde iki farklı zaman dilimi var. Sanki o iki zaman dilimi ve iki olay oturtulamamış gibi ya da adam o olaydan sonra aşık oluyor kadına. Filmde bir belirsizlik ya da bir hata var gibi. Diyalog çok az olmasına rağmen adamın saf aşkı çok güzel anlatılmış. Zaten bazı şeyler diyalogsuz anlatıldığında başarılı oluyor. Krótki film o milosci filmini sevenler bu filmi de sevebilir. İzlenmeli.

     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)
    Czlowiek z marmuru - Mermer Adam (1977) - Andrzej Wajda
    http://www.imdb.com/title/tt0075902/


    Bir kadın tez konusu olarak eski dönem Polonyası'nda yaşamış işçi önderlerinden biri olan Mateusz Birkut hakkında bir film yapmak istiyor. Birkut 1950'lerde başka bir yönetmenin onu keşfetmesi sayesinde işçilerin önderi konumuna gelmiş bir adam. Tez için film çeken kadın Birkut'un yakınlarına, dostlarına ulaşarak onun hakkında ve akıbetiyle ilgili bilgiler topluyor. Deneyimsiz bir yönetmen adayının çektiği zorlukları da görmüş oluyoruz. Film 1950'lerin Polonyası'ndaki siyasi atmosfere de alttan alta göndermeler yapıyor. Wajda'nın iyi filmlerinden.


    Babasından dayak yiyen, okulda da sorunları olan ve kendini yaşlı bir köpeğin yanında iyi hisseden ergenlik dönemindeki bir çocuğun hikayesi. Sepya tonunda çarpıcı, 25 dakikalık bir kısa film. Muhakkak izleyin.



    Edi ve Jureczek eskicilik yaparak geçinen ve aynı barakada yaşayan iki iyi dosttur. Jureczek kekeme ve saf bir tiptir, daha iyi bir hayatı olmadığından sürekli şikayet eder. Edi de hurda toplarken çöplükte bulduğu eski kitapları alıp okumaktadır. Kitaplarla arası bayağı iyidir. Edi'nin kendi hayatını sorgulaması, dünyada ne için var olduğunu anlamaması üzerine kurulu bir film. Gerçekten de insan var olmaktan sıkılmışsa, onu bu dünyada tutacak bir sebep yoksa, insan ne ile nasıl yaşar, hayata nasıl tutunur. Öykünün kalan kısmı da bunu anlatabilmek için yazılmış olsa gerek. İzlenmesi gereken bir dramatik film.


    Sztuczki - Küçük Oyunlar (2007)

    Çok farklı bir havası var filmin. Babalarının terk ettiği annesi ve ablasıyla yaşayan küçük çocuğun başından geçenler veriliyor. Ablası ve küçük kardeşi bazı durumlarda yardıma ihtiyacı olan insanlara şansın yönünü çevirmeye çalışıyorlar. Aynı şeyi babalarının da kendilerine geri dönmesi için yapabilecekler mi?


    Les possédés - Ecinniler (1988) - Wajda


    Dostoyevski'nin romanından uyarlanmış film. Wajda filmlerini çok severim ama bu filmi uykulu ve yorgun olarak izlemekle hata ettim sanırım. Daha iyisini beklerdim. Yine de fena değildi. Zaten 900 sayfalık bir kitap iki saate yakın bir sürede nasıl işlenebilir ki. Belki daha uygun bir zamanımda yeniden izlerim. Görüntü yönetmenliği çok iyiydi.

    Bez konca - Sonsuz (1985)

    Unutmadan, bu film de izlenmeli. Kieslowski'nin iyi filmlerinden. Kocası ölen bir kadının psikolojik durumunu işliyor diyelim.


    Symetria (2003)


    Çok önceden izlediğim için filmi net bir şekilde hatırlamıyorum ama hapse düşen bir gencin hapishanede geçirdiği değişimi konu ediniyordu diyebilirim. Beğendiğim filmlerdendir.



    ]Konuya eklemeler yapacağım daha sonra. Eksiğim, hatam olmuşsa kusura bakmayın. İyi seyirler.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Meursault. -- 16 Mayıs 2015; 17:18:29 >







  • ellerine sağlık.bu filmler arasından kesin izle diyeceğin bir film söyler misin?
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Out_of_Time

    ellerine sağlık.bu filmler arasından kesin izle diyeceğin bir film söyler misin?
    Kum Saati Sanatoryumu ve İnterrogation'u izlemiştim. Başka ilk fırsatta izlememi önereceğin var mıdır? arkadaşın dediği gibi.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Dark Knıght

    Kum Saati Sanatoryumu ve İnterrogation'u izlemiştim. Başka ilk fırsatta izlememi önereceğin var mıdır? arkadaşın dediği gibi.

    Alıntıları Göster
    Harika konu iyiki açmışsın teşekkürler, Poklosie halihazırda bilgisayarımda sırasını bekliyordu. Diğerlerine de en kısa zamanda bakacağım çok teşekkürler
  • @Out_of_Time Teşekkür ederim. Aslında burada yazılan tüm filmler iyidir ama özellikle önereceklerim bunlar; Dzien swira, Ziemia obiecana, Dekalog Dizisi, Andrzej Wajda'nın savaş üçlemesi, Edi (2002), Przypadek, Nóz w wodzie, Trois couleurs: Blanc, Meska sprawa, Ucho, Spalovac mrtvol, Marketa Lazarová, Most, Musíme si pomáhat, Obchod na korze, Az ötödik pecsét, Csillagosok, katonák, Werckmeister harmóniák, Przesluchanie, Sanatorium pod klepsydra filmlerine öncelik tanıyın derim.

    @Dark Knıght senin izlediklerin dışında arkadaşa tavsiye ettiklerimi izlemeni tavsiye ederim.

    @Aseuz, Önemli değil, asıl ilginiz için ben teşekkür ederim. Filmleri umarım beğenirsiniz. İyi seyirler şimdiden.

    Konuyu daha da genişletmeyi ve başka ülkelerden de filmler paylaşmayı düşünüyorum yavaş yavaş.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Aseuz

    Harika konu iyiki açmışsın teşekkürler, Poklosie halihazırda bilgisayarımda sırasını bekliyordu. Diğerlerine de en kısa zamanda bakacağım çok teşekkürler

    Alıntıları Göster
    hollywood sinemasına alıştık biz hocam bu filmler kötü geliyo bize ama izlemek lazım tabii




  • quote:

    Orijinalden alıntı: TheBearGrylls

    hollywood sinemasına alıştık biz hocam bu filmler kötü geliyo bize ama izlemek lazım tabii

    Hollywood da bir yere kadar ama. Artık kendini tekrar eder oldular. Hem zaten Hollywood sırf ticari mantıkla işleyen bir mekanizma ama buradaki gibi filmler kendilerini sanatlarına adamış insanların eserleri. Şimdi bu filmlerde sanat sanat içindir gibi bir durum da yok. İnsanların hislerini doyuran, yalnızlığını, tükenmişliğini anlatan ama çok farklı yollarla daha da etkileyici olarak anlatan filmler. Benim size tavsiyem mesela şu Werckmeister harmóniák filmine bir bakmanız. En azından bir deneyin, etkileneceğinize eminim. Sonra devamı da gelir. Tamam böyle insanı çok zorlayan, soyutluğa kaçan filmler de var ama Werckmeister harmóniák gibi filmler insanı derinden etkiliyor emin olun. Fragmanını da paylaşayım;



    zenmate eklentiniz yoksa buradan izleyebilirsiniz,

    http://www.izlesene.com/video/werckmeister-harmonies-fragmani/6130941




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Meursault.

    quote:

    Orijinalden alıntı: TheBearGrylls

    hollywood sinemasına alıştık biz hocam bu filmler kötü geliyo bize ama izlemek lazım tabii

    Hollywood da bir yere kadar ama. Artık kendini tekrar eder oldular. Hem zaten Hollywood sırf ticari mantıkla işleyen bir mekanizma ama buradaki gibi filmler kendilerini sanatlarına adamış insanların eserleri. Şimdi bu filmlerde sanat sanat içindir gibi bir durum da yok. İnsanların hislerini doyuran, yalnızlığını, tükenmişliğini anlatan ama çok farklı yollarla daha da etkileyici olarak anlatan filmler. Benim size tavsiyem mesela şu Werckmeister harmóniák filmine bir bakmanız. En azından bir deneyin, etkileneceğinize eminim. Sonra devamı da gelir. Tamam böyle insanı çok zorlayan, soyutluğa kaçan filmler de var ama Werckmeister harmóniák gibi filmler insanı derinden etkiliyor emin olun. Fragmanını da paylaşayım;



    zenmate eklentiniz yoksa buradan izleyebilirsiniz,

    http://www.izlesene.com/video/werckmeister-harmonies-fragmani/6130941

    Alıntıları Göster
    Tayvan Sinemasından Örnekler


    Yi yi (2000) - Edward Yang

    Tam istediğim türde bir film. Dört kişilik bir aile ve onların etkileşimde bulunduğu kişiler arasında, sessiz sedasız ilerliyor film. Özellikle ailedekilerin bir 'aile' olabilmelerinden öte birbirleriyle ilgilenmeden, iletişim kurmadan ayrı hayatları olan dört birey gibi yaşamaları dikkat çekici. Filme modern bir ağıt da diyebiliriz. Zaten karakterler hayatlarından bıkmış ve her gün aynı güne uyanmaktan nasıl da bıktıklarını dile getiriyorlar. Rastgele yaşadıkları olaylar da hayatın ne kadar sıkıcı ve b.ktan olduğunu gösteriyor. Film üç saat fakat inanın hiç sıkılmadım. İnsanlara tutulan bir ayna gibi çünkü film. İzleyicisiyle duygu iletişimi kuruyor. İzlediğim en iyi filmlerdendir.

    Kong bu fen zi - Korku Salanlar (1986) - Edward Yang
     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

    http://www.imdb.com/title/tt0091355/

    Yönetmenin Yi yi (2000) filmi kadar olmasa da gayet başarılı bir film olmuş. Senaryo olarak Haneke'nin 71 Fragmente... filmine benziyor az çok. Birbirleriyle ilgisi olmayan insanların birbirlerinin hayatlarına etki etmeleri işleniyor denebilir genel olarak. ayet etkileyici bir yapıt.

     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

    http://www.imdb.com/title/tt0109066/
    Ai qing wan sui - Yaşasın Aşk (1994) - Ming-liang Tsai

    Tayvanlı yönetmen Ming-liang Tsai'nin filmi, boş bir binada birbirlerinden habersiz var olan üç insanın, birbirleriyle olan ilişkilerini olabildiğince durağan biçimde ele alıyor. Karakterler, tükenmiş, hayatta çalışmaktan, uyumaktan, sevişmekten başka bir şeyleri kalmamış, bıkkın tiplerden oluşuyor. Sabrı olmayan izlemesin derim ama bence çok sağlam bir film. Aklıma bu filmden sonra çekilmiş olan Bin Jip gelmedi değil.

     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

    http://www.imdb.com/title/tt0156610/
    Dong - Delik (1998) - Ming-liang Tsai

    Ming-liang Tsai'nin tarzını çok beğendim. Bir apartmanda komşu olan ama birbirlerinden habersiz iki kişinin aralarında, tesisat sorunu yüzünden üst katın zemininde bir delik açılmasıyla, tuhaf bir iletişim başlıyor. Açılan o delikle kurulan iletişim, komşuluk ilişkilerine bir gönderme olsa gerek. Absürt komedi demek yerinde olacaktır. Yönetmenin en sevdiğim filmi bu oldu. Özellikle sonuna hayran kaldım :).

     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

    Qing shao nian nuo zha (1992) - Ming-liang Tsai
    http://www.imdb.com/title/tt0103935/

    Tsai Ming-liang anlattığı şeyleri çok gizli kapaklı anlatıyor. Mesela filmdeki tüm karakterler konuşuyor ama asıl karakter suskun. O karakter de babası taksi şoförlüğü yapan ve üniversite sınavına hazırlanan ama boşluğa düşmüş bir genç olan Hsiao Kang. Bu ailenin yaşadıklarının yanında küçük hırsızlıklar yaparak geçinen iki kişilik çetenin icraatları da gösteriliyor. Bu çetedeki adamla Kang ve babasının yolunun birbiriyle kesişmesinden sonra sessiz bir intikam öyküsü işlemeye başlıyor. Herkesin seveceği bir film değil. Yönetmen günümüz insanlarını çok iyi anlatan, karakterlerin yapılarını tamı tamına oturtan bir yönetmen ve olayları anlatış şekli çok güzel. Mesela diyeyim ki Antonioni seven Ming liang'ı sever. Ya da Heneke'yi seven ya da Kaurismaki'yi seven.

     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

    Ni na bian ji dian - Orada Saat Kaç? (2001) - Ming-liang Tsai
    http://www.imdb.com/title/tt0269746
    /
    Fransa'ya gidecek olan bir kadın işportacıdan saat alır. İşportacı pek belli etmese de kadından hoşlanır. Kadın Fransa'ya gittikten sonra bütün saatlerini Fransa'ya göre ayarlar. Hatta Fransız filmleri izlemeye başlar. Bu da gayet hoş bir iletişimsizlik filmidir.

     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

    Bu san (2003) - Ming-liang Tsai
    http://www.imdb.com/title/tt0377556/

    Kapanacak olan eski bir sinema salonu, 1966 yapımı Dragon Inn filmini, orada gösterime sokulacak son film olarak yayınlamaktadır. Filme gelen kişi sayısı çok azdır fakat gelenler de filmle değil başka şeylerle ilgilenmektedir. Yine insanlar arasındaki iletişim kopukluğunu sessiz ve gizli kapaklı anlattığı bir filmi yönetmenin, bir de eski sinemaya saygı iletisi veriyor.

     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

    He liu - Nehir - (1997) - Ming-liang Tsai
    http://www.imdb.com/title/tt0119263/


    Yönetmenin bu filmini herkes kaldıramayabilir. Filmdeki ilişkiler belki çoğu kişiye ters gelebilir. Bazı sahnelerin çok karanlık olması rahatsız edebilir ama sessizlikle insan ilişkileri üzerine çok şey anlatan bir film. Motor kazasından sonra omzuna dayanılmaz ağrı giren oğul, karısıyla tüm ilişkisini kesmiş ve cinsel yönelimini başka yerlerde arayan baba ve cinsel tatmin peşinde olan anne filmin karakterleri. Bunların arasındaki soğuk ilişkiyi izliyoruz. Bence epey iyi bir film ama herkese öneremiyorum.


    İtalyan Sinemasından Örnekler


    Michelangelo Antonioni
    İletişimsizlik Üçlemesi

    L'avventura - Serüven (1960) - Michelangelo Antonioni


    Ana, sevgilisi Sandro ve en yakın arkadaşı Claudia'nın da içinde bulunduğu bir kalabalık Akdeniz'e doğru yat gezisine çıkarlar. Oldukça modern insanlardan oluşan bu kalabalıktaki Ana sevgilisine karşı olan aşkını sorgulamaktadır. Amansız bir kayboluşla devam eden film, çağımız insanına farklı biçimde bakmaya uğraşır. Film aynı zamanda değişmeye başlayan bir topluma ve daha ziyade zengin kısmın yozlaşan ahlaki değerlerine gönderme niteliğindedir.

    Cannes'da gösterildiğinde seyirci tarafından yuhalanmış fakat daha sonra yapılan en iyi film listelerinde üst sıralarda yerini bulmuş bir film Serüven. Ben de hakkının yendiğini düşünüyorum. Antonioni'nin sinemada ayrı bir yeri var bence. Onun önemsizleştirme anlatım biçimi, filmini önemli kılıyor. Bu filmi de benim en sevdiğim filmidir. Epey önce izlemiştim ve ilk izlediğimde ben de değerini anlayamamıştım. Büyük ihtimal yeniden izleyeceğim.

    La Notte - Gece (1961) - Michelangelo Antonioni
     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

    http://www.imdb.com/title/tt0054130/

    Bir yazarla evli olan genç bir kadının, kocasına olan sevgisinin tükendiğine dair şüphelerinin artmasıyla, ruhsal yönden kendini çökmüş hissetmesini anlatıyor film. Bir mutlu, bir üzgün olan kadının duygusal geçişleri filmin akışını belirliyor. Bir arkadaşlarının parti davetlerine giden çiftin ilişkilerinin kaderi de filme adını veren bu gecede belirleniyor. Aynı gecede yazarın karısına dışsal görünüm bakımından benzeyen ve fakat kadının kocasına olan aşkının aktarıldığı diğer kadın filmin hikâyesinde de önemli bir yerde duruyor. Film aynı zamanda şehirleşmeye dair olan ayrıntıları içermekle birlikte yine şehirleşmenin birey üzerinde yarattığı endişe duygusu veriliyor (uçak sesleri, çok katlı apartmanlar, keskin mimari hatları olan yapılar filmde önemli bir yer kaplıyor).

    L'eclisse - Batan Güneş (1962) - Michelangelo Antonioni


    Oldukça sıcak bir havada geçtiğini anladığımız, kasvetli bir odada, bir ayrılık sahnesiyle başlıyor film. Israrcı bir aşk isteğine karşılık bir terk ediş demek daha doğru olabilir bu uzunca sahne için. Daha sonra Vittoria adındaki genç çevirmen kızımızın hissi bir boşluk içinde İtalya'nın sert mimari çizgileri olan kentinde gezişini ve bir şeyler arayışını izliyoruz. Yönetmenin kamerayı kullanışı; kişilere ve olaylara odaklayışı, oldukça etkili bir sinema dilini ön plâna çıkartıyor.

    Antonioni'nin filmlerini biraz da olsa Bergman filmlerine benzetiyorum. Fakat Antonioni'yi diğer yönetmenlerden ayıran çok güçlü ve özgün bir anlatım biçimi var. Bizi bir olaya odaklıyor. O yavaş akan olayın içerisinde o olaya uyum sağlıyoruz. Neden sonra o olaydan kopartıyor bizi. Sonra ana karakterle başbaşa bırakıyor. Ana karakterden de kopartıyor bizi ve ona yabancılaşıyoruz. Unutuyoruz o olay veya karakteri. Çok seviyorum yönetmenin bu anlatımını. Bir de bu filmde sermaye çağının yansıması var, kentleşme var. Mimari açıdan çok başarılı mekânlar yaratılmış.

    Il Deserto Rosso - Kızıl Çöl (1964) - Michelangelo Antonioni


    Şehir hayatını yansıtan mekân tasarımının öne çıktığı, şehir hayatının, birey üzerinde yarattığı endişeyi, korkuyu yansıtan fakat daha özelde bir kadının içsel hezeyanlarına, arayışına, sevgisiz kalışına vurgu yapan çok başarılı bir film. Kadının sanki etrafında kötü bir şeyler olduğunu sezinlediğinde bunun gerilim yaratan seslerle desteklenmesi başarılı sahneler çıkmasına neden olmuş. Çok belirgin bir konu ekseninde dönmüyor film, daha çok karakter odaklı ilerliyor.

    Antonioni, sıkı sinema takipçilerine çok şey katacak kendine has üslûp sahibi bir yönetmen.

    La meglio gioventù - Gençliğin En İyisi (2003) - Marco Tullio Giordana


    Film tam 366 dakika yani yaklaşık 6,5 saat sürüyor.
    Filmden kısaca bahsedecek olursam; ( 1966'dan 2003'e ) iki erkek kardeşin ve bu kardeşlerin etki ettiği insanların, ailelerin dahası İtalya'nın hayatı konu ediliyor filmde. Filmdeki her karakter oldukça güzel irdelenmiş. 6 saatin sonunda kendini onların hayatının içinde sanabilirsiniz. İzlediğim en iyi filmlerden bir tanesi. Destansı bir başyapıt!

     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

    http://www.imdb.com/title/tt0238891/
    I cento passi - 100 Adım (2000) - Marco Tullio Giordana

    İtalya'nın Sicilya bölgesinde, mafyaların hüküm sürdüğü bir semtte, mafyalara alaycı bir şekilde kafa tutan kısmi-sosyalist Peppino Impastato'nun öyküsü. Yönetmenden daha iyi bir film bekliyordum ama yine de güzeldi. Tavsiye edilir.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Meursault. -- 13 Ağustos 2015; 0:30:25 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Meursault.

    Tayvan Sinemasından Örnekler


    Yi yi (2000) - Edward Yang

    Tam istediğim türde bir film. Dört kişilik bir aile ve onların etkileşimde bulunduğu kişiler arasında, sessiz sedasız ilerliyor film. Özellikle ailedekilerin bir 'aile' olabilmelerinden öte birbirleriyle ilgilenmeden, iletişim kurmadan ayrı hayatları olan dört birey gibi yaşamaları dikkat çekici. Filme modern bir ağıt da diyebiliriz. Zaten karakterler hayatlarından bıkmış ve her gün aynı güne uyanmaktan nasıl da bıktıklarını dile getiriyorlar. Rastgele yaşadıkları olaylar da hayatın ne kadar sıkıcı ve b.ktan olduğunu gösteriyor. Film üç saat fakat inanın hiç sıkılmadım. İnsanlara tutulan bir ayna gibi çünkü film. İzleyicisiyle duygu iletişimi kuruyor. İzlediğim en iyi filmlerdendir.

    Kong bu fen zi - Korku Salanlar (1986) - Edward Yang
     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

    http://www.imdb.com/title/tt0091355/

    Yönetmenin Yi yi (2000) filmi kadar olmasa da gayet başarılı bir film olmuş. Senaryo olarak Haneke'nin 71 Fragmente... filmine benziyor az çok. Birbirleriyle ilgisi olmayan insanların birbirlerinin hayatlarına etki etmeleri işleniyor denebilir genel olarak. ayet etkileyici bir yapıt.

     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

    http://www.imdb.com/title/tt0109066/
    Ai qing wan sui - Yaşasın Aşk (1994) - Ming-liang Tsai

    Tayvanlı yönetmen Ming-liang Tsai'nin filmi, boş bir binada birbirlerinden habersiz var olan üç insanın, birbirleriyle olan ilişkilerini olabildiğince durağan biçimde ele alıyor. Karakterler, tükenmiş, hayatta çalışmaktan, uyumaktan, sevişmekten başka bir şeyleri kalmamış, bıkkın tiplerden oluşuyor. Sabrı olmayan izlemesin derim ama bence çok sağlam bir film. Aklıma bu filmden sonra çekilmiş olan Bin Jip gelmedi değil.

     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

    http://www.imdb.com/title/tt0156610/
    Dong - Delik (1998) - Ming-liang Tsai

    Ming-liang Tsai'nin tarzını çok beğendim. Bir apartmanda komşu olan ama birbirlerinden habersiz iki kişinin aralarında, tesisat sorunu yüzünden üst katın zemininde bir delik açılmasıyla, tuhaf bir iletişim başlıyor. Açılan o delikle kurulan iletişim, komşuluk ilişkilerine bir gönderme olsa gerek. Absürt komedi demek yerinde olacaktır. Yönetmenin en sevdiğim filmi bu oldu. Özellikle sonuna hayran kaldım :).

     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

    Qing shao nian nuo zha (1992) - Ming-liang Tsai
    http://www.imdb.com/title/tt0103935/

    Tsai Ming-liang anlattığı şeyleri çok gizli kapaklı anlatıyor. Mesela filmdeki tüm karakterler konuşuyor ama asıl karakter suskun. O karakter de babası taksi şoförlüğü yapan ve üniversite sınavına hazırlanan ama boşluğa düşmüş bir genç olan Hsiao Kang. Bu ailenin yaşadıklarının yanında küçük hırsızlıklar yaparak geçinen iki kişilik çetenin icraatları da gösteriliyor. Bu çetedeki adamla Kang ve babasının yolunun birbiriyle kesişmesinden sonra sessiz bir intikam öyküsü işlemeye başlıyor. Herkesin seveceği bir film değil. Yönetmen günümüz insanlarını çok iyi anlatan, karakterlerin yapılarını tamı tamına oturtan bir yönetmen ve olayları anlatış şekli çok güzel. Mesela diyeyim ki Antonioni seven Ming liang'ı sever. Ya da Heneke'yi seven ya da Kaurismaki'yi seven.

     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

    Ni na bian ji dian - Orada Saat Kaç? (2001) - Ming-liang Tsai
    http://www.imdb.com/title/tt0269746
    /
    Fransa'ya gidecek olan bir kadın işportacıdan saat alır. İşportacı pek belli etmese de kadından hoşlanır. Kadın Fransa'ya gittikten sonra bütün saatlerini Fransa'ya göre ayarlar. Hatta Fransız filmleri izlemeye başlar. Bu da gayet hoş bir iletişimsizlik filmidir.

     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

    Bu san (2003) - Ming-liang Tsai
    http://www.imdb.com/title/tt0377556/

    Kapanacak olan eski bir sinema salonu, 1966 yapımı Dragon Inn filmini, orada gösterime sokulacak son film olarak yayınlamaktadır. Filme gelen kişi sayısı çok azdır fakat gelenler de filmle değil başka şeylerle ilgilenmektedir. Yine insanlar arasındaki iletişim kopukluğunu sessiz ve gizli kapaklı anlattığı bir filmi yönetmenin, bir de eski sinemaya saygı iletisi veriyor.

     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

    He liu - Nehir - (1997) - Ming-liang Tsai
    http://www.imdb.com/title/tt0119263/


    Yönetmenin bu filmini herkes kaldıramayabilir. Filmdeki ilişkiler belki çoğu kişiye ters gelebilir. Bazı sahnelerin çok karanlık olması rahatsız edebilir ama sessizlikle insan ilişkileri üzerine çok şey anlatan bir film. Motor kazasından sonra omzuna dayanılmaz ağrı giren oğul, karısıyla tüm ilişkisini kesmiş ve cinsel yönelimini başka yerlerde arayan baba ve cinsel tatmin peşinde olan anne filmin karakterleri. Bunların arasındaki soğuk ilişkiyi izliyoruz. Bence epey iyi bir film ama herkese öneremiyorum.


    İtalyan Sinemasından Örnekler


    Michelangelo Antonioni
    İletişimsizlik Üçlemesi

    L'avventura - Serüven (1960) - Michelangelo Antonioni


    Ana, sevgilisi Sandro ve en yakın arkadaşı Claudia'nın da içinde bulunduğu bir kalabalık Akdeniz'e doğru yat gezisine çıkarlar. Oldukça modern insanlardan oluşan bu kalabalıktaki Ana sevgilisine karşı olan aşkını sorgulamaktadır. Amansız bir kayboluşla devam eden film, çağımız insanına farklı biçimde bakmaya uğraşır. Film aynı zamanda değişmeye başlayan bir topluma ve daha ziyade zengin kısmın yozlaşan ahlaki değerlerine gönderme niteliğindedir.

    Cannes'da gösterildiğinde seyirci tarafından yuhalanmış fakat daha sonra yapılan en iyi film listelerinde üst sıralarda yerini bulmuş bir film Serüven. Ben de hakkının yendiğini düşünüyorum. Antonioni'nin sinemada ayrı bir yeri var bence. Onun önemsizleştirme anlatım biçimi, filmini önemli kılıyor. Bu filmi de benim en sevdiğim filmidir. Epey önce izlemiştim ve ilk izlediğimde ben de değerini anlayamamıştım. Büyük ihtimal yeniden izleyeceğim.

    La Notte - Gece (1961) - Michelangelo Antonioni
     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

    http://www.imdb.com/title/tt0054130/

    Bir yazarla evli olan genç bir kadının, kocasına olan sevgisinin tükendiğine dair şüphelerinin artmasıyla, ruhsal yönden kendini çökmüş hissetmesini anlatıyor film. Bir mutlu, bir üzgün olan kadının duygusal geçişleri filmin akışını belirliyor. Bir arkadaşlarının parti davetlerine giden çiftin ilişkilerinin kaderi de filme adını veren bu gecede belirleniyor. Aynı gecede yazarın karısına dışsal görünüm bakımından benzeyen ve fakat kadının kocasına olan aşkının aktarıldığı diğer kadın filmin hikâyesinde de önemli bir yerde duruyor. Film aynı zamanda şehirleşmeye dair olan ayrıntıları içermekle birlikte yine şehirleşmenin birey üzerinde yarattığı endişe duygusu veriliyor (uçak sesleri, çok katlı apartmanlar, keskin mimari hatları olan yapılar filmde önemli bir yer kaplıyor).

    L'eclisse - Batan Güneş (1962) - Michelangelo Antonioni


    Oldukça sıcak bir havada geçtiğini anladığımız, kasvetli bir odada, bir ayrılık sahnesiyle başlıyor film. Israrcı bir aşk isteğine karşılık bir terk ediş demek daha doğru olabilir bu uzunca sahne için. Daha sonra Vittoria adındaki genç çevirmen kızımızın hissi bir boşluk içinde İtalya'nın sert mimari çizgileri olan kentinde gezişini ve bir şeyler arayışını izliyoruz. Yönetmenin kamerayı kullanışı; kişilere ve olaylara odaklayışı, oldukça etkili bir sinema dilini ön plâna çıkartıyor.

    Antonioni'nin filmlerini biraz da olsa Bergman filmlerine benzetiyorum. Fakat Antonioni'yi diğer yönetmenlerden ayıran çok güçlü ve özgün bir anlatım biçimi var. Bizi bir olaya odaklıyor. O yavaş akan olayın içerisinde o olaya uyum sağlıyoruz. Neden sonra o olaydan kopartıyor bizi. Sonra ana karakterle başbaşa bırakıyor. Ana karakterden de kopartıyor bizi ve ona yabancılaşıyoruz. Unutuyoruz o olay veya karakteri. Çok seviyorum yönetmenin bu anlatımını. Bir de bu filmde sermaye çağının yansıması var, kentleşme var. Mimari açıdan çok başarılı mekânlar yaratılmış.

    Il Deserto Rosso - Kızıl Çöl (1964) - Michelangelo Antonioni


    Şehir hayatını yansıtan mekân tasarımının öne çıktığı, şehir hayatının, birey üzerinde yarattığı endişeyi, korkuyu yansıtan fakat daha özelde bir kadının içsel hezeyanlarına, arayışına, sevgisiz kalışına vurgu yapan çok başarılı bir film. Kadının sanki etrafında kötü bir şeyler olduğunu sezinlediğinde bunun gerilim yaratan seslerle desteklenmesi başarılı sahneler çıkmasına neden olmuş. Çok belirgin bir konu ekseninde dönmüyor film, daha çok karakter odaklı ilerliyor.

    Antonioni, sıkı sinema takipçilerine çok şey katacak kendine has üslûp sahibi bir yönetmen.

    La meglio gioventù - Gençliğin En İyisi (2003) - Marco Tullio Giordana


    Film tam 366 dakika yani yaklaşık 6,5 saat sürüyor.
    Filmden kısaca bahsedecek olursam; ( 1966'dan 2003'e ) iki erkek kardeşin ve bu kardeşlerin etki ettiği insanların, ailelerin dahası İtalya'nın hayatı konu ediliyor filmde. Filmdeki her karakter oldukça güzel irdelenmiş. 6 saatin sonunda kendini onların hayatının içinde sanabilirsiniz. İzlediğim en iyi filmlerden bir tanesi. Destansı bir başyapıt!

     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

    http://www.imdb.com/title/tt0238891/
    I cento passi - 100 Adım (2000) - Marco Tullio Giordana

    İtalya'nın Sicilya bölgesinde, mafyaların hüküm sürdüğü bir semtte, mafyalara alaycı bir şekilde kafa tutan kısmi-sosyalist Peppino Impastato'nun öyküsü. Yönetmenden daha iyi bir film bekliyordum ama yine de güzeldi. Tavsiye edilir.

    Alıntıları Göster
    Sinema forumu olarak ne kadar ilgi çekici bir konu oldu ve takip edenler var mıdır bilmiyorum ama ben paylaşıma devam ediyorum. Umarım yararı dokunuyordur konunun.



    Rus sineması için hazırladığım imdb listesi;
    http://www.imdb.com/list/ls058357980/

    Rus Sinemasından Örnekler


    Voskhozhdeniye - Tırmanış (1977) - Larisa Shepitko
     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)



    1942 yılında, Belarus’un ormanlık alanında işgalci Almanlar ile onlarla işbirliği yapan Ruslardan kaçan, ülkesine sadık ve ülkeleri için düşmanlarla, açlıkla, hastalıkla ve soğukla mücadele eden bir grup Rus partizan hikâyenin karakterleri. Hikâye açlıktan bitap düşen grubun içlerinden iki kişiyi yemek bulmaları için, yakınlardaki bir çiftliğe göndermeleriyle başlıyor. Birbirlerini kardeş olarak kabul etmiş iki askerin ilerleyen bölümlerde savaş içinde değişen psikolojilerinin ve bunların karakter tahlillerinin ustalıkla işlendiğini görüyoruz. Filmde çok önemli ayrıntılar var. Gerçekçilikten epey nasibini almış, dramatik hâlleri ustaca vermeyi başarabilmiş bir yapım.


    Film boyunca Rybak'ı vatansever, güçlü bir karakter gibi görürken Sotnikov'u tam tersi görüyorduk. Ama filmin sonunda onların yakalanıp da sorguya çekildiklerinde, Sotnikov'un onurunu ve vatan sevgisini kendi hayatına dahi değişmediğini görüyoruz. Oysa Rybak ölmek istemiyor, yalnızca kendini düşünüp bencillik ediyor. Özellikle asılmadan önceki manevrası insanı uyuz eden cinsten. Bizim Sotnikov'umuz ise asılacak olan diğer 4 kişi için kendini öne sürmüştü.


    Film bir kadın yönetmenin gözünden izleyiciyle buluşuyor. Bir savaş filmini bir kadının anlatmış olması ilgi çekici geldi bana ve bu konuda çok başarılı olmuş. Ayrıca zaten bir romandan uyarlama olan film izleyende Rus edebiyatından bir eser okuyormuş hissi veriyor. Bir başyapıt!

    Utomlennye solntsem - Güneş Yanığı (1994) - Nikita Mikhalkov



    1936 Rusyası. Kahraman General Kotov ve geniş ailesindeki fertlerin birbirleriyle olan ilişkilerini ve karakterleri tanıyoruz önce. Mizahi yapıda filmin ilk bölümleri. Aile gayet de mutlu. Derken eski bir arkadaş çıkageliyor; Mitya. Geçmişte Kotov'un karısı ile bir aşk yaşadıkları belli. Aile üyeleri de onu görür görmez mutluluktan uçuyorlar. Aralarında bir tek Kotov tedirgin. Onu tanıyor. Mitya kendini sevdiriyor aileye, mutlu ancak bir o kadar da düşünceli. Film ikinci bölümde çözülmeye başlıyor. O yüzden daha fazla anlatmayayım tadı kaçmasın. Yalnızca Rusların geçmişine bir ağıt niteliği olan bu başyapıtı izlemenizi öneririm. Filmin çok farklı bir dokusu var. Yönetmen aynı zamanda general Kotov rolünde oynuyor hem de ne oynamak. Film aynı zamanda en iyi intikam öykülerinden birini anlatıyor.

    Şunları da demek gerek. Stalin o dönemlerde birçok kişinin canını alan ve Hitler'den bu yönden farksız bir diktatörmüş. Büyük Temizlik adı altında bir operasyon yapılmış. NKVD (İçişleri Halk Komiserliği) yani Sovyet Rusya'nın gizli polis teşkilati gibi bir şeymiş. Bu teşkilat aracılığıyla parti içi muhalefetler Stalin'in emri ile öldürülmüş. Ve daha milyonlarca kişi öldürülmüş. Filmle alakalı olduğu için yazıyorum. Zafere giden yolda her şey mübahtır anlayışı anlaşılan hiçbir zaman değişmeyecek. Hangi düşünce sistemi insanın canını kıymayı haklı gösterebilir ki. Bir de filmden bağımsız olarak, Stalin'in 40.000 Polonyalı'yı öldürme emri verdiği tarihe Katyn Katliamı olarak geçen olayı konu edinen Katyn filmini de izlemenizi öneririm. II. Dünya Savaşı'ndaki ölüm istatistiklerini yalnızca Hitler'in üzerine yıkılıyor ama o kadar çok hasta beyin var ki.

    Film her şeyiyle mükemmel!

    Beloe solntse pustyni (1970) - Beyaz Çöl Güneşi


    Sukhov Rusya İç Savaşı'nda Kızıl Ordu'nun emrinde bir askerdir. Kısa bir süre sonra karısına kavuşmayı hayal eder fakat yeni bir görevle uçsuz çöllerde kalma süresi uzar. Ordu Abdullah adındaki bir haydutun bölgesine girmiştir ve Abdullah bölgeyi terk eder. Oradan gitmeden de haremindeki on bir kadından ikisini onlarla başka kimse beraber olmasın diye öldürür fakat diğerlerini öldüremeden oradan uzaklaşır. Sukhov'a da kalan peçeli, çarşaflı kadınları koruma görevi verilir. Bu görevi biraz gönülsüz üstlenen Sukhov oranın azılı haydutlarından olan Abdullah gibi bir belayı başına almıştır ve filmin geri kalanında mizahi bir anlatımla iki tarafın birbirleriyle olan mücadelesi anlatılır.

    O coğrafyaya dair bilgiler veren, mizahi olarak tatmin edici, Rus klasiklerinden.

    Ballada o soldate - Askerin Türküsü (1959)



    Alyosha savaş esnasında iki tankı uçurur. Bunun karşılığında ona madalya verilecektir ama o bunun yerine eve annesine görmek için gitmeyi ister. Yaptığı kahramanlığa karşı ona eve gitmesi için iki günlüğüne izin verilir. Filmin geri kalanında II. Dünya Savaşı sırasında zorluklar içerisindeki Sovyet Rusya'da Alyosha'nın evine olan yolculuğunu izleriz. Bu yolculukta Alyosha ve Shura'nın tren yolculuğunda gelişen aşklarına tanık oluruz. Yine savaş ile aşk konusunu iç içe sokan lirik bir film. Rusya'dan çıkmış bir klasik olarak gösteriliyor. O tarihe göre şaşırtıcı sahneler epey fazla. Rusya dünyanın önde gelen sinema sektörlerindenmiş o zaman. Mosfilm sağ olsun

    Yalnız Sovyet Rusya döneminde çekilen filmler genelde çaktırmadan milliyetçi ve devletçi olabiliyor. Bu filmde mesela savaşın Rusya'daki halkın üzerine olan etkisi fazlaca dramatikleştirilmiş. Ayrıca her diktatörlükte olduğu gibi bir zamanların Sosyalist rejimle yönetilen Rusya'da da sanata sansür gelmiş, bunun gibi olmayan devlete aleyhte olduğu düşünülen çoğu film yıllarca yasaklanmış.

    Brilliantovaya ruka - Pırlanta Kol (1969)



    Film yurt dışına gezi için çıkan Senya'nın bir yanlış anlaşılma sonucu kaçakçılık işine bulaşmasını anlatıyor. Adamı iş yapacakları adamla karıştırıyorlar, değerli madenleri Senya'nın koluna alçıyla yerleştiriyorlar. Polis saf karaktere sahip Senya sayesinde gerçek kaçakçılara ulaşmaya çalışıyor. Kaçakçılar da Senya'nın kolundaki alçıyı çıkartmaya uğraşıyorlar. Yer yer komedi şaklabanlık boyutuna varsa da genel olarak güzeldi.

    Vor - Hırsız (1997)



    Bir adamın çocukluk anısını dinleriz bu filmde. Çocuğun babası ölmüştür, annesiyle beraber koca dünyada yalnız kalmışlardır. Bir gün trende asker kılığında dolaşan fakat amacı hırsızlık yapmak olan Tolyan ile karşılaşırlar. Tolyan, Sanya'nın annesi Katya ile birlikte olur. Artık birbirlerine aşık olmuşlardır, Sanya ise ona kötü davranan Tolyan'ı kabullenmek zorundadır. Onun hırsız olduğunu bilmeyen Katya da bu durumu öğrendikten sonra bile ona aşık olduğundan dolayı Toylan'ı terk edemez. Sanya Tolyan'ı ilk başlarda babası olarak kabul etmez fakat Tolyan onu güçlü bir adam yapmaya çalışmaktadır ve zamanla Sanya onu gerçek babasının yerine ikame edebilecektir.

    Kül ve kahve tonlarındaki dram ve Rus filmlerinden hoşlananlara öneririm. Harika bir film değil, eksik noktaları var ama ben yine de beğendim.

    Neskolko dney iz zhizni I.I. Oblomova - İ.İ. Oblomov’un Hayatından Birkaç Gün (1980)


    I.A. Goncharov'un "Oblomov" adlı romanından uyarlanan filmde, hayatlarımızın önemli bir amaca hizmet etmediğini düşünen dahası diğer insanlar gibi gündelik işleri yapsam ne olur, elime ne geçer, düşüncesine sahip Oblomov'un kısa hikayesi anlatılıyor. lya Ilyich için uzanmak ne hasta birinin zorunluluğu, ne yorgun bir insanın dinlenme ihtiyacı, ne de uyuşuk birine mutluluk vermesi gibi bir durum değildi: Bu onun normal haliydi. Filmin görsel açıdan başarılı olduğunu ve filmde hayata dair pek çok şey ifade edildiğini söyleyebilirim.

    Elena (2011) - Andrey Zvyagintsev

    Hafızalara kazınan Vozvrashchenie (2003) filminin yönetmeninden yine onun tarzında, durağan ve son derece doğal bir yapım.

    Hemşirelikten emekli Elena, zengin kocasıyla sanki evli değillermiş gibi soğuk bir hayat sürmektedir. Elena'nın önceki evliliğinden bir oğlu, kocasının da kızı vardır. Adamın kızı sorumsuzdur. Elena'nınki de bir aile kurmuştur fakat bir işi yoktur. Ve Elena'nın torununu, askere gitmesini engellemek için paralı üniversiteye göndermek zorundadırlar. Kendi maddi güçleri yetmediği için, kocaya başvurulur. Fakat zengin koca, Elena'nın oğlunun ailesinin sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiğini düşünmektedir. Bu yüzden onlara para vermez. Bir gün adam kalp krizi geçirir. Artık son günleri gelmiştir. Ama hâlâ onlara yardım etmekte direnir. Elena ne yapacaktır?

    Karganın ötüşleriyle başlayan film sessiz sedasız ve donuk bir şekilde ilerliyor ama o donukluğun altında acayip bir hareketlilik var. Karganın ilk başta ötmesi de kötü şeylerin olacağının habercisi.

    Italyanets - İtalyan (2005)


    Rus yapımı film İtalyan, Rusya'nın fakir bir bölgesindeki yetimhanede geçiyor. Vanya Solntsev adındaki bir çocuğu, para karşılığı evlat edinmek için İtalyan bir çift yurda geliyor. Yetimhanenin sahibi paragöz kadın çocukların ne düşündüklerini önemsemeksizin sırf para kazanmak için çocukları bu şekilde satıyor. Önceden evlat verilen bir çocuğun annesi, çocuğunu görmek için yetimhaneye geliyor ama onun evlat edinildiğini öğrendiğinde büyük bir pişmanlık duyuyor. Bu durumdan etkilenen Vanya da annesini bulma kararı alıyor. Güzel bir film. Rusya'nın yoksulluğunu, hiç yaşanılası bir yer olmadığını, insanlarının da en az kendisi kadar soğuk olduğunu göstermekte. Tavsiye edilir.

    Krylya - Kanatlar (1966) - Larisa Shepitko


    Krylya (Kanatlar), 1966, Rus yapımı, kadın yönetmen Larisa Shepitko'nun filmi. Savaş sonrası Rusya'sında geçiyor. Katı bir karaktere sahip olan, öğretmen Nadya'yı yakından inceliyor film. Özellikle son sahneler çok başarılı. Yönetmen 41 yaşında bir trafik kazasında ölmüş. Eğer ki erkenden ölmeseymiş çok daha iyi filmler çekebilirmiş. Voskhozhdeniye filmi bile onun ne kadar büyük bir yönetmen olduğunu gösteriyor.

    Konuyu hazırlarken epey uğraştım ama herhangi bir hata varsa şimdiden affola :).



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Meursault. -- 13 Ağustos 2015; 0:32:53 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Meursault.

    Sinema forumu olarak ne kadar ilgi çekici bir konu oldu ve takip edenler var mıdır bilmiyorum ama ben paylaşıma devam ediyorum. Umarım yararı dokunuyordur konunun.



    Rus sineması için hazırladığım imdb listesi;
    http://www.imdb.com/list/ls058357980/

    Rus Sinemasından Örnekler


    Voskhozhdeniye - Tırmanış (1977) - Larisa Shepitko
     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)



    1942 yılında, Belarus’un ormanlık alanında işgalci Almanlar ile onlarla işbirliği yapan Ruslardan kaçan, ülkesine sadık ve ülkeleri için düşmanlarla, açlıkla, hastalıkla ve soğukla mücadele eden bir grup Rus partizan hikâyenin karakterleri. Hikâye açlıktan bitap düşen grubun içlerinden iki kişiyi yemek bulmaları için, yakınlardaki bir çiftliğe göndermeleriyle başlıyor. Birbirlerini kardeş olarak kabul etmiş iki askerin ilerleyen bölümlerde savaş içinde değişen psikolojilerinin ve bunların karakter tahlillerinin ustalıkla işlendiğini görüyoruz. Filmde çok önemli ayrıntılar var. Gerçekçilikten epey nasibini almış, dramatik hâlleri ustaca vermeyi başarabilmiş bir yapım.


    Film boyunca Rybak'ı vatansever, güçlü bir karakter gibi görürken Sotnikov'u tam tersi görüyorduk. Ama filmin sonunda onların yakalanıp da sorguya çekildiklerinde, Sotnikov'un onurunu ve vatan sevgisini kendi hayatına dahi değişmediğini görüyoruz. Oysa Rybak ölmek istemiyor, yalnızca kendini düşünüp bencillik ediyor. Özellikle asılmadan önceki manevrası insanı uyuz eden cinsten. Bizim Sotnikov'umuz ise asılacak olan diğer 4 kişi için kendini öne sürmüştü.


    Film bir kadın yönetmenin gözünden izleyiciyle buluşuyor. Bir savaş filmini bir kadının anlatmış olması ilgi çekici geldi bana ve bu konuda çok başarılı olmuş. Ayrıca zaten bir romandan uyarlama olan film izleyende Rus edebiyatından bir eser okuyormuş hissi veriyor. Bir başyapıt!

    Utomlennye solntsem - Güneş Yanığı (1994) - Nikita Mikhalkov



    1936 Rusyası. Kahraman General Kotov ve geniş ailesindeki fertlerin birbirleriyle olan ilişkilerini ve karakterleri tanıyoruz önce. Mizahi yapıda filmin ilk bölümleri. Aile gayet de mutlu. Derken eski bir arkadaş çıkageliyor; Mitya. Geçmişte Kotov'un karısı ile bir aşk yaşadıkları belli. Aile üyeleri de onu görür görmez mutluluktan uçuyorlar. Aralarında bir tek Kotov tedirgin. Onu tanıyor. Mitya kendini sevdiriyor aileye, mutlu ancak bir o kadar da düşünceli. Film ikinci bölümde çözülmeye başlıyor. O yüzden daha fazla anlatmayayım tadı kaçmasın. Yalnızca Rusların geçmişine bir ağıt niteliği olan bu başyapıtı izlemenizi öneririm. Filmin çok farklı bir dokusu var. Yönetmen aynı zamanda general Kotov rolünde oynuyor hem de ne oynamak. Film aynı zamanda en iyi intikam öykülerinden birini anlatıyor.

    Şunları da demek gerek. Stalin o dönemlerde birçok kişinin canını alan ve Hitler'den bu yönden farksız bir diktatörmüş. Büyük Temizlik adı altında bir operasyon yapılmış. NKVD (İçişleri Halk Komiserliği) yani Sovyet Rusya'nın gizli polis teşkilati gibi bir şeymiş. Bu teşkilat aracılığıyla parti içi muhalefetler Stalin'in emri ile öldürülmüş. Ve daha milyonlarca kişi öldürülmüş. Filmle alakalı olduğu için yazıyorum. Zafere giden yolda her şey mübahtır anlayışı anlaşılan hiçbir zaman değişmeyecek. Hangi düşünce sistemi insanın canını kıymayı haklı gösterebilir ki. Bir de filmden bağımsız olarak, Stalin'in 40.000 Polonyalı'yı öldürme emri verdiği tarihe Katyn Katliamı olarak geçen olayı konu edinen Katyn filmini de izlemenizi öneririm. II. Dünya Savaşı'ndaki ölüm istatistiklerini yalnızca Hitler'in üzerine yıkılıyor ama o kadar çok hasta beyin var ki.

    Film her şeyiyle mükemmel!

    Beloe solntse pustyni (1970) - Beyaz Çöl Güneşi


    Sukhov Rusya İç Savaşı'nda Kızıl Ordu'nun emrinde bir askerdir. Kısa bir süre sonra karısına kavuşmayı hayal eder fakat yeni bir görevle uçsuz çöllerde kalma süresi uzar. Ordu Abdullah adındaki bir haydutun bölgesine girmiştir ve Abdullah bölgeyi terk eder. Oradan gitmeden de haremindeki on bir kadından ikisini onlarla başka kimse beraber olmasın diye öldürür fakat diğerlerini öldüremeden oradan uzaklaşır. Sukhov'a da kalan peçeli, çarşaflı kadınları koruma görevi verilir. Bu görevi biraz gönülsüz üstlenen Sukhov oranın azılı haydutlarından olan Abdullah gibi bir belayı başına almıştır ve filmin geri kalanında mizahi bir anlatımla iki tarafın birbirleriyle olan mücadelesi anlatılır.

    O coğrafyaya dair bilgiler veren, mizahi olarak tatmin edici, Rus klasiklerinden.

    Ballada o soldate - Askerin Türküsü (1959)



    Alyosha savaş esnasında iki tankı uçurur. Bunun karşılığında ona madalya verilecektir ama o bunun yerine eve annesine görmek için gitmeyi ister. Yaptığı kahramanlığa karşı ona eve gitmesi için iki günlüğüne izin verilir. Filmin geri kalanında II. Dünya Savaşı sırasında zorluklar içerisindeki Sovyet Rusya'da Alyosha'nın evine olan yolculuğunu izleriz. Bu yolculukta Alyosha ve Shura'nın tren yolculuğunda gelişen aşklarına tanık oluruz. Yine savaş ile aşk konusunu iç içe sokan lirik bir film. Rusya'dan çıkmış bir klasik olarak gösteriliyor. O tarihe göre şaşırtıcı sahneler epey fazla. Rusya dünyanın önde gelen sinema sektörlerindenmiş o zaman. Mosfilm sağ olsun

    Yalnız Sovyet Rusya döneminde çekilen filmler genelde çaktırmadan milliyetçi ve devletçi olabiliyor. Bu filmde mesela savaşın Rusya'daki halkın üzerine olan etkisi fazlaca dramatikleştirilmiş. Ayrıca her diktatörlükte olduğu gibi bir zamanların Sosyalist rejimle yönetilen Rusya'da da sanata sansür gelmiş, bunun gibi olmayan devlete aleyhte olduğu düşünülen çoğu film yıllarca yasaklanmış.

    Brilliantovaya ruka - Pırlanta Kol (1969)



    Film yurt dışına gezi için çıkan Senya'nın bir yanlış anlaşılma sonucu kaçakçılık işine bulaşmasını anlatıyor. Adamı iş yapacakları adamla karıştırıyorlar, değerli madenleri Senya'nın koluna alçıyla yerleştiriyorlar. Polis saf karaktere sahip Senya sayesinde gerçek kaçakçılara ulaşmaya çalışıyor. Kaçakçılar da Senya'nın kolundaki alçıyı çıkartmaya uğraşıyorlar. Yer yer komedi şaklabanlık boyutuna varsa da genel olarak güzeldi.

    Vor - Hırsız (1997)



    Bir adamın çocukluk anısını dinleriz bu filmde. Çocuğun babası ölmüştür, annesiyle beraber koca dünyada yalnız kalmışlardır. Bir gün trende asker kılığında dolaşan fakat amacı hırsızlık yapmak olan Tolyan ile karşılaşırlar. Tolyan, Sanya'nın annesi Katya ile birlikte olur. Artık birbirlerine aşık olmuşlardır, Sanya ise ona kötü davranan Tolyan'ı kabullenmek zorundadır. Onun hırsız olduğunu bilmeyen Katya da bu durumu öğrendikten sonra bile ona aşık olduğundan dolayı Toylan'ı terk edemez. Sanya Tolyan'ı ilk başlarda babası olarak kabul etmez fakat Tolyan onu güçlü bir adam yapmaya çalışmaktadır ve zamanla Sanya onu gerçek babasının yerine ikame edebilecektir.

    Kül ve kahve tonlarındaki dram ve Rus filmlerinden hoşlananlara öneririm. Harika bir film değil, eksik noktaları var ama ben yine de beğendim.

    Neskolko dney iz zhizni I.I. Oblomova - İ.İ. Oblomov’un Hayatından Birkaç Gün (1980)


    I.A. Goncharov'un "Oblomov" adlı romanından uyarlanan filmde, hayatlarımızın önemli bir amaca hizmet etmediğini düşünen dahası diğer insanlar gibi gündelik işleri yapsam ne olur, elime ne geçer, düşüncesine sahip Oblomov'un kısa hikayesi anlatılıyor. lya Ilyich için uzanmak ne hasta birinin zorunluluğu, ne yorgun bir insanın dinlenme ihtiyacı, ne de uyuşuk birine mutluluk vermesi gibi bir durum değildi: Bu onun normal haliydi. Filmin görsel açıdan başarılı olduğunu ve filmde hayata dair pek çok şey ifade edildiğini söyleyebilirim.

    Elena (2011) - Andrey Zvyagintsev

    Hafızalara kazınan Vozvrashchenie (2003) filminin yönetmeninden yine onun tarzında, durağan ve son derece doğal bir yapım.

    Hemşirelikten emekli Elena, zengin kocasıyla sanki evli değillermiş gibi soğuk bir hayat sürmektedir. Elena'nın önceki evliliğinden bir oğlu, kocasının da kızı vardır. Adamın kızı sorumsuzdur. Elena'nınki de bir aile kurmuştur fakat bir işi yoktur. Ve Elena'nın torununu, askere gitmesini engellemek için paralı üniversiteye göndermek zorundadırlar. Kendi maddi güçleri yetmediği için, kocaya başvurulur. Fakat zengin koca, Elena'nın oğlunun ailesinin sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiğini düşünmektedir. Bu yüzden onlara para vermez. Bir gün adam kalp krizi geçirir. Artık son günleri gelmiştir. Ama hâlâ onlara yardım etmekte direnir. Elena ne yapacaktır?

    Karganın ötüşleriyle başlayan film sessiz sedasız ve donuk bir şekilde ilerliyor ama o donukluğun altında acayip bir hareketlilik var. Karganın ilk başta ötmesi de kötü şeylerin olacağının habercisi.

    Italyanets - İtalyan (2005)


    Rus yapımı film İtalyan, Rusya'nın fakir bir bölgesindeki yetimhanede geçiyor. Vanya Solntsev adındaki bir çocuğu, para karşılığı evlat edinmek için İtalyan bir çift yurda geliyor. Yetimhanenin sahibi paragöz kadın çocukların ne düşündüklerini önemsemeksizin sırf para kazanmak için çocukları bu şekilde satıyor. Önceden evlat verilen bir çocuğun annesi, çocuğunu görmek için yetimhaneye geliyor ama onun evlat edinildiğini öğrendiğinde büyük bir pişmanlık duyuyor. Bu durumdan etkilenen Vanya da annesini bulma kararı alıyor. Güzel bir film. Rusya'nın yoksulluğunu, hiç yaşanılası bir yer olmadığını, insanlarının da en az kendisi kadar soğuk olduğunu göstermekte. Tavsiye edilir.

    Krylya - Kanatlar (1966) - Larisa Shepitko


    Krylya (Kanatlar), 1966, Rus yapımı, kadın yönetmen Larisa Shepitko'nun filmi. Savaş sonrası Rusya'sında geçiyor. Katı bir karaktere sahip olan, öğretmen Nadya'yı yakından inceliyor film. Özellikle son sahneler çok başarılı. Yönetmen 41 yaşında bir trafik kazasında ölmüş. Eğer ki erkenden ölmeseymiş çok daha iyi filmler çekebilirmiş. Voskhozhdeniye filmi bile onun ne kadar büyük bir yönetmen olduğunu gösteriyor.

    Konuyu hazırlarken epey uğraştım ama herhangi bir hata varsa şimdiden affola :).

    Alıntıları Göster
    Eline sağlık hocam her bir filme tek tek emek vermişsin yorumunu katmışsın ostrov yani ada filmini tavsiye ettiğin için tekrar tekrar teşekkür ederim diğer filmlere de yakın zamanda bakabilirim inşallah tekrardan teşekkürler.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: m.kutsal

    Eline sağlık hocam her bir filme tek tek emek vermişsin yorumunu katmışsın ostrov yani ada filmini tavsiye ettiğin için tekrar tekrar teşekkür ederim diğer filmlere de yakın zamanda bakabilirim inşallah tekrardan teşekkürler.

    Sağ olasın Ostrov filmini beğenmene sevindim, burada önerdiğim tüm filmler kalitelidir, diğerlerini de beğenirsin umarım. Önemli değil bu arada.
    Ostrov filmini de yeniden önerelim herkese.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Meursault.

    quote:

    Orijinalden alıntı: m.kutsal

    Eline sağlık hocam her bir filme tek tek emek vermişsin yorumunu katmışsın ostrov yani ada filmini tavsiye ettiğin için tekrar tekrar teşekkür ederim diğer filmlere de yakın zamanda bakabilirim inşallah tekrardan teşekkürler.

    Sağ olasın Ostrov filmini beğenmene sevindim, burada önerdiğim tüm filmler kalitelidir, diğerlerini de beğenirsin umarım. Önemli değil bu arada.
    Ostrov filmini de yeniden önerelim herkese.

    Alıntıları Göster
    Kuzey Avrupa Sinemasından Örnekler
    Kuzey Avrupa filmlerini tuttuğum imdb listesi;
    http://www.imdb.com/list/ls058788051/


    Den brysomme mannen - Sorun Yaratan Adam (2006) - Norveç


    İzlediğim en iyi filmlerden biridir 'Sorun Yaratan Adam'. [Anti ütopik (distopik) bir film diyebiliriz.] Bende çok değişik duygular uyandıran, kendi hayatımda da sorun yaratan adam olduğumu düşündüren pek şahane bir filmdir. Herkesin kendi hayatına uydurduğu, içten içe benimsediği filmler vardır, bu film de benim için öyledir.
    Filmin içeriğine gelecek olursak, epey dolu bir film olduğunu söyleyebiliriz. Modern insanı, modern toplumu, mutsuzluk altyapısı üzerinde eleştiren bir yapım. Filmdeki insanlar yaptıkları hiçbir şeyden keyif almıyorlar. Yaptıkları şeyleri -yedikleri yemekler, ev düzenlemeleri, çalıştıkları iş- sadece yapmak için yapıyorlar. Sorun yaratan adamımız ise birdenbire kendini bulduğu bu ruhsuz dünyada bir şeylerin yolunda gitmediğini seziyor ve bunca ruhsuz insanın içinde mutluluğun kaynağına ulaşmaya çalışıyor. Bir bakıma mutluluğun kaynağını da sorgulatan, pek çok konuda düşündürten bir film.
    Filmi izleyenlerden ricam, filmdeki imgelemeleri ve ayrıntıları göz ardı etmemeleri, filmdeki depresif havayı iyice teneffüs etmeleridir.

    Nói albínói - Buzdan hayaller (2003) - Dagur Kári - İzlanda

    Küçük bir kasabada, küçücük hayalleriyle sıkışıp kalmış Nói'nin oradan kurtulma isteği işleniyor filmde. Bu filmin benim için yeri ayrıdır, en sevdiğim filmlerdendir.

    Püha Tõnu kiusamine - Aziz Tony'nin Günahı (2009) Veiko Õunpuu - Estonya
     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)



    Kuzey Avrupa'dan yine buz gibi bir film.

    İçimi parça parça etti. Her sahne, her verilmek istenen şey, dünyanın kıyameti yaşıyor olduğu, biz yaşayanlarınsa tamamen ereksiz, hırslarının kurbanı olmuş yaratıklar olduğumuz, anlattıklarını oturduğumuz yerden bizi çok fena dürterek anlatması, oyunculuklar, filmin kül rengi olması, sorgulatması, zorlaması, kabusların içine bizi zorla tıkması her şeyiyle mükemmeldi.

    Kelimelere sığmayacak bir film, izleyip tatmak gerekir. Öyle güzel çekilmiş ki, her sahne, her yüz izleyiciye kanından veriliyor. Filmin baş kahramanıyla tamamen bütünleştirdim kendimi. Onun birkaç bölümlük hayatından parçalara bulaştım film boyunca. İçi kararmış insanların yaşadığı, kapkaranlık dünyada çırpınan, kuru bir toprakta çırpınan bir balık gibi. İnancınızı, her şeye inancınızı kaybederek. Sevginin, aşkın bu kıyamette imkansız olduğunu ama bunlar için nafile çırpındığımızı nasıl da güzel aktarıyor film. İçsel bunalım, içimizdeki dünyanın çöküşü; kapkaranlık bir dünyaya dönüşmesi, giderek ölmesi, insanın pazara çıkartılması. Herhalde Altın Çağımız bu olsa gerek.

    Aynı zamanda ahlâkı, vicdanı sorguluyor. İyiyi arıyor ama bulmak ne mümkün. Ve tabii saf bir kapitalizm eleştirisi var (hem de filmin geneline yayılmış yoğun bir eleştiri, insanların nasıl hayvanlaştığı çok başarılı aktarılmış). Dünyayı yıkıma uğratan her şey yani. Gerçek üstücü anlatım genel olarak hakim diyebilirim. Ve kullanılan mecaz yollu anlatımlar öyle anlamlı ki. Bir de Bela Tarr severlerin bu filmi de seveceğini düşünüyorum.

    Sügisball - Sonbahar Balosu (2007) - Veiko Õunpuu - Estonya

    Aynı şehirde yaşayan, aynı dertlere sahip olan insanların hayatlarından kesitleri, karamsar bir hava ile veriyor izleyiciye yönetmen. Karısının terk ettiği ve kendini bir türlü toparlayamayan bir adam, vestiyerlik yapan, yakınları tarafından küçümsenen başka bir adam, elit tabakadan olan birbirleriyle bir türlü anlaşamadıkları hâlde evliliklerini sürdüren bir çift, alkolik kocasını terk etmiş, küçük kızıyla hayata tek başına tutunmaya çalışan bir kadın ve yaşlanmış, yalnızlaşmış bir adam filmin karakterleri. Onların mutsuzluklarıyla, umutsuzluklarıyla hüzünlendiriyor film. Çok da güzel bir yapısı var.

    Spoorloos - Kayboluş (1988) - Hollanda

    Filmin başından sonuna bir gizem var. Aslında bu film ne o Hollywood'un kullandığı gizemle ne de şaşırtıcı sonla ilgili bir film. Filmin derisinin altına girdiğinizde bambaşka ve derin duygu ve düşüncelerle karşılaşıyorsunuz. Ben filmi bitirdikten yarım saat sonra filmin önemini ve vermek istediği şeyin ne kadar anlamlı olduğunu fark ettim. Gerçekten detaylarla örülmüş bir film. Eğer sonunda 'E ne oldu şimdi' diye soracak olursanız filmi 'USA' yapımlarıyla karıştırıyorsunuz demektir. Bu film gerçekten başka, öncü ve ilham verici. İzlemeyen, farklı bir sinema tecrübesi edinmek isteyenlere öneririm. Konusu da birbirlerini seven bir çift olan Rex ve Sakia'nın çıktıkları tatilde yaşanan beklenmedik bir olaydan sonrası anlatılıyor. Muhakkak izleyin.
    Fimle ilgili yazdığım ayrıntılı bir açıklama;

    "-Dün gece de aynı kabusu gördüm. -Altın bir yumurta içindeydin ve dışarı çıkamıyordun. Boşlukta kendi başına sonsuza kadar yüzüyordun. Evet, yalnızlık dayanılmaz bir şey. -Hayır. Bu sefer boşlukta yüzen bir başka altın yumurta daha vardı. Çarpışacak olsaydık, herşey sona erecekti." "St. Come'daki ev adeta bir tutku. Kusursuz olduğu için bir tutku haline geldi. Kafanda bir fikirle başlıyorsun. Bir adım atıyorsun. Sonra ikinci bir adım. Kısa zamanda boğazına kadar gergin bir işe bulaştığını anlıyorsun. Ancak bu önemli olmuyor. Getireceği zevki düşünüp katlanıyorsun." "Bazan sağ olduğunu hayal ediyorum. Uzaklarda bir yerlerde. Çok mutlu. O zaman bir karar vermem gerekiyor. Ya yaşadığını düşünmeye devam edip hiç haber almayacağım ondan,... veya hayalimde öldürüp neler olduğunu bulacağım. Yani, hayalimde öldürdüm onu." "16 yaşındayken, bir şey keşfettim. Herkes böyle şeyler düşünür, ama kimse atlamaz. Şöyle dedim kendime: "Atladığını hayal et." Atlamayacağım önceden yazılmış mıdır? Yapmayacağım nasıl yazılmış olabilir? Böylece, önceden yazılmış olana karşı çıkmak isteyen biri, atlamalıdır. Ve atladım. O atlayış ilahi bir olaydı. Sol kolumu ve iki parmağımı kırdım. Neden mi atladım? Kişiliğimdeki hafif bir anormallik yüzünden. Etrafımdakilerin sezemeyeceği bir özellik bu. Tıp ansiklopedilerinde bunu bulabilirsiniz. Yeni baskılarında "sosyopat" başlığı altında." Bu diyaloglar filmle ilgili çok önemli diyaloglar.
    Bir de şunları söylemek isterim; Adam çocukluğunda geçirdiği deneyimi hayatında uygulamaya başlıyor. Kaderin akışını bozuyor. Böyle olmayacaksa böyle olacaktır diyerek, kaderde olmayanı yapıyor. Rex ve Saskia birbirlerine aşık. Hatta hiç ayrılmayacaklarına dair yemin ediyorlar. Onların kaderleri bu. Derken psikopat adamımız geliyor ve onları birbirinden -önce- ayırıyor. Kaderin yönünü değiştirdikten sonra neler olacağına bakıyor. Bu onun en önemli tecrübesi olacak. Rex de adamımıza yardım ediyor bir bakıma. Saskia ortada bir tek neden bile yokken ortadan kayboldu ve onun kayboluşuna dair hiçbir açıklama yok. Rex artık Saskia'nın varlığını değil, onun neden yok olduğunu merak ediyor. Ve bu onda bir tutku haline geliyor. Psikopatımız da bu durumdan gayet keyifli. Kendisi artık bir Tanrı bile diyebiliriz. Kaderi yoluna koyabilmek için Rex'i yönetiyor. Baştaki iki altın yumurtayı düşünelim. Saskia hep o yumurtanın içinde tek başına kapalı kalıyordu. Diğer yumurta ilk kez onun son kabusunda ortaya çıkmıştı. İşte psikopat Saskia'yı aldı, tabuta kapattı ve gömdü. Rex de ona ne olduğunu öğrenmek istemiyor mu? Bu kadar çok istiyorsa Saskia'yla aynı deneyimi yaşamalı ve diğer yumurtaya da o girmeli. İşte psikopatımız tam burada kaderi yoluna sokuyor. Ve ikisi ancak ölümde bir araya gelebiliyorlar.
    Adam çocukluğunda hiç alakası yokken kendiliğinden atlamıştı balkondan. Ve hiç olmayacakken Saskia'yı öldürdü. Tren raydan çıkınca da Saskia'ya ne olduğunu sorgulayan biri çıktı. Ve adam bozduğu yola Rex'i de soktu.
    Bu arada adamın klostrofobi hastası olması filmin sonuyla ya da geneliyle pek alakalı değil gibi geldi ama olabilir de.


    Karakter (1997) - Hollanda

    En iyi yabancı film dalında Oscar ödülü sahibi.

    1920'lerin Hollanda'sında geçen film, gayrımeşru olarak dünyaya gelen Jacob'un, babası Dreverhaven'ın ona karşı zalimce davranmasına karşın tüm bunların karşısında sessiz kalmayı uygun gören annesi Joba ile birlikte azimli yükselişini konu ediniyor film.

    İzlediğim en iyi filmler arasına girdi. Gerek filmin ilerleyişi, gerek çekim teknikleri, gerek muazzam oyunculuklar ve filmin anlatmak istedikleriyle dört dörtlük bir yapım olmuş. Filmde üç önemli karakter var. Bunlardan biri sert mizacı, zalimliği ve tecrübeleriyle başarı sağlamış Dreverhaven, ikincisi Dreverhaven'ın hizmetçisiyken onun tecavüzüne uğrayıp, Jacob'u dünyaya getiren, ve tüm bu olanlara, hayata karşı sessiz kalan Joba ile tamamen olumlu bir mizaca, hırssız azme, çalışkanlığa sahip olan Jacob. Film bu üçlünün nitelikli ve güçlü karakterleri üzerinde gitmiş.
    Jacob'u bu denli azimli olmasının nedeni, babasının ona karşı olan tavrıdır ve biz görürüz ki babasının tavrı da bundandır. Neticede harika bir film. Ayrıca Karakter'in harika da bir sonu var. Fedja van Huêt ve Jan Decleir rollerini harika oynamışlar. Ne yazık ki yönetmenin başka iyi filmi yok gibi. İzlenecekler listenizin en başlarına koyun. Pişman olmayacaksınız

    Englar alheimsins - Evrenin Melekleri (2000) - Friðrik Þór Friðriksson - İzlanda
     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)



    Bir ressam olan ve bateri çalan Paul ailesinin yanında yaşamaktadır, onlarla gayet iyi anlaşan Paul'ün bir de kız arkadaşı vardır. Sıradan, normal bir kişiliğe ve hayat sahip olan Paul'ün bir süre sonra davranışları değişmeye başlar. İçinde onlara karşı duramadığı hisler belirmektedir. Ailesine karşı tavırları sertleşen Paul, ana-babasının aracılığı ile bir akıl hastanesine yatırılır. Orada kendi gibi hasta olan başka insanlarla daha iyi ilişkiler kurar. Paul'ün buradaki arkadaşları arasında kendini Beatles şarkılarını bestelediğini sanan Oli ve bir Hitler hayranı olan Victor vardır. Film harika bir akıcılıkla, epey dramatik bir şekilde, yer yer mizahi yapıda sürer gider. Bu sırada delilerin yalnızca hastanedekilerle sınırlı olmadığını gösterir bize yönetmen. Üç arkadaşın arasındaki konuşmalar oldukça iddialı ve anlamlıydı. Kuzey insanının bunalım hayatlarını gözler önüne seren bu harika filmi izlemelisiniz. Ek olarak kola reklamı yapılmasaydı eyiydi demekle birlikte, filmde Sigur Ros'u duymak ayrıca güzeldi.

    Ordet - Söz (1955) - Carl Theodor Dreyer - Danimarka

    Altın Aslan ve Altın Küre ödülü.

    Film 1925 Danimarka’sının bir köyünde Borgen ailesi üzerinde geçiyor. Morten Borgen Tanrı’ya inanan yaşlı bir adam, büyük oğlu Mikkel Borgen iyi kalpli fakat Tanrı’ya inancı olmayan bir karakter, ortancası Johannes, ilahiyat eğitimi aldıktan sonra, Tanrı düşüncesi üzerine kendini fazla verdiğinden dolayı aklını yitiren ve kendini İsa sanan bir karakter, küçük oğlu Anders genç ve komşuları terzi Petersen’in kızı Anne ile evlenmeyi isteyen bir karakter ve son olarak, Mikkel’in karısı Inger, herkesin üstüne titreyen ve ailedekilerin üzülmesini istemeyen bir karakterdir. Film Borgen ailesinin komşusu olan Peter’in, kızının, onların inançlarıyla aynı ölçüde Tanrı’ya inanmadıklarını düşündüğü için Anders'le evlenmesine izin vermemesinden sonra, inananların arasında nasıl bir inanç ayrımı olabileceği ve yine inananların Tanrı’ya tüm varlıklarıyla birlikte inanıp inanmadıkları gibi konuların üzerine gidiyor.

    Petersenlerin kendi inançdaşlarıyla yaptıkları bir toplantının bitimine yakın, Morten, Peter’in kızını onlara vermedikleri için, onların evine gidiyor. Ve aslında aynı Tanrı’ya inanan insanlar, kendilerinin farklı inanç yollarını benimsediklerini ve kendi inanç şekillerinin inanmada daha doğru bir yol olduklarını savunuyorlar. Sonuçta orak bir nokta bulamıyorlar.Morten ve Anders evden ayrılacakken Mikkel doğum yapan karısının durumunu bildirmek için orayı arıyor. Ve karısının durumunun iyiye gitmediğini söylüyor. Peter Tanrı’nın onları cezalandırdığını düşünüyor.

    Inger içeride doğum yaparken Johannes sürekli ortada dolanıp, dini ahlak dersleri veriyor. Ama kimse onu dikkate almıyor. Filmde Hıristiyanlıkla ilgili simgeleştirmeler var. Sahneler çok uzun ve çok etkileyici, özellikle ilk sahneyi ve doğum gecesi sahnesini çok beğendim. Ama filmin sonunu pek beğenmedim çünkü,
    Filmin sonunda Tanrı'dan ve İsa'dan gerçekten isteyerek dua edersek, isteğimiz muhakkak gerçekleşir, bunu da ölünün diriltilmesi ile abartarak göstermiş yönetmen. Bu mucize gerçekleştikten sonra, inançsız Mikkel Tanrı'ya inanmaya karar veriyor. Ayrıca doğum sahnesinde Morten'in gelini için bir türlü dua edememesi filmin ne anlatmak istediğini destekler cinsteydi.
    Nihayetinde, Tanrı'ya katıksız bir inançla bağlanmalıyız. İnanç kavramı üzerine yoğunlaşmış film. İnanmak demek sonuna kadar, aklında herhangi bir şüphe olmadan inanmak demektir. Filmin anlatmak istediği şeyi beğenmesem de klasik bir sanat eseri olduğunu yadsıyamam. Epey beğendim. Din konulu film meraklılarına tavsiyemdir.

    Paha Maa - Buz Diyarı (2005) - Aku Louhimies - Finlandiya



    "Bunun gerçekleşmesini hiç istemezdim. Çocukken birbirimize sorduğumuz soruları hatırlıyor musun? Uzay ne kadar büyük? Gökyüzü nerede bitiyor? Deniz nerede başlıyor? Neden kendimi kötü hissettiğimde çığlık atamıyorum? Eğer dünyada zaten cehennemi yaşıyorsak, bu hayatın anlamı ne? Ama olaylar sonunda olacağına varır diye düşünmek zorundayız. Aksi halde, bunların hiçbir manası kalmayacak."
    Avrupa'nın en kuzeyindeki ülkesi Finlandiya'dan harika bir dram.
    Temelde birbirini tanıyan yahut tanımayan fakat bir şekilde birbirlerinin hayatlarına müdahil olan insanlar ve bu etkileşim sonucunda onların hayatlarındaki değişimleri konu ediniyor film. Adıyla müsemma 'Donmuş Toprak'taki insanın isyanını da bulabiliriz bu filmde. Karakterler genelde varlıklarıyla ilişiklerini kesmiş, hayata öylesine devam eden, kaybedecek bir şeyi kalmamış kişilerden oluşuyor. Filmi birkaç hoşuma gitmeyen şeyin dışında genel olarak beğendim. Oyunculuklar da gayet iyiydi. Karamsar ve gerilimli hava seyirciye çok başarılı aktarılmış.

    Filmin de dediği gibi, her şey olacağına varır.

    Tulitikkutehtaan tyttö - Kibritçi Kız (1990) - Aki Kaurismäki - Finlandiya

    Kaurismaki'den Kibritçi Kıza farklı bir bakış. Film bir kibrit fabrikasında çalışan talihsiz bir genç kızı anlatıyor. Yoksul bir kasabada para kazanmak için çaba sarf eden fakat bunun yanında gençliğinin de farkında olan Iiris beraber yaşadığı anne ve babasıyla mutsuz bir hayat sürmektedir. Aile üyeleri birbirleriyle gerekli olmadıkça konuşmamaktadırlar. Hatta mutsuz kasaba halkı da gerekli görmedikçe birbirleriyle konuşmamaktadır. Hikâye Iiris'in aleyhinde ilerlese de yine bu hikâyeye yön verecek kişi Iiris olacaktır. Yer yer absürt komediye kaçan yer yer de yalın bir dram sunan sade ve bence epey değişik, Kibritçi Kız hikâyesini yeniden yazan bir film. Bu arada Iiris için Noi Albinoi filminin Noi'si de diyebiliriz. Kaurismaki en sevdiğim Kuzey Avrupalı yönetmendir. Diğer filmlerinden tek tek bahsetmek yerine en sevdiğim filmini yazdım. Diğer filmleri hakkında ayrıntılı bilgi için yönetmen hakkında açtığım konuya bakabilirsiniz.http://forum.donanimhaber.com/m_68063048/f_/key_tt0098532%252F//tm.htm#68063048

    Elling (2001) - Norveç



    Yıllarca annesiyle beraber yaşayıp, o öldükten sonra, hayatın sıradan işlerini bile yapmaya cesareti olmayan sosyal fobili Elling'in yeni arkadaşlar edinerek iyileşme yönünde olumlu adımlar atmasını sağlayan melankolik bir Norveç filmi. En beğendiğim filmler arasında yer almaktadır kendisi.

    Festen - Şölen (1998) - Thomas Vinterberg - Danimarka


    Dogma 95 akımıyla çekilen en önemli filmlerden biridir.

    Yine insanoğlunun ne utanmaz ne riyakar olduğunu görebileceğimiz çok yalın ama ortalardan itibaren vurucu ve çok sert olmaya başlayan bir film. İlkin biraz sıkılır gibi oldum ama film yavaş yavaş gelişiyor ve hiç beklemediğimiz durumlarla karşılaşıyoruz. Ben böyle bir şey olacağını tahmin edemedim ve haliyle epey şaşırdım. Şu bir köşk içinde kutlama yapan ve kadeh kadeh şaraplarını götüren kapitalist insan müsveddelerinin bazı gerçekler karşısında tepkisiz kalmalarının sinir bozuculuğu da var bu filmde. Film el kamerasıyla çekiliyor. Ve ustaca bir yönetmenlik hakim. Öyle çok zorlama bir senaryosu yok, piyasa filmi olma çabasında değil çünkü. Ki bu sade ve gerçekçi senaryoyla zaten vurucu ve sert bir film olmayı başarmış.

    Submarino (2010) - Danimarka
     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

    http://www.imdb.com/title/tt1322385/


    Vinterberg'in filmleri gayet etkileyici oluyor. Çok sade bir konusu olmasına rağmen sıkmadan izletiyor kendini. İlk önce iki kardeşin çocukluklarını görüyoruz, sonrasında da büyümüş ve birbirlerinden ayrı bir hayat yaşadıkları hâllerini izliyoruz. İzlemelisiniz.

    Jagten - Av (2012) - Thomas Vinterberg - Danimarka

    Bir çocuk bakım evinde çalışan Lucas'ın bakım evindeki küçük bir kızın yalanı sonucu eziyete dönen hayatı anlatılıyor. Hele de suçu olmadığı hâlde cezalandırılmaya çalışılan birinin çırpınışlarını görüyoruz. Özellikle onun verdiği bu savaş, haklı olduğunu ortaya çıkarmaktan çok onurunun yerle bir edilmemesine gayret etmesini içeriyor. Filmin, normal giden bir hayatın birdenbire nasıl mahvolabileceğini göstermesi bakımından önemli olduğunu söyleyebiliriz. Bir de film çok yavaş akıyor, bu yavaş akış olayı hazmetmemizi sağlarken biraz da seyirciyi sıkabiliyor. Vinterberg bu filmi ile Dogma Akımından da biraz ayrılmış gözüküyor, bunu da eklemek gerek. Mads Mikkelsen'in oyunculuğu bu filmde de oldukça başarılı.

    Äideistä parhain - Annem Benim (2005) - Finlandiya/İsveç


    İkinci Dünya Savaşı'nda 70.000 kadar Fin çocuğun, işgal altındaki Finlandiya'dan alınıp, İsveç ailelerin korumasına verilmesini anlatıyor film. Çok etkileyici bir dramdır, muhakkak izleyin.

    Kjærlighetens kjøtere - Sıfır Derece Kelvin (1995) - Hans Petter Moland
     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

    http://www.imdb.com/title/tt0113557/


    Henrik Larsen bir şairdir, sevgilisini bırakıp Grönland'ta çalışmaya gider. Burada, Randbæk ve Holm'un yanına gelir. Holm bir bilim adamıdır. Randbæk de kutup tilkisi yakalayıp satma işi yapmaktadır. Zor yaşam koşullarına pek de alışık olmayan Larsen, Randbæk'in de sürekli onun üstüne gelmesiyle zor anlar yaşamaktadır. Filmin bu ikisi arasındaki gerilimi bayağı iyi yansıttığını söyleyebiliriz. Görüntü yönetmenliği mükemmel. Bir de Stellan Skarsgård çok usta bir oyunculuk sergilemiş, diğerleri de öyle. Filmi izlenir kılan en önemli öğe, oyunculuktu zaten. Bir de uyarayım hayvan severseniz şayet filmi izlemeyin.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Meursault. -- 16 Mayıs 2015; 18:08:04 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Meursault.

    Kuzey Avrupa Sinemasından Örnekler
    Kuzey Avrupa filmlerini tuttuğum imdb listesi;
    http://www.imdb.com/list/ls058788051/


    Den brysomme mannen - Sorun Yaratan Adam (2006) - Norveç


    İzlediğim en iyi filmlerden biridir 'Sorun Yaratan Adam'. [Anti ütopik (distopik) bir film diyebiliriz.] Bende çok değişik duygular uyandıran, kendi hayatımda da sorun yaratan adam olduğumu düşündüren pek şahane bir filmdir. Herkesin kendi hayatına uydurduğu, içten içe benimsediği filmler vardır, bu film de benim için öyledir.
    Filmin içeriğine gelecek olursak, epey dolu bir film olduğunu söyleyebiliriz. Modern insanı, modern toplumu, mutsuzluk altyapısı üzerinde eleştiren bir yapım. Filmdeki insanlar yaptıkları hiçbir şeyden keyif almıyorlar. Yaptıkları şeyleri -yedikleri yemekler, ev düzenlemeleri, çalıştıkları iş- sadece yapmak için yapıyorlar. Sorun yaratan adamımız ise birdenbire kendini bulduğu bu ruhsuz dünyada bir şeylerin yolunda gitmediğini seziyor ve bunca ruhsuz insanın içinde mutluluğun kaynağına ulaşmaya çalışıyor. Bir bakıma mutluluğun kaynağını da sorgulatan, pek çok konuda düşündürten bir film.
    Filmi izleyenlerden ricam, filmdeki imgelemeleri ve ayrıntıları göz ardı etmemeleri, filmdeki depresif havayı iyice teneffüs etmeleridir.

    Nói albínói - Buzdan hayaller (2003) - Dagur Kári - İzlanda

    Küçük bir kasabada, küçücük hayalleriyle sıkışıp kalmış Nói'nin oradan kurtulma isteği işleniyor filmde. Bu filmin benim için yeri ayrıdır, en sevdiğim filmlerdendir.

    Püha Tõnu kiusamine - Aziz Tony'nin Günahı (2009) Veiko Õunpuu - Estonya
     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)



    Kuzey Avrupa'dan yine buz gibi bir film.

    İçimi parça parça etti. Her sahne, her verilmek istenen şey, dünyanın kıyameti yaşıyor olduğu, biz yaşayanlarınsa tamamen ereksiz, hırslarının kurbanı olmuş yaratıklar olduğumuz, anlattıklarını oturduğumuz yerden bizi çok fena dürterek anlatması, oyunculuklar, filmin kül rengi olması, sorgulatması, zorlaması, kabusların içine bizi zorla tıkması her şeyiyle mükemmeldi.

    Kelimelere sığmayacak bir film, izleyip tatmak gerekir. Öyle güzel çekilmiş ki, her sahne, her yüz izleyiciye kanından veriliyor. Filmin baş kahramanıyla tamamen bütünleştirdim kendimi. Onun birkaç bölümlük hayatından parçalara bulaştım film boyunca. İçi kararmış insanların yaşadığı, kapkaranlık dünyada çırpınan, kuru bir toprakta çırpınan bir balık gibi. İnancınızı, her şeye inancınızı kaybederek. Sevginin, aşkın bu kıyamette imkansız olduğunu ama bunlar için nafile çırpındığımızı nasıl da güzel aktarıyor film. İçsel bunalım, içimizdeki dünyanın çöküşü; kapkaranlık bir dünyaya dönüşmesi, giderek ölmesi, insanın pazara çıkartılması. Herhalde Altın Çağımız bu olsa gerek.

    Aynı zamanda ahlâkı, vicdanı sorguluyor. İyiyi arıyor ama bulmak ne mümkün. Ve tabii saf bir kapitalizm eleştirisi var (hem de filmin geneline yayılmış yoğun bir eleştiri, insanların nasıl hayvanlaştığı çok başarılı aktarılmış). Dünyayı yıkıma uğratan her şey yani. Gerçek üstücü anlatım genel olarak hakim diyebilirim. Ve kullanılan mecaz yollu anlatımlar öyle anlamlı ki. Bir de Bela Tarr severlerin bu filmi de seveceğini düşünüyorum.

    Sügisball - Sonbahar Balosu (2007) - Veiko Õunpuu - Estonya

    Aynı şehirde yaşayan, aynı dertlere sahip olan insanların hayatlarından kesitleri, karamsar bir hava ile veriyor izleyiciye yönetmen. Karısının terk ettiği ve kendini bir türlü toparlayamayan bir adam, vestiyerlik yapan, yakınları tarafından küçümsenen başka bir adam, elit tabakadan olan birbirleriyle bir türlü anlaşamadıkları hâlde evliliklerini sürdüren bir çift, alkolik kocasını terk etmiş, küçük kızıyla hayata tek başına tutunmaya çalışan bir kadın ve yaşlanmış, yalnızlaşmış bir adam filmin karakterleri. Onların mutsuzluklarıyla, umutsuzluklarıyla hüzünlendiriyor film. Çok da güzel bir yapısı var.

    Spoorloos - Kayboluş (1988) - Hollanda

    Filmin başından sonuna bir gizem var. Aslında bu film ne o Hollywood'un kullandığı gizemle ne de şaşırtıcı sonla ilgili bir film. Filmin derisinin altına girdiğinizde bambaşka ve derin duygu ve düşüncelerle karşılaşıyorsunuz. Ben filmi bitirdikten yarım saat sonra filmin önemini ve vermek istediği şeyin ne kadar anlamlı olduğunu fark ettim. Gerçekten detaylarla örülmüş bir film. Eğer sonunda 'E ne oldu şimdi' diye soracak olursanız filmi 'USA' yapımlarıyla karıştırıyorsunuz demektir. Bu film gerçekten başka, öncü ve ilham verici. İzlemeyen, farklı bir sinema tecrübesi edinmek isteyenlere öneririm. Konusu da birbirlerini seven bir çift olan Rex ve Sakia'nın çıktıkları tatilde yaşanan beklenmedik bir olaydan sonrası anlatılıyor. Muhakkak izleyin.
    Fimle ilgili yazdığım ayrıntılı bir açıklama;

    "-Dün gece de aynı kabusu gördüm. -Altın bir yumurta içindeydin ve dışarı çıkamıyordun. Boşlukta kendi başına sonsuza kadar yüzüyordun. Evet, yalnızlık dayanılmaz bir şey. -Hayır. Bu sefer boşlukta yüzen bir başka altın yumurta daha vardı. Çarpışacak olsaydık, herşey sona erecekti." "St. Come'daki ev adeta bir tutku. Kusursuz olduğu için bir tutku haline geldi. Kafanda bir fikirle başlıyorsun. Bir adım atıyorsun. Sonra ikinci bir adım. Kısa zamanda boğazına kadar gergin bir işe bulaştığını anlıyorsun. Ancak bu önemli olmuyor. Getireceği zevki düşünüp katlanıyorsun." "Bazan sağ olduğunu hayal ediyorum. Uzaklarda bir yerlerde. Çok mutlu. O zaman bir karar vermem gerekiyor. Ya yaşadığını düşünmeye devam edip hiç haber almayacağım ondan,... veya hayalimde öldürüp neler olduğunu bulacağım. Yani, hayalimde öldürdüm onu." "16 yaşındayken, bir şey keşfettim. Herkes böyle şeyler düşünür, ama kimse atlamaz. Şöyle dedim kendime: "Atladığını hayal et." Atlamayacağım önceden yazılmış mıdır? Yapmayacağım nasıl yazılmış olabilir? Böylece, önceden yazılmış olana karşı çıkmak isteyen biri, atlamalıdır. Ve atladım. O atlayış ilahi bir olaydı. Sol kolumu ve iki parmağımı kırdım. Neden mi atladım? Kişiliğimdeki hafif bir anormallik yüzünden. Etrafımdakilerin sezemeyeceği bir özellik bu. Tıp ansiklopedilerinde bunu bulabilirsiniz. Yeni baskılarında "sosyopat" başlığı altında." Bu diyaloglar filmle ilgili çok önemli diyaloglar.
    Bir de şunları söylemek isterim; Adam çocukluğunda geçirdiği deneyimi hayatında uygulamaya başlıyor. Kaderin akışını bozuyor. Böyle olmayacaksa böyle olacaktır diyerek, kaderde olmayanı yapıyor. Rex ve Saskia birbirlerine aşık. Hatta hiç ayrılmayacaklarına dair yemin ediyorlar. Onların kaderleri bu. Derken psikopat adamımız geliyor ve onları birbirinden -önce- ayırıyor. Kaderin yönünü değiştirdikten sonra neler olacağına bakıyor. Bu onun en önemli tecrübesi olacak. Rex de adamımıza yardım ediyor bir bakıma. Saskia ortada bir tek neden bile yokken ortadan kayboldu ve onun kayboluşuna dair hiçbir açıklama yok. Rex artık Saskia'nın varlığını değil, onun neden yok olduğunu merak ediyor. Ve bu onda bir tutku haline geliyor. Psikopatımız da bu durumdan gayet keyifli. Kendisi artık bir Tanrı bile diyebiliriz. Kaderi yoluna koyabilmek için Rex'i yönetiyor. Baştaki iki altın yumurtayı düşünelim. Saskia hep o yumurtanın içinde tek başına kapalı kalıyordu. Diğer yumurta ilk kez onun son kabusunda ortaya çıkmıştı. İşte psikopat Saskia'yı aldı, tabuta kapattı ve gömdü. Rex de ona ne olduğunu öğrenmek istemiyor mu? Bu kadar çok istiyorsa Saskia'yla aynı deneyimi yaşamalı ve diğer yumurtaya da o girmeli. İşte psikopatımız tam burada kaderi yoluna sokuyor. Ve ikisi ancak ölümde bir araya gelebiliyorlar.
    Adam çocukluğunda hiç alakası yokken kendiliğinden atlamıştı balkondan. Ve hiç olmayacakken Saskia'yı öldürdü. Tren raydan çıkınca da Saskia'ya ne olduğunu sorgulayan biri çıktı. Ve adam bozduğu yola Rex'i de soktu.
    Bu arada adamın klostrofobi hastası olması filmin sonuyla ya da geneliyle pek alakalı değil gibi geldi ama olabilir de.


    Karakter (1997) - Hollanda

    En iyi yabancı film dalında Oscar ödülü sahibi.

    1920'lerin Hollanda'sında geçen film, gayrımeşru olarak dünyaya gelen Jacob'un, babası Dreverhaven'ın ona karşı zalimce davranmasına karşın tüm bunların karşısında sessiz kalmayı uygun gören annesi Joba ile birlikte azimli yükselişini konu ediniyor film.

    İzlediğim en iyi filmler arasına girdi. Gerek filmin ilerleyişi, gerek çekim teknikleri, gerek muazzam oyunculuklar ve filmin anlatmak istedikleriyle dört dörtlük bir yapım olmuş. Filmde üç önemli karakter var. Bunlardan biri sert mizacı, zalimliği ve tecrübeleriyle başarı sağlamış Dreverhaven, ikincisi Dreverhaven'ın hizmetçisiyken onun tecavüzüne uğrayıp, Jacob'u dünyaya getiren, ve tüm bu olanlara, hayata karşı sessiz kalan Joba ile tamamen olumlu bir mizaca, hırssız azme, çalışkanlığa sahip olan Jacob. Film bu üçlünün nitelikli ve güçlü karakterleri üzerinde gitmiş.
    Jacob'u bu denli azimli olmasının nedeni, babasının ona karşı olan tavrıdır ve biz görürüz ki babasının tavrı da bundandır. Neticede harika bir film. Ayrıca Karakter'in harika da bir sonu var. Fedja van Huêt ve Jan Decleir rollerini harika oynamışlar. Ne yazık ki yönetmenin başka iyi filmi yok gibi. İzlenecekler listenizin en başlarına koyun. Pişman olmayacaksınız

    Englar alheimsins - Evrenin Melekleri (2000) - Friðrik Þór Friðriksson - İzlanda
     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)



    Bir ressam olan ve bateri çalan Paul ailesinin yanında yaşamaktadır, onlarla gayet iyi anlaşan Paul'ün bir de kız arkadaşı vardır. Sıradan, normal bir kişiliğe ve hayat sahip olan Paul'ün bir süre sonra davranışları değişmeye başlar. İçinde onlara karşı duramadığı hisler belirmektedir. Ailesine karşı tavırları sertleşen Paul, ana-babasının aracılığı ile bir akıl hastanesine yatırılır. Orada kendi gibi hasta olan başka insanlarla daha iyi ilişkiler kurar. Paul'ün buradaki arkadaşları arasında kendini Beatles şarkılarını bestelediğini sanan Oli ve bir Hitler hayranı olan Victor vardır. Film harika bir akıcılıkla, epey dramatik bir şekilde, yer yer mizahi yapıda sürer gider. Bu sırada delilerin yalnızca hastanedekilerle sınırlı olmadığını gösterir bize yönetmen. Üç arkadaşın arasındaki konuşmalar oldukça iddialı ve anlamlıydı. Kuzey insanının bunalım hayatlarını gözler önüne seren bu harika filmi izlemelisiniz. Ek olarak kola reklamı yapılmasaydı eyiydi demekle birlikte, filmde Sigur Ros'u duymak ayrıca güzeldi.

    Ordet - Söz (1955) - Carl Theodor Dreyer - Danimarka

    Altın Aslan ve Altın Küre ödülü.

    Film 1925 Danimarka’sının bir köyünde Borgen ailesi üzerinde geçiyor. Morten Borgen Tanrı’ya inanan yaşlı bir adam, büyük oğlu Mikkel Borgen iyi kalpli fakat Tanrı’ya inancı olmayan bir karakter, ortancası Johannes, ilahiyat eğitimi aldıktan sonra, Tanrı düşüncesi üzerine kendini fazla verdiğinden dolayı aklını yitiren ve kendini İsa sanan bir karakter, küçük oğlu Anders genç ve komşuları terzi Petersen’in kızı Anne ile evlenmeyi isteyen bir karakter ve son olarak, Mikkel’in karısı Inger, herkesin üstüne titreyen ve ailedekilerin üzülmesini istemeyen bir karakterdir. Film Borgen ailesinin komşusu olan Peter’in, kızının, onların inançlarıyla aynı ölçüde Tanrı’ya inanmadıklarını düşündüğü için Anders'le evlenmesine izin vermemesinden sonra, inananların arasında nasıl bir inanç ayrımı olabileceği ve yine inananların Tanrı’ya tüm varlıklarıyla birlikte inanıp inanmadıkları gibi konuların üzerine gidiyor.

    Petersenlerin kendi inançdaşlarıyla yaptıkları bir toplantının bitimine yakın, Morten, Peter’in kızını onlara vermedikleri için, onların evine gidiyor. Ve aslında aynı Tanrı’ya inanan insanlar, kendilerinin farklı inanç yollarını benimsediklerini ve kendi inanç şekillerinin inanmada daha doğru bir yol olduklarını savunuyorlar. Sonuçta orak bir nokta bulamıyorlar.Morten ve Anders evden ayrılacakken Mikkel doğum yapan karısının durumunu bildirmek için orayı arıyor. Ve karısının durumunun iyiye gitmediğini söylüyor. Peter Tanrı’nın onları cezalandırdığını düşünüyor.

    Inger içeride doğum yaparken Johannes sürekli ortada dolanıp, dini ahlak dersleri veriyor. Ama kimse onu dikkate almıyor. Filmde Hıristiyanlıkla ilgili simgeleştirmeler var. Sahneler çok uzun ve çok etkileyici, özellikle ilk sahneyi ve doğum gecesi sahnesini çok beğendim. Ama filmin sonunu pek beğenmedim çünkü,
    Filmin sonunda Tanrı'dan ve İsa'dan gerçekten isteyerek dua edersek, isteğimiz muhakkak gerçekleşir, bunu da ölünün diriltilmesi ile abartarak göstermiş yönetmen. Bu mucize gerçekleştikten sonra, inançsız Mikkel Tanrı'ya inanmaya karar veriyor. Ayrıca doğum sahnesinde Morten'in gelini için bir türlü dua edememesi filmin ne anlatmak istediğini destekler cinsteydi.
    Nihayetinde, Tanrı'ya katıksız bir inançla bağlanmalıyız. İnanç kavramı üzerine yoğunlaşmış film. İnanmak demek sonuna kadar, aklında herhangi bir şüphe olmadan inanmak demektir. Filmin anlatmak istediği şeyi beğenmesem de klasik bir sanat eseri olduğunu yadsıyamam. Epey beğendim. Din konulu film meraklılarına tavsiyemdir.

    Paha Maa - Buz Diyarı (2005) - Aku Louhimies - Finlandiya



    "Bunun gerçekleşmesini hiç istemezdim. Çocukken birbirimize sorduğumuz soruları hatırlıyor musun? Uzay ne kadar büyük? Gökyüzü nerede bitiyor? Deniz nerede başlıyor? Neden kendimi kötü hissettiğimde çığlık atamıyorum? Eğer dünyada zaten cehennemi yaşıyorsak, bu hayatın anlamı ne? Ama olaylar sonunda olacağına varır diye düşünmek zorundayız. Aksi halde, bunların hiçbir manası kalmayacak."
    Avrupa'nın en kuzeyindeki ülkesi Finlandiya'dan harika bir dram.
    Temelde birbirini tanıyan yahut tanımayan fakat bir şekilde birbirlerinin hayatlarına müdahil olan insanlar ve bu etkileşim sonucunda onların hayatlarındaki değişimleri konu ediniyor film. Adıyla müsemma 'Donmuş Toprak'taki insanın isyanını da bulabiliriz bu filmde. Karakterler genelde varlıklarıyla ilişiklerini kesmiş, hayata öylesine devam eden, kaybedecek bir şeyi kalmamış kişilerden oluşuyor. Filmi birkaç hoşuma gitmeyen şeyin dışında genel olarak beğendim. Oyunculuklar da gayet iyiydi. Karamsar ve gerilimli hava seyirciye çok başarılı aktarılmış.

    Filmin de dediği gibi, her şey olacağına varır.

    Tulitikkutehtaan tyttö - Kibritçi Kız (1990) - Aki Kaurismäki - Finlandiya

    Kaurismaki'den Kibritçi Kıza farklı bir bakış. Film bir kibrit fabrikasında çalışan talihsiz bir genç kızı anlatıyor. Yoksul bir kasabada para kazanmak için çaba sarf eden fakat bunun yanında gençliğinin de farkında olan Iiris beraber yaşadığı anne ve babasıyla mutsuz bir hayat sürmektedir. Aile üyeleri birbirleriyle gerekli olmadıkça konuşmamaktadırlar. Hatta mutsuz kasaba halkı da gerekli görmedikçe birbirleriyle konuşmamaktadır. Hikâye Iiris'in aleyhinde ilerlese de yine bu hikâyeye yön verecek kişi Iiris olacaktır. Yer yer absürt komediye kaçan yer yer de yalın bir dram sunan sade ve bence epey değişik, Kibritçi Kız hikâyesini yeniden yazan bir film. Bu arada Iiris için Noi Albinoi filminin Noi'si de diyebiliriz. Kaurismaki en sevdiğim Kuzey Avrupalı yönetmendir. Diğer filmlerinden tek tek bahsetmek yerine en sevdiğim filmini yazdım. Diğer filmleri hakkında ayrıntılı bilgi için yönetmen hakkında açtığım konuya bakabilirsiniz.http://forum.donanimhaber.com/m_68063048/f_/key_tt0098532%252F//tm.htm#68063048

    Elling (2001) - Norveç



    Yıllarca annesiyle beraber yaşayıp, o öldükten sonra, hayatın sıradan işlerini bile yapmaya cesareti olmayan sosyal fobili Elling'in yeni arkadaşlar edinerek iyileşme yönünde olumlu adımlar atmasını sağlayan melankolik bir Norveç filmi. En beğendiğim filmler arasında yer almaktadır kendisi.

    Festen - Şölen (1998) - Thomas Vinterberg - Danimarka


    Dogma 95 akımıyla çekilen en önemli filmlerden biridir.

    Yine insanoğlunun ne utanmaz ne riyakar olduğunu görebileceğimiz çok yalın ama ortalardan itibaren vurucu ve çok sert olmaya başlayan bir film. İlkin biraz sıkılır gibi oldum ama film yavaş yavaş gelişiyor ve hiç beklemediğimiz durumlarla karşılaşıyoruz. Ben böyle bir şey olacağını tahmin edemedim ve haliyle epey şaşırdım. Şu bir köşk içinde kutlama yapan ve kadeh kadeh şaraplarını götüren kapitalist insan müsveddelerinin bazı gerçekler karşısında tepkisiz kalmalarının sinir bozuculuğu da var bu filmde. Film el kamerasıyla çekiliyor. Ve ustaca bir yönetmenlik hakim. Öyle çok zorlama bir senaryosu yok, piyasa filmi olma çabasında değil çünkü. Ki bu sade ve gerçekçi senaryoyla zaten vurucu ve sert bir film olmayı başarmış.

    Submarino (2010) - Danimarka
     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

    http://www.imdb.com/title/tt1322385/


    Vinterberg'in filmleri gayet etkileyici oluyor. Çok sade bir konusu olmasına rağmen sıkmadan izletiyor kendini. İlk önce iki kardeşin çocukluklarını görüyoruz, sonrasında da büyümüş ve birbirlerinden ayrı bir hayat yaşadıkları hâllerini izliyoruz. İzlemelisiniz.

    Jagten - Av (2012) - Thomas Vinterberg - Danimarka

    Bir çocuk bakım evinde çalışan Lucas'ın bakım evindeki küçük bir kızın yalanı sonucu eziyete dönen hayatı anlatılıyor. Hele de suçu olmadığı hâlde cezalandırılmaya çalışılan birinin çırpınışlarını görüyoruz. Özellikle onun verdiği bu savaş, haklı olduğunu ortaya çıkarmaktan çok onurunun yerle bir edilmemesine gayret etmesini içeriyor. Filmin, normal giden bir hayatın birdenbire nasıl mahvolabileceğini göstermesi bakımından önemli olduğunu söyleyebiliriz. Bir de film çok yavaş akıyor, bu yavaş akış olayı hazmetmemizi sağlarken biraz da seyirciyi sıkabiliyor. Vinterberg bu filmi ile Dogma Akımından da biraz ayrılmış gözüküyor, bunu da eklemek gerek. Mads Mikkelsen'in oyunculuğu bu filmde de oldukça başarılı.

    Äideistä parhain - Annem Benim (2005) - Finlandiya/İsveç


    İkinci Dünya Savaşı'nda 70.000 kadar Fin çocuğun, işgal altındaki Finlandiya'dan alınıp, İsveç ailelerin korumasına verilmesini anlatıyor film. Çok etkileyici bir dramdır, muhakkak izleyin.

    Kjærlighetens kjøtere - Sıfır Derece Kelvin (1995) - Hans Petter Moland
     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

    http://www.imdb.com/title/tt0113557/


    Henrik Larsen bir şairdir, sevgilisini bırakıp Grönland'ta çalışmaya gider. Burada, Randbæk ve Holm'un yanına gelir. Holm bir bilim adamıdır. Randbæk de kutup tilkisi yakalayıp satma işi yapmaktadır. Zor yaşam koşullarına pek de alışık olmayan Larsen, Randbæk'in de sürekli onun üstüne gelmesiyle zor anlar yaşamaktadır. Filmin bu ikisi arasındaki gerilimi bayağı iyi yansıttığını söyleyebiliriz. Görüntü yönetmenliği mükemmel. Bir de Stellan Skarsgård çok usta bir oyunculuk sergilemiş, diğerleri de öyle. Filmi izlenir kılan en önemli öğe, oyunculuktu zaten. Bir de uyarayım hayvan severseniz şayet filmi izlemeyin.

    Alıntıları Göster
    Eline sağlık.Çok güzel bi konu olmuş




  • Cinéma kullanıcısına yanıt
    Sağ olasın. Dünyadaki tüm kıtalarda yapılan filmlerden ne var ne yoksa hepsini paylaşmayı düşünüyorum daha :)
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Meursault.

    Sağ olasın. Dünyadaki tüm kıtalarda yapılan filmlerden ne var ne yoksa hepsini paylaşmayı düşünüyorum daha :)
    Latin Amerika Sinemasından Seçkiler (I.)


    Imdb'de hazırladığım liste;
    http://www.imdb.com/list/ls058856578/

    Bunuel İspanyol bir yönetmendir fakat 1933'te çektiği Las Hurdes belgeseli ile İspanya'daki yoksulluğu oradaki faşizmle bağdaşmıştır ve ülkesinden sürülmüş, bir süre ilk dönem filmlerini Meksika'da çektiktan sonra, 1961'de film çekme isteğiyle İspanya'ya çağrılmıştır fakat Bunuel tüm cesaretiyle Viridiana'yı çekmiş ve aldığı tepkiler sonucu tekrar ülkesinden ayrılmak zorunda kalmıştır. Bunuel'le ilgili ayrıntılı konu;
    http://forum.donanimhaber.com/m_67778300/tm.htm

    El ángel exterminador - Yok edici Melek (1962) - Luis Buñuel - Meksika


    Gerçeküstücü sinemanın önde gelen ustalarından Buñuel beni bir kez daha hayal kırıklığına uğratmadı. Sayesinde zihni etkinleştiren, merak uyandıran, fikir kazandıran, eleştirel ve harika bir film izledim.

    Filmin konusuna gelecek olursak, zengin bir çift, bir opera dinletisinden sonra arkadaşlarını eve misafirliğe çağırırlar. Bu nazik teklife aynı nezaketle karşılık veren kişiler, eve misafirliğe gideceklerdir. Misafirler gelmeden hemen önce, yemek için her şey hazırdır. Bilinmeyen nedenlerle hizmetkârlar çeşitli bahaneler uyandırarak evi terk ederler. Evde yalnızca yemek servisi için eleman kalır. Misafirler yemeklerini yerler, eğlenirler gülerler, vaktin nasıl geçtiği anlaşılmaz. Ev sahipleri ayıp olmasın diye onlara kalmalarını teklif eder. Bir kısmı teklifi geri çevirirken bir kısmı kalmak için elbiselerini çıkarmaya başlamışlardır. Fakat garip bir etki onları duraklatır. Hiç kimse evi terk edemiyordur. Gitmek istedikleri hâlde dışarı çıkamamaktadırlar. Bunun nedeni nedir? Peki, çıkabilecekler midir?

    Filmdeki karakterleri kafa karıştırıcı bir ustalıkla kullanmış Buñuel, onun dışında filmdeki ayı ve koyunlar da çok güzel simgeleştirilmiş. Filmin sonu ise pek manidar. Buñuel film boyunca burjuva insanının ellerinden temel ihtiyaçları alındığında nasıl hayvani bir hâl aldıklarını gösterirken bir yandan da dini, daha doğrusu hareket kuvvetini tamamen amaçsızca dine adayanları eleştiriyor -bu eleştiriden kastım
    Son sahnede evden çıkabilmiş olanlar kiliseye gidip dua ederler. Onlar kiliseden çıkabilir fakat bir şey olmuştur. Bu sefer cemaatteki diğer insanlar ve papazlar kiliseden çıkamamaktadır. Dışarıda askerler kargaşa içindeki insanları kiliseden uzak tutmak için havaya ateş açmaktadırlar. Bu sırada kiliseye nereden geldiği belli olmayan 5-6 tane koyun girmektedir. Yani Tanrı'nın kurban edilmesi için gönderdiği koyunlar. İnsanlar hareket kuvvetlerini kendi başlarına kullanamazlar ve Tanrı'nın ardına sığınarak, ellerinden hiçbir şey gelmeyerek, Tanrı'dan yardım isterler
    .

    Ilha das Flores - Çiçek Adası (1990) - Brezilya
     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

    http://www.imdb.com/title/tt0097564/


    Bir domatesle başlayıp kapitalizmi enine boyuna anlatan, düzen eleştirisinin dibine vuran 13 dakikalık muhteşem bir kısa film. Buyurun altyazılı olarak hemen yumulun derim;
    http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/137192/ilha-das-flores-sistem-uzerine-kisa-belgesel-1990

     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

    http://www.imdb.com/title/tt0054042/
    Macario (1960) - Meksika

    Macario yoksul bir adamdır. Bir sürü de çocuğu vardır. Odunculuk yapan adam çocukları ve karısıyla yemeğini paylaşır. Meksika'da ölülere saygıdan dolayı, ölülerin mezarlarına yemekler konmaktaymış. Zenginler ölü akrabalarının mezarlarının başına pişmiş etler koymaktadır. Macario da ölülerin dahi sahip olduğu ete sahip olamamaktan etkilenir ve bir nevi ölüm orucuna girer. Ta ki bütün bir hindiyi kimseyle paylaşmadan tek başına yiyene dek.
    Karısı hindiyi çalar. Yemek yemeyen kocasına üzülür çünkü. Hindiyi pişirip kocasına verir. Kocası tek başına olabileceği ve iş yaptığı ormana gidip hindiyi yemeye koyulur ki karşısına hindiyi isteyen şeytan çıkar, onunla paylaşmaz, sonra karşısına Tanrı çıkar onunla da paylaşmaz ama karşısına ölüm çıktığında onunla paylaşır ve Ölüm ona hastaları iyileştiren bir su verir. Olaylar gelişir. Filmin sonuyla alakalı olarak, filmin başında ölülere yemek koyma ayinini görmüştük. Filmin sonunda Macario ölü bulunuyor (Adamın yaşadıklarının hepsi rüya ya da başka bir anlam ve sonuç çıkartılabilir). Bu iki durum birbiriyle örtüşüyor yani. Bunu gerçek olarak değil de mecaz anlatım olarak düşünmek gerek bence.
    Meksika sinemasının en önemli ve anlamlı filmlerinden bir tanesi. Senaryonun bir felsefesi de var bence. Luis Bunuel'le çalışan görüntü yönetmeni bu filmin de görüntü yönetmenliğini üstlenmiş. Bunuel, Bergman gibi yönetmenlerin filmlerini sevenler izlemeli. Onların mertebesinde bir film olmuş.

    Los olvidados - Unutulmuşlar (1950) - Luis Buñuel - Meksika


    Bunuel bu filminde toplumun alt katmanlarına iniyor. Müreffeh toplum insanıyla ilgilenmiyor. Yoksul mahallelere götürüyor bizi ve kendisinin de dediği gibi gerçekleri gösteriyor, hem de tüm çıplaklığıyla. Sokaktaki, şefkatten yoksun kalmış, suç işlemeye itilmiş çocukların, neden suç işlediklerini, nasıl bir ortamda yaşadıklarını, ailelerinin, komşularının, dahası büyüklerin onlara karşı tavır ve tutumlarının ne olduğunu gösteriyor. Bunu da Pedro isimli bir çocuk ve onu yönlendiren ondan biraz daha büyük, ağız dolusu küfrü hak eden El Jaibo adlı bir diğer çocuk ve bunların içinde bulundukları sokak çetesi üzerinden yapıyor.

    Los olvidados Bunuel'in Meksika Dönemi'nde çektiği filmlerdendir. Filmi maddi imkânsızlıklar içerisinde yirmi günde çekmiştir. Bu filmiyle Cannes Film Festivali'nde En İyi Yönetmen Ödülü'nü kazanmıştır. Bunuel neredeyse her filminde gerçeküstücülüğe yer verir ve bu filminde de buna yer vermiştir. Ayrıca bu filmin bir başka özelliği sokaktaki çocukları, suç unsurunu işleyen ilk filmlerden olmasıdır ve daha sonra bu konuyu işlemiş olan filmler bu filme çok şey borçludurlar. Mesela Cidade de Deus filmi konu yönünden benzetilebilir fakat o film Bunuel'in bu başyapıtı yanında değersiz kalır. Onun yerine Satyajit Ray'in Hindistan'daki yoksul bir ailenin dramını anlattığı Apu Üçlemesi örnek verilebilir. Özellikle Üçlemenin ilk filmi Pather Panchali tek kelimeyle harikadır.

    Luis Bunuel'i bu kadar önemli yapan şey, kendinden sonra gelen pek çok yönetmene, hatta kendi dönemindeki yönetmenlere bile ilham kaynağı olması, filmlerini tamamen kendine özgü üslubuyla çekmesidir. Filmlerindeki her kamera hareketi bile ayrı bir anlama sahip olabilir. Kamerayı nasıl kullanacağını çok iyi bilir (Bu filminden çok küçük bir örnek,
    Pedro'nun annesinin yanına, Pedro'yu kötü yola sürükleyen El Jaibo gelir. Kocasını sorar. Kadın beş yıl önce öldüğünü söyler. Bu sırada kamera kadının bir, iki yaşındaki bebeğini göstermektedir. Burada hem kadının karakterini hem de kadının karakterinin üzerinden orada yaşayan sorumsuz annelerin ahlâkına genel bir bakış açısı kazanmış oluruz.
    . Özellikle sinemada gerçeküstücülüğü başlatıp, ona şeklini kazandıran yönetmendir.
    Uzun lâfın kısası, izleyin, izlettirin bu filmi.

     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

    O Pagador de Promessas - Verilen Söz (Adak) (1962) - Brezilya
    http://www.imdb.com/title/tt0056322/


    Köylü bir adam eşeğinin ölmemesi için bir Azize adak adar. Eşeği iyileştiğinde de adağını şehirdeki kiliseye götürür. O adak da kendi elleriyle yaptığı büyük bir Haçtır ve adam bu Haçı köyünden 7 fersah ötedeki şehre getirmiştir. Lâkin kilisenin rahibiyle, adak adayan adam (Zé) arasında sorun çıkar. Sonrasında ise olaylar toptan çığırından çıkar. Bir insan inancına ne kadar bağlı kalabilir, inancı uğruna nelerini feda eder, rezil olmayı, iblis damgası yemeyi göze alıp sonuna kadar adağını yerine getirmek için direnebilir? Burada inancın birey ve toplum üzerindeki etkisi incelenmiş. Baş karakter inancın birey üzerindeki baskıcı ve saflaştırıcı boyutunu gösterirken, diğer yandan Zé'nin karısının yaşadıkları din ve inanç olgusu dışında, dünyanın gerçekçiliğiyle örtüşüyor. İnatçı ve otoritesini kabul ettirmeye çabalayan, kendini Tanrı'nın bir kulu olarak görüp de yine Tanrı adına karar verebilen Peder ise Katolik kurumu temsil ediyor. Gerçekten de inanç bireyseldir. İnancın kurumsallaşması ve evrilerek toplumsallaşması da dinleri doğurur, her kafadan bir ses çıkar. Boşuna dememiş Marx 'Din toplumların afyonudur' diye. Burada da o afyonu alan ne yazık ki zavallı köylü Zé. Marx bu konuda o kadar haklı ki, dinin siyasallaşması ve toplumun din olgusunu temel alarak zorbalaşması bu sözü gerçekliyor. Yine filmde köy yaşantısı ile şehir yaşantısı arasındaki ahlaki ve dini uçurum da gösteriliyor filmimizde. Bunuel filmlerini aratmayan harika bir Brezilya yapıtı. Biraz düşünmek isteyenler için. Filmimiz Cannes Film Festivalinde Altın Palmiye kazanmış, ona göre :)

    La Nana - Hizmetçi (2009) - Sebastián Silva - Şili


    Başlarda hizmetçi ( Raquel ) karakteri sevimsiz geliyor -fazla çekingen ve paranoyak bir karakter- ama daha sonra bütünüyle bakınca kadının karakterini algılayabiliyorsunuz. Yıllardır çalıştığı ailenin yanından çıkarılma tehlikesiyle karşı karşıya kalmasıyla yaşadığı tedirginlik anlatılıyor filmde. Ben filmi çok beğendim, insan psikolojisi üzerine hayatın içinden güzel bir film. Özellikle bağımsız filmseverler çok beğenecektir.

    Santa sangre - Kutsal Kan (1989) - Alejandro Jodorowski - Meksika


    Bu filmi henüz izlememiş olanlar için 'sinema sanatı' eksik kalacaktır. Bana göre bir başyapıttır bu film. Herkese önermem, gerçekten sinema ile içli dışlı iseniz öneririm. Film boyunca yönetmenin bir kabusunu izlemiş gibi oldum. İzlerken bir nebze de olsa sahnelerdeki dehşet-vari görüntülerden iğrenebilirsiniz. Şunu da söylemeliyim ki bana göre bu konuda yapılmış izlediğim en iyi film. Filmin konusuna pek değinmeyeceğim ama akıl hastanesine yatırılan bir gencin psikolojik bozukluğunun kökeninin gösterilmesi diyebiliriz. Gerçeküstücü bir filmdir.

    Deus e o Diabo na Terra do Sol - Kara Tanrı, Beyaz Şeytan (1964) - Glauber Rocha - Brezilya


    Brezilya'nın kurak, iç kısımlarında yaşayan karı-kocanın (Rose ve Manuel) üzerinden Brezilyanın tarihi değişimleri ele alınıyor. Manuel bir sığır çobanıdır. İşleri de çok iyi gitmemektedir. O kurak, verimsiz bölgede yaşayan halkın bir mucizeye ihtiyacı vardır. Mucize arayan insanlar için de en uygun olanı gerçekleşiyor ve kendini aziz olarak tanıtan Sebastian adında bir adam, kendine o yörenin halkını mürit olarak topluyor. Onlara 'Atların çiçek yediği. Çocukların nehirlerden süt içtiği. Ve kayaların ekmeğe dönüştüğü.' bir yer vaat ediyor. Manuel'in de Sebastian'a inanmaktan başka çaresi kalmıyor. Sebastian peşinden gelen insanlarla, ona inanmayanları, zenginleri, toprak sahiplerini öldürmeye girişiyor. Fakat bu durumu durdurmak için kilise ve yönetime hiçbir zaman seçimle gelmediğini söyleyen hükümet başı, Antônio das Mortes adlı bir adamı, Sebastian'ın müritlerini öldürmesi için tutuyor.

    Filmin ikinci bölümünde, hükümet tarafından öldürülen Cangaceiro'lardan (eşkıyalar) hayatta kalan Corisco'nun intikam alma hevesini izliyoruz (hem pederin ölümünün hem de çete liderinin ölümünün intikamı. Pederi kimin öldürdüğünü biz görsek de oradaki hiç kimse gerçeği bilmiyor). Corisco'nun çetesine hiçbir şeyi kalmamış Manuel de katılıyor ve ismi Satan olarak değiştiriliyor. Bu bölüm çok fazla temsili anlatım içeriyor. Brezilya'nın o dönemki siyasi durumunun, toplumsal bunalımın, çetelerin hükümetle karşı karşıya olmasının ağır bir tasviri yapılıyor. Zaman zaman kafa karışması normal. Özellikle karakter isimlerini takip etmek ayrı bir uğraş gerektiriyor. İkinci kez izlenmesi gereken bir film, ki ben öyle yapacağım. Mecaz anlam yüklü, sonradan farkına varılan bir harikalık içeriyor film. Sessiz ve ağır ilerleyen sahnelerin olduğunu da belirtmeliyim.

    Corisco karakterini, Aguirre, der Zorn Gottes filmindeki Aguirre karakterine epey benzettim. Rolü canlandıran Othon Bastos'un oyunculuğu harika.

    Deus e o Diabo na Terra do Sol filmi, amacı, yabancı etkilerden uzak olarak kendi film kültürlerini oluşturmak olan Yeni Sinema Akımı'nın bir ürünü. Glauber Rocha da bu akımın en önemli temsilcilerinden. Bu akım 1960'larda Brezilya'da yayılmaya başlıyor.

    Bilgi olarak şu alıntıyı paylaşabilirim;

    quote:

    Kendi ülkelerindeki ve dünyadaki sinema izleyicilerine, toplumsal adaletsizliğin egemen olduğu bir ülkenin gerçeklerini, bazen bir belgeselin gerçekliğiyle bazen de Brezilya kültürünün izlerini taşıyan simgeleri kullanarak gözler önüne sermektedir. Yeni Sinema elemanları yaptıkları filmlerde, anlatımdaki özgürlükleri ve yapımdaki bağımsızlıkları açısından örnek gösterebilecek bir akımdır.


    Ayrıca bu film Glauber Rocha'nın (1939–1981) üçlemesinin ilk ayağını oluşturuyor. Üçlemenin tamamı şöyle; Deus e o Diabo na Terra do Sol (1964) - Terra em Transe (1967) - O Dragão da Maldade contra o Santo Guerreiro (1969).

    El aura (2005) - Fabián Bielinsky - Arjantin

    Esteban Espinosa, epilepsi hastasıdır. Sessiz, sakin bir hayatı vardır. Ve biraz da içine kapanıktır. Bir gün arkadaşıyla birlikte ava gider, fakat olayların gidişatı şaşırtıcı olacaktır.
    Başrolünü El secreto de sus ojos'tan tanıdığımız Ricardo Darin'in üstlendiği değişik ve epey iyi bir film. Nedense filmden ayrı bir zevk aldım. Bir kere filmin havası çok farklıydı ve insanı tereddüde düşüren bir gizem vardı. Çoğu kişinin beğeneceğini düşünüyorum. İzleyiniz.

    Garage Olimpo - Olimpo Garajı (1999) - Marco Bechis - Arjantin/İtalya


    Demokrasi kültürü yeterince yerleşememiş üçüncü dünya ülkelerinde, askeri darbeler kaçınılmazdır. Zorla iktidara gelen ordu, yönetimini üstlendiği ülkenin ideolojik düşüncelerini dizginlemeye çalışır ve devlete karşı olan ideolojik görüş sahibi insanlar ya öldürülür ya öldürülür. Böylesi bir yönetim, pişmanlıklarla dolu bir geçmiş bırakırken geride, huzuru ve toplumsal barışı ancak bu yolla temin ettiklerini savunurlar. İşte filmimiz de siyasi açıdan bu durumda olan bir dönemin Arjantin'ini konu alıyor. Günlük hayatını devam ettiren binlerce insan var ve bir kapana kıstırılmış, konuşturulmaya çalışan, işkence edilen onlarca insan. Devlet öylesine derin ki, yapılanlar öylesine gayri meşru ki hiçkimsenin ne olanlardan ne de ölenlerden, kaybolanlardan haberi var. Derin devleti konu edinen Z (1969) ve Romanzo di una strage (2012) filmlerini de tavsiye ederim.

    Tony Manero (2008) - Pablo Larrai­n - Şili
     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

    http://www.imdb.com/title/tt1223975/

    John Travolta'nın bir filmindeki Tony Manero karakterinden fazlasıyla etkilenen Raul, bir taklit yarışması için dans gösterisi hazırlamaktadır. Raul'ü bu yolda hiçbir şey durduramaz hatta maddi imkansızlıkları yine kendi yoluyla çözer. Filmde bütün bunlar olurken, albay Pinochet'in halk üzerinde yarattığı baskı da aktarılır. Zaten anlatılmak istenen bir bakıma, Hollywood filmine kendini aşırı kaptırıp, ülkedeki sorunlara gözünü yuman, duyarsızlaşan bireyi göstermektir. Gelişmekte olan bütün ülkelerdeki temel sorunlardan biri de zaten kültür emperyalizminin, televizyonun kurbanı olunmasıdır. Siyasi bir takım olaylar dönüyorsa televizyon, film, futbol yöntemi o halkı uyutmak için en iyi yöntemdir.

    Maria Full of Grace (2004) - Joshua Marston - Kolombiya


    Aslında filmde yapılan iş ile Maria'nın güzelliği, zarafeti ve New York'a yapılan konforlu yolculuk arasında ters bir bağıntı var. Uyuşturucu meselesi, o nesnenin anlamı kadar pis bir şekilde anlatılmak zorunda değil. Bu filmde de görüldüğü üzere, böylesi bir anlatım da, olayın vahametini ortaya koymak açısından yeterli bana kalırsa. Güzel bir dram.

    Cautiva - Tutsak (2004) - Gaston Biraben - Arjantin
     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

    http://www.imdb.com/title/tt0362496/


    Diktatörlük rejimi, kendisine başkaldıranları yok edebilir ve yaşanan katliamlar unutturulabilir. Katledilenlere ait bir nesil yetişmesi engellenirse bu katliamlar da kirli devlet sırları olarak tarihe gömülür. Ancak bunların üstünden zaman geçer ve bir takım şeyler değişirse, bir umut ışığı, kirli geçmişi de aydınlatabilir. Filmde fazla çaktırmadan, futbol unsurunun bu tür olayların üstünü kapatmadaki başarısından da bahsedilmiş aslında. Gerçekten de bir toplumun bana kalırsa ikinci büyük uyutucusu futboldur. Ve bir ülkedeki büyük güçler içerisinde yer alır. Toplumu yönlendirme, uyutma ve ayrıştırma konusunda, televizyon kadar etkilidir.
    Filmin gerçek olaylardan esinlenilerek çekildiğini de söyleyeyim.

    La teta asustada - Acının Sütü (2009) - Claudia Llosa - Peru
     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

    http://www.imdb.com/title/tt1206488/


    Peru'ya terörün hâkim olduğu günlerde pek çok kadın tecavüze uğramış. O dönemdeki bir inanışa göre, tecavüze uğrayan kadınlarda meydana gelen travma, kadınların sütleri yoluyla çocuklarına geçiyormuş. 'Acının Sütü' inanışı da buradan geliyor. Filmde de o dönemde tecavüze uğramış bir kadının kızı olan Fausta'ya bu travmanın yansıyışını görüyoruz. Filmin her sahnesini ayrı beğendim, bence çok iyi bir yönetmen var karşımızda.

     Ülke Ülke Film Önerileri (Çoğunlukla Bağımsız ve Az Bilinen Filmler)

    Memorias del subdesarrollo - Az Gelişmişliğin Anıları (1968) - Küba
    http://www.imdb.com/title/tt0063291/


    Açıkçası bu film için ne yazsam bilemedim. 1961'de Küba'yı çoğu kişi terk ediyor. Sebebi de aynı yıl içinde gerçekleşecek olan Domuzlar Körfezi Çıkarması olsa gerek. Yani Castro'nun Devriminin Küba'sından gidiyorlar. Annesi, babası ve karısı da ayrılan Sergio Küba'da tek başına kalıyor. Sergio zengin bir adam. Ailesi ve dostları gittikten sonra kimlik bunalımına giriyor ama filmle ilgili sadece bunu yazmak yetersiz, çünkü karmaşık bir senaryosu var. Bir şeyler eleştiriliyor, Küba'nın geri kalmışlığı belki kapitalist ülkelerin refahına duyulan imrenmeyle eleştiriliyor. Bunu yorumlamak izleyiciye kalmış ama Sergio'nun boşluğa düşen adam profili çizen karakter olarak karşımıza çıkması filmi önemli kıldı benim açımdan. Aslında göndermeler de bol, bol bol hem de. Ama kim ne anlar orası izleyiciye kalmış.

    Los viajes del viento - Rüzgâr Yolculukları (2009) - Ciro Guerra - Kolombiya


    Bir müzisyen ile ondan akordeon çalmayı öğrenmek isteyen gencin beraber yaptıkları yolculuk anlatılıyor filmde. Çok güzel sahneler var. Görselliği çok iyi.

    Nueve reinas - Dokuz Kraliçe (2000) - Fabián Bielinsky - Arjantin

    Yıllar önce Criminal (2004) diye bir film izlemiştim tv'de. Şaşırtıcıydı ama konu kötü işlenmişti. Sen kalk yıllar sonra filmin özgününü izle. Sonlara doğru, ben bu filmi bir yerlerden hatırlayacağım ama dedim. Neyse ki sonunu az uz hatırlamama rağmen seyir zevkim bozulmadı, çünkü konuyu çok iyi işlemiş yönetmen. El Aura filmi de güzeldir. Ne yazık ki 2006'da ölmüş. Çok daha iyi işler çıkartabilirdi. Siz siz olun Criminal (2004) filmini değil Nueve reinas'ı izleyin. Hollywood'un sonradan çevrimlerine itibar etmeyin, rezil ediyorlar filmleri. Bu arada oyunculuklar çok iyi.

    Un cuento chino - Zoraki Misafir (2011) - Arjantin

    Arjantin yapımı, eğlenceli bir filmdi. Arjantinli bir zerzevatçı acıdığı Çinli göçmeni eve alır ve tek kelime İspanyolca bilmeyen adamlar tuhaf günler geçirir. Güldürüsü kadar dramatik yanı da var. İyi vakit geçirmek isteyenlere tavsiye edilir.

    El Norte - Kuzey (1983)


    Gregory Nava'nın yönettiği El Norte (Kuzey) artık bulundukları yerde (Meksika) yaşayamayacaklarını düşünen iki kardeşin (Mayalar), Amerika'ya istedikleri bir hayata kavuşmaya gitmelerini anlatıyor. İstedikleri hayatı buluyorlar mı? Orası da filmin içinde gizli. Göçmen olmak üzerine yapılmış iyi bir film. İzlenmeli.

    No (2012) - Pablo Larraín - Şili

    1988'de Şili'de Pinochet iktidarının devam edip etmemesi halkın oyuyla belli olacaktır. Bu oylama öncesinde 'HAYIR' ve 'EVET' propaganda kampanyaları düzenlenecektir. Pinochet ve beraberindekiler halkın tam desteğini aldıklarını düşünmektedirler. Onlara göre ülkeyi belli bir seviyeye getirmişlerdir, halk da refah içerisindedir. Fakat bu muhalif kesimi içermez. Pek çok kişi Pinochet karşıtlığından ve ideolojik görüşünden dolayı tutuklanmış ve işkenceye maruz kalmıştır. Halkoylamasının sonuçları tarihe yazılmış olsa da seyir zevki bozulmasın diye yazmıyorum. Fakat böyle ülkelerde evet oyu da çıksa hayır oyu da çıksa değişen hiçbir şey olmayacak. Filmin iletilerinden birinin bu olduğunu söylersem yanılmam herhalde.

    Gelişmekte olan ülkelerden biri olan Şili'deki bu olaylar kendisi gibi olan pek çok ülkenin siyasi durumlarını örnekleyen türden. Diktatör yönetim ordunun yaptığı darbeden sonra peyda olduğu gibi halkın çoğunluğunu kazanan bir hükümetten de doğabilir. Aslında önemli olan tüm halkı düşünmektir. İktidarın meşruiyeti de buradan gelir, düşünceleri halkın tümüne dikte etmekten değil. Sonra bir bakmışsın iktidara karşı olan halk birikiyor. O zaman böyle bir yönetim bu kalabalığı dağıtmak için yine baskı ve zulüm ve kamuoyunu yanıltma yolunu seçer. Filmde de böyle işte. Medyanın da önemini gösteriyor yine film.

    Yönetmenin anlatımı çok yalın. Siyasi bir film olmasına rağmen taraflı davranmıyor, hafif belgesel havası var zaten. Tarafsız olmasını da biraz da olsun tarafsız olan bir baş karaktere sahip olmasına borçlu. Kampanyanın oluşum sürecini ilgiyle izledim. René bir reklamcı olduğundan halkı nasıl etkileyeceğini biliyor. Kampanya hazırlaması için ona danışmaları zekice.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Meursault. -- 16 Mayıs 2015; 18:05:07 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: TheBearGrylls

    hollywood sinemasına alıştık biz hocam bu filmler kötü geliyo bize ama izlemek lazım tabii

    Arkadaş bırakın artık şu sinemanın zirvesi hollywooddur anlayışını, o eskidendi. Şuan kendini tekrarlayan, yapmacık süper kahraman dünyasından öteye geçemeyen, kısır döngüdeki senayolarla ticari kaygıya dönmüş bir yapı hollywood ama siz bir türlü bunu göremiyor, gerçek sinemaya değer vermiyor ve sinemayı ticarete dönhüştürenlere destek oluyorsunuz.
    Kaçını izledin şurdaki filmlerin de, hollywoodun yapmacık filmlerinden kötü damgası vuruyorsun ?


    Diminishedtriad: Hocam şu forumda sinemayı her yönüyle bilen nadir insanlardansın, paylaşımlarına devam et belki görüpte
    hollywooddan başka bir şey izlemeyen kişiler sinemanın sadece hollywood olmadığını anlar. Konuyu takibe aldım.

    Arkadaşa biraz sert cevap verdim kusura bakmasın ama vallahi şu forumdaki sinema hollywooddur anlayışından gına geldi. Bazıları için varsa yoksa aksiyonlu efekt filmleri




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Mr.Pacino

    quote:

    Orijinalden alıntı: TheBearGrylls

    hollywood sinemasına alıştık biz hocam bu filmler kötü geliyo bize ama izlemek lazım tabii

    Arkadaş bırakın artık şu sinemanın zirvesi hollywooddur anlayışını, o eskidendi. Şuan kendini tekrarlayan, yapmacık süper kahraman dünyasından öteye geçemeyen, kısır döngüdeki senayolarla ticari kaygıya dönmüş bir yapı hollywood ama siz bir türlü bunu göremiyor, gerçek sinemaya değer vermiyor ve sinemayı ticarete dönhüştürenlere destek oluyorsunuz.
    Kaçını izledin şurdaki filmlerin de, hollywoodun yapmacık filmlerinden kötü damgası vuruyorsun ?


    Diminishedtriad: Hocam şu forumda sinemayı her yönüyle bilen nadir insanlardansın, paylaşımlarına devam et belki görüpte
    hollywooddan başka bir şey izlemeyen kişiler sinemanın sadece hollywood olmadığını anlar. Konuyu takibe aldım.

    Arkadaşa biraz sert cevap verdim kusura bakmasın ama vallahi şu forumdaki sinema hollywooddur anlayışından gına geldi. Bazıları için varsa yoksa aksiyonlu efekt filmleri

    Gece saat 3 buçukta bunu mu düşündün




  • Mr.Pacino kullanıcısına yanıt
    Hollywood konusunda hemfikiriz, ilk satırdaki son cümlende de hemfikiriz de ben yazmak istemedim, kötü demek için izlemek lazım.
    Ben de alternatif olsun diye açtım konuyu, ilgilenenler vardır muhakkak, sonuçta sinema forumu burası. Daha yazmaya devam ederim ama bir yere kadar. Sağ ol ilgin için :)
  • quote:

    Orijinalden alıntı: diminishedtriad

    Hollywood konusunda hemfikiriz, ilk satırdaki son cümlende de hemfikiriz de ben yazmak istemedim, kötü demek için izlemek lazım.
    Ben de alternatif olsun diye açtım konuyu, ilgilenenler vardır muhakkak, sonuçta sinema forumu burası. Daha yazmaya devam ederim ama bir yere kadar. Sağ ol ilgin için :)


    Hocam yalniz senin sayfa acilana kadar sinir krizi geciriyorum , o kadar cok resim var ki kotalilarin ocagina incir agaci dikersin
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Mr.Pacino

    quote:

    Orijinalden alıntı: diminishedtriad

    Hollywood konusunda hemfikiriz, ilk satırdaki son cümlende de hemfikiriz de ben yazmak istemedim, kötü demek için izlemek lazım.
    Ben de alternatif olsun diye açtım konuyu, ilgilenenler vardır muhakkak, sonuçta sinema forumu burası. Daha yazmaya devam ederim ama bir yere kadar. Sağ ol ilgin için :)


    Hocam yalniz senin sayfa acilana kadar sinir krizi geciriyorum , o kadar cok resim var ki kotalilarin ocagina incir agaci dikersin

    Alıntıları Göster
    Eline sağlık hocam, çok güzel bir konu olmuş. Sık sık uğrayacağız buraya :)




  • 
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.