Şimdi Ara

KONU DIŞI 'ÖLÜLERİN DEVRİMİ' 19. BÖLÜM (ATEŞ VE KAN) 31.05.2014

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
543
Cevap
109
Favori
11.754
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
5 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  •  KONU DIŞI 'ÖLÜLERİN DEVRİMİ' 19. BÖLÜM (ATEŞ VE KAN) 31.05.2014




    Beni takip eden bilir 2011 yılında 66 bölümlük zombie günlükleri konum vardı. Bu yazacaklarıma göre daha amatörce olmasına karşın bayağı bir ilgi görmüştü. Daha kaliteli bir hikaye serisi ile geri dönme kararı aldım. (karakalemden bölümlerin geç çıkması nedeniyle vazgeçtim)

    Konuyu takip etmek isteyen arkadaşlar favorilerine eklerlerse sevinirim ve geri dönüş yaparlarsa konuya sevinirim.


    (Görüşmek üzere)

    ---------------------------------------------------------------------------------
    Yıl 2017 Dünyayı saran tehditler ciddi boyutlara ulaşıyor... Küresel Isınma, Nüfus Artışı, Kimyasal Silahlar, Terörizm, Olası 3. Dünya Savaşı, Kıtlık, Nükleer tehditler... BUNLAR O KADARDA ACIMASIZCA DEĞİL...
    Bir salgın hastalık tüm dünyayı adeta amansız bir yangın gibi sarıyor... Din, İnanç, Güçler Dengesi kavramlarının yakıldığı bir yangın... Peki ya insanlık? Bir son mu yoksa yeniden başlangıç mı?
    Bu kaosun ortasında bir insan belki de bütün insanlığın umudu...


    Birden fazla karakter olduğu için ayrı sahneler oldukça karakterleri renklendireceğim. Karakter renkleri;
    ÖZTÜRK (KIRMIZI)
    CEREN ve SEZER (MAVİ)
    KOMUTAN (YEŞİL)



    KAOS
    Alarmın sesi loş odanın içinde yankılanıyordu. Gözlerini açıp mukavva tavana boş boş dikti. Alışık değildi bu saatte uyanmaya ama bugün onun için önemliydi bir sondu aslında. Yataktan kurtulup ayağa kalktı eklem yerleri dahil olmak üzere ağrılar hala geçmemişti. Oda bir hayli dağınıktı ayağını çarpan eşyalara aldırmadan lavaboya doğru yavaş adımlarla ilerledi. Ayna karşısında kendine birkez daha acıyarak baktı 23 yaşında uzun boylu yapılı bir gençti. Yakışıklı ama bakımsızdı suratında hiç bir kusur bulunmuyordu morluklar dışında... Suratındaki morluklar hala geçmemişti bile. İşten atıldığı akşamdı bir bilgisayar firmasında çalışıyordu. Haksız yere işten çıkarılmıştı hemde çok kötü bir iftiraya uğramıştı. Patronun kızı Öztürk'e aşıktı ve sürekli olarak karşılık alamadığı gibi reddediliyordu. O gün öğle molası vakti Öztürk dışarı çıkmak yerine işyerinde haberleri takip etmeyi tercih etti. Televizyonlarda sürekli bir virüsden bahsediliyordu. Yarım saat geçmiştiki patronun kızı Seden, Öztürk'ün yanına geldi ve onunla birlikte olmak istediği söylemeye başladı. Bir hayli gerilen Öztürk sedeni büyük bir hışımla yere iteledi.
    Kızın yüzündeki öfkeyi okumak zor değildi.; "Bunun Hesabını vereceksin diyerek odadan koşarak uzaklaştı.
    Paydos saatine doğru patronu Öztürk'ün yanına geldi.
    Sinirli bir ifadeyle Öztürk'e bakarak "Derhal terket burayı.. defol" diyerek ona doğru bir domuz gibi bağırmıştı. Evet sesi adeta bir kurşunla vurulmuş domuz gibi çıkıyordu.
    Öztürk nedeni anladı ve soru sormadan eşyalarını toplayarak oradan uzaklaştı ve kordonda yürümeye başladı. Öztürk yeni ayrıldığı kız arkadaşını hala unutamamıştı. Adı Ceren'di. Kumral buğday tenli ona baktığınız anda etkisinde kalabileceğiniz bir kızdı. Telefonuna o sırada bir mesaj geldi. Gönderen Ceren'di;"Artık senden iğreniyorum benden uzak dur!" O anda dünyası başına yıkılmış gözleri dolmaya başlamıştı haksızlıktı bu. Bir anda kafasında büyük bir acı hissetti. Birisi sert bir cisimle kafasına vurmuştu. Ardında karaciğerine sert bir yumruk yedi ve yere düştü. Kaç kişi olduklarını hatırlamıyordu bayağı bir hırpalanmıştı. O geceyi hastanede geçirmiş kolunda bir çatlak olmuştu. O günden beri ne dışarı çıkıyor ne televizyon izliyor ne de bilgisayar başına geçiyordu. Bazı günler yatağından hiç çıkmıyordu. Tam bir ay kapıdan dışarıya adımını atmamıştı. Günde bir öğün belki yiyordu. Odası rutubetli ve dağınıktı. Artık hayatına son vermek istiyordu. Babasından kalan ziganayı kafasına doğrulttu. Aynada kendini izlemeye başladı öylece bakıyordu. Tetiğe basmadan saliseler önce dışarıda bir ses duydu ve ters bir refleksle elini arkaya doğru çevirdi. Kafasının sağ tarafı inanılmaz acıyordu. Ve bir anda yere düştü...

    Karanlık yavaş yavaş evine çöküyordu...

    -------aynı zaman diliminde------
    Bütün ekip son kontrollerini yapmıştı artık hareket zamanı gelmişti. Komutan her askerin önünden yavaş ama sert adımlarla yürümeye başladı. Askerlerin gözlerinde korku arıyormuşcasına her birine uzun uzun baktı. Derin bir nefes alıp;
    "Size daha önce detaylıca anlatmıştım bu görevde tek yapacağınız ölü olanları indirmek. Ve bakanı evinden sağ salim üssümüze getirmek. Sizlerin buraya benimle birlikte canlı olarak dönmesini istiyorum. Bu işi bitirelim Allah yardımcımız olsun çocuklar..."
    Helikopter yola alçalıp gerekli mesafeyi alınca askerler teker teker asfalt zemine atlamaya başladı. Bütün tim bakanın villa'sının önüne gelmişti. Dikkatlice bahçeye doğru girdiler. Bekledikleri gibi yaratıklar bahçenin sağ tarafından görünmeye başladı. Askerler gittikce yaklaşan ölüleri kesin vuruşlarla yere indiriyordu. Tim adeta sağ tarafı mermi yağmuruna tutmuştu. Beş kişi ölülere kurşun yağdırmaya devam ederken geri komutanla birlikte geri kalan 3 kişi kapıya doğru yöneldiler. Askerlerden biri; "Kapıdanda geliyorlar efendim" Diye bağırdı. Komutan kapıya doğru baktığına kadavra ordusunun üzerlerine geldiğini farketti. Kapıyı hızlıca çalmaya başladı içeriden tekpi yokru. Villanın üst katına baktığında perdenin bir anda çekildiğini gördü. Üst kata doğru yüksek sesle küfürler savurdu. Git gide yaklaşıyorlardı. Sağ ve ön taraftan yaratıklar kıstırmaya başladı. Sola doğru koşmaya başladılar. Evin köşesini dönünce birden üzerlerine çullanmışlardı. heryer kırmıza boyanıyordu...

    ----------------------------


    CANSIZ BEDEN

    Bir anda üzerlerine çullanmışlardı. Tam bir panik havası oluşmuştu. Tek bir mermi bile atılamadan... Emri altındaki askerler birer kağıt gibi paramparça oluyor çığlıkları kadavraların çıkardığı ürkünç seslere karışıyordu. Çocukları arkasında bırakmıştı bilinci yerine geldiğinde zıt yöne doğru koştuğunu farketti. Çeşmeden destek alarak yüksek duvardan yola doğru kendini attı. Yerde bir kaç saniye yuvarlandıktan sonra toparlandı. Suratında dehşeti resmeden bir ifade hapsolmuştu. Ağzından soluyarak boş araziye doğru koşmaya devam etti.. Nefes nefese kalmıştı bir an için durup soluklanmaya başladı. Üniforması onun çin aptal bir ağırlıktan başka birşey değildi artık. Ceketini ve şapkasını çıkarıp çamurlu zemine bıraktı. Kafasını yere doğru eğdi bir an için bileğindeki kanlar dikkatini çekmişti. Issırılmış mıydı? Hayır, kadavralarla temasta bulunmamıştı. Bir korkak gibi askerlerinin arkasında kalmıştı. Sağlıklı düşününce duvardan atladığında oluşan sürtmeden dolayı bileğinin yaralandığını farketti. Derin bir nefes aldı ama o nefesi geri veremedi. Kadavralar arkasından ona doğru geliyordu aceleyle yeniden koşmaya başladı. Neyseki onun kadar hızlı değillerdi tek yapması gereken gözden kaybolmaktı. On dakika kadar koştuktan sonra bir şantiyeden içeri girdi görünürde yaratıklardan eser yoktu. Terkedelimiş bu alana doğru temkinli adımlarla ilerledi.
    -------aynı zaman diliminde------
    Gözlerini açtığında bulanık görüyordu etrafı. Üşümeye başlamıştı ölmemişti yaşıyordu. Başında müthiş bir ağrı vardı. Lavabodan destek alıp, ayağa kalktı. Saati 16:00'ı gösteriyordu. Saatlerdir öylece baygın halde yatmıştı. Aynada kafasının sağ tarafına doğru baktı. Kurşunun sıyırıp geçtiği izden belli oluyordu. Kurtulması bir mucizeydi ama yarası bir hayli kötü görünüyordu. Oturma odasındaki ecza dolabından tentürdiyot ve sargı bezi çıkardı. Tekrar aynanın karşısına geçip pansumanı yavaş yavaş sardı. Gittiği ilk yardım kursu sayesinde bir kaç şey öğrenmişti. Ama garip olan birşey vardı, o an garip bir hırıltı duymuştu. Buna hiç bir anlam veremiyordu. Ama bir mucize olmuştu ve onu hayata geri döndürmüştü. Hayatında mucizelere yer yoktu aslında. Ve bu büyük mucize onu hırslandırmıştı. Bugün hayatında önemli bir dönüm noktası olabilirdi. Hiç vakit kaybetmeden Ceren'in yanına gitmeliydi. Çünkü onu seviyordu ve her ne pahasına olursa olsun onunla eski günlerine geri dönmeliydi. Çoğu insanı kıskandıran hayatları olmuştu. Birlikte yurtdışında pek çok ülkeye gitmişler di. Hiç ayrılmayan bir ikiliydi. Öztürk onu hep küçük masum süprizlerle mutlu etmeyi seviyordu. Bu onun hoşuna gidiyordu. Bu düşüncelerden kafasındaki ağrıyla ayrıldı. Hemen üzerini değiştrip kapıya doğru yöneldi. Anahtarı çevirdiği anda tekrar aynı hırıltıyı duydu. Kapıyı geri kilitleyi koşarak oturma odasının peceresine vardı. Gözlerine inanamıyordu... Kapıda bir yaratık duruyordu. Korkudan ne yapacağını şaşırmış ve afallamıştı. Ona daha dikkatli bakmaya başlayınca zombiden bir farkı olmadığını hatta onun bir zombi olduğunu anladı. Bu yaratıklar filmlerde vardı. Nasıl olur da gerçek olmuştu. Akıl alır gibi değildi. Filmleri aklına getirmeye çalıştı ama heyacandan aklına hiç birşey gelmemiştiç Tek bildiği şey kafalarına vurması gerektiğiydi. Ziganayı banyodan alıp geri pencereye döndü. Kendini toparlayıp yavaş yavaş pencerenin kolunu çevirip pencereyi açarak silahı yaratığa doğru doğrulttu. Ve ona baktığı anda tetiği çekti. Silahtan çıkan kurşun çürümüş kafatasını paramparça etmişti. Hemen dışarı çıkarak arabasına doğru koştı. Yaklaşık on kadar aylak zıt yönden ona doğru geliyordu. Muhtemelen silah sesini duymuşlardı. Arabaya vardığında cebini yokladı. O anda anahtarların üzerinde olmadığını farketti. Geriye dönemezdi aylaklar çoktan evin oraya varmışlardı. Yapması gereken tek birşey vardı. KOŞMAK!
    --------aynı saatlerde----------
    Sedat Bey sabırsız bir şekilde koridorda turluyordu. Ara ara adımlarını sıklaştırıyor ve söylenmeye başlıyordu. Suratında gergin bir ifade vardı. 1,70 boyunda ve 63 yaşındaydı. Yanındaki iki oğluda başlarını öne eğmiş bir biçimde oturuyorlardı. biri 15 diğeri ise 13 yaşındaydı. Çocuklardan küçük olan kendini tutamayarak;
    "Baba başına kötü birşey gelmiş midir?"
    Sorusuna cevap gelmemişti aksine Sedat bey dahada sinirlerek koridorun sonundaki merdivenlerden yukarıya çıkmaya başlamıştı.. Büyük olan;
    "Bu sorduğun soru mantıklı mı!" diye çıkıştı
    "Ben onun için endişeleniyorum" Bunun üzerine büyük olan çaresizce;
    "Peki ya anneme ne diyeceğiz..." diye sordu..
    "Hiç bir fikrim yok..." dedikten sonra kendini tutamayarak ağlamaya çalıştı. Abisi onu teselli ediyordu.


    Nerde olduğunu tam olarak bilmiyordu. Aldığı uyuşturucunun etkisiyle yolunu tamamen kaybetmişti. Hava artık kararmıştı yürüyecek hali kalmamıştı. Son bir hamleyle banklardan birine kendini attı. Artık yavaş yavaş havanın soğuduğunu tüm vücudunda hissetmeye başlamıştı. Birden bire bir el onu arkasından kavradı. Burnunu bir peçeteyle sıkıştırıyorlardı. O anda eter olduğunu anladı yavaş yavaş kendinden geçmeye başladı...
    Gözlerini yavaş yavaş aralamıştı depo gibi bir yerdi. Üzerindeki kıyafetler parçalanmış vücudunda morluklar vardı. Kasıklarında müthiş bir ağrı vardı kıpırdayamayacak kadar halsizdi. Etrafına daha dikkatli bakmaya başladı kaçması imkansızdı. Elleri arkasındaki demirlere kelepcelenmişti. Nerede olduğu hakkında en ufak bir fikri yoktu.
    Yaklaşık yarım saat sonra kapı açıldı 1,80 boylarında uzun boylu bir adam kapıdan içeriye girdi. Suratı keskin hatlardan oluşuyordu. Elmacık kemikleri çıkıntı halinde suratına orantısızdı. Bağlı olan kıza bakıp;
    "Demek uyandın böylesi daha iyi olacak!" diyerek ona doğru yaklaştı.
    Kız çırpınmaya başladı ama yaralı bir ceylan gibiydi. Adam ise ona yavaş adımlarla bir sırtlan gibi sinsi adımlarla ve suratında alaycı bir gülümseyle ona yaklaşıyordu... Bir anda kızın bacaklarını kavradı artık kız kıpırdayamıyordu. Tek yapabildiği çığlık atabilmekti. Günler böyle geçiyordu. Ahlaksız bir adam tarafından hergün defalarca tecavüze uğruyordu.
    Birgün adam ona hiç birşey demeden ellerinden birini serbest bırakmştı. Yanına konserve dolu bir kutu ve su bırakıp hiç birşey demeden orayı terketti. Suratında bir tedirginlik farketmişti. Bunu neden yapmıştı acaba geri dönecekmiydi. Sadece ölmek istiyordu.

    Sigarayı bırakalı bir yıl olmasına rağmen etkileri hala geçmemişti. Nefes nefese kalmıştı. Ama hala koşuyordu dakikalarca yönünü bilmeden sadece koşuyordu. Arkasına baktığında aylaklardan hiç biri görünmüyordu. Yavaşlayıp kaldırım taşına oturdu başını ellerinin arasına almış bir şekilde gözünü yere dikti. Hiç birşey düşünmüyordu bildiği tek şey hayatta kalması gerektiğiydi. Karşıdaki trafodaki yazı dikkatini çekti; "Khios" Hiç bir anlam vermemişti ayağı kalkıp yürümeye başladı. Merkeze yaklaşmıştı gördüğü bütün dükkanların kapısı açık ve yağmalanmıştı. Bir hayli acıkmıştı gördüğü ilk marketten içeriye girdi. Burası bir çeşit ucuzluk marketiydi. Burasıda yağmalanmış, raflarda bir tane bile konserve kalmamıştı. Ama şansı yanındaydı. Gofret tarzı abur cuburlara dokunmamışlardı. Bunlarla idare edebilirdi. Eline bir poşet alıp doldurmaya başladı raflardan yük olmayacak bir şekilde alabildiğince çikolata doldurdu. Biraz daha ilerlediğinde burnuna rahatsız edici bir koku gelmeye başladı. İçecek dolabının yanında ne olduğu belli olmayan birşey yatıyordu. Onu incelediğinde boş bir insan cesedi olduğunun farkına vardı. Öyle bir saldırıya uğramıştıki bunun insana ait olabilmesi şaşılacak bir şeydi. Hemen dolapta kalan son 2-3 tane sprite kutusunu alıp dışarıya çıktı. Merkeze doğru yürümeye başadı. Tam o sırada cansız bir beden dikkatini çekmişti. . Otobüs durağının dibinde yüzü tanınmayacak haldeydi. Yaka kartındaki ismi okuyunca Elleri titremeye başladı suratı adeta buz tutmuştu...

    ISSIZLIK
    Komutan ilerlerken rüzgar saçını hafifçe tarıyordu. İçeride bir bölge dikkatini çekmişti. Burası dayanıklı tel örgülerle ve devasa bir demir kapıyla çevrelenmişti. Dikkatlice tel örgülere yaklaşıp içeriyi inceledi. Kimseyi göremedi, demir kapıya doğru yöneldi. Kuvvetli bir şekilde kapıyı zorladımı ama boşuna olduğunun farkına vardı. Bilinçsizce sallamış ama kilitli olduğunu farkedememişti. İçeriye doğru seslendi ama içeriden tepki yoktu. Karşısındaki inşaat halindeki binanın üst katlarına doğru dürbünüyle baktı. Gerçekten terkedilmişe benziyordu. Bir anda kafasına sert bir darbe indi...
    -------aynı zaman diliminde--------
    Mustafa Ergün.. Bimde çalışıyordu ve Bimden hep birşeyler aşırıp getiriyordu. Bu çocuk hayat doluydu ve her zaman yapacak bi şakası ve esprisi vardı.. Öztürkün gördüğü en hayat dolu bir çocuktu. Ağlamaya başladı.. O artık yoktu ve bedeni bile tanınmayacak haldeydi. Cesedenin başında aciz bir şekilde duruyordu. Onu gömmeliydi bu onu hakediyordu hiç değilse bedeni bu şekilde çürümemeliydi. Hemen yol üzerindeki nalburiye dükkanını hatırladı. Oraya doğru koşarak ilerledi. Oraya vardığında kazmayla küreği alarak dükkandan fırladı. Yolda gelirken zincili halde gördüğü scooter'i bu kez kazmayla zinciri kırarak aldı ve yoluna devam etti. O hala ordaydı hemen durağın arka tarafındaki toprak bölgeyi kazmaya başladı. Çukur derinleştikce yoruluyor ama pes etmiyordu. Sonunda istediği derinliğe ulaşmıştı. Arkadaşını düzgün bir şekilde mezara yerleştirdi. Sonra toprakla üzerini örttü. Mezarın başında çöktü kaldı öylece daldı gitti.. Bu ıssızlığın içindeki tek başınalık neyin göstergesiydi. Kimseyi göremicek miydi? Tanrının onu bir sınava mı sokmuştu... Gözyaşları Mustafa'nın mezarını suluyordu korkularıyla.. Güneş yavaş yavaş batıyordu ufka doğru baktı. Sonra aklına Ceren geldi acaba onu bulabilecekmiydi? Onu düşünmeye başlayınca gözlaşları daha şiddetli akmaya başladı. Tek başınaydı artık kurallar yoktu. İnsanlık yoktu bir zamanlar bu caddede yankılanan çocuk sesleri yoktu. Koskoca bir ıssızlık içinde kalmıştı.. Islak gözlerle çevreyi izlemeye devam etti.. Tam o anda ayak bileğinde birşey hissetti...

    Birkaç saniye olduğu yerde kala kaldı. Sonra bileğine bakınca kanı dondu. Mezardan uzanan bir el bileğini kavramıştı. Adeta kenetlenmişti ve henüz yeni olan çukurun üzerinde kumlar şiddetli bir şekilde hareket etmeye başladı. Tam karşısında kumların ardında o ceset yükselmeye başdı. Öztürk kalbinin kaburgalarını delecek kadar çarptığını hissediyordu. Son bir hamleyle bileğini kurtarıp ayağa kalktı. Kazmayı eliyle kavradı ve kafasına tek bir darbe indirdi. Kazmanın sivri ucu kafatasını delip geçmişti. Kazmayı kafasında bırakıp hızla koşmaya başladı. Geceyi geçirmek için uygun bir dükkan aramaya başladı. Çok geçmeden aradığını buldu. Ufak bir kasap dükkanıydı. Hemen içeri girdi. Dükkanın boş olduğundan emin olduktan sonra kapıyı kapatıp arkasına derin dondurucuyu dayadı. Artık sabahı beklemekten başka yapacak birşeyi yoktu...

    Yiyeceği tükeneli 1 gün olmuştu. Hayal meyal hatırlıyordu ızdırap dolu bir hafta geçmişti. Uyuşturucu atakları devamlı onu tetikliyor ve dayanılmaz rahatsızlık veriyordu. Tam ümidini kesecekken birisi gelip ona yardım etmiş ve daha güvenli bir yere götürmüştü. Ona şevkatli bir şekilde yaklaşıyordu. Yavaş yavaş kendine gelmeye başladı. Ellerinden destek alarak doğrulmak istedi. Adam bunu farkeder etmez yanına geldi.
    "Fazla zorlama kendini çok yıpranmışsın seni bulduğumda yarı baygın haldeydin evime getirdim."
    Adam altmış yaşlarında beyaz saçlıydı. Suratındaki kırışıklıklar olmasına rağmen pek fazla yaşlı göstermiyordu. Masmavi gözleri ona acıyarak bakıyordu.
    "Adın nedir peki diye sordu" yaşlı adam.
    "Ceren..." ardından derin bir nefes aldı.
    "Tamam Ceren dışarısı çok karışık burda güvendesin" dedi. Ardından ekleyerek," Ailen yaşıyor mu" diye sordu.
    "Bilmiyorum..." dedi iç çekerek
    "En azından bir umudun var. Benim ailem öldü senin gibi bir kızım vardı ama artık yok" Gözleri dolmuştu.."Neyse ben yakacak birşeyler getireyim acıkırsan dolapta yiyecekler var" Sözünü bitirir bitirmez oradan uzaklaştı. Tekrar tek başına kalmıştı...


    YENİ BİR İNSAN
    Gözünü açtğında hava çoktan kararmıştı. Karanlık bir yerde elleri ve ayaklarından bağlanmış bir halde olduğunu farketti. Boynu tutulmuştu inşaat halindeki binada olduğunu anladı. Olduğu yerde duvardan destek alıp doğrulmaya çalıştı ama dengesini kaybedip yere yapıştı. Dirsekleri ve dizleri sızlamaya başladı dayanılır gibi değildi. O sırada ayak sesleri duymaya başlad. Kapıda elinde meşale olan ufak tefek bir adam göründü. Geldiği yöne doğru;
    "Asker uyandı" diye bağırdı.
    Bu cırtlak sesin yanında 2 kişi daha belirdi. İçelerinden biri komutana doğru hareket etti. Dikkatli bir şekilde suratını inceledi. Karşısındaki adam genç muhtemelen 20-25 yaşları arasında sert bakışlı biriydi. Komutanın suratına yaklaşıp;
    "Kimsin ve burada ne arıyordun?" diye sordu.
    İğrenç bir nefesi vardı bir an için komutanın midesi kalktı kusacakmış gibi hissetti. Onun tekrar ağzını açmasına fırsat vermiyip olanları anlattı...

    ------------------------------AYNI ZAMAN DİLİMİNDE--------------------------------
    Sezer 40 yaşında orta boylu atletik yapılı bir adamdı. Eskiden fitness koçluğu yapardı. Suratında karşısındakine güven veren bir ifade vardı. Çabuk karar vermeyen ama doğru karar veren bir yapıya sahipti. Çok sabırlı biriydi belkide babasından ona kalan tek özellikti. Evinin kapısından kafasını eğerek çıktı. Ufka doğru baktı. Güneş batıyordu bir sigara yakıp yerini sabitledi ve aşşağıya doğru baktı. Bugün hiç aylak yaklaşmamıştı. Zaten bu yerde fazlasıyla güvende sayılabilirdi. Ağacın üzerine ev yapma fikri aslında çocukluk hayalinden geliyordu. Bu sayede hayatta kalmayı başarabilmişti. Kış artık geliyordu ve ısınma konusu bir hayli canını sıkmaya başlamıştı. Şehre inip bir soba edinebilirdi. Eğer dikkatli kullanabilirse sorun çıkarmazdı. Ağacın üzerine dayanıklı keser saplarından yaptığı basamaklardan dikkatli bir şekilde aşşağı indi. Geri döndüğünde sobayı bir halatla yukarı çekebilirdi. Kamyonetine binip yola çıktı. Yaklaşık bir saat kadar yol gitmiş hava artık kararmıştı. Bulduğu bir dükkana girdi. Fazla yer kaplamayacak bir soba aradı gözleri. Aradığı en dip köşede duruyordu. Yavaş yavaş ona yaklaştı. Sobanın yanına gelince çevresini kolaçan edip sobayı sırtladı. Bir kaç adım atmıştıki birşey onu kolundan tuttu ve yere düşürdü. Ani bir reflexle karanlıkta gördüğü sliüte ateş etti. Ve birden bağırdığını duydu. Feneri ona tuttuğunda zombi değildi ve çoktan can vermişti. Daha fazla orada vakit kaybetmek istemedi olan olmuştu. Muhtemelen sesi aylaklar duymuş olmalıydı hemen sobayı sırtlayıp ilerledi ve arabanın kasasına yükledi. Hemen yola koyuldu ama bir ışık onun dikkatini çekmişti...Aldırmadan öylece gitti. Çok zaman geçmemiştiki dayanamayıp o ışığın olduğu eve geri döndü. Etrafını kontrol etti temiz gibiydi Bir iki aylak dışında hiç bir tehlike yokru. Onları görmezden gelip kapıya yöneldi ve üç kere çaldı. Tak.. Tak.. Tak...
    Ceren bir an için panik yaptı. Onu kurtaran adamın geri dönmüş olabileceği aklına geldi. Hızla kapıya doğru yöneldi. Ancak kapıyı açtığında çok farklı biriyle karşılaştı. Hemen kapıyı suratına kapattı. Tehlikeli olabilirdi dikkatli olmalıydı. Dışardaki ses seslenmeye başladı;
    "Hey kapıyı aç korkma"
    Ceren cevap vermedi sadece dinliyordu.
    "Onca yolu bunun için mi döndüm günlerdir insan görmedim" Kapıya vurmaya başladı."Aç hadi aylaklar yaklaşıyor"
    Sezer onu korkuttuğunu anlamıştı. Ve aylaklar toplanmaya başlamıştı.
    "Hey buraya geliyorlar kapıyı açmalısın!" diye bağırdı. Gittikçe yaklaşıyorlardı kamyonete ulaşamazdı. Var gücüyle tekme atmaya ve bağırmaya devam etti. Aylaklar arasında beş metre kalmıştı. Giderek çember dahada daralıyordu.. sol yanındakler daha çok yaklaşmıştı. Artık işinin bittiğini düşünmeye başladı. Tam gözlerini kapattığı anda kapı açıldı ve anlık nefretle içeriye girip kapıyı kapattı. Durup karşısındaki genç bayana baktı. Oldukça güzeldi hatta fazlasıyla güzel.
    "Teşekkür ederim bir kaç saniye daha açmasaydın onlara yem olacaktım..." dedi Sezer kendini toparlayıp.
    "Evin sahibini tanıyor olabileceğin aklıma gelmeseydi açmazdım" diye cevap vedi Ceren. Sezer bunu duyduğuna şaşırmıştı;"Ne yani kendi evin değil mi?" diye sordu.
    "Hayır değil yaşlı bir adamın evi burası neredeseyse gelir. Ama şu kapıdaki yaratıklar ne olacak?" diye sordu Ceren korku dolu bir şekilde.
    "Bilmiyorum ama burası artık tehlikede" diye cevapladı Sezer.
    Oturma odasına geçip beklemeye başladılar. Sezer'in gözüne bir anda duvardaki fotoğraf ilişti. Birden tüylerinin ürperdiğini hissetti, vurduğu adamın ta kendisiydi. Soğuk kanlılığını koruyup Cerene döndü;
    "Sanırım birşey söylemeliyim" dedi. Kelimeler ağzından tane tane çıkıyordu.
    "Dinliyorum" diye cevap verdi Ceren.
    "Bu evin sahibi öldü"
    Ceren oldukça şaşırmış bir biçimde "Nasıl olur hem sen onu nerden ta.." Sözünü bitiremeden Sezer araya girdi.
    "Tanımıyorum... Fotoğraftaki o değil mi?" diye sordu.
    Ceren yüzünü fotoğrafa çevirdi; " Evet o" diye cevap verdi.
    "Soba almak için şehre inmiştim. Arabayla yavaşca dükkanları incelerek ilerliyordum. Birden bir gürültü koptu, onu gördüğüm anda gözgöze geldik. Ama kurtaramadım onu yakalamışlardı. Şuan bile anlatmakta zorluk çekiyorum" Dedi Sezer yavaş ve sakin bir şekilde.
    "Aman allahım bu çok kötü iyi bir insandı..." Ceren çok etkilenmişti.
    "Yapacak birşey yok" dedi Sezer. Ardından ekleyerek "Artık burası güvenli değil benimle gelmelisin" dedi.
    "Başka bir çarem yok anırım ama nasıl çıkacağız" dedi ceren aciz bir şekilde.
    "Merak etme bir yolunu bulacağız" dedi Sezer ses tonuna güven veren bir ifade takmıştı.


    DÜŞÜŞ
    Sezer ön camdan kapıya doğru baktı gittikçe kalabalıklaşmışlardı. Kapıyı ve sol taraftaki camları zorluyorlardı. Kapının ve camların kırılması içten bile değildi. Sezer odanın içinde dört dönüyordu. Bir anda evi koşar adım dolaştı , bir arka kapı arıyordu ama bulamamıştı. Son girdiği odaya dikkatli bakınca kitaplığın arkasında bir kapı olduğunu faketti. Heyecanla kapıya yöneldi. Kitaplığı çekmeden önce pencereden dışarı gözledi. Birden şiddetle;
    "Kahretsin!" diye bağırdı.
    Ceren bunu duyunca telaşla;"Sorun mu var " diye seslendi.
    "Evet bütük bir sorun" gözlerinde öfke vardı. "Arka kapıyı buldum ama bir süprizle karşılaştıım. Arkada da kalabalık bir sürü bizi bekliyor" diye cevapladı. Bir dakika içinde Ceren'in yanına geri döndü.
    "Peki ne yapacağız?" diye sordu Ceren.
    Sezer emin olmak için tekarardan bütün odaları dolaştı. Ama kayda değer bir çıkış yolu bulamadı. Camdan çıkıp risk alamazdı. Bir anda başını yukarı kaldırdığında tavanda bir bölme olduğunu farketti. Mutfaktan bir sandalye alıp bölmeyi yukarıya doğru açtı. Tam yukarıya çıkacakken pencerenin kırıldığını duydu. Sandalyeden inip;
    "Önce sen çık" dedi aceleyle konuşarak. Ceren bu talimata uydu. Sandalyenin üzerine çıkıp tavandaki kare deliğin kenarlarını elleriyle kavradı ve bir anda Sezer onu yukarıya doğru iteledi.Kendisini karanlık bir tavan arasında buldu. Tozlu tahtaya dayandı. Ellerinde bir anda ürpertici birşey hissetti. İster istemez keskin bir çığlıkla elini çekti. Ama ona doğru gelen birşey olmadığını görünce bir nebze rahatladı. Birden aşşağı doğru baktığında Sezer yoktu üstelik koridor yaratıklarla doluydu.
    Kısa süreli bir şokun ardından kanlı ellerin üzerine bölmeyi kapattı. Tir tir titriyordu ve ne yapacağını bilmiyordu. Onu koruyan iki adamda ölmüştü. Öztürk geldi bir an aklına. O olsaydı güvende olabilirdi. Belki oda ölmüştü çoktan... Gözlerinin dolduğunu hissetti. Olumsuzlukları kafasından atmaya çalıştı. Ve bu düşüncelerden şu an için sıyrılıp çatıya doğru baktı. Alçak bölgeye ulaşması için yürümesi gerekecekti. İnce tavanın üzeri tahtalarla iskeletlenmişti. Onlara basarak hareket etmeye başladı. Aşşağıdaki gürültü durmadan cesaretini kırıyordu. Sık ayağı birden boşluğu düştü ve ince katmanı hissetmesiyle birlikte şiddetle bacağı aşşağıya doğru kaydı. Sağ bacağı yukarı da tahtaya doğru takılı kalmış ve onun aşşağı düşmesini engellemişti.
    Bir an için yerinden kıpırdayamadı. Çok geçmeden aşağıdan ayağına temaslar başlamıştı. Bataklıkta bir ceylan gibi çırpınmaya başladı. Ayağıına değen soğuk eller git gide çoğalıyordu. Olanca kuvvetiyle kendisini yukarıya doğru çekti. Ucuz kurtulmuştu zira ayağını kemirmeleri içten bile değildi. Bu sefer daha dikkatli bir şekilde yürümeye başladı. Evin sağ tarafına geldiğinde çatı yeterli düzeye gelmişti. Kiremitlerden bir kaçını dışarıya doğru iteledi. Kafasını dışarıya doğru çıkarınca rüzgar saçlarını uçuşturdu. Kuvvetlice kendini kiremitlerin üzerine çekti. Yatay zemin üzerinde ayağa kalktı. Yıpranmış çıplak ayaklarıyla soğuk kızıl taşları ezerek aşağı doğru yürümeye başladı. Evin etrafında bir kaç yaratık kalmıştı geri kalan evin içinde olmalıydı. Nasıl ineceğini hiç bir şekilde bilmiyordu. Bu yükseklikte kapana kısılıp kalmıştı.
    Etrafına bakınırken bir an da yolun öteki ucunda bir çift far belirdi. Saniyeler sonra o bir çift far ona yaklaştıkca bir kamyonete dönüşüvermişti. Bağıramazdı sadece el kol hareketi yapabilirdi. Görünmek için çatının ucuna doğru ilerledi. İki elinide kamyonete doğru sallamaya başladı. İşe yaramıştı, kamyonet birden durdu. Kapı açıldı dışarı çıkan onu bir hayli şaşırtmıştı. Birden heyecanlanarak geriye doğru adım atmak isterken sol ayağı birden bire kaydı ve zemine çakıldı...


    ZAYIFLARA YER YOK
    Öztürk, dükkana giren ilk ışık huzmesiyle gözlerini araladı. Tüm vücudu uyuşmuştu, ayağı kalkmayı denedi ama başaramadı. Felçli bir adammışcasına, olduğu yerde kalmıştı. Soğuk zeminde aptal bir paspas gibiydi. Düşünmeye başladı olanlara akıl sır erdiremiyordu. Sonra kendini suçlamaya başladı. Eğer eve kapanmasaydı Ceren'in yanında olabilirdi. Felaket öncesi kendince önlemler alabilirdi. Bubi tuzağına yakalanan bir kurt yavrusu gibi hazırlıksız ve tecrübesizdi. Aslında o gün televizyon izlerken bir virüsten bahsedilmişti. Pek üzerinde durmamış hatta ciddiye bile almamıştı. Kendine küfretti... Acaba ondan başka yaşayanlar varmıydı? Ceren yaşıyor muydu? Pek emin değildi, bu düşüncelerden korkuyordu. Saf korku.... Korkunun kaynağındaydı... Dipsiz bir kuyu gibiydi korku her tarafı karanlık ve dar, kimse yok, oksijen az, bağırışını kimse duymuyor, yavaş yavaş ölümü bekliyordu sanki... Bundan ötesi olamazdı, korku tüm düşüncelerini etkliyor, sağlıklı düşünemiyordu. Birden bir his, korkunun üzerine çıktı... Acıkmış, dünden beri hiç birşey yememişti. Acıkmak... Yatışan bir duygu. Peki o yaratıklar acıktığı için mi saldırıyorlardı. Peki ya bu açlık hissi, onlarda geçiyor muydu? Akıl alır gibi değildi.
    Uyuşukluğu geçmişti. Yiyecek birşeyler bulmak için derin dondurucunun kapağını açtı. Karıştırdığında kırmızı ve et ve sucuktan başka birşey bulamadı. Mutlaka bir tüp ve çakmak olmalıydı. Aramaya başladı. Çok geçmeden tezgahın altında bir piknik tüpü çekmecelerinin birinde ise paket halinde kibritler bulmuştu. Bir tane yanına alıp paketi çantasına attı. Yağ ve tavayı ne kadar aradıysa bulamadı. Ateşin üzerinde sucuğu kızartıp öylece yedi. Ceren olmasaydı burada günlerce güvenli bir şekilde kalabilirdi. Ama artık yola çıkma vakti gelmişti...

    -----------karakter geçişi--------
    "Tamam hadi yavaş yavaş ilerleyin büyük adımlar atın beyler."
    "Ne kadar sürer?"
    "Yalnızca 10 dakikamızı alacaktır. Coşkun, sen Rafet'le marketi kontrol et. Ben ve Alp tankere gideceğiz. Diğer 3 kişi etrafı kolaçan etsin, dikkatli olun hata istemiyorum aptallık yapan olursa, kuralı biliyorsunuz!"
    Plan aynen işlemeye başlamıştı. İki kişi, markete girip çantalarını motor yağı tarzı ihtiyaç malzemeleri ve alkolle doldurmaya başlamışlardı. Coşkun marketin iç tarafına açılan kapının arkasından sesler geldiğini farketti. Rafete dönüp;
    "Hadi elimizi çabuk tutalım içerdeler." diye fısıldadı.
    Rafet gözlerini Coşkun'a çevirdi;
    "Gerekirse indiririz mantıklı düşün bu **t kadar yerde ne kadar kadavra olabilir ki?" Diye cevap verdi soğuk kanlılıkla.
    Komutan ise, tankerin dolu olup olmadığını kontrol etmek için, bir kaç yumruk attı. Planladığı gibi doluydu, hiç bir yankı işitmemişti.
    Alp direksiyona geçti, Komutansa sağlam bir hamleyle yan koltuğa tırmandı. Sessizce markettekileri beklemeye başladılar. Alp sabırsızca;
    "Çok geç k......"
    Silah sesleri konuşmasını bölmüştü. Komutan sert bir tonla;
    "Çalıştır!" diye bağırdı.
    Rafet, sinirlerine hakim olamıyordu, yanılmıştı, içeriden bir düzine kadar kadavra çıkmıştı. Onun hatası yüzünden, Coşkun'u öldürmüşlerdi. Kapıya ulaşması lazımdı, sabırlı davranıp içeriye girmeseydi, onu kurtarmaya çalışan arkadaşı ölmeyecekti. Odadan çıkarken duvardaki balta dikkatini çekti. Baltayı eline aldığında bir gürültü duydu, tankerin sesiydi bu. Olamaz onu yalnız bırakamazlardı. Düşünmeden hızlıca odadan çıktı önüne yine aynı kadavralar çıkmıştı. Boyunlarına doğru baltayı, bir jilet gibi indiriyordu. Kana dair hiç birşey yoktu. Çürümüş etleri, kolaylıkla ikiye ayrılıyordu. Ama her vuruşunda, büyük bir efor sarfediyordu. O vurdukça, yere düşenler onun için birer engel oluyordu. Kapıdan markete geçtiğinde, önüne çıkan sonuncu şişman bir yaratığın ağzının üzerine sert bir hamle yaptı. Suratı, çenesinin üzerinden ikiye ayrılırken olduğu yere doğru yığıldı. Dışarya çıktığında tanker ve jip uzaklaşıyordu. Tek hissettiği terli vücudunun altında öfkeyle atan kalbiydi...
    Komutan, istasyondan uzaklaşırken yumruğunu sıkmış bir şekilde düşünüyordu. Doğru seçimi yapmayanlar, kaybederdi o hayatında iki kere yanlış seçim yaptı... İlkinde ailesini kaybetti, ikincisinde ise askerlerini... Artık yanlışa yer yoktu, yanlış seçim yapan kim olursa olsun seçiminin bedelini, hayatıyla ödemeliydi yoksa bedelini bütün grup ödeyebilirdi. Başlarındaki o adam, kötü bir insan olsada zayıf biriydi. Duyguları onu hataya sürüklemişti. Komutan, onun güvenini yalnız kaldıkları ilk fırsatta kazanmıştı. Yalnız kaldıkları ikinci fırsatta ise, bu güvenin karşılığını arkadan boğazına geçirdiği kamayla vermişti. Liderlik gücünü kullanarak grubun başına kolaylıkla geçmişti. Artık işler farklı yürüyecekti, duygulara da yer yoktu duygusal olanlara da... Alp'e dönüp;
    "Plan kusursuz işledi" dedi.
    Alp'in suratında, sinsi bir gülüş yer edinmişti...


    SİS
    Dışarıya çıktığında sisli bir havayla karşı karşıya kalmıştı. Risk alamazdı bir müddet sislerin dağılması için dükkanda beklemeye karar verdi. Geri döndüğünde bir tuhaflık olduğunu sezmişti. Piknik tüpü devrilmiş şekilde duruyordu. Hatırladığı kadarıyla tüpü o devirmemişti. İçeriye doğru kafasını uzatmak isterken kapının kenarındaki fırçaya ayağını çarptı. Fırçanın düşmesiyle içeriden bir homurdanma yükseldi. O anda kalbi yüksek bir şekilde atmaya başladı. Kendini beyaz dalganın ortasına tekrar attı. Zombinin arkasından geldiğini sesinden anlamıştı. Rastgele yolun üzerinde koşmaya başladı. 1 metre ilerisini göremiyordu. Homurdanma kesilmiş ve nefes nefese kalmıştı. Olduğu yerde iki büklüm derin nefesler alıp veriyordu. Bir anda homurdamayla beraber omzunda bir el hissetti. İster istemez çığlık atıp koşmaya başladı tekrar. Onu görememişti bile sadece koşuyordu. Üzerinde kasaptan aldığı satırdan başka hiç bir koruyucu gereç yoktu. Silahını telaş yapmasından dolayı evde unutmuştu. Aniden homurdanmalar koştuğu yönden gelmeye başladı.. Nereye gideceğini bilmiyordu. Sol tarafına doğru koşmaya başladı. O anda yolun bittiğini anladı ve yükseklikten aşşağı doğru yuvarlanmaya başladı. Duramıyor ve toprak zemin üzerinde sürüklenip gidiyordu. Sırtı şiddetle sert bir duvara çarptı...
    Bir süre olduğu yerde kıvrandı duvardan destek alarak ayağa kalktı. Sis aşağı kesimde çok azdı görüş daha iyiydi. Ellerinde sıyrılma izleri oluşmuş ve canı yanıyordu. Bir anda geldiği yönde zombilerden birinin üzerine doğru yuvarlandığını gördü. Çantasından satırı çıkardı ve hazır ol da bekledi. Saniyeler sonra satıra gerek kalmadan bu sorun ortadan kalkmıştı. Zombi kafa üstü duvara çarpmış ve kafası parçalanmıştı. Çok sert bir çarpmaydı bu. Öztürk derin bir nefes aldı duvara yasladı. Ama çok geçmeden yuvarlanma seslerini tekrar duydu. Birden fazla olmalıydılar yukarıdaki sisten dolayı seçemiyordu. Aceleyle duvarın diğer tarafına atladı. Mezarlıktı burası ve daha sakindi. İnançlarından dolayı mezarların üzerine basmadan yürüyecekti. Ama mezarların boş olduğunu görünce derin bir ürperti duydu. Çok geçmeden ilerde ki çınar ağacının orada kümelendiklerini fark etti. Öylece beyaz yırtılmış kefenleriyle hafif sisin içinde oldukları yerde sallanıyorlardı. Ürpertici bir ıslık sesi işitti. Öyle bir sesti ki tüylerinizi diken diken yapabilen cinstendi. Soğuk rüzgar yaratıkların kefenlerini ve saçlarını uçuruyordu... Bu ıslığın kulağındaki çınlama olduğunu fark etti. Sessizce geçerse onlara farkedilmeden kaçabilirdi buradan. Ancak planlar dahilinde bir şey daha vardı. Bu soğuk sessizliği arkasından gelen zombilerin çıkardığı sesler bozdu bir anda...

    ---------aynı zaman diliminde--------
    Ceren uyandığında ilk gördüğü Sezer'in mavi gözleriydi. O mavilik ona derin bir huzur vermişti. Bacağında bir ağırlık hissetti doğrulup bakmak istedi ama derin bir baş ağrısı buna engel oldu.
    Sezer Ceren'e bakıp;"Uyandın demek. Kendini fazla yorma, dün gece çatıdan aşşağı düştün. Zemin çim olduğundan daha büyük hasara yol açmadı. Büyük ihtimal ayağında bir çatlak oluştu. orayı pansuman ettim. Bir eczaneden gerekli ilaçları aldım pansuman sırasında kullanmak için"
    Ceren gözlerini irice açarak şaşkınlıkla;
    "Sen bunları nereden biliyorsun" diye sordu.
    Sezer öz güvenle;"İlk yardım kursuna gitmiştim" diye cevapladı.
    "Peki neredeyiz" diye sordu Ceren merakla.
    "Benim evimdeyiz yani güvenli bölge" dedi bıyık altından gülerek.
    Ceren etrafı incelediğinde bu tahtadan küçük evin büyük bir zevkle döşendiğini gördü. Sanki herşey normalmişcesine yerli yerindeydi. Yanı başındaki pencereden dışarıya baktığında ağaç yapraklarını gördü. Şaşırarak;
    "Ormanda mı kalıyorsun" diye sordu.
    Sezer Ceren'in gözlerinin içine bakıp;"Bir ağaç ev yaptım kendime. Başta bir arkadaşım vardı ama bu evi inşa ederken ısırıldı." Derin nefes aldı ileri
    ye doğru baktı."Yani sadece ben yapmadım burayı aslında"
    Ceren üzüntüyle;"Anlıyorum, çok üzgün olmalısın sahip olduğun insanları kaybetmek kötü... Ben emin değilim hayatta olup olmadıklarından. Ve onlara ulaşmam gerekli bana yardım edebilir misin?" diye sordu
    Sezer hissizce;"Bunu söylemek acı ama çoktan kaybetmiş olabilirsin." diye cevap verdi.
    Ceren solmuş bir şekilde;"Hayır, onlar yaşıyor olabilir, lütfen bana yardım et." dedi yakarırcasına.
    "Peki nasıl bir belaya gireceğiz bilmiyorum ama umarım hayattalardır. Ama hemen gidemeyiz yaralısın iyileşmen gerekir." diye cevap verdi Sezer.
    "Hayır ben bununla başa çıkabilirim." diye cevap verdi kesin bir ifadeyle.
    Sezer başını iki yana sallayarak;"Anlamıyor musun tehlikeli yaratıklar üzerimize geldiği zaman kaçamazsın. Bir kez şansın yaver gitti ikincisinde bu şansı bulamayabilirsin. Dediğim gibi iyileştiğinde yola çıkacağız."
    Ceren sessizce boyun eğdi...


    YERALTI
    Bütün o ruhsuz bakışlar Öztürk'ün üzerindeydi o anda. Elindeki satırı ister istemez bütün gücüyle sıkmaya başladı. Duvarın arkasındakiler onun için şimdilik bir tehlike oluşturmuyordu. Ve işte başlamıştı hepsi ona doğru hızlı ve dengesiz biçimde geliyordu. Çok aç olmalıydılar bir uykudan uyanmışlardı. Öztürk hepsiyle baş edemeyeceğini biliyordu, bu nedenle duvarın kenarından koşmaya başladı. Bir anda ona doğru yaklaşan başka bir kalabalık gördü. Panik yapmıştı koşmaya devam etti. Yumuşak toprak zemin hiç ummadığı anda kayboluverdi ve bir çukurun içinden aşağıya doğru sürüklenmeye başladı. Nereye doğru gittiğini pek bilmiyor yerin altında öylece sürükleniyordu. Zemine çarptığında bir hayli sersemlemişti...
    Ayağı kalktı burası neresiydi? Seçemiyordu, çantasından el fenerini çıkarttı ve etrafını dikkatlice inceledi. Burasının eski rutubetli bir maden ocağı olduğunu anladı. Bir koridorda olduğunu fark etti ve yavaşca yürümeye başladı. Kulakları pür dikkat çevreyi dinliyordu fakat hırıltı seslerinden eser yoktu. Yinede içinde tarifsiz bir tedirginlik vardı. Ailesini düşünmeye başladı. Onlar şanslılardı bu cehennemi görmemişlerdi. Annesi, babası ve ablası bir trafik kazasında hayatlarını yitirmişler Öztürk pencereden çalılıklara fırlayarak kurtulmuştu. "Keşke arka koltukta emniyet kemerini taksaydım ve dümdüz olan arabada oda onlarla birlikte ölseydim" diye iç geçirdi. Onlara dair çok az şey hatırlıyordu ve hatırladıkları yavaş yavaş silinmeye başlamıştı zayıf olan hafızasından... Onlar fotoğrafta kalmışlardı ve bütün hatıralar evindeki sandıkta kilitliydi.
    Aniden gittiği yönde sesler işitti. Bir kadın sesi sert bir tonda içerinin yankılanmasına sebep olmuştu;
    "Hey, orada kim var!"
    Öztürk şaşırmıştı bu haftalardır duyduğu ilk insan sesiydi. Ne diyeceğini bilemiyordu bambaşka bir duyguydu hala umut vardı, hayat belirtileri vardı.
    "Kimsin, orayı tarayacağız yoksa!"
    Yine o ses, evet emindi rahatlamıştı üzerine fener ışıkları tutulmasıyla birlikte ellerini iki yana doğru açtı;
    "Öztürk... Öztürk Şahin!" Sesi umutlu ve gür biçimde çıkmıştı. Suratında tebessüm oluşmuş ve nefes alışverişleri hızlanmıştı.
    "Olduğun yerde kal ve dizlerinin üzerine çok Öztürk yanına geliyoruz. Yanlış bir hareket yapmaya kalkma sakın kaybedersin..."
    Denilenleri harfiyen yerine getirdi satırı yere attı ve beklemeye başladı. Yüzüne tutulan fener gözlerini kamaştırmıştı kim olduklarını göremiyordu. Kaç kişiler bilmiyordu. Biri üzerini aramaya başardı ve önüne attığı satırı ayağıyla ileriye doğru yolladı. Sırtındaki çantayı alıp içini aramaya devam ettiler.
    Bu sefer bir adam sesi;"Burayı nasıl buldun o taraftan bir giriş yok" diye sordu sert ve meraklı bir tonla.
    "Bir anda mezardan aşağıya doğru düştüm gözümü açtığımda buradaydım" diye cevapladı.
    Kadın araya girip;"Peki arkanda zombi var mıydı?" diye sordu.
    Öztürk şakaklarını ovuşturdu halsizce. Gözlerini kapatmıştı. Tam cevap vereceği sırada arkadan yaratıkların sesleri duyulmaya başladı.
    "Allah kahretsin!" diye bağırdı adam ve "Ne kadarla dı" diye sordu.
    "Bilmiyorum ama en az 50 kadar var sanırım." diye cevap verdi Öztürk.
    "Harekete geçiyoruz Mehmet sen ışıklandırmayı aç ve yardım getir. Sena ile ben idare edebiliriz." Birden Öztürk'e dönerek, "Seninle henüz işimiz bitmedi yanımızdan ayrılma sakın" dedi keskin bir dille.
    Öztürk onlar fak etmeden çantasının yanındaki satırı aldı ve yanlarında yürümeye başladı. Hırıltılar korkunç bir yankıya sebebiyet veriyordu. Bir insanın dayanamayacağı sesler... Bir anda durdular Öztürk arkalarında kalmaya özen gösteriyordu. Şuan için Öztürk'le ilgilendikleri söylenemezdi. Satırı kamufle ederek duvara yaklaştı. O anda duvara sabitlenmiş ışıklar yanmaya başladı. Tekrar yürümeye başladılar ve çok geçmeden yaratıklar karşılarına çıkmıştı. Önündeki iki kişi otomatik silahlarla yaratıklara doğru rastgele ateş açmaya başladılar. Ama gittikçe çoğalıyorlardı mermilerin hızı bu ağır kokuşmuş yaratıkların hepsini indirmeye yetmiyor her şarjor değiştirilirken geçen zamanda aradaki mesafe kapanıyordu. Git gide yaklaşmışlardı. Öztürk, sağ tarafa yaklaşıp hamle yapmaya hazırlanmıştı. Diğer ikisine bakmadan kendini duvarın dibinden öne doğru attı üzerine gelen ilk yaratığın kafasını boynundan ayırmıştı.. Bu zaten diğerlerinden aldığı cesaretin büyümesini sağlamıştı. Aynı hamleyle diğer yaratığı etkisiz hale getirmişti. Kolay görünebilirdi ama oldukça tehlikeliydi.
    Sena ateş ederken Öztürk'ü fark etti. Bu yabancı oldukca cesaretliydi. Gözünü kırpmadan satırıyla kendini ileriye atmıştı. Çevik, sağlam hareketlerle yaratıkları indiriyordu. Tecrübeli biri olduğunu tahmin etti yada katil. Ama her kim olursa olsun güvenini çoktan kazanmıştı. Çok geçmeden arkalarında ayak sesleri duyulmaya başladı. Diğerleri gelmişti. Öztürk'e doğru;
    "Hey geriye çekil artık destek geldi" diye bağırdı.
    O anda Sena'nın yanında bulunan Mete, Öztürk'ü yaratıklarla savaşırken gördü. Bu aptallıktı onun için hızlıca Öztürk'ün yanına koşup onu geriye doğru çekti ve silahın k*çıyla kafasına tek bir hamleyle vurarak onu bayılttı. Desktek geldiğinde yaratıklarla mesafe tekrar açılmaya başladı. Her biri kafadan isabet alıyor ve yere düşüyordu. Bir kaç dakika içinde mermi sesleri kesildi. Önlerinde etten bir tepe oluşmuştu.
    "Hadi şu deliği kontrol edelim, Ceyhun sen bu baygın adamın başında kal."
    Oluşan deliğe ulaştıklarında yüzeyden bunu halledebileceklerini anlamışlardı. Yavaş adımlarla geri döndüler.Mete;"İki kişi sırtlasın bir oda verelim kendine gelene kadar Ceyhun başında beklemeye devam edersin"
    Öztürk gözlerini yarım açtğında arkadan gelen Sena'nın ona acıyarak baktığını gördü...


    UMUT
    Uyandığında, ilk gördüğü şey topraktan duvarlar olmuştu. Bir saattir baygın halde bu yer altındaki odada yatıyordu. Sert demirden yapılma bir yatağın üzerindeydi. Ortam soğuk ve rutubetliydi. Odası tek bir meşaleyle aydınlatılmıştı. Ayrıca kasalardan oluşturulan masada bir tane gaz lambası vardı. Aynı şekilde raf olarak kullanılmak üzere duvara bir 2 tane kasa montelenmişti. Çantası yatağın dibindeydi, yokladığında kibrit ve el feneri hariç kitapları ve havlusu yerli yerinde duruyordu. Olduğu yerde doğruldu garip bir his onu geçen gün odasındaki sabaha götürdü. Aynı şekilde baş ağrısıyla uyanmış ve kendini garip hissediyordu. Burası odasına göre daha kötü olmasına karşın en azından derli topluydu. Bilgisayarını özlemişti garip bir şekilde, Donanımhaber'e girip o turuncu sitede saatlerini geçirmeyi, arkadaşlarıyla konuşmayı, dizileri izlemeyi özlemişti. Saçmaydı dünya yok oluşun eşiğindeydi ve anlamsız şeyler düşünüyordu. Kafasını toparladı şakaklarını ovuşturup ayağı kalktı. Baş ağrısı onu çok zorluyordu. Yavaş adımlarla kapı ağzına doğru ilerledi.
    Kapıda uzun boylu esmer bir adam bekliyordu. Ona dikkatlice baktı yer altında olmasına karşın alakasız bir şapka takmıştı. Bu ayrıntıya pek fazla takılmayıp kapıdaki adama;
    "Pardon bakabilir misiniz" diye seslendi.
    Adam soğuk kanlı bir biçimde kafasını Öztürk'e çevirdi. Gözünü kırpmadan suratına baktı. Ardından gülümseyip;
    "Uyandın demek cesur çocuk" dedi.
    Öztürk birazda şaşkınlığın etkisiyle bi kaç saniye gözlerini kaçırdı. Ardından;
    "Burası neresi? Ben neredeyim? Siz kimsiniz?" diye sordu şaşkın bir ifadeyle.
    "Ben Ceyhun sen de Öztürk" diye cevap vedi gülümseyerek.
    "Peki diğerleri nerede anlamıyorum..." Öztürk bir hayli şaşkındı.
    "Yakında gelirler sen biraz dinlen" dedi ifadesini değiştirerek
    Odanın içinde tekrar turlamaya başladı bir ileri bir geri gidip geliyordu. Çok fazla meraklanmıştı burası hakkına. Eğer iyi bir yerse Ceren'i ve ailesinide buraya getirebilirdi. Bu güzel olabilirdi güvenli bir yere benziyordu burası. Buradakilerle tanıştıktan sonra Ceren ve ailesini de getirebilirdi. Bunları düşünürken kapıda birden o kadın belirdi. 20-25 yaşlarında uzun boylu vücut hatları gayet düzgün keskin bakışlı hatta bakışları direk karşısındakini derinden sarsacak kadar cesaret doluydu. Gayette güzel kumral saçlarını olduğu gibi bırakmıştı. Onu hatırladı orada ona acıyarak bakmıştı ya da Öztürk öyle sanmıştı. Tereddüt etmeden içeriye girip;
    "Merhaba ben Sena" diyerek elini uzattı.
    Öztürk ise tereddütte kalarak elini sıktı. Yumuşak değildi elleri ama olmasınıda beklemiyordu açıkçası. Kendini toparlayayıp;
    "Ben de Öztürk" diye cevapladı sakin bir tonda.
    "Evet söylemiştin Öztürk Şahin" dedi hafifçe gülerek.
    Öztürk umursamaz tavırla;
    "Şey burası neresi nasıl bir yer?" diye sordu.
    Sena ciddi bir tavır takınarak;
    "Burası eski bir maden ocağı anlamış olman lazımdı." Öztürk'ün gözlerinin içine baktı. Kara gözleri tekrardan Öztürk'ü sersemletmişti. Ardından devam etti;"Yukardaki cehennemden saklanmak için ideal bir yer. Mete eski bir arkeolog ve benim arkadaşım o burayı biliyordu. Büyük bir otobüs bulduk ilk önce kendimize. Yakınlarımızı yani hayatta kalanları getirdik cehennemin ilk günlerinde. İnsanlar henüz kaçmıyordu ama Mete hisleri olan biri. O anlamıştı ve tanıdığımız herkesi kurtardı. Ailem kurtulamadı tabi, Mete'nin ise sadece annesi hayatta. Ardından diğer insanları getirdik buraya. Onlar böyle odalarda kalmıyor aslında çadırlarda yatıyorlar. Bir kaç tane odamız var onlardan birini sana dinlenmen için verdik. Mete'ler ölüleri dışarı çıkarmak ve yukarıyı tamir etmek için gittiler. Hazır çıkmışken birşeylerde ararlar büyük ihtimal. Sen peki? Sen kimsin nasıl hayatta kaldın?"
    Mete bu soruyu bekliyordu önceden kendini hazırlamıştı;
    "Ben salgın çıktığından beri eve kapatmıştım kendimi. Utancımdan çıkamıyordum işten atılmış ve sevgilimden ayrılmıştım. Artık dayanamıyordum intihar etmek istedim ama olmadı başaramadım. Kurşun işte burayı sıyırıp geçti." Kafasındaki yara izini gösteriyordu.
    Sena şaşkın bir halde yaraya doğru baktı. Ellerini yavaşça Öztürk'ün kafasına doğru götürdü. Yarasına bastırmadan inceledi.
    "Kötü görünüyor hadi gel seni doktor Taner beye götüreyim. Kendisi çocuk doktorudur milattan önce acil serviste çalışıyormuş. Ama eli gayet iyidir merak etme."
    Öztürk şaşırarak;
    "Siz bu olaya milat mı diyorsunuz? diye sordu.
    "Hı hı evet milat. Çünkü eski dünya başkaydı bu yeni bir oluşum. Artık doğanın kuralları geçerli. Hadi gel takip et beni".
    Öztürk Sena'nın arkasından onu takip etmeye başladı. Kararlı adımlarla önünde ilerliyordu. Kapıdan çıktıklarından Ceyhun'u göremedi. Sena sağ tarafa doğru gidiyordu. Sola baktığında karanlık koridoru gördü. Muhtemelen geldiği yöndü o taraf. Sena'nın arkasından yürümeye devam etti. Buralar gaz lambaları ve meşalelerle aydınlatılmıştı. Karşısında demir bir kapı belirdi sena o yöne gidiyordu. Kapıda iki adam dikiliyordu. Kapıyı açtılar ilk önce Sena girdi. Öztürk girerken adamlar ona şüpheli bir şekilde baktılar.. Öztürk içeri girdiğinde bambaşka bir manzara ile karşı karşıya kalmıştı...

    -------karakter geçişi------
    Ceren yatağına sızan güneşin ardından ağaçları izliyordu. Güvendeydi içinde bambaşka hisler vardı. Sezer onun için herşeyi ifade ediyordu artık. Ona büyülü bir biçimde bağlanmıştı. Gözü gibi bakmış bir an bile başından ayrılmamıştı. İlk defa birşeyler avlamak için dışarı çıkmıştı. Onu hemen gittiği anda özlemişti. Kendi kendine açıklamaktan utandığı bir his içinde yer edinmişti. Ailesinin yaşadığına artık inanmıyordu. Bu buhranda herkes ölüyordu yaşamaları imkansızdı. Öztürk'ün ölmüş olmasını diliyordu artık. Onu o çatıda özlediği için kendinen utanıştı. O alçak adam onu aldatmıştı. Nefret duygusu vardı sadece ona karşı. Aslında hiç bir zaman Öztürk'e ait olmadım" diye düşündü.
    Sezer'in sesini işitti yukarıya doğru çıkıyor olmalıydı. Yataktan çıkıp ona yardım etmeyi istedi ancak yapamazdı henüz. Çok geçmeden kapıda göründü bir ölü tavşan vardı elinde. Gülümsüyordu, ve gülümseyerek;
    "Bu kızı yakalamak için bayağı uğraştım"
    "Immm, leziz görünüyor" diye cevap verdi Ceren tebessümle.
    "Ben temizleyeyim akşama ziyafet var" dedi Sezer mutlu bir şekilde. Tahtaların arka tarafına geçti ve işe koyuldu.
    Pek hareketlik olmuyordu genelde tek tük yaratık geçiyor onlarda tehlike teşkil etmiyordu. Ağaç ev Sezer ve Ceren'i farkedilmez kılıyordu.
    Öte yandan Komutan geniş bir hazırlık içerisindeydi....


    İNTİKAM
    Komutan yaklaşık bir saattir ufka bakıyordu. Balkonda soğuk zemine oturmuş carlsberg'i yudumlarken öylece donuk bakışlarla ileriye bakıyordu. Burnuna kan kokusu geliyordu... Taze insan kanı ölü yaratıkların kanlarıyla karışmış iğrenç bir hal almıştı. Bir de uzaklardan gelen tuzlu deniz kokusu iyice çekilmez hala getiriyordu. Soğuk esen rüzgar kan kokusunu bu çıplak balkona sanki bilerek servis ediyordu. Sigara tiryakisi olmasına rağmen hiç bir yerde bulamamıştı. Sarhoşluğun verdiği çakır keyiflikle kafasında keskin düşünceler yer edinmişti. İçeridekilerin sesi balkondan rahatça duyuluyordu. Yine bir bahse tutuşmuşlar ve kaybedenin elinde sigara söndürülecekti. Aç kurtlar gibi sürü halinde yaşayabilirlerdi Aksi halde doğaüstü gerçekler onları ele geçirebilirdi. Tek yaptıkları yemek ve içki bulmaktı. Sonra aklına gururlu askerleri geldi. Birer neferdiler kurtulmuşlardı aslında bu pislikten. Şimdi komutan kalmıştı pisliğe iyice bulanmış ve bir pislik gibi davranmaya başlamıştı. Kimseye güvenmiyor dışarıda yaşayan yada yaşamayan zayıf insanlara acımıyordu. Fazladan zayıf insanlara gerek yoktu. Zaten öyle istemiyor muydu doğa. Bu salgın gelmeden önce de zayıflar kaybetmiyor muydu?
    İki gün önce bir süpermarkete girdiklerinde iki zayıf gençle karşılaşmışlardı. Aşırı zayıf düşmüşler ve kir içinde kalmışlardı. Sokak köpeği gibi rafları aşındırıyorlar işe yarayan yaramayan her şeyi yanlarına almaya çalışıyorlardı. Komutan ve çeteyi gördüklerinde dizlerinin üstüne çökmüşlerdi bir anda. Ancak bu silahlı adamlardan bağışlanmayı istemek cahilce bir davranıştı. Hiç acımadan ikisinide kirlenmiş fayanslara yatırdı. Ve kafalarının ardından birer kurşunla hayatlarına son verdi. Ancak komutan kötülük değil iyilik yaptığını düşünüyordu. Bu adileşmiş dünyada hayat denen birşey kalmamıştı. Zayıflar ölmeye mahkumdu her zayıf insan birer zombi adayıydı onun için. Daha sonra onlarında topladığı şeylerden de işe yarayanları alıp oradan uzaklaşmışlardı. Eğer yollarına zayıf insanlar çıkarsa öldürüyor kadınlara çetedeki adamların tecavüz etmesine izin veriyor ve öyle öldürüyorlardı. Bu onları düzüne sokuyordu istediklerini alıyorlardı. Buradaki şantiyeye tekrar geri dönüyorlar ya yeni bir plan yapıyorlar yada uyuyorlardı. Ağır silahlara sahiptiler istediklerini kolayca elde edebiliyorlardı. Ancak komutan henüz istediğini elde edememişti.
    Yanında Alp'in dikeldiğini fark etmişti. Ne kadar süredir burada acaba diye düşünmeye başladı ancak önemsizdi. Alp'in suratına baktığında fareyi andırdığını fark etti. Devamlı dışarıda olan sarı dişleri sinsi bakışlalrı şekilsiz çıkmış sakalı ince bir suratı vardı. İnce parmaklarıyla bira kutusunu kafasına dikiyor ağzının kenarından taşan sarı köpükler gömleğinden içeriye giriyordu. Kutuyu kafasından çekti ve tek eliyle iki büklüp yapıp aşağıdaki boşluğa fırlattı. Komutana dönmeden;
    "Plan ne patron?" diye sordu.
    "Yarın sabah şafak sökerken harekete geçiyoruz." diye cevap verdi Komutan.
    "Peki benim için hava hoş ancak erken kalkmak biraz sorun olmaz mı"
    "Kadını istiyorlarsa olmaz..." Komutan son derece kendinden emindi.
    Alp bir kaç adım atıp;"Peki o zaman" sinsice gülmeye başlamıştı "Gerçekten duygularına mı yenik düştün?" diye söylendi.
    Komutan sert bir bakış attı;"Sakın kararlarımı sorgulamaya kalkma!" sesi sert ve soğuktu. Alp'in nefesini kesmeye yetmişti. Bir şey demeden içeriye gitti. Komutan bütün gece balkonda öylece oturmuş ve sadece düşünmüştü. Ölen askerlerini düşündü, ailesini düşündü onlar elinden alınmıştı.
    Bütün gece öylece balkonda oturmuş açık gökyüzünü seyre dalmıştı. Gece boyunca yumuşak bir hava hakim olmuştu. Saat neredeyse 5 e gelecekti. Diğerlerini kaldırmak için harekete geçtiğinde bir kaçının kalkmış ve diğerlerini kaldırmaya çalıştığını gördü.
    "Yarım saat içinde hazır olun gün doğmadan orada olacağız." diyerek diğerlerini uyardı. Su varilinden bir tas su alıp yüzünü yıkadı. Soğuk su suratına çarptığında kendine gelmişti. Loş koridorda turlamaya başladı. Bir kaç dakika içinde yanına Alp gelmişti.
    "Herkes hazır Komutan"
    "Tamam o halde çıkıyoruz" Komutanın sesi bir hayli kararlıydı.
    Çok geçmeden dışarıya çıktılar. Toplam on üç kişiydi, hava soğumuştu hızlı adımlarla 3 ayrı araca bindiler. Farları yakıp dışarıya çıkış yaptılar tozlu yoldan dikkatli bir bir biçimde geçiyorlardı. Komutan en öndeki arabada ön koltuktaydı.İlerlerken sarsıntı tümseklerde yer yer çoğalıyordu. Herkes otomatik silahlarını elinde tutuyordu. Bir hesap vardı görülecek karanlığın uyuduğu saatlerde... Kan kokusunu taşıyan rüzgarın getirdiği bir intikam... Damarlarda atan intikam tutkusu... Sıkılan bilekler her şey intikam içindi... İntikam onur demekti intikamını almayan adam onursuzdu Komutan için. Vakit dolmuştu Villa karşılarındaydı...
    3 araba kapının önünde durdu. İçlerinden biri kapıyı kontrol ettiğinde kilitli olduğunu fark etti. Tam kilide mermi sıkacakken komutan onu durdurdu. Cebinden bir anahtar cıkardı ve kilidi açtı. Bu daha önceki operasyonda komutana verilmiş olan dış kapı kilidinin kopyasıydı. Bütün herkes sessizce içeriye doğru girdi. Yaratıklardan eser kalmamıştı. Dikkatli bir biçimde kapıya yaklaştılar dışarıda ateş edemezlerdi. Bu yüzden aralarında 17 yaşında olan Yiğit kapıyı çalıp yardım isteyecekti. Diğerleri kenarıya saklandılar ve Yiğit kapıyı çaldı. İki üç dakika kadar devamlı kapıyı çaldı. Tam komutana dönüp kafasını iki yana sallayacakken içeriden kimsin diye bir ses duyuldu. Yiğit sesini biraz daha acınılası hale getirerek;
    "Lütfen yardım edin gece ışığınız açıktı" diye seslendi.
    Bakan kapıyı bir kaç dakika içinde açtı. İçeride ki sıcaklık Yiğit'in yüzüne vurdu.
    "Sana yiyecek bir şeyler verebiliriz ancak bizimle kalamazsın" diye yumuşak bir dille konuştu Bakan.
    "Ben yemek istemiyorum" dedi gülerek ve kenarıya çekildi. Aynı anda Yiğit'in yerini komutan almıştı.
    "Beni hatırladın mı" diye bağırdı ve tam iki kaşının ortasını bir delik açtı. Öylesine şiddetli vurmuştu ki silahın sivrilmiş dipçiğini Bakan olduğu yerde kaldı boş gözlerinin bir anda feri çekilmişti ve çizgili pijamalarıyla yere düştü. Kapının önünde öylece kalmıştı. Komutan cesedine sağlam bir şekilde tükürüp ezdi. Herkes bir anda evin içine girmişti. Merdivende bir kadın ve iki çocuk duruyordu. Kadın sarı saçlı uzun boylu ve güzeldi. Çocuklar ise bakan gibi kumraldı. Hepsinin gözünde korku hakimdi.. Kokudan geri kaçtılar ancak çeteden dört kişi daha önce davranıp kadını ve çocukları yakaladı. Komutan;" Çocukları öldürün ve kadın sizin" dedi soğuk bir sesle.
    Aynı anda Yiğit küçük kızın boğazını tek bir hamleyle vücudundan ikiye ayırdı. Anne çığlık atıyor olağanca gücüyle çırpınıyor ancak engel olamıyordu. Göz yaşları oluk oluk akıyordu. Ne acı bir sesti. Bu acı bağırışların arasında ufak olan erkek çocuğunun ise kafasını yere vurmaya başladılar. Bir kaç saniye içinde kafa tası paramparça olmuştu. İncecik iki beden gözlerin dayanamayacağı bir şekilde zeminde öylece kalmıştı. Adamlar Kadını sürükleyerek yatak odasına götürüyorlar kadın ise delirmişcesine çırpınıyordu...
    Komutan vitrinden bulduğu dolu olan pipoyu ateşledi ve kan kokusunu tekrar büyük bir hazla solumaya başladı...


    GÜVEN
    Gözleri ışıldamıştı, bambaşka bir dünya vardı karşısında. Bu büyük alanda pek çok çadır kurulmuştu. Bir çok insan vardı. Küçük ,büyük, kadın, erkek ,yaşlı... Hiç bir tanesi dönüp bakmamıştı bile. Yanında duran Sena'yı bir kaç adım geçti ve içeriyi incelemeye koyuldu. Çadırlar renk renkti insanlar girip çıkıyor kimisi dinleniyor kimisi bir şeyle meşguldü. Alnın sağ tarafında büyük su depoları vardı. Solda ise mutfak olarak kullanılan bir bölge mevcuttu. Çocuklar çadırların arasında koşturuyor sesleri tatlı bir şekilde yankılanıyordu. İçerisi dışarıya göre daha ılımandı. Etrafı incelerken yaşlı bir adamın onda doğru baktığını fark etti. Garip bir şeyler hissetti bakışlarını o garip adamdan kaçırdı. Sena bu bakışmayı fark edince;
    "Çok gizemli bir adam kimseyle konuşmaz. Sana yarın bir yer ayarlayalım burada. Diğerleri de senin kalmanı isteyeceklerdir." dedi.
    Öztürk kafasını senaya çevirerek;
    "Burası çok güzel çok..." Öztürk adeta şaşkınlık içerisindeydi. Bir kaç saniye iri gözlerle etrafına hızlıca baktı. "Ama büyük bir yer istiyorum..."
    "Ne yapacaksın büyük bir çadırı" diye sordu Sena merakla.
    Öztürk Sena'ya tekrar dönüp;"Kurtaracağım insanlar var onları getireceğim."
    Sena Merakla;"Kim onlar?" Diye sordu.
    "Sevdiğim kadın ve ailesi"
    "Peki onlarla bu cehennemden sonra konuştun mu?"
    "Hayır.."
    "Yaşamaları çok düşük bir ihtimal" dedi Sena.
    "Benim yaşamam da düşük bir ihtimaldi" diyerek cevapladı Öztürk.
    "Bu riskli değil mi? Ne zaman gideceksin."
    "Yarın sabah planlıyorum"
    "Bu iyi oldu akşam yemeğini topluca yiyoruz sende katılırsın" dedi Sena.
    "Tabi ki umarım son yemeğim olmazsa" diye cevap verdi kısık sesle.
    Sena cevap vermemişti. Sessizce başını öne eğdi. Öztürk Sena'yla birlikte diğerlerinin yanına gitti. Çoğuyla tanıştı ona göre gerçekten iyi insanlardan oluşuyorlardı. Elli kişinin üstündelerdi. Çoğu umutsuz ancak güvende olduğunun farkındaydı. Herkesin elini sıktı tek tek onu başta garipsediler. Daha sonra Öztürk'e çadır için gerekli yeri gösterdiler. Yedekte çadırlar vardı. Öztürk büyük olanlardan bir tane seçti kendine özenle hazırladılar.
    Mete ve diğerleri hava kararmadan gelmişti. Bir hayli yorgun görünüyorlardı. Gelir gelmez kendilerini sandalyelere bıraktılar. Yarım saat dinlenmeden sonra yemek için hazırlıklar başlamıştı. 50 kişilik bir yer sofrası kurulmuştu. Herkes hazırlığını yapmış sofranın başına gelmişlerdi. Öztürk yemeklere bakınca pek fazla bir şey olmadığını fark etti. Hem nasıl olsun ki kıtlık ve kaos denen büyük bir bela daha vardı. Buradakiler yinede dışarıda kalanlara göre şanslı ama ölenlere göre şanssız insanlardandı. İçlerinden yaşlı olan bir adam ayağı kalktı ve yemek duasını etti. Öztürk hala inançlı insanların olduğunu görünce ister istemez sevinmişti. Lapa şeklindeki bu yemeği yemeye başladılar. Mete Öztürk'e dönüp;
    "Burada tek öğün yemek yeriz. Çok zor bir durum ama gırtlağı sıkınca alışıyorsun." dedi. Yanındaki bir kaç kişi bu cümlenin üzerine güldü.
    "Sorun değil alışırım" diye cevapladı Öztürk.
    "İyi edersin delikanlı"
    Öztürk yemeğini bitirmişti yine o yaşlı adamla göz göze geldi gözlerini kaçırdı. Garip bir adamdı ondan nedensizce korkuyordu. Kulaklarında aliminyum çanaklara çarpan kaşık sesleri vardı sadece. Ve bir çınlama... Yine korku yine derin düşünceler... Yine ölüm korkusu içini kaplamıştı. Sevdiği insanları düşünmeye başladı onlardan emin değildi yaşadıklarına inanmak istiyordu...
    "Hey!"
    Bir an sarsıldığını fark etti. Mete güçlü kollarıyla onu sarsıyordu.
    "Daldın gittin diyorum ki sen kimsin"
    "Özür dilerim..." Öztürk'ün sesinde ürkeklik vardı."Ben bu şehirde oturuyordum. Tek başıma yaşıyordum. Aylardır bir asalak gibi evden dışarıya çıkmadım. Çıktığım gün cehennemle karşılaştım"
    "Anlıyorum şanslıymışsın. Zombileri öldürmede başarılısın sana ihtiyacımız olacak"
    Öztürk Mete'ye bakıp;"Seve seve... Ancak yarın kurtarmam gereken insanlar var onları getirmek istiyorum."
    Mete gözlerini kısarak;"Tabi bizden bu konuda yardım bekleme tek başınasın bu konuda. Gelirseniz kapımız yine açık olacaktır."
    "Yardım beklemiyorum zaten sadece silahlarınızdan bir tanesini ödünç almak istiyorum. Dışarısı oldukça tehlikeli ve bu zamana kadar çok şanslıydım."
    "O kolay kardeşim."
    "Peki o zaman teşekkür ederim yarın sabah yola çıkacağım umarım aynı gün geri gelirim."
    Mete gülerek;"Tabi araba kullanmayı biliyorsan sana bir tanede ödünç anadol veririz"
    "Bu iyi olur teşekkür ederim diye" cevapladı Öztürk Ardından ekleyip;"İzninizle dinlenebilir miyim yarın zor bir gün olacak"
    "Müsade senin" dedi Mete soğuk bir ifadeyle.
    Öztürk sessiz bir şekilde yeni yaptığı çadıra doğru ilerlemeye başladı. Bütün gece planı kafasında kurguladı. Zaman kaybetmeden Ceren'i ve ailesini alıp hemen dönecekti. Onlara burayı anlatmak için hevesleniyordu en çok da Ceren'i görmek için.

    ------KARAKTER GEÇİŞİ------
    Ceren oturduğu yerden ailesini düşünüp durmuştu. Sezer ondaki bu durgunluğu farketmişti. Yanına doğru yaklaşıp yanağından öptü;
    "Bir sorun mu var?" diye sordu.
    "Zamanı geldi artık gidip kurtarmalıyız onları." diye cevapladı Ceren.
    Sezer Ceren'in yanına sokularak; "peki sen nasıl istiyorsan. Yarın sabah çıkarız"dedi. Cere dönüp sezere sarıldı şehvetle onu öpmeye başlamıştı ardından Sezer gaz lambasını biraz kıstı. İki insanın gölgesi duvarda sevişiyordu...


    KAN
    Soğuk bir sabaha uyanmıştı. Gözlerinde bir yanma hissetti. Bütün gece doğru düzgün uyuyamamanın verdiği bir yanmaydı bu. Gece boyunca Ceren'i düşünmüştü. Onu tekrar görme isteğiyle yanıp tutuşuyordu. Bunu düşünmek bile onu fazlasıyla heyecanladırıyordu. Onun yaşadığına emindi. Garip bir şekilde inanıyordu buna. Onu ve ailesin buraya getirecek güven içinde yaşayacaklardı. Bundan öylesine emindi ki... Ancak içinde farklı bir his daha vardı. Bir kaç kez Sena'yı düşündü. Çok güçlü, sanki bu dünya için yaratılmış bir insandı. Öztürk'den daha dayanıklıydı. Genç ve güzeldi. Atletik bir vücuda ve aynı zamanda mükemmel bir yüze sahipti. Ceren'in güzelliği daha çocuksuydu. Sena ise çarpıcı bir güzelliğe sahipti. Bütün gece yatağında dört dönmüş planlar yapıp vazgeçmişti. En iyi plan, plan yapmamaktı. Bu dünyada her şey tersine gidebilirdi. Ve bu dünyayı tanımadan aptalca planlar yapmaktan vazgeçmişti.
    Yatağında doğruldu, ayakları yere değdiği anda gerçi çekti. Zemin bir hayli soğuktu. Ayağına Caterpillar'larını geçirdi. Gece çıkardığı kemerini geri taktı. Mete, dün gece çadırına uğrayarak, Anadol'un yerini tarif etmiş ve anahtarları vermişti. Silahı ona direk vermek yerine önceden Anadol'a bıraktıklarını söyledi. Çantasını sırtına geçirmeden önce satırın hala yerinde olup olmadığına baktı. Satır çantada yoktu buna fazla takılmadı. Hem henüz yeni olduğu için ona silah vermemişlerdi hemde bu alanda silah bulundurmak yasaktı. Olası durumlarda silahları hemen koridora çıkmadan sağdaki oyuklardan elde edebilirlerdi. Çadırdan dışarı çıktığında çoğunluğunun uyuduğunu fark etti. Uyanık olanlar ise çadırlarının önünde oturuyorlardı. Öztürk onlara selam vererek çıkışa yöneldi. Dışarıda hava henüz aydınlanmamış yada güneş yeni doğuyor olabilirdi. Kapıya geldiğinde bir kaç defa çaldı. Kapı yavaş bir şekilde dışarıya doğru açıldı. Nöbetçiler yüzüne baktıktan sonra kenarıya birer adım çekildi. İkisi günaydın dedi umursamaz bir şekilde. Kapıdakilerden birinin Ceyhun olduğunu fark etti. Çantasından feneri çıkartıp soğuk koridordan ana çıkışa doğru ilerledi. Yaklaşık iki üç dakika kadar yürüdükten sonra demirden kapıya yaklaştı. Orada da iki tane nöbetci vardı. Biri oldukça iriydi. Öztürk'ün suratına el fenerini tuttular onun olduğundan emin oluna dek baktılar. Bir kaç saniye sonra bı rahatsız edici ışığı söndürüp kapıyı açtılar. Ufak tefek olan bol şans diye seslendi.
    Bir kaç dakika daha yürüdükten sonra denilen yeri gördüğünde arabanın olmadığını fark etti. Sinirlenmişti iyice yaklaşınca sinirleri yatıştı. Anadol tamamen siyaha boyanmıştı. Ufka doğru baktığında kızıllığı fark etti. Düşündüğü gibi hava aydınlanmak üzereydi Anadolun kapısını açıp içeriye oturdu. Rahatsız bir ve soğuk bir koltuktu. İçerisi ağır bir biçimde makine yağı kokuyordu. Dikiz aynasına bakınca tüyleri ürperdi..
    Bu Sena'ydı. Gülerek suratına bakıyordu. Öztürk ne diyeceğini bilemiyordu. Neden geldiğini anlayamamıştı. Senaya dönüp;
    "Niçin böyle yaptın?" diye sordu
    Sena omuzlarını silkip;"Bilmem senin pek güvende olmadığını düşündüm" diye cevapladı.
    "Diğerleri bilmiyor mu?" diye sordu Öztürk.
    "Nöbetciler dışında kimse bilmiyor"
    "Bu yaptığın delilik bence geri dönmelisin"
    Sena yavaşça Öztürk'e bakıp;"Senin yaptığında delilik hem senden daha çok tecrübeliyim" diye cevapladı. Ardından yerdeki silahlardan birini Öztürk'e verdi. "Güzel bir silahtır daha etkili olur. Mete'nin ayırdığını kasaya koydum. "
    Öztürk G3 ü eline alıp silahı sıkıca kavradıktan sonra yanına bıraktı. Ardından itiraz etmeden arabayı çalıştırdı. Hava neredeyse aydınlanmış, tekerlekli saman yığını sessiz sabahı çıkardığı motor gürültüsüyle deliyordu. Öztürk, Sena'nın neden geldiğini bir türlü anlayamıyordu.
    Sena Öztürk'e dönüp;"Ailenden hiç bahsetmedin" dedi.
    Özürk bir kaç saniye yutkunup;"Onları trafik kazasında kaybettim. Bir tek ben kurtuldum."
    "Şanslılarmış..." dedi iç çekerek ardından. "Özür dilerim biz bu cehennemden önce ölenleri şanslı sayıyoruz" diye toparladı Sena.
    "Sorun yok bende onları öyle görüyorum. Ama bazen çok özlüyorum... Onlar olmadan çocuk esirgeme kurumunda büyüdüm ardından bizim olan eve yerleştim."
    Sena gözlerini açarak;"Peki ya zorluk çekmedin mi?" diye sordu.
    "Hayır, çocuk esirgeme kurumunda iyi yada kötü birşeyleri tecrübe edindim. Ailemle olan anıları hayal meyal hatırlıyorum. Bazı zamanlar onların aslında bir rüya olduğunu düşünüyorum. Daha sonra fotoğraflar yalın gerçeği aklıma getiriyor." Öztürk'ün gözleri dolmuş, bunu Sena'ya belli etmemeye çalışıyordu. Aklına yine o aile fotoğrafı gelmişti. Öztürk kırmızı bir bisiklette, Ablası yanında, hemen arkalarında birbirine sarılmış annesi ve babası... Öztürk kendini toparlayayıp;
    "Peki senin ailen?" diye sordu.
    Sena derin bir nefes aldıktan sonra;"Ayrılardı. Üniversite okumak için, başka şehirdeydim. Onlardan hiç haber alamadım. İstanbul'dalardı. Orası kaynayan bir kazan olmasına rağmen, oraya gitmek istedim ancak Mete bırakmadı. Sonra kötü bir haber aldım. Öldüklerini öğrendim esrarengiz bir biçimde telsizimden almışım bu haberi. Kötü bir duygu ancak onların yaşadıklarını pek sanmıyorum."(arastır öncekileri)
    Öztürk bir hayli iyimser bir tavır sergileyerek;"Ümidini yitirme her şey olabilir. Peki Mete ile nerede tanıştın?" diye sordu.
    "O benim üniversitede arkeoloji bölümünden hocamdı. Bu olaylar olduktan sonra onunla şans eseri karşılaştık. Ona minnetarım, bu kadar insanı o bir araya getirdi. Çok güçlü bir kişiliği var ve sorunları çözmede üzerine yok. İnsana değer veriyor bu dünyada zayıflık olarak kabul edilse de bence bu onun güçlü yanı."
    "Ne hoş" diye karşılık verdi Öztürk. "Keşke benimde tanıdıklarım olsaydı yanımda daha güçlü olabilirdim."
    "Tanıdıkların yok ancak, yeni tanıdığın insanlar var artık" diye gülerek cevap verdi Sena.
    "Ne demessin. Her neyse neredeyse geldik sayılır dikkatli olmalıyız sen arabada kalmalısın ben gidip onlara bakacağım"
    Sena tereddütsüz;"Hayır buraya kadar boşuna gelmedim" diyerek karşılık verdi.
    Öztürk tartışmayı sürdürmek istemedi. Hava aydınlanmış, güneş doğmuştu. Gökyüzünde tek bir bulut bile olamamasına karşın hava soğuktu. Eve yaklaşmışlardı artık...

    ------karakter geçişi-----
    Ceren, Sezer'le beraber kamyonette ilerliyordu. Yaklaşık bir saattir yoldalardı ve neredeyse yaklamışlardı. Yol üzerinde bir kaç yerden erzak edinmişlerdi. Ailesinin yaşadığından pek emin değildi. Korkuyordu üstelik ve korkusuyla yüzleşmek üzereydi. Sezer'e dönüp;
    "Korkuyorum" dedi dudakları titreyerek.
    "Anlıyorum, ancak sonuç her ne olursa olsun kendini buna hazırlamalısın."
    "Çok zor olacak benim için..." diye cevap verdi Ceren.
    "Doğal bir şey ancak hiç bir şey eskisi gibi değil. Hepimiz sınavlardan geçtik. Benim ailemi gözümün önünde parçaladılar koruyamadım..." Sezer derin bir nefes aldı. Gözleri dolmuştu kendini toparlaması uzun sürmedi. Değişen dünya onuda farklı bir insan olmaya itmişti. Eskisinden çok daha farklıydı...

    --------karakter geçişi
    Sedat bey yeni edindiği tabancayı inceliyordu. Çocuklardan biri radyo başında diğeri ise ölü gibi oturuyordu. Eşi sessiz sedasız sanki hiç felaket gelmemiş gibi örgüsünü örüyordu. Acil olmadıkca dışarı çıkmıyorlardı. Evlerine en az 5 mutfak tüpü, kolilerce makarna ve su doldurmuşlardı. Bunlarla büyük çocuk ve Sedat bey ilgilenmiş gayette başarılı bir iş çıkarmışlardı. Günleri gayet sıradan geçiyor günde iki öğün yemek yiyorlar ve mümkün olduğunca az su içiyorlardı. Tek yaptığı büyük oğluyla tavla oynamaktı. Eski günlerini deniz kenarındaki kahvehanesini özlüyordu. O günler gözünde tüttüğü zaman odasına çekiyordu. Dalgaların sesini dinlerken gazetesini okumayı özlemişti. Arkadaşlarıyla siyaset ve spor konuşmayı özlemişti. Ancak bir hafta önce o arkadaşlarından biri kapısına geldiği zaman ona kapıyı açmamıştı... Her şey bir tarafa en çok kızını özlemişti. Ama bunu kimseye belli etmiyor artık kızları evde konuşulmuyordu. Gençken okuduğu Dostoyevski'nin Ezilenler kitabı aklına gelmişti'de oradaki zavallı adamdan bir farkı kalmamıştı. Gereksiz yere kızına düşmanlık beslemişti, hemde böyle bir dünyada. Gözlerini kapatmış uyukluyordu. Yarı uyku halindeydi ve rüyalar görüyordu bilinçsizce. Tak.. Tak.. Tak... İster istemez tüyleri ürperdi gerçek miydi yoksa bu rüya mıydı. Bir kaç saniye sonra sarsılmaya başladı. Büyük oğlu başında onu uyandırmaya çalışıyordu.
    "Baba uyan kapı çalınıyor"
    Gözlerini açtığında büyük oğlunu karşısında buldu. Biraz öfkelenmişti ancak durumun ciddiyetini anlayınca doğruldu.
    "Kim çalıyor baktınız mı?" diye sordu.
    "Hayır baba kapı çalar çalmaz seni uyandırdık, bakmaya fırsat kalmadı."
    Kapı çalmaya devam ediyordu. Sedat bey kapıya doğru yaklaştı ve kapının gözünden dışarıya baktı. Gözlerine inanamıyordu. Öztürk'tü bu. Ceren'in nişanlanmak için söz kestiği çocuktu. Burada ne işi vardı? Yoksa merak ettiği için mi gelmişti? Ah vefalı çocuk. Ancak onu yanına alamazlardı çünkü, kimseye ihtiyaçları yoktu. Barınmak için geldiyse onu eli boş göndermek zorundaydı. Bu düşüncelerden sıyrılıp kapıyı açtı. Öztürk karşısındaydı ve yanına bir kız vardı. Eskiyi hatırladı tekrar... Ceren, Öztürk'ü tanıştırmak için tıpkı bu andaki gibi gelmişlerdi. İkisi yan yana kapının önündelerdi. Öztürk o günkü gibi yine çekingendi. Sedat bey Öztürk'ü ve yanındakini inceleyerek;
    "Ceren seninle değil mi?" diye sordu.
    O anda Öztürk'ün gözleri fal taşı gibi açılmıştı."Nasıl... Ben onu bir ayı geçkin süredir hiç görmedim." kelimeler ağzında titreyerek dökülmüştü.
    Sedat Bey'in gözleri kararmış vücudu uyuşmaya başlamıştı. Kapıdan destek alarak zorda olsa doğruldu. Gözlerini zorluka açıp Öztürk'e çevirdi. Çocuk onu sol kolundan kavramış, destek olmaya çalışıyordu.
    "İstemez" dedi bir an. Tekrar dikeldi karşısında ve hiç bir şey olamamış gibi ne için geldiğini sorarcasına gözlerinin içine baktı.
    "Ceren ne zamandır yok?" diye sordu Öztürk.
    "Aynı, bir aydır yok"
    "Allahım... Ben onu burada sanıyordum. Sizi almaya gelmiştim." dedi Öztürk.
    "Nereye?" diye sordu Sedat bey hissiz bir şekilde.
    "Buraya yarım saat yakın Urla ile Seferihisar arasında bir maden ocağındayız. Orada sizin gibi aileler var oldukça güvenli ve korunaklı."
    Sedat bey bu kez Sena'nın suratına bakarak;"İstemez" diye cevap verdi. Sesinde netlik vardı.
    O anda eşi öne doğru atılarak;
    "Bunu kabul etmeliyiz burası güvensiz." dedi.
    "Hayır dedim sen karışma sakın." diye sert bir biçimde uyardı Sedat bey. Ardından Öztürk'e dönerek;"Gelmiyoruz bence gitsen iyi olur" dedi.
    Öztürk şaşkınlıkla;"Ama..."
    "Aması yok kararım kesin. Teşekkür ederiz, hoşça kalın, biz yeterince güvendeyiz" diye kelimeleri teker teker sıraladıktan sonra, kapıyı kapattı.
    Sedat bey kapanan kapının arka tarafında çöktü adeta. Evdekilere baktı. Ağladığını hepsi görmüştü bundan utanmıyordu. Gözlerini yere eğerek;
    "Ceren bir gün gelecek biliyorum o yüzden burayı terk edemeyiz" dedi. Sesinde çaresizlik vardı. Büyük oğlu koltuk altından onu destekledi.;
    "Gel baba sen doğru olanı yaptın. Yüzünü yıkamalısın yine tansiyonun yükseldi." dedi. Ardından yavaşça banyoya doğru götürdü.
    Sedat bey ve büyük oğlu banyoya girdikleri anda kapıda bir tıkırdama duyuldu. Küçük çocuk bir an için yerinden fırladı.
    "Öztürk abi yeniden geldi" diyerek kapıya doğru koşar adım yöneldi. Kilitli olmayan kapıyı heyecanla açtı. O anda çocuğun rengi atmıştı. Karşısında yığınla yaratık vardı. Saniyeler içerisinde içeriye doğru yığıldılar. Küçük çocuk geriye doğru kaçmak isterken kafa üstü yere düştü ve bayıldı. Yaratıklardan bir kısmı çocuğun bedenini parçalamaya başladı. Annesi o anda çığlığı basmıştı. Bu acı feryat öylesine netti ki, kulakları sağır edecek cinstendi. Kadını oturma odasının köşesine sıkıştırdıklarında, Sedat bey ve oğlu oturma odasına geldi. İlk gördükleri şey kadının parçalanışıydı. Büyük oğlan annesine doğru fırladı. Babasını yalnız bıraktığı anda bir yaratık Sedat Beyi ensesinden yakalamıştı. Bu acı karşısında olduğu yere çöküverdi. Bir andan birden fazla yaratık onun vücudunu parçalamaya başladı. Diri diri yok oluyordu. Son gördüğü şey oğlunun ısırılışıydı. Büyük çocuk annesinin yanına varamadan kollarından ve göğsünden ısırılmıştı. Buna rağmen annesinin yanına varmaya çalıştı ancak birden fazla el onu yakalamış ve yüz üstü yatırmıştı. Dakikalar içerisinde yaratıklar oturma odasını doldurmuşlardı. Evin ahşap zemini tamamen kırmızıya boyanmıştı.. Artık çığlıklar yerini homurtulara bırakmıştı...


    YUMRUK YUMRUĞA
    Sezer etrafa baktığında sakindi. Arabayı çöp konteynerinin yanına park etti. Cerene doğru baktı hazır olmadığı fark etti. Kafasını öne eğmiş başını kaldırmıyordu. Sezer saçlarını okşayıp ona cesaret vermeye çalıştı. Ceren farkına bile varmamıştı bu yardım elinin. Gözlerini torpidoya dikmiş öylesine bakıyordu.
    "Fazla vaktimiz yok" dedi Sezer elini Ceren'in saçlarından çekip.
    Ceren yavaşça nefes alıp;"Evet haklısın" diye cevap verdi. Ardından hiç dikkat etmeden arabadan çıktı. Sezer onun çok dalgınlaştığını anladı. Bu dalgınlık pahalıya mal olabilirdi. Bugün üzerine çok iş düşeceğinden emindi. Oda arabadan inip etrafı yokladı. Cadde bomboş ve sessizdi. Garipsemişti bu durumu en azından bir kaç yaratık olması gerekirdi. Anlaşılan bir yere toplanmışlardı. Yerlerde kuru yapraklar öbek öbek birikmişti. Sıralı bahçeli evlere dikkatlice baktı. Buraya pek gelmemişti zamanında. Bu olaylar olmadan önce böyle muhteşem bir ilçe olduğu aşikardı. Bundan üzüntü duydu ancak boşuna kuruntu yaptığını düşündü. Cerenin arkasından yürümeye başladı. Onu kaybetmek istemiyordu. Yalnızlık bir hastalık gibiydi bu cehennemde. İnsanın aklını kaçırmasına sebep olabilirdi. Ve onun sayesinde yalnız kalmaktan kurtuldu.
    Ceren köşeye gelince bir anda durdu ve ağlamaya başladı. Birden Sezer'in boynuna sarılıp onu öpmeye başladı. Sezer net tepki veremedi olduğu yerde kalmıştı ardından ona sarıldı.

    -----karakter geçişi-----
    Öztürk o anda beyninden vurulmuşa dönmüştü. Birden gözünden yaşlar gelmeye başladı. Kaskatı olmş suratından tuzlu gözyaşları akıyordu. Karşısında, gördüğü sahne onu tamamiyle yıkmıştı. O an Ceren'in keşke ölmüş olmasını diledi. Yanındaki başka bir adamı öpüyordu. Bu cehennemin içinde resmedilmiş ihanetti adeta. Ne çabuk unutmuştu bu muydu iki ay önce senin için ölürüm diyen kadın... Sonra düşündü Öztürk. Ceren aslında hiç onun olmamıştı. Bu felaketten hemen önce Öztürk'ün aldattığı yalanına hemen inanmıştı çünkü. Yinede her ne olursa olsun hayatından büyük bir bölüm verdiği kadını bu halde görmek dayanılmazdı. Kafasını yere eğip olduğu yerde yumruklarını bütün gücüyle sıktı.
    Sena yaklaşıp;"Ceren o mu?" diye sordu..
    Öztürk cevaplayamadı bu durumdan utandı. "Hadi gidelim dedi" titrek bir sesle.
    Sena karşıdaki ikiliye dikkatle baktı. Kırklı yaşlarda bir adamla genç bir kız duvar dibinde dudak dudağaydı. "Demek bizim Ceren kendine güçlü bir çift kol bulmuş" diye içinden geçirdi. Ardından Öztürk'e baktı. Onun bu durumuna için için üzüldü. Gidip o kıza tokadı basmak istedi ancak bu dünya istemeden de olsa Ceren'i bu duruma itmiş olabilir diye düşündü. Öztürk'ün ardından arabaya bindi. Öztük kafasını direksiyona dayamış yumruklarını sıkmış halde öylece duruyordu. Tekrar karşıya baktığında ikilinin orada olmadığını gördü.
    Bir anda geldikleri yönden bir çığlık yükseldi. Öztürk, ani bir hareketle silahını kapıp arabadan indi. Sena'da, Öztürk'ün ardından yola fırladı. İkisi koşarak köşeden dönüp, sağ taraftaki merdivenleri çıktılar. Çığlık silah seslerine karışmıştı. Merdivenleri bitirdikten sonra, Ceren'lerin evinin köşesini döndüler. Ceren, yerde kendini kaybetmiş, çığlık çığlığa ağlıyor, yanındaki adam ise elindeki hafif otomatik silahla, içeriye sıkıyordu. Öztürk bu durum karşısında, gözlerine inanamadı. Beş dakika evvel ayrıldığında etraf gayet sakindi. Nasıl olmuştu da zombiler birden bire doluşmuşlardı. Buna akıl sır erdiremezken kendini suçlu hissetti. Kendinin sebep olduğunu ve eğer gelmeseydi bunların olmayacağını düşünmeye başladı. Bu düşüncelerden sıyrılıp kapıyı karşısına aldı. Sena ise çoktan ateşe başlamıştı. İçerisi tamamiyle kırmızıya boyanıyor, zombiler birer ikişer yere düşüyor yada savruluyordu. Özellikle, Sena'nın çiftesi yaratıkları tek hamlede karşı duvara yapıştırıyor, ıska geçtiğinde mermiler duvarda oldukça büyük delikler açıyordu. Kulakları tırmalayan mermi seslerinin arasında Ceren'e çevirdi bakışlarını. Gözlerini üzerine dikmiş, ağlayarak bakıyordu. Bu gözlerin büyük acılar taşıdığı apaçık ortadaydı. Aşık olduğu, hep gülümseyen bu bir çift göz, artık sadece ağlamıyor acı saçıyordu da... Öztürk, önüne baktığında yaratıkların hepsinin etkisiz hale getirildiğini ve kendisinin boş yere kurşun harcadığını fark etti. Elini tetikten çekip, silahını yere indirdi. Karşısındaki tablo tüyler tüyler ürperticiydi. Salonun içi ve kapı ağzı, yaratıkların hareketsiz bedenleriyle doluydu. Aileyi seçmesi imkansızdı. Öztürk, ister istemez gözlerinin dolduğunu fark etti. Ceren, karşısındaydı ve yine ona karşı ezik bir duruma düşmüştü.
    Oysaki dakikalar önce nasılda gururluydu. Kafasını yere doğru eğdi ve büyük bir üzüntüyle; " Benim yüzümden oldu... Ben sebep oldum. Eğer daha önce gelmeseydim bunların hiç biri olmazdı." dedi gözleri dolarak.
    Ceren'in suratı birden öfkeden kızardı. Ok gibi Öztürk'e atıldı ve yakasına yapışıp sarsmaya başladı.;
    "Seni adi herif! Demek ailemi sen katlettin, demek senin yüzünden öldüler! Sen neden yaşıyorsun? Senin gibi bir pisliğin de yaşamaya hakkı yok!" Bu kelimeler ağzından bir zehir gibi fırlamış ve rakibini yerle bir etmişti. Tam elini, Öztürk'e kaldırdığında, Sena çevik bir hareketle elini yakaladı ve kenetledi. Ceren şaşırmış ve bileğindeki acının etkisiyle yüzünü ekşitmişti. O anda Sezer, Sena'yı omzundan sert bir şekilde iteledi. Bu hakeretin ardından Sezer'e nefret besleyen Öztürk, arabadan beri kinle sıktığı sağ elini, Sezer'in elmacık kemiğine sağlam bir şekilde geçirdi. Ceren, "Aşağılık adam!" diye bağırmayı sürdürdü. Olduğu yerde sendeleyen Sezer kendine geldi ve Öztürkün sağ boşluğuna yumruğunu indirdi. Öztürk iki büklüm olduğu yerde kaldı. Sezer rakibine göre oldukça iri yarıydı. Yere doğru eğilmiş olan Öztürk'ün kafasına diziyle bir darbe daha indirdi. Bu darbenin etkisiyle Öztürk'ün kafası arkaya doğru savrulup duvara çarptı. Aynı anda Ceren Sena'nın kolunu ısırdı ancak Sena, ters bir hareketle sağ bacağını kaldırıp, doksan derece döndükten sonra, Ceren'in baldırına indirdi. Ve büyük bir görsellikle çiftesini belindeki yılan derisi kemerden çıkarıp Sezer'in kafasına yapıştırdı. Sezer bir anda donup kalmıştı. Sena, soğuk kanlı ve bir hayli tehtitkar ifadeyle;"Şu hastalıklı kadını alıp buradan gitmessen ikinizi burada öldürürüm." dedi. Sesi soğuk ve bir hayli keskindi.
    Sezer destek olmak için, Ceren'in koltuk altına girerek buradan uzaklaşmaya başladı. Sena onlar uzaklaşana kadar çifteyi ikisinin üzerinden ayırmadı. Araba sesini duyup uzaklaştıklarından emin olunca hemen Öztürk'ün yanına eğildi. Baygın halde yerde yatıyor ve suratı acı bir ifade taşıyordu. Bir anda yukarıdaki ormanın olduğu yerden çalılık sesleri ve hırıltılar duymaya başladı. Öztürk'ü tokatlasa da kendine getirmeyi başaramadı. Taşıyacağından emin değildi. Tereddüt etmeden Öztürk'ü merdivenlerden aşşağıya doğru sürüklemeye başladı. Yola indiğinde Başka bir yaratık grubunun onlara doğru geldiğini fark etti. Hızlı bir şekilde geri geri hareket ederek Öztürk'ü çekmeye başladı. Oldukça zorlanıyor ve yeterince hızlı olamıyordu. Arkadasındaki kaldırımı fark etmedi ve sırt üstü üştü. Yaratıklar oldukça yaklaşmışlardı. Tekrar doğruldu o anda karşısında bir adam belirdi. Öztürk'ü belinden tutup kaldırdı.
    "Benimle gel" diye bağırdı. Yolun hemen kenarında çıkmaz sokak tarzı bir yere girdiler. Sokağın sonuna kadar koşar adım ilerledikten sonra soldaki demir kapıyı açıp içeri girdi. Sena'da bu adamla beraber içeriye girdi. Ancak içeriye baktığında büyük bir tongaya düştüğünü anladı. Bu köhne yer bozuk tiplerle doluydu. Ve her biri aç kurt gibi onlara bakıyordu...


    DAZLAKLAR
    İçeride ağır sidik ve bira kokusu vardı. Kasalardan yatakların üzerinde yayılmış adamlar gözlerini kapıya dikmişlerdi. Oda loş ve rutubetli, duvarlar boyasız ve sıvalar dökülmüştü. Gri duvarlardaki, kan ve kusmuk izleri, insanın midesini kaldıracak kadar iğrençti. Bir tane eski, yazları tembel Meksikalıların pansiyonlarında bulundurduğu mini buzdolabından vardı. Muhtemelen içi bira doluydu ama çalıştığı söylenemezdi. İçeriyi dolduran adamların hepsi dazlak ve beyaz atletliydi. Kimisinde atlet ve deri yelek kombinasyonu vardı. Kollarında ise Sena'nın anlayamadığı bir çeşit dövme vardı. Haç işaretini çember şeklinde çevirmiş arapca yazılar çarpıcı bir şekilde kollarında kendini gösteriyordu. Sena'ya baktıkça ağızları sulanıyor kuduz köpek gibi içli içli bakıyorlardı. Bazıları ise alkol ve uyuşturucunun etkisinde olsa gerek onları fark etmemişti.
    Sena bir anlık hamleyle silahını üzerlerine doğrulttu. Adamlar şaşkın bir şekilde Sena'ya baktılar. Ardından içlerinden göbekli olanı bir kahkaha patlattı. Diğerleri de dayanamayıp hep bir ağızdan gülmeye başladılar. Bir karış açık ağızlarından tükürükler ve pis kokular saçılıyordu. Hatta Öztürk'ü taşıyan adam bile onu yere bırakmış gülmeye başlamıştı. Sinir bozan alaycı kahkahalar... İçlerinden sakallı olanı zar zor konuşarak;"Sen birimizi öldürene kadar, senin bedenini bin kere becerdikten sonra parçalayıp ikinizi hayatı kayıkların önüne atarız" dedi kısık kısık kahkaha attıktan sonra;"Seni daha önce, bir grupla görmüştük. Elinizde bol miktarda yemek ve içki olmalı ha? Ne dersin tatlım ha?" diyerek tekrar gülmeyi sürdürdü.
    Sena gözlerini kırpmadan konuşan adama doğru çevirerek; "Aklınız varsa, bize dokunmazsınız" dedi.
    Adam gülmeyi kesip; "Bak yavru, sen bize yeni silah ve yemek ver bizde sana dokunmayalım? Nasıl fikir ha?" diye alaycı bir şekilde sordu.
    "Kabul ediyorum" diye cevap verdi Sena. İçeridekiler bu cevabı pek beklemiyordu. Herkes Sena'nın büyük bir aptallık yaptığını düşünürken Sena'nın kafasında başka bir plan vardı. Sol bileğindeki saatten basit işlevi olan bir sinyal gönderici vardı. Sena eğer 3 defa sinyali yollarsa başının tehlikede olduğu anlaşılıyor üstekilerin saatlerine ince tonda bir ses olarak ulaşıyor ve defa tekrar ediyordu. Tek veya iki sinyal yine tehlikenin boyutlarıyla alakalıydı. Bunu buradakiler harekete geçtikten sonra yapacak böylece Mete ve diğerleriyle yolda karşılaşacaklardı. Planın geri kalanı doğaçlamaydı.
    Sena Öztürk'e bakarak; "Öztürk'ü ayıltmamız lazım" dedi.
    "Ondan kolay ne var" diye gülerek cevap verdi göbekli olan adam. Ardından bir buffalo gibi yerinden silkelenerek kalktı. Mini buzdolabından bir tane bira çıkardı. Ayağa doğrularak;"Haha bakma öyle soğuk bira olmaz burada" dedi tekrar gülerek. Diğerleride onu kıkırdayarak izliyorlardı. Gözlerini kırpıştırarak Öztürk'ün baş ucuna geldi. Önce biradan sağlam bir yudum aldı. Ardından şişeyi Öztürk'ün kafasına boca etmeye başladı. Sena başlangıçta gözlerine inanamadı. Ardından adamın koluna doğru sinirli bir şekilde vurdu. Aynı anda bir başkası Sena'yı arkadan kavrayarak;" Yaramazlık yapma bebeğim diye fısıldadı. Bir yılan kadar soğuk ve sinir bozucuydu.
    Sena bir aptallık yapmamaya karar verdi. Yapacağı en ufak hatası pahalıya mal olabilirdi. Ancak, arkadan onu kavrayıp taciz eden adamı da öldürme hissiyle yanıyordu. Öztürk kendine gelmeye başlamıştı. Gözlerini açtığı anda kuvvetli bir yanma hissetti. Biranın son damlası alnına düştüğünde afalladı. Nerede olduğunu anlayamadı. Çevresinde yabancılar vardı. Kafasını geriye doğru çevirdiğinde Sena'yı gördü. Bir adam arkasından boğazına sarılmış halde duruyordu. Ayağı kalkmak istedi ancak bunu başaramadı. Başı dönüyor kafasına dökülen biradan dolayı midesi bulanıyordu.
    Adamlardan biri; "Kızımız uyandı." diye kahkahayı bastı.
    Öztürk kaşlarını çattı. Silahına bakındı lakin yanında değildi. O anda gözleri Sena'nın gözleriyle kesişti. Gayet sakin olduğunu ve bir planı olduğunu göz kırpmasından anladı.
    Sena sesli bir şekilde; Hadi halledelim şu işi bir an önce" diye bağırdı.
    Öztürk ne olduğunu anlayamamıştı. Bir plan döndüğünden artık emindi.
    Adamlardan sakallı olanı; "Hazırlanın" diye haykırdı. Ardından Sena'ya dönerek "Sizi silahları almadan bırakmayacağız. İlk yanıdakini ardından onlar uzaklaşınca seni bırakacağız." dedi. Sena cevap vermedi.
    Karşı duvarda geldikleri yönün karşısında fark etmedikleri sürgülü bir kapıyı açtılar. Teker teker ufak ve dar kapıdan geçmeye başladılar. Öztürk ve Sena ortalarında ilerliyordu. Çıktıklarında, geniş bir alanda Harley Davidson ve Cooper motosiklet gördüler. Sena ve Öztürk, dazlak bir motosiklet çetesiyle karşı karşıya kaldıklarını anladı. Her biri motorlarına yavaş yavaş bindi. Her motosikletin yanında silahlar mevcuttu. Silahların çoğu pompalı tüfekten oluşmaktaydı. Öztürk ve Sena ayrı ayrı motosikletlerde adamların arkasında binmişlerdi. Gürültü tufanı içerisinde motosikletler dar bir geçitten caddeye çıkmaya başladılar. Sena, saatindeki düğmeye bastı. Artık Mete'lerin doğru zamanda karşılarına çıkmasını ummaktan başka seçenekleri yoktu.

    ----karakter geçişi----
    Komutan kafasında farklı planlar işliyordu.. Büyük bir plan ve onun artçılalrı. Kafasındaki eğer gerçekleşirse büyük bir iş başarmış olacaktı. Piposunu yakmış, sessizce balkonda düşünüyordu... "Yakında büyük şeyler olacak... Çok büyük şeyler... Herşey yaşamak için..."


    ÇATIŞMANIN EŞİĞİNDE
    Mete bir problem çıkacağını biliyordu. Sena'ya çok kızgındı. Onu o kadar çok severken o bir yabancının peşinden gitmişti. Sena'ya üniversiteden beri bağlıydı. Ancak öğrenci öğretmen arasındaki çıkacak bir skandal onun meslek hayatını bitirebilirdi. Aslında Sena'da Mete'nin duygularından haberdardı. Öztürk'ü uzaklaştırmak istiyordu. Sena'yı elinden almaya çok yakındı. Öylece saatteki yanım sönen kırmızı ışığa bakıyordu. Yirmi kişilik ekip hazırlanmıştı. Mete'de hareketlendi. Her şey doğaçlamaydı. Bütün herkes tünelden kapıya doğru hareketlenmeye başladı. Maden ocağının güvenliği için sadece dört adam geride kalmıştı. Ne olduğunu ve ne olacağını hiç bilmiyorlardı. Mete'ye göre bu bela Öztürk yüzünden başlarına gelmişti. İki gün içinde iki ayrı sorun açmıştı başlarına.
    Grup dörderli şekilde beş arabaya bindi. Her biri ağır silahlarla ve çelik yeleklerle donatılmıştı. Arabalar teker, teker tozlu yoldan hareket etmeye başlamışlardı.
    Motorlar mükemmel bir gürültüyle ilerliyorlardı. Sokaklarda tek tük yaratıklar yönünü motorlara çevirse de yetişemeyecek kadar yavaşlardı. Kuru yaprak ve atıkların oluşturduğu çöp yığınları motosikletlerin rüzgarıyla havalanıyordu. Sadece Sena ve Öztürk'ün saçları uçuşuyordu. Dazlakların kafaları ise gün ışığını yansıtıyordu. Toplamda oniki motosikletli vardı. Tekerlekler birer yılan gibi asfaltta süzülüyor heybeti ve gürültülü görüntüleri büyük bir tehdit barındırıyordu.
    Sena elini sallayıp geldiklerini belirtti. Madende biraz uzaktaydı bu yer. Ayrıca madene götüren tek yol bu yoldu. Büyük motosikletler yolu kapatacak bir şekilde durdu. Sakallı olan adam motordan indi. Sena'ya bakarak;
    "Sen kalacaksın." dedi. Ardından Öztürk'e bakıp;"Sen gidip bir tane arabayla beraber bize otuz silah ve bir araba kasası dolusu erzak getireceksin. Eğer dönmezsen ve bir çakallık düşürsen kadını unut"
    "Anlıyorum.. Peki peki dediklerinizi yapacağım. Yalnız biraz uzak mesafe. Bir tane motosikletinizi gözden çıkarmanız gerekecek" dedi Öztürk.
    "Unut onu" dedi adamlardan biri sinirle.
    Öztürk, kafasını kaldırıp; "Siz bilirsiniz çok geç olur. Buralar artık tekin değil" dedi omuzlarını silkerek.
    "Adam haklı beyler" dedi içlerinden biri.
    "Tamam o halde senin motoru veriyoruz" dedi sakallı olan.
    "Hayır lan neden benim"
    Bu cevap üzerine sakallı adam beklenmeyecek bir çeviklikle adamın beynini pompalısıyla uçurdu. Öztürk'e dönüp pompalıyla motoru işaret ederek;
    "Şimdi kullanabilirsin" dedi soğuk kanlılıkla.
    Öztürk şaşırıp kalmıştı. Davidson marka siyah motosikleti beyni uçmuş sahibinin baş ucundan aldı. Motorun üzerinde gölge yazıyordu.
    "Unutma biz paranoyak insanlarız, ne kadar çok zaman geçirirsen bir o kadar paranoyaklaşırız." dedi
    Öztürk anladım dercesine kafasını salladı. Siyah heybetli motoru gürültüyle çalıştırarak oradan uzaklaştı.
    Sena ve dazlaklar beklemeye başlamışlardı. Rüzgar hafif hafif esiyordu. Sena Öztürk'le Mete'lerin karşılaşmış olmalarını umuyordu. Yaklaşık onbeş dakika geçmesine rağmen gelen yada giden yoktu. Grupta en çok sabırsızlanan isim de Sena'ydı. Adamlar, aç kurt gibi bakmaya devam ediyorlardı. Sena söz verdikleri gibi bırakmayacaklarını çok iyi biliyordu.
    Mete ve yanındakiler konvoy halinde boş sokakları turluyorlardı. Sena'nın karşılarına çıkmalarını umuyorlardı. Ancak henüz bir sonuç elde edememişlerdi...
    Öztürk, demir kapıyı yumrukluyordu. Bir kaç dakika sonra iki adam kapıyı açtı.
    Öztürk direk; "Başımız dertte" diyerek konuya girdi.
    "Mete'lerle karşılaşmadınız mı? Sena nerede" diye sordular.
    Öztürk Mete'lerin aramak için çıktıklarını anladı.
    "Bir motosiklet çetesinin eline düştük. Sena'yı ellerinde tutuyorlar. Silah ve erzak götürürsem onu bırakacaklarını söylediler. Ancak onlara güvenmiyorum" dedi Öztürk kelimeleri sıralayarak.
    "Peki ne yapacağız?" diye sordular.
    "Tabi ki erzak ve silahları götüreceğim. Sizlerse pastadan çıkan süpriz olacaksınız." diye cevap verdi Öztürk.
    "O halde zaman kaybetmeden hazırlanalım. Ama burayı kim koruyacak?" diye sordu adamlardan biri.
    "Burayı korumak için kaç kişi kaldıysa gelecek. Buradaki insanların üzerine kapıyı kilitleriz. Gerekirse içlerinden iki kişi nöbette dursun." diye cevapladı Öztürk.
    Adamlar cevap vermeden hazırlıklara başladılar. İçeridekilere durum izah edildi. Romörke erzaklar düzensiz bir şekilde konuldu. Öztürk,inandırıcılık için silahları ön koltukta yanına koydu. İçeridekilerden iki kişiye güvenlik içi silah verilmişti. Bunlar, yaşlı bir adamla genç bir kadındı. Herşey hazırdı. Artık yola çıkma vakti gelmişti. Öztürk Harley Davidson motosikleti tünele saklamıştı. Araba aynı tozlu yoldan hareketlenmişti. Öztürk'ün kalbi heyecanla çarpıyordu. Ayak bileğine bir tabanca sarmıştı ve işleri şansa kalmıştı. Bir düzine adama karşı beş kişiydiler...


    ÇATIŞMA
    Adamlar iyiden iyiye tedirgin hissetmişlerdi. Aslında Öztürk geç kalmamıştı, bu adamlar dedikleri gibi paranoyaklardı.
    "Beş dakika içinde gelmezlerse buradan gideceğiz." diye bağırdı sakallı adam.
    Sena Öztürk çıktıktan on dakika kadar sonra tekrar sinyal yollamıştı. Yaklaşık yedi dakika geçmişti. Adamlar tamamen homurdanmaya başlamışlardı artık. Sakallı olan sonunda işaret verip;
    "Gidiyoruz"diye bağırdı.
    Sena heyecanla;"Biraz daha bekleyelim diye bağırdı."
    "Yeterince bekledik buraya kadar yavrum"
    Sena bir anda kendini sağdaki ağacın arkasına attı. Ağacın dibinde silahını tekrar çekti. Sakallı adama bakarak
    "Bekleyeceksiniz" diye bağırdı.
    "O....u! Sen kendini ne sanıyorsun?" diye bağırdı sakallı adam.
    Sena o zaman diliminde Öztürk'ün geldiğini fark etti. Yanında kimse yoktu zor durumla karşı karşıya kalmışlardı.
    Öztürk durumu kavramıştı. Arabayı görüş açısı iyi olan bir yere çekti. Karşı karşıya kalmışlardı. Beyaz BMC kamyonet toz bulutu arasında motorların karşısında meydan okurcasına bir manevrayla durmuştu. Sena bundan fırsat alarak iyice siper alıp ateş etmeye başladı. Adamlar da hemen motosikletlere siper aldılar. Öztürk'de, yanına aldığı AK-47'lerden bir tane alarak aşağı inip kurşun geçirmez kapının arkasında siper aldı. Sena'nın karşı tarafında adamlara yaylım ateşine başlamıştı. Kasadaki dört adamın çıkmasıyla dazlaklar neye uğradıklarını şaşırdılar. Yukarıda dört adamda yaylım ateşine başlamışlardı. Dazlaklar pompalılarla karşılık vermeye başladılar. Bazılarında otomatik silah vardı. Sena içlerinden birini ağacın çatalından sağlam nişan alarak vurmuştu. Yaralananlar motorun yanında yüzü koyun ateş etmeye devam ediyorlardı. Öztürk, kasadaki adamlardan birinin vurulup aniden arkasına düştüğünü fark etti. Ölmüştü ve bir kişi eksilmişlerdi. Mermisi bitmiş ve arabaya yenide çıkması da riskliydi. Ölen adamın silahını alıp, tekrardan ateşe devam etti. Çoğu mermiler hedefini bulmuyordu. Öztürk, başına birayı döken şişman adamı gözüne kestirmişti. Başından beri kilitlenmiş ve kafasını dışarı çıkarmasına bir an bile olsun izin vermemişti. Aniden adamın motoru Öztürk'ün açtığı ateşler sonucu yere düştü. Adan sanki çırılçıplak kalmışcasına paniklemişti.
    "Şu tüfeği sıkı kavra... Sakın ses etme nefesini bile tutmalısın. Domuzlar her şeyi duyar. Bak görüyorsun değil m? Gara ağacın yanında... Bak, bak gocaman deyyuz. Öğrettiğim gibi gerdanından vuracan. Vur şimdi goçum."
    Öztürk dedesinin sesini işitir gibi olmuştu. Şişman adama baktığında hareketsizce yerde yatıyordu. Kısa bir kafa karışıklığından sonra diğer adamlara doğru sıkmaya devam etti. Kafasını kuzeye çevirdiğinde zombilerin geldiğini gördü. Henüz hiç kimse fark etmemişti.
    Kasadaki adamlara sesini duyurmaya çalışarak;"Yaratıklar geliyor" diye bağırdı.
    ".....kald...." diye kursun seslerinden net anlaşılamayan bir karşılık geldi yukarıdan.
    "Anlamıyorum" diye bağırdı Öztürk.
    "Herkes öldü tek ka...." o anda cümlesi bir gürültüyle kesildi.
    Eğer yanlış duymadıysam herkes vuruldu diye içinden geçirdi. Senayı kontrol ettiğinde yaşadığını ancak zor durumda kaldığını gördü.
    Bu yaşananlar üzerine Öztürk, can havli ile arabaya bindi. Öztürk'ün arabaya bindiğini fark etmemişlerdi.Hala kurşun geçirmez kapıya ateş ediyorlardı. Kaputa mermiler gelmediğin ön camı kırılmış kamyonet gürültüyle çalıştı. O anda dazlaklar Öztürk'ün kamyonete bindiğini fark ettiler. Kamyonet raydan çıkmış bir tren gibi kontrolsüzce motorlara ve kalabalığın üzerine fırladı. Büyük bir gürültüyle ön sıradaki motosikletler ve adamlar arabanın altında kaldılar. Arka taraftaki Sena'ya yakın olanlar, büyük bir eforla canlarını kurtardılar. Ancak motosikletlerin üçte ikisi kullanılamaz hale gelmiş adamların yarısı da etkisiz hale gelmişti. Öztürk motosikletleri de sürükleyerek büyük bir gürültüyle Sena'nın gizlendiği ağaca çarptı. Panik halinde kamyonetten inerek Sena'nın yanına koştu. Sena yerden kalkmaya çalışıyordu. Son bir hamleye kamyonetten kurtulmuş ve kendisini arkasındaki çamura atmıştı. Ortalık toz dumandı. Adamların bulunduğu noktadan hırıltılar duyulmaya başlamıştı. Yaralılar feryat edercesine çığlık atıyorlardı. Öztürk, gördüğü zombilerin geldiğini anlamıştı. Bu kez Öztürk, Sena'nın koluna girdi. İkisi de öksürüyor zorla ilerliyorlardı. Toz bulutunun içinden balyoz gibi bir yumruk Öztürk'ün suratına indi. Nereden geldiği anlayamadığı bu yumruğun etkisiyle çamurun içine savruldu. Sakallı adamın Sena'yı bir eşya gibi kucaklayıp götürüyordu. Ayağa kalktığında uzaklaşmışlardı. Ağaca dayanıp ilerlemeye başladı. Bir kaç motosikletin sesini işitti. Aynı anda kamyonetin tekerlerine kurşun yağdırdılar.
    Duman tabakası dağılırken sağ tarafta motosikletlerin uzaklaştığını, sol yoldan ise dört tane arabanın geldiğini gördü. Bir yandan ise hırıltılar çoğalıyordu. Öztürk, açığa doğru hareketlendi. Arabalara doğru el sallamaya başladı. Arabalar Öztürk'ün yanında ani bir frenle durdular. Öndeki arabadan çıkan Mete'ydi. Hışımla Öztürk'ün üzerine yürüdü. Tam vuracaktı nedendir bilinmez ortam ve Öztürk'ün halini görünce elini indirdi. Yaratıklar arabaların olduğu tarafa gelmeye başlamışlardı.
    "Atla çabuk" diye bağırdı Mete Öztürk'e doğru. Öztürk, Mete'nin bulunduğu arabaya atladı. Yaratıklar çok yaklaşmadan dört araba yerlerinden hareketlendi.
    "Bak ileride tozlar var o yöne gittiler belli oluyor zaten. Sena yanlarında" dedi Öztürk.
    "Allah belasını versin. Bize tuzak kurmuyorsun değil mi? Bunların hepsini senin kurgulamadığın ne malum?"
    Öztürk bu suçlama karşısında şoka girmişti.
    "Ne dediğinin farkında mısın sen? Ne badireler atlattık sizin haberiniz yok bunlardan!" diye terslendi Öztürk.
    "Seninle daha sonra hesaplaşacağız" dedi Mete.
    Arabalar son sürat dazlakların peşine düşmüştü. Aradaki mesafe yavaş yavaş eriyordu. Dazlaklar çok geçmeden arkadaki konvoyu fark ettiler. Beş kişi kalmışlardı. Arkalarında ise yirmibir kişi vardı. Tozlu yolu geride bırakmışlardı. Şehir merkezine giriş yaptılar. Motosikletler bir okulun bahçesinden içeriye giriş yaptılar. Ancak gürültü nedeniyle izlerini kaybettirememişler üstelik, zombilerin dikkatini çekmişlerdi.
    Arabalar, motosikletlilerden hemen sonra geniş alana dikkatlice giriş yaptılar. Ortalık çöp yığınlarından geçilmiyordu. Grup dikkatlice arabalardan indi. Toplam üç blok vardı. Hangi blokta olduklarını kestiremiyorlardı.
    Mete;"Yedişerli olarak bloklara giriş yapacağız diye gruba seslendi. Ardından Öztürk'e dönerek;"Sen benimle geliyorsun"dedi soğuk bir şekilde.
    Mete ve Öztürk'ün olduğu grup ihtimali en kuvvetli olan A bloğa giriş yaptılar. Diğerleri ise B ve C bloklarına dağıldılar. Aralık olan mavi demir kapıdan içeriye giriş yaptılar. İçerisi loş ve bir hayli pis kokuyordu. Geniş koridorun ucunda gri taşlı bir merdiven başlıyor ve yukarıya çıkıldıkça karanlıklaşıyordu. Bu blok beş kattı ve her katta altı sınıf mevcuttu. Grup dikkatli adımlarla yukarıyla çıkmaya başladı. En ufak seslere duyarlı hale gelmişlerdi. İlk katı çıktıklarında bütün kapıların açık olduğunu gördüler. Bütün sınıfları kontrol ettikten sonra bir üst kata çıkmaya başladılar. Bir anda diğer bloktan silah sesleri duyuldu. Grup hızla merdivenlerden aşağı inip dışarıya fırladı. Aynı anda B bloktakiler de gün ışığına çıktı. Hep birlikte C bloğuna doğru ilerlerken silah sesleri karşılıklı olarak gelmeye devam ediyordu. Diğerlerine göre daha yeni ve ufak olan turuncu binaya giriş yaptılar. Üç katlı ve diğerleri gibi rutubet içindeydi. Hızlı bir şekilde bu sefer gürültüye dikkat etmeden merdivenlerden yukarı çıkmaya başladılar.Silah sesleri üçüncü kattan geliyordu. Üçüncü kata vardıklarında ise çatıya açılan kapının açık olduğunu ve yerde iki adamlarının cansın bedenlerinin yatmakta olduğunu gördüler. Ölen arkadaşlarına üzülmeye fırsat bulamadan dikkatlice çatıya yöneldiler. Sakallı tek başına kalmış diğer dazlaklar ölmüştü. Diğer gruptaki beş kişi silahlarını sakallıya doğrultmuştu. Sena'yı kıllı kollarının arasına kıstırmış silahı da kafasına dayamıştı. Öztürk, bir anda Mete'nin kaybolduğunu fark etti. Oda silahını sakallıya çevirmişti ancak bir hayli riskli bir durumla karşı karşıyaydı. Sena'ya baktığında iyice bitkin düştüğünü gördü.
    "Aptallık yapmayın herkes silahını yere bıraksın yoksa kızın kafasına sıkarım acımam" diye bağırdı adam.
    Oradaki herkes söylenene uyarak silahlarını yavaşça yere bıraktı. Bir tek Öztürk indirmemişti. Gözünü kırpmamış adamın kafasını nişan almıştı.
    "İndir lan seni orada öldürmeliydim" diye bağırdı tekrar.
    Öztürk, kaşlarını çattı o anda saniyenin üçte birlik diliminde, bir kurşun sakallı adamın kafatasını parçalamıştı. Öztürk, B bloğun penceresinde Meteyi gördü. AK-47 ile tam kafadan vurarak temiz bir iş çıkarmıştı...



    AYRILIK
    Mete, madenin önünde hışımla volta atıyordu. Sena ise henüz kendine gelmemiş ve bu sebepten dolayı onu yatağına götürmüşlerdi. Olanlar herkesi etkilemiş, en çok etkilenen Öztürk olmuştu. Her şey o kadar kontrol dışı gelişmişti ki… Altı kişinin ölümünden birde Sena’nın hayatını defalarca tehlikeye atmaktan, sorumlu tutuluyordu. Herkes buna inanmış, Öztürk istenmeyen adam haline gelmişti. Sena dışında sadece, kolonideki garip ihtiyar adam Öztürk’ü suçlamıyordu. Sanki, her şeyi bizzat görmüş gibiydi..

    Mete, hırsla Öztürk’e dönüp;”Ya seni öldüreceğim, ya da sen gideceksin, terk edeceksin burayı. Bir daha karşımıza çıkmayacaksın aksi halde ölümün olurum!” diye bağırdı.
    “Gideceğim… Ama şunu bilin ki Sena’nın benimle gelmesini istememiştim.” Diye cevapladı Öztürk.
    “Sadece Sena değil konu. Senin yüzünden altı kişiyi kaybettik. Bu insanlar önemliydi. Hepsi senin yüzünden öldü lan!” diyerek çıkıştı.
    Öztürk sinirlerine hakim olarak;”O dört arkadaşı eğer yanıma destek olarak almasaydım Sena hayatta olmazdı.”
    Mete öfkeyle;”Senanın adını bir daha ağzına alma sakın” diye bağırdı.
    “Şimdi Sena’yı bana mı yasaklıyorsun? Zaten gideceğim ancak Sena’nın bunu kabulleneceğini pek sanmam.”
    Bunun üzerine Mete Öztürk’ün yakasına yapışarak;”Bana bak sana bir şans verdik. Aptallık etme ve s. Ol git”
    Öztürk şaşkınlığını sakyamamamıştı. Mete’nin kollarından tutup bir adım geriye çekildi. Kalabalığa aldırmadan, bir anlık öfkeyle Mete’ye bir yumruk çıkardı. O anda diğerleri de Özrürk’ün üzerine çullandı.
    Daha birkaç darbe almıştı ki Mete;”Bırakın!” diye bağırdı. Ardından;”Madem kavga istiyor ona istediğini vereyim” diye ekledi.

    Öztürk yerden kalktı. Son birkaç gündür vücudu oldukça yorgun düşmüştü. Ancak bir hayli hırslıydı. Mete ile Öztürk arasında, bir çember oluşturuldu. Herkes Mete’ye güveniyordu. Mete için alkışlarla ritim tutmuşlardı. Aynı zamanda Öztürk’ü sözlü taciz ediyorlardı.

    Küçük bedeni her nefeste şişip tekrar iniyordu. Yatakhane de çocuklar şişman çocuk için bağırıyolar Öztürk’e küfürler edip tükürüyorlardı. Öztürk’e göre daha iri olan çocuk, Öztürk’ü omuzlarından kavradı. Sağ elini kaldırdığı anda Öztürk cevize benzeyen 3 numara kafasıyla, iri çocuğun burnunun üzerine kafasını indirdi. Çocuk acıyla yere yığılmıştı. Öztürk en ufak bir acıma duygusu hissetmeden çocuğun üzerine atlayıp, suratına yumrukları geçirmeye başlamıştı. Kimse bunu beklemiyordu. Yavaş yavaş karşısındaki iri çocuk Mete’nin bedenine giriyordu. Öztürk yirmi yıl sonrasına geçiyor, kendini Mete’yi altına almış bir şekilde yumruklarken bulmuştu. Altındaki rakibinin suratı dağılmıştı.
    O anda arkasından;”Yeter!” diye bir çığlık yükseldi. Bağıran Sena’ydı. Öztürk suç işlemiş bir çocuk gibi dona kaldı. Ardından bikrin bir şekilde ayağa kalktı. Nasıl olduğunu anlayamamıştı. Mete kanlar içinde yerde yatıyordu.
    Sena Öztürk’e doğru;”Ne yaptın ona!” diye bağırdı. Öztürk tek bir kelime bile etmedi. Sena hemen Mete’nin yanına sokuldu. Özrtürk, kafasına yere eğerek şaşkın bakışların arasında Harley Davidson’a doğru ilerledi. İçeridekiler tünele kadar gelmiş ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorlardı. Öztürk motosikletinin başına geldi. Yine tehlikeli bir yolculuğa atılacaktı. Bu kez ne Ceren ne de başla biri için hayatını tehlikeye atıyordu. Hiçbir planı yoktu tek bildiği hayat şartlarına göre hareket etmesi gerektiğiydi. O anda kolonideki ihtiyar adamın çantasını getirdiğini gördü. Adam Öztürk’e acıyarak bakıyordu. Çantayı sahibine usulca uzattı.
    “Biraz erzak, ve içi dolu matara koydum çantana. Bir de satırının yanına kendi emektar silahımı bıraktım. Biraz eskidir, ama etkili bir ihtiyardı.” Dedi hafif bir tebessümle çantayı bırakırken.
    “Teşekkür ederim ancak bu silah size lazım olabilir” diye kibarca reddetdi.
    “Yoo hayır burada bana lazım olmaz. Hem burası oldukça güvenli.” Diye cevapladı yaşlı adam.
    Öztürk tereddütle;”Çok teşekkür ederim.” Diye cevapladı. Çantayı yavaşça sırtına geçirdi.
    Yaşlı adam kırışık lekeleri elleriyle cebinden topaz bir kolye çıkardı.
    “Bu ve….” Ardından diğer cebinden bir not defteri çıkardı ve onu da uzatıp;” Bunu da al. Koyla çok özel ucunda topaz taşı var artık başkası taşımalı.”
    Öztürk’e uzattığı topaz taş deriden bir kolye ipine bağlanmış, sarı renkte garip bir biçimde karanlıkta ışıldayan bir taştı. Öztürk’ün gözlerini bu taş karşısında ister istemez açıldı. Her görenin karşısında büyüleneceği mükemmel bir taştı. İhtiyar adam tekrar söze girerek;”Bunları da al itiraz yok.” Dedi.
    Öztürk, şaşkınlık içinde kolyeyi ve not defterini aldı.
    “Teşekkür ederim ama sanırım bu maneviyatı kuvvetli bir şey. Niçin verdiniz?” diye sordu merakla.
    “Gitsem iyi olacak.” Diye geçiştirip karanlığa doğru ilerledi.
    Öztürk arkasından;”İsminiz ne.” Diye bağırdı.”
    ”Aras…” diye zar zor yankıyla duyulan bir ses işitti.

    Garip bir burukluk hissetti motosiklete binerken. Yola çıkma vakti gelmişti. Gürültü ile motosikleti çalıştırdı. Tünelde olağan üstü bir şekilde motor sesi yankılanıyordu. Mağaradaki yaralı bir boz ayının haykırışlarını andırıyordu bir nevi… Farları açıp açık kapıya doğru yöneldi. Kapıdan dışarıya çıktığında Sena ve bir adamın Mete’yi taşıdığını gördü. Mete kendine gelmiş gibiydi. Sena ise Öztürk’ü giderken gördüğünde şaşkınlık içinde kaldı. Kollarında Mete, gözlerinde Öztürk vardı.

    Öztürk belki de son kez tozlu yolu terk ediyordu. Çevresi ekin tarlaları ve mandalina ağaçlarıyla çevriliydi. Güneşin kızıllığı yıldızlara davetkardı. Bir Harley Davidson özgürlüğe kanat çırpıyordu tüm heybetiyle…


    ----karakter geçişi----

    Ağacın tepesinde hiç konuşmadan oturuyorlardı. Cerenin kaşları çatık Sezer’in ise yüzü asık ve solgundu. İkisi de bayağı şaşkındı. Ceren gözyaşlarına söz geçirebiliyordu artık. Sezer’se Öztürk’le tanışmıştı.
    “Anlamıyorum” dedi Ceren titrek bir sesle.”Bir insan nasıl bu kadar ş…siz olabilir” diye devam etti öfkeyle.
    Sezer cevaplamadı.
    Ceren devam etti;”Adi… Bir bana cesaretle söyleyebiliyor. Onu orada öldürmeyi o kadar çok isterdim ki…”
    “Yeter artık o adamdan bahsetme!” diye bağırdı Sezer. “Bak aileni kaybettin. Yasın var yat dinlen onları düşün acılarını dağla ama o herifi düşünme” diye yumuşadı.
    “Yediremiyorum” diye cevap verdi Ceren.
    “Zamanı gelince intikamını alacağız” dedi Sezer.
    İkili tekrar sessizliğe gömüldüler….


    ---karakter geçişi----

    “Ne zaman harekete geçeceğiz” diye sordu Alp merakla.
    ”Yeteri kadar adamımız yok. Bizim gibileri toplayıp yeterli sayıya ulaşınca harekete geçeceğiz. Şafak kanla sökecek…” diye Cevapladı komutan…




    MAYIN
    Uzunca bir konvoy ilerliyordu. Deniz tüm hırçınlığıyla kayaları dövüyor, tuzlu su araçların camlarına çarpıyordu. Kış gelip çatmış, ama henüz etkisini fazla göstermemişti. Ortalık tamamen zombilerin kontrolündeydi. Çoğunlukla gruplar halinde ilerliyorlar, hareket eden her şeye saldırıyorlardı. Geride kalan insanlar ise, yaşamlarını sürdürmek için vahşice bir sınavın içine girmişlerdi. İnsanlar çoğunlukla bir yere gizleniyor yada göçebe bir yaşam sürdürüyorlardı. Dağlara ve ormanlara kaçanların sayısı bir hayli fazla, adaları tercih edenlerin durumu ise mechuldü. Yeryüzünde ki insan sayısı bir hayli azalmıştı. Yavaş yavaş açlık ve susuzluk baş göstermeye gebe kalmıştı. Dünya her geçen zaman siyaha boyanıyordu. Salt korku dolu bir siyah…
    Komutan piposunu tüttürürken uçsuz bucaksız denize bakıyordu. Gereken adamları toplamıştı. Aralarına yeni katılanlar, dayanıklı ve her profilden insanlardı. Komutan planı, çok önceden planlamıştı. Buna göre silah, araç, insan ve yakıt temin edilmişti.
    Komutanın önceden bildiği bir bölümde, albayların, generallerin barındığı kıyıyla bağlantılı bir deniz üssü vardı. Amacı kıyıyı ele geçirip gemiye olan yardımı kesmekti. Böylece gemi erzaksız kalacak, komutanın dediklerini yerine getireceklerdi. Ayrıca kaçma ihtimaline karşın, tersane de elde ettikleri mayınları döşetecekti. Bir hayli zahmetli olan bu plan, eğer başarıyla sonlandırılırsa büyük bir kale kazanılacaktı. Komutan, oradakileri böyle bir saldırıyı tahmin edemeyeceklerini iyi biliyordu.
    Komutan sessizliğini bozmamıştı. Yanında her zaman ki gibi Alp vardı.
    ”Mayınları yerleştirmek için konaklayacağımız yere ne kadar kaldı?” diye sordu Alp.
    ”Elli kilometre kaldı. Yarım saat civarında orada oluruz diye düşünüyorum. Mayınları da planladığımız gibi gece yerleştireceğiz.” Diye cevapladı komutan.
    ”Umarım eğittiğimiz gibi davranırlar.”
    ”Defalarca uyguladık bir sorun çıkacağını sanmıyorum”
    ”Göreceğiz… Bu iş epey bir riskli” diye tedirgin bir şekilde cevapladı Alp.
    ”Riskli olduğunu biliyorum, herkes biliyor. Ancak risk ne kadar çok büyük olursa ödülde o denli büyük olur…” diye karşılık verdi komutan.
    Varılmak istenen bölgeye ulaşmışlardı. Arazi sarp kayalıklarla ve mağaralarla doluydu. Pek ağaç olmamasına rağmen sığınılacak mağaralar durumu kurtarıyordu. Arabalar uçurumun dibine gelip kalabalık bir görüntü oluşturdular. Komutan Alp’e buradaki mağara da konaklayacaklarını söyledi. Alp’de gruba bunu iletip çevreyi keşif için yanına iki kişi aldı. Mağaralar da tek bir zombi bile çıkmamıştı. Kimse daha önce buraya gelmemişti. Gece için oldukça güvenli yerlerdi. Bir süre burada dinlenilecek, gece yarısı mayınlar döşenecek şafak vakti ise baskın yapılacaktı.
    Günün son ışıkları da kaybolmaya başlıyordu. Akşam ateş yakılması kesinlikle yasaklanmıştı. Herkes bir köşede soğuk konservelerini yiyordu… Daha sonra bütün gruba sessizlik hakim oldu..
    Güneş batmış sessizlik soğuk bir rüzgar esmeye başlamıştı. Çoğunluk miskin bir halde yatıyordu.
    "Artık yola koyulalım" diye seslendi komutan.
    Belirledikleri adamlar dalgıç kıyafetlerini giymek için hareketlendiler. Diğerleri ise pek oralı olmadı. İkişerli grup halinde hazırlandılar. Mayınlar hücüm botlara yerleştirildi. Deniz hafif dalgalı olmasına rağmen tehdit oluşturmuyordu. Hızlı bir şekilde seçili olanlar hücum botlarına bindiler. Aynı anda açık denize doğru dalgaları köpürterek ilerlemeye başladılar. Her yer olabildiğince zifiri karanlıktı. Önceden yaptıkları keşfe ve pusulaya bağlı kalarak hareket ediyorlardı. Belirli bir süre ilerledikten sonra uzaya fırlatılan füze başlığı gibi ayrılmaya başladılar. Her biri istenilen derinlikteki suya mayınları bırakmaya başladı. Özel bir halatla mayınlar birbirine bağlantılı hale geliyordu. Belli aralıklarla açığa doğru oval olacak şekilde mayınlar büyük bir dikkat ve özenle yerleştirildi.
    Bir hayli yorgun düşmüşler ve kıyıya doğru yol almaya başlamışlardı. En arkadan gelen hücum bottaki adamlardan biri siyah tuzlu suyun içinde yeşilimsi parıltılar gördü...



    ATEŞ VE KAN
    (2 AY SONRA)
    2 ayrı gözetleme kulesi çakıl taşlı yolun her iki yanına kurulmuştu. Bu gözetleme kuleleri yaklaşık 20 metre boyunda deniz fenerini andıran beyaz, demir balkonlu, mini çatısı olan kulelerdi. Kulelerin balkonlarında ikişer kişi vardı. Arabalar daha geride bırakılmış araziden gizlenerek kulelere yaklaşmışlardı. Dikkat çekmemek için 8 kişi iki kuleye ayrılıp oraları etkisiz hale getirmek için hareketlendi. Bu sekiz kişide askerlik deneyimi olan yakın dövüşte usta insanlardan seçilmişti. Kuledekileri kollayarak dikkatli bir şekilde hayalet gibi kulenin duvarlarına yaklaştılar. Kapılar beklenilenin aksine açıktı. İki kulenin kapısının ağzında da aynı olaylar başlıyordu. İki kişi içeri girmiş diğer iki kişi ise kapıda beklemişti. Sessizce parmak uçlarına basarak merdivenleri ikişerli ikişerli çıktılar. Merdivenin sonuna vardıklarında balkona doğru açılan dar bir kapı karşılarına çıktı. Balkondaki gözetlemecilerin sırtları onlara dönüktü. İki kişi aynı anda iki gözetlemecininde boğazını titanyum bıçaklarla yardı. Diğer kulede de plan sorunsuz işlemişti. Kuleler etkisiz hale getirilince komutana gelmesi için işaret yaptılar.
    Komutan kuleden, ele geçirilecek alanı profesyonel dürbünle inceledi. Hiç bir değişiklik yoktu. Kapılar sadece zombilerden korunmak için askerlerle donatılmıştı. Onlara doğru gelebilecek akıllı yaratıkları pek bekledikleri söylenemezdi.
    "Plan da değişiklik yok. Ön kapıdan girmeyeceğiz, planladığımız gibi yanlardan saldıracağız. İçeride hareket eden ne varsa vurun. Sivil veya asker orada ki herkesi temizlemeden orayı ele geçirmiş sayılmayız. Bir dalga gibi git gide açılacağız yaylım ateşine karşı pek bir arada bulunmayın. Unutmayın orayı almak için geldik ve almadan pes etmeyeceğiz!" Komutan konusmasını bitirdikten sonra Alp'e işaret verip harekete geçtiler.
    Sarp kayalıklardan ön kapıyı yandan paralel olarak geçtiler. Elli kişiye yakın bir grup olmuşlardı. Etrafı duvarlarla korunan limanın yamaca doğru bakan duvarı karşılarına alıp gizlendiler. Yamaçtan dürbünlerle tehlikeleri ayırt etmeye çalıştılar. Anca duvar dibindeki bir kaç zombiden başka herhangi bir tehlike yoktu. Komutan işaret verdikten sonra, grup yamaçtan aşağı doğru inmeye başladı. Küçük taş parçaları ayaklarının altında eziliyor ve yuvarlanıyordu. Çoğu baştan aşağı silahlı ve korumalıydı. Aralarında en dikkat çekici silah komutanın kullanacağı lav silahıydı. Sırtında tüpü takılı hortumu ise belindeki kemere sabitlenmişti. Diğerlerinde ise ağır makinalı tüfekden el bombalarına kadar her türlü silah mevcuttu. Ayrıca 4 keskin nişancı yamacın en yüksek noktasına pusmuştu. Duvarın dibine geldiklerinde kementleri duvara fırlatıp sabitlediler. 5 kement duvara sabit şekile gelmişti. Tek sıra halinde halatlara tutunarak duvarı aşmaya başladılar. Duvarın arkasında 2 katlı prefabrik bir bina vardı. Hemen onun arkasına atlamaya başladılar. Binanın arkası temiz ve penceresizdi. Bütün grup içeriye inmişti. Komutan gruba doğru dönüp istekli ve kararlı bir sesle;
    "Şov başlıyor!" diye seslendi.
    Binanın sağından ve solundan grup ikiye ayrılıp alana doğru çıktılar. İçeride bir anda müthiş bir kargaşa patlamıştı. Tepedeki keskin nişancılar ana kapının üzerinde nöbette duran askerleri bir anda avlamaya başladı. İçeridekiler ne olduğunu anlayamamıştı. Hazırlıksız yakalanmışlar daha silahlarını çıkaramadan yere düşmeye başlamışlardı. Çok geçmeden gerideki birlik silah seslerini duyup harekete geçti. Komutan ve grubu siper almış karşılıklı çatışmaya girmişlerdi. Kurşunlar adeta yağmur gibi yağıyordu. Öztürk'lerin dazlaklarla yaşadığı çatışma bunun yanında çocuk oyunu kalacak nitelikteydi. Komutan şuanlık elindeki barettayı kullanıyordu. Diğer herkesden daha iyi nişan alıyor ve ıska geçmeyip tek atışta etkisiz hale getiriyordu. Gruptan 6-7 kişi vurularak ölmüştü. Ancak karşılarındaki birliği bastırıyorlar giderek onlara yaklaşıyorlardı. Karşı taraf plansız müdafaa içindeydi. Komutan işareti verince aynı anda 6 kişi karşı tarafa el bombalarını doğru zamanlamayla fırlattılar. Bir anda kimse ne olduğunu anlamadan olağan üstü bir gürültü kopup ortalık toz duman içinde kalmıştı. Komutanın grubu üzerlerine doğru saldırdılar. Komutan sağ kalanların üzerine lav silahını sıkmaya başladı. Bir ejderhanın alevi kadar agresif ve kuvvetliydi. Alev alan askerler büyük bir acı içinde kıvranıyorlardı. Mermiyle vurulanlar daha bir şanslı sayılabilirdi.
    "Limandan kaçanlar var!" diye bağırdı gruptan bir kişi.
    Komutan;"Roketatarı verin diğerleriniz canlı kimseyi bırakmasın" diye emir verdi.
    Ardından yeşil renkteki ağır silahı omzuna alıp diz çöktü. Nişan almasıyla ateşlemesi bir olmuştu. Tuzlu suyun üzerindeki sandal bir anda alev topuna dönüp yok oldu.
    Revirde ki diğer konteynerlerde ki ne kadar sivil varsa hepsi yok edildi. Özellikle kadınları savaş ganimeti sayıp tecavüz ediyorlar ardından acımasızca öldürüyorlardı. Bu vahşet çok geçmeden sona ermişti. Komutan Alp'i yanına almış limanda denizi seyrediyordu. Alp'e dönüp;
    "İlk aşama başarılı ikinci aşama ise gemiye buradan erzak götürüyormuş gibi sızmak."
    "Askeri merkezdeki panoda yazılan bir kağıtta erzağın 3 gün önce gitmiş olduğu görülüyor. Diğer tarihlere de baktığımız da 7 günde bir gemiye erzak gönderiliyor. Yani dört günümüz var."
    "Yeterli zaman. O gemiyi ele geçirdiğimizde güvenliğimizi sağladık demektir. Sonraki işimiz daha büyük olacak. Ölülerin dünyasında kendi imparatorluğumuza adım adım yürüyeceğiz."
    "Şuan kulağa ütopik geliyor. Sizi tanımasam inanmazdım."
    Komutan bıyık altından gülümsedi ve tekrar denizi seyre daldı...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi XPHOS -- 2 Haziran 2014; 19:20:26 >







  • KARAKTERLER



    SENA


     KONU DIŞI 'ÖLÜLERİN DEVRİMİ' 19. BÖLÜM (ATEŞ VE KAN) 31.05.2014



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi WISDOM -- 13 Nisan 2014; 22:44:46 >
  • Takip edelim. Zombileri severim.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • takip
    edit: hocam eline sağlık çok güzel gidiyorsun



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi armstrong26 -- 25 Ocak 2014; 10:50:15 >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • konuyu takip ediyorum
  • Zombi

  • < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Takip bekliyoruz
  • Takip

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • güldürecek komik şeyler olacaksa takip.

    cevaplarsan sevinirim.
  • Yakında değerlenir buralar.takip

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >

  • < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Takip.

    Edit: Değerlendi buralar Bu arada @XPHOS pm'n için teşekkürler



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi FantomİçinF -- 27 Ocak 2014; 7:32:11 >
    < Bu ileti m.bolumsonucanavari.com kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: alicosgun

    güldürecek komik şeyler olacaksa takip.

    cevaplarsan sevinirim.

    Tamamen komediye bağlayamam tabiki ama araya espriler serpiştirmeyi düşünüyorum. Ama ağırlık dram ve gerilimde olacak.
  • Önlerden yerimizi alalim (hep yapmak istemisimdir )

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >
  • Şöyle önlerden kurulalım
  • Takipteyim

  • < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Bekliyoruz
  • 
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.