Şimdi Ara

Bilim/Kültür Haberleri.... (16. sayfa)

Bu Konudaki Kullanıcılar:
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
807
Cevap
0
Favori
104.043
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 1415161718
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • =EĞER BİLİMSEL BİR EVRİM TOPİCİ OLSAYDI ORAYA YAZACAKTIM AMA MALESEF BU FORUMDA YOK=

    (Ayrıca arama yaptım "Gogonasus" diye hiç bişe çıkmadı yazılmışsa silerim uyarırsanız.)


    Sudan karaya geçişte en önemli kayıp halka bulundu: Gogonasus


    Avustralyalı bilim insanları, kara omurgalılarının özelliklerini taşıyan bir balık fosili buldular. 380 milyon yıllık bir geçmişi olan Gogonasus’un, balıkların karaya çıkma sürecindeki en önemli kayıp halka olduğu açıklandı. Yeni fosil ayrıca kara hayvanlarının sanılandan daha önce evrildiğini de kanıtlaması açısından önem taşımakta.

    İlk kara hayvanları suda gelişmiştir. Sudan karaya geçiş süreci kuşkusuz evrimsel gelişmelerin en önemli örneklerinden biridir. Bu geçiş sürecini, evrimin yarattığı olağanüstü geçiş biçimlerinde görürüz. Dünyayı değiştiren bu evrim sürecinde çok zorlu değişimler yaşanmıştır.

    Mesela gövdenin taşınması, hareket biçimi, kafanın daha iyi hareket ettirilebilmesi için boynun gelişimi, beslenme, soluk alma, üreme vb bu tür değişimler adım adım gerçekleşmiştir. Son yirmi yıl içinde gün ışığına çıkarılan buluntular sayesinde dört ayaklı omurgalı biçiminin (tetrapodlar) suda oluştuğu görüşü yaygınlık kazandı.

    Sudan karaya geçişin teorik olarak sığ sularda yani hem yüzmenin hem de yürümenin mümkün olduğu çevrede üç adımda geliştiği tahmin ediliyordu. İlk önce parmaklar (ve tipik tetrapod uzuvları) oluşuyor, daha sonra yürüme yetisi gelişiyor ve hayvanlar son olarak karaya çıkıyordu.

    385 milyon yıl önce

    Nitekim suda ve karada yaşayan hayvanların özelliklerini taşıyan canlılara ait fosilleri inceleyen uzmanlar, balıkların ilk kez yaklaşık olarak 385 milyon yıl önce sığ sularda "yürümeye" başladıklarını ve aşağı yukarı 365 milyon yıl önce de yüzgeçlerinin parmak olarak evrilmeye başladığını öğrendiler.

    Mesela 370-360 milyon yıl önce üst Devoniyen’de yaşadığı bilinen Panderichthys, sudan karaya geçişi simgeleyen iyi örneklerden biridir. Ön yüzgeçleri önemli ölçüde bacağa doğru evrilmeye başlamış olan hayvanın karın yüzgeçlerinden hiçbir değişim saptanmamıştı.

    Uzmanlar ön uzuv kemiklerindeki değişimleri ve kemiklerin gövdeye bağlanış biçimini inceleyerek, kas yapısının bedeni kısmen de olsa taşıyacak kadar geliştiğini saptadılar.

    Yılan gibi sürünüyor

    Geçen yılın Aralık ayında Nature dergisinde yayımlanan (Sayı 438, s.1145) bir araştırma yazısı ise daha ilginç bilgiler verdi. Uppsala Üniversitesi bilim kadını Catherine A.Boisvert, Panderichthys’in ön uzuvlarını kullanarak "yılan gibi süründüğünü" açıklamıştı.
    /_newsimages/2420006.jpg
    Fakat fosildeki asıl dikkat çekici özellik, solungaç bölgesinde yer alan geniş soluk delikleriydi. Aynı üniversiteden Martin Brazeau ve Per Ahlberg, bu deliklerin zamanla işitme organının bir parçası (orta kulak) olarak geliştiğini söylediler yine Nature dergisinde.

    Ayrıca hayvanın kafa kemikleri de hem balık hem de kara omurgalıların özelliklerini taşıyordu. Panderichthys bu özelliklerinden dolayı evrim bilimcileri tarafından oluşturulan geçiş tablosundaki önemli bir boşluğu dolduruyordu. Genelde "kayıp halka" olarak tanımlanan bu tür fosillere bu yılın başında bir yenisi daha eklendi.

    Tiktaalik roseae

    Kanada’ya bağlı Ellesmere Adalarında bulunan Tiktaalik roseae, Edward Daeschler ve Neil Shubin’in verdiği bilgilere göre, günümüzden 383 ila 375 milyon yıl önce ırmakların sığ sularında yaşıyordu.

    Fosilin iskelet yapısından, hayvanın zaman zaman kısa süreler için de olsa karaya çıktığı anlaşılıyordu. Daeschler’in görüşüne göre Tiktaalik, daha çok balık özellikleri taşıyan Panderichthys ve karada yaşamaya başlayan Ichtyostega arasındaki boşluğu doldurabilirdi.

    Kısa bir süre önce, geçen yıl Avustralya’nın batısındaki kireçtaşı katmanlarında bulunan ve yaklaşık olarak 380 milyon yıllık olduğu düşünülen bir balık fosilini inceleyen Victoria Müzesi araştırmacısı John Long, fosilin beklenmedik şekilde kara hayvanlarının gelişmiş özelliklerini taşıdığını açıkladı.

    Gogonasus, balıklara ait çok sayıda tipik özelliklere sahip olmasına rağmen, kulakları ve uzuvları şaşırtıcı bir şekilde dört ayaklı omurgalılarınkine benzer bir şekilde gelişmiş. Ayrıca ön yüzgeçlerinin iskeleti de kara omurgalılarına benzeyen Tiktaalik fosiliyle aynı özelliklere sahip.

    Balıklardan miras

    Son incelemelerle böylece kulakların ve uzuvların, kara omurgalılarına balıklardan "miras" kaldığı anlaşılmış oldu. Gogonasus, sudan karaya geçişi temsil eden en iyi korunagelen fosil diyen araştırmacılar, bir objeyi, yüzlerce farklı açıdan röntgen ışınıyla ışınlayan bilgisayar tomografi aletiyle fosilin üçboyutlu bir görüntüsünü elde etmişler.

    Gogonasus da diğer geçiş biçimleri gibi solungacın alt kısmında büyük bir deliğe sahip. Soluk deliği olarak tanımlanan açıklık, günümüz kara omurgalılarındaki orta kulağın öncüsüydü.

    Fosilin dikkat çekici diğer bir özelliği de insan ve dört ayaklı hayvanlarda olduğu gibi üst kol kemiği (Humerus), ön kol kemiği (Radius) ve dirsek kemiğinden (Ulna) oluşan bir yüzgeç/bacak yapısına sahip oluşu.

    Ayrıca el eklem bağlantıları da gelişmeye başlamış. Bilim adamları hayvanın sığ sularda "sürünmek" ve avının üzerine atlamak için ön uzuvlarından yararlandığını tahmin ediyorlar.

    Bedenin ön kısmı

    "Gogonasus, bir şekilde yüzgeçlerinden destek alarak hareket etmeye başlamış olabilir. Ben ön uzuvların karada yürümekten çok, avın üzerine atlamak için bir tür destek görevini gördüğüne inanıyorum. Yüzgeçleri çok kuvvetli ve kaslı olmalıydı, sonuçta hayvan kendisini arkasıyla değil bedeninin ön kısmıyla öne doğru itiyordu" diye açıklıyor Long.
    Bilim adamları son bulgular nedeniyle ilk balıklardan, kara omurgalılara geçişe kadar olan gelişim tablosunun yeniden düzenlenmesi gerektiğini ve Gogonasus’un tetrapodlardan çok tetrapod özellikleri taşıyan Eusthenopteron’lara yakın olduğuna inanıyorlar.

    Nitekim Gogonasus’un ön uzuvları amfibilerin birçoğunda olduğu kadar gelişkindi, yani Tiktaalik’in kadar gelişmemişti henüz. Yeni fosili balıktan ayıran özellikleri yeni teknolojilerin yardımıyla aydınlandı. Bilim adamları eğer fosili üçboyutlu olarak inceleme şansını elde etmemiş olsalardı, Gogonasus, sıradan bir balık olarak da sınıflandırılabilirdi.


    KAYNAK :http://www.hurriyet.com.tr/bilim/5403141.asp?gid=50
  • =YİNE EVRİM TEORİSİ ,TÜRLERİN YOKOLUŞU , ELENMESİ İLE İLİŞKİLENDİRİLEBİLECEK İLGİNÇ Bİ HABER=



    Kıyamet, biyolojik istila ile gelecek

    Bilim adamları, insanlığı ve dünyayı yakın gelecekte bekleyen en büyük tehlikenin kolay para kazanma hırsı ve "daha verimli oldukları" gerekçesiyle ithal edilen bitki ve hayvanların yol açtığı "biyoistila" olduğu uyarısında bulundular.

    NEWSWEEK Dergisi, son sayısında "biyoistila tehdidi"ni kapak konusu yaptı ve geldikleri yerde önü kesilemez bir şekilde doğayı yok eden canlı türlerinin binlerce yeni hastalığın ortaya çıkmasına da neden olduğunu vurguladı.

    İYİ PARA KAZANMAK

    Newsweek’in haberine göre, birkaç yıl öncesine kadar dünyanın en güzel sahillerine sahip Brezilya, şimdi kumları kaplayan milyonlarca dev Afrika salyangozu ile mücadele ediyor. Afrika salyangozları, 19 yıl önce 1988’de ekonomiye katkı olması amacıyla bir kasa dolusu ithal edilmişti. Brezilyalı salyangoz üreticileri, kısa sürede bir kiloya ulaşan ve her bir seferinde 2 bin yumurta veren dev Afrika salyangozlarını büyük bir keşif ve mucize olarak değerlendirerek ithal etmiş ve tüm dünyaya ithal ederek iyi de para kazanmışlardı.

    DOĞAL DÜŞMANI YOK/_newsimages/2685682.jpg

    Ancak doğal düşmanlarının bulunmadığı ortamda kısa sürede çoğalan dev salyangozlar, fare artıklarından, çöplere varıncaya kadar her şeyi yemeye başladılar. Fare artıklarından alınan parazitler ise, içme suyu ve bitkiler aracılığıyla insanlarda menenjitin en ölümcül türlerini insanlara bulaştırıyor. Önce bir eyalete gelen salyangozlar, şimdi Brezilya’nın 27 eyaletinin 23’ünü kaplamış durumda. Her yerde ortaya çıkan salyangozlar, kendilerini yiyen fareler üzerinden tahıl ürünlerine binlerce Afrika kökenli bakteriyi bulaştırmış durumda.

    İçme suyuna da karışan salyangozların yarattığı tahribatın büyüklüğü maddi olarak hesaplanamıyor. Brezilyalılar, şimdi yeri geldiğinde bitkileri yakarak, yeri geldiğinde de sulara ve çevreye zehir atarak salyangozlardan kurtulmaya çalışıyor. Ancak bilim adamları iş işten geçtiğini belirtiyor.

    KÜRESELLEŞMENİN ZARARI

    Cornell Üniversitesi öğretim görevlilerinden biyoloji uzmanı David Pimentel, bulundukları doğal ortamlarda, düşmanları olması nedeniyle kontrollü bir şekilde çoğalan binlerce tür hayvan ve bitkinin, ithal edildiklerinde, yeni geldikleri ülkelerde dengesiz bir şekilde çoğaldığına dikkat çekiyor. "Verimliliği yüksek" diye gerekçesiyle ithal edilen tahıl ve bitkilerin de milyonlarca farklı bakteri ve mikrobu beraberinde getirdiğine dikkat çeken Pimentel, "biyoişgal"in küreselleşmenin yan etkisi olduğuna dikkat çekiyor.

    Arizona Üniversitesi çevre ekonomisti Charles Perrings ise, biyoişgal tehdidinin büyüklüğünün tahmin bile edilmediğini belirterek "Küreselleşmenin kaçınılmaz sonucu, maalesef tam bir kıyamet senaryosu" yorumunu yapıyor.

    Biyo-işgalcilere karşı yılda 120 milyar dolar

    Yapılan araştırmalara göre ABD, biyo-işgalcilerin neden olduğu tarım ürünlerindeki yeni hastalıklarla mücadele için her yıl 120 milyar dolar harcıyor. Sadece ABD’de her yıl 50 bin yeni bitki hastalığı ortaya çıkıyor.

    Hindistan, İngiltere, Avustralya, Güney Afrika ve Brezilya’da tahıl ve bitki hastalıklarına geçen yıl 228 milyar dolar harcadı. Biyo-işgalcilerin zararları, fakir ülkelerde doğanın yok olması, tarımın yapılamaması ve açlık olarak ortaya çıkıyor.

    Biyo-işgalciler, uzun yıllar uykuda da kalabiliyor. Güney Afrika Cumhuriyeti’nden bir yüzyıl önce bir avuç tohum olarak İngiltere’ye getirilen kırmızı ve sarı renkte çiçek açan özel bir çim, küresel ısınma sonucu iklimin yumuşamasıyla aniden ortaya çıktı. Güney Afrika çimi o kadar hızlı yayıldı ki, İngiltere’nin güneyindeki birçok bölgeyi tamamen kapladı. İngiliz bilim adamları, her yerde biten bu yeni çimi şimdi nasıl yok edeceğini düşünüyor.

    ABD’nin Hawaii Adaları ise, iki yüzyıl önce adaya farelerle mücadele için getirilen yılanlarla bir türlü baş edemiyor.

    Filipinler’in, sivrisineklerde mücadele için getirdiği balıklar ise, göl ve sahilleri kaplamış durumda. Neredeyse deniz ve akarsulardaki tüm balıkları yok eden sivrisinek katili balıklar içen Filipinliler, şimdi tüm canlıları yok etme pahasına sularını zehirliyor.

    Çin, ülkeye gelen Amerikan güvesinin yok ettiği 1.3 milyon rektar (-hektar sanırım-) bambu ve ormanlık alanı nasıl kurtaracağını düşünüyor. Çinlilerin bu yılki karabasanları ise, Filipinliler gibi sivrisinekle mücadele için ithal ettikleri kontrolden çıkan egzotik balıklar.


    edit:yazım hataları.

    KAYNAK:http://www.hurriyet.com.tr/yasam/5735896.asp?gid=57



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi dasdasq -- 8 Ocak 2007; 19:29:46 >
  • dinazorlar öncesi yaşamın sırları!

    Nijer'in Sahra çölünün kumlarında dinozorlardan 50 milyon yıl önce var olan hayvan ve bitkilerin sırları, uluslararası bilimsel ekip tarafından gün ışığına çıkarılıyor.

    Fransız paleontolog Jean-Sebastien Steyer, çalışmalarının özellikle Batı
    Afrika'da ilkel çağa ait ilk fosil izlerinin ve 25 metre uzunluğundaki bir ağaç kütüğünün bulunmasıyla başladığını söyledi.

    Ulusal Doğal Tarih Müzesinde çalışan Steyer, Paris'e dönüşünde yaptığı
    açıklamada, bu keşiflerin, dinozorlar öncesi dönemin iklimini daha iyi anlamaya olanak sağladığını kaydetti.

    Amerikalı,
    Hollandalı, Güney Afrikalı ve Fransız paleontolog ve jeologların,
    paleozoik çağın son dönemi Permiyen'den kalma tortul kayaların yoğun olarak bulunduğu Nijer'in kuzeyinde yer alan Arlit bölgesinde çalıştığını belirten Steyer, "Arazi dümdüz, kızıl ve çakıllıydı. Mars'ta olduğumuzu sandık" dedi.

    Buradaki saha çalışmalarında bilim adamlarının 2003'e kadar Permiyen
    dönemine ait hiç bilinmeyen, ot yiyen büyük kurbağa ve timsahlar familyasından olan Moradisaurus ve Bunostefos'a benzeyen Nigerpeton ve Saharastega adı verilen et yiyen kurbağagillere ait yeni örnekler bulduğunu söyledi.

    2006'nın büyük buluşunun ise, şekil ve ölçüleri dolayısıyla kurbağagiller ve sürüngenlerinkine benzetilen ayak izlerinin bulunması olduğunu belirten Fransız bilim adamı, "İlk kez Batı Afrika'da Paleozoik kayalarda izler bulunuyor" dedi.

    Bu bulgularla araştırmacılar, dünyanın dinozorların ortaya çıkışından 50
    milyon yıl önceki tarihinin gelişiminde Afrika'nın önemini daha iyi anlamak için çok önemli unsurlara sahip oluyor.

    Permiyen döneme ait bitki örtüsünün incelenmesi de yeni bir gelişme.
    Örnekler üzerindeki çalışmaların, dönemin sıcaklık ve çevre bilgileri hakkında önemli bilgilere ulaşılmasını sağlayacağı düşünülüyor.

    Bütün bu fosillerin şu anda ABD, Fransa ve Güney Afrika Cumhuriyeti'nde
    incelenmekte olduğu, daha sonra Nijer'deki Ulusal Müze'de sergileneceği
    belirtiliyor. Nijer'e yaptıkları son ziyaretin sonuçlarından memnun kalan
    araştırmacıların, 2008'de yeniden Nijer'e gitmeyi planladığı da ifade ediliyor.

    AA
  • Tek Mutasyonla Ağrısız Yaşam

    Ağrı, vücutta olan biten hakkında önemli bir haberci olduğu kadar, uyarıcı ve koruyucu bir niteliğe de sahip. inanılmaz gibi gelse de,ağrısız acısız yaşam, oldukça güç ve zorlayıcı olabilir. Ancak ağrıyla yaşamak da en az bunun kadar zor. Ağrı-acı duyusundan yoksun bir grup çocukla yapılan çalışmalar, bu duyuda rol alan anahtar roldeki bir proteini ortaya çıkarmış bulunuyor.
    Ağrının genetik temeli, geçtiğimiz şu son birkaç yıla kadar oldukça bulanıktı. Ağrıyla ilgili kalıtımsal bozukluklarla ilgili olarak yapılan birkaç yeni çalışmaysa, “Nav1.7” adı verilen ve duyu sinirlerinde oldukça bol bulunan bir hücresel sodyum kanalını gündeme getirdi.
    Aşırı etkin Nav1.7 kanallarının yineleyen zonklamalı ağrılara, ya da ani ağrı ataklarına neden olduğu biliniyor.
    Bilinmeyen, Nav1.7’nin ağrının kaynağı mı olduğu, yoksa ağrının, kanal etkinliğindeki bir bozukluktan dolayı mı ortaya çıktığıydı.
    Ağrıya bağışık altı çocuk, bu soruya yanıt vermiş görünüyor. Çocuklarda başka herhangi bir sinirsel sorun yok; sıcak-soğuk algılamaları ve dokunma duyuları yerinde, bütün refleksleri de normal.
    Araştırmanın yürütücülerinden ve ingiltere’deki Cambridge Tıp Araştırrmaları Enstitüsü’nden Frank Reimann “Herfleyleri tamamdı” diye anlatıyor.
    Sinir hücreleri normal ve iyi işler durumdaydı; ancak sanki ağrı sinyalini alamıyor gibiydiler.”
    Yapılan incelemeler,altı çocuğun da SCN9A adı verilen ve sözkonusu sodyum kanalının bir altbirimini kodlayan genlerinde mutasyon olduğunu ortaya çıkardı.
    Bu mutasyonun kanalın etkinliğini baskıladığının anlaşılmasıysa, ağrı algısında Nav1.7’yi doğrudan işlev görür konuma getiriyor.
    Bunun anlamı, araştırmacılara göre açık: Ağrı bozuklukları yaşayanlarda Nav1.7 sodyum kanalını devredışı bırakacak ilaç ya da yöntemlerin geliştirilmesi olasılığı.

    ScienceNOW Daily News, 13 Aral›k 2006

    Alıntı:Bilim Teknik,ocak sayısı
  • Kaburgadan burun

    Burunsuz dünyaya gelen gence, kaburgasından alınan kıkırdakla burun yapıldı.

     Bilim/Kültür Haberleri....


    İZMİR - İzmirli Fatih Sağsöz’ün (27) doğuştan dudağıyla bitişik ve ucu çökmüş olan burnu, kaburgasından alınan kıkırdakla normal burun haline getirildi.

    Fatih Sağsöz’ün ameliyatını gerçekleştiren DEÜ Tıp Fakültesi Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Atay Atabey, Sağsöz’ün doğuştan eksik olan burun çatısının, kaburgasının ön kısmından alınan kıkırdakla yapıldığını ifade ederek, yaptıkları ameliyatın başarıyla sonuçlandığını kaydetti.

    İnsan burnunun, özelliği gereği destek amaçlı konan sentetik cisimleri kabul etmediğini anlatan Atabey, “Bu nedenle hastanın kendi dokusu olan kaburga kıkırdağından parça alarak şekillendirip burun çatısı yaptık” dedi.

    Atabey, “çökmüş bir çadırı andıran” burnun tekrar kurulması için kuvvetli doku desteğine ihtiyaç duyduklarını belirterek, şunları söyledi:
    “Hastamızın burun orta direği (septum) eksik ve burunda çöküntü vardı. Burun çatısını tekrar kurmak gerekiyordu. Bunun için desteğe ihtiyacımız vardı, bu destek için burundaki kaynaklar yetersizse başka alanlardan elde edilir. Burun özelliği nedeniyle yabancı cisimleri (sentetik implantlar) kabul etmez ve atar. Bu nedenle en ideal doku hastanın kendisinden alınan kıkırdak dokusudur.”

    Burundaki eksikliğini az olması ve küçük doku gerektiğinde en idealinin kulak kıkırdağından parça alınması olduğuna dikkati çeken Atabey, “Burada destek ihtiyacı daha fazla idi, kaburganın ön kısmından (kosta grefti) alınan kıkırdak parçalarını destek amacıyla kullandık. Aldığımız parçaları şekillendirdik ve burnun içine uygun şekilde yerleştirdik, hastanın kendi dokusu olduğu için kolayca kabul edildi” diye konuştu.

    Atabey, burnun, yüz formasyonunda son derece önemli bir yer tuttuğunu ifade ederek, burun estetiğinin (Rinoplasti) burunda olduğu gibi, tüm yüzde de görüntüyü düzelttiğini, kişinin kendine olan güveninin artığını kaydetti.

    Burun estetik cerrahisi öncesi planlamada kişinin diğer yüz oluşumları, yapısı, açı ve ölçüleri göz önüne alınarak o yüze uygun bir burun planlandığını ifade eden Atabey, hastaya bu imajlar hakkında bilgi verilmesinin ardından ameliyatların gerçekleştirildiğini kaydetti.

    Bayanların 15-16, erkeklerin de 16-18 yaşlara eriştiklerinde burun estetik operasyonu olabileceğine dikkati çeken Atabey, “Bu yaşlar burnun artık son halini aldığı yaşlardır. Bu yaşları geçtikten sonra herhangi bir yaşta rinoplasti yapılabilir” dedi.

    “Nefes alamadığım için geceleri uyuyamıyordum”
    Geçirdiği başarılı operasyonun ardından yıllardır hayal ettiği burnuna kavuşan Sağsöz, en büyük şikayetinin nefes alamadığı için geceleri uyuyamamak olduğunu belirterek, “Gece uyuyamıyordum, sabaha karşı yorgunluktan gözlerim kapanıyordu” dedi.

    Fiziksel rahatsızlığının yanı sıra, çevresindeki insanların bakışlarından da rahatsızlık duyduğunu anlatan Sağsöz, şunları söyledi:
    “İnsanların bakışları beni rahatsız ediyordu, çünkü burnumda kemik yoktu ve dudağımla burnum yapışıktı. Burnum yüzümün ortasında et yığını gibi duruyordu. Evlenmeyi istiyordum, ancak kızların beni o halimle beğenmeyeceklerini düşünüyordum. Şimdi kendimi çok iyi hissediyorum.”

    Bir restoranda çalışan Sağsöz, ameliyat sonrası bir kaç gün içinde işine yeniden dönebildiğini söyledi.

    Fatih Sağsöz’ün babası Zeki Sağsöz ve Annesi Aynur Sağsöz de oğullarının ameliyattan önce insanlardan çekinip kaçtığını, burnunun şekline çok üzüldüğünü ifade ederek, ameliyattan sonra oğullarının hem sağlığına kavuşmasına hem de kendine güveninin geri gelmesine çok mutlu olduklarını kaydettiler.




  • Bilim araştırmalarında 2006

    2006’da bilim alanındaki gelişmeler, buluşlar ve genetik araştırmalar...

     Bilim/Kültür Haberleri....

    Etiyopya'da gün ışığına çıkarılan 3.3 milyon yaşındaki Selam şimdiye dek bulunan en eski insansı canlı.


    İSTANBUL - Geride bıraktığınız 2006 yılı içinde belki en önemli gelişmelerden biri de 3.3 milyon yıllık en eski insansıya ait iskeleti konu alan haberdi. İnsanlık tarihine ışık tutan bu iskelet kadar geleceğe doğru umut veren bir gelişme de nükleer füzyon için Fransa’da inşa edilecek reaktör için atılan tarihi imza oldu. Bilim insanları bu yıl içinde genetik alanında birçok araştırma yaptı, insanın doğasını çözmeye ve hastalıklara çare bulmaya çalıştı.


    EN ESKİ İNSANSI İSKELETİ
    Bilim insanları, 3.3 milyon yıllık bilinen en eski insansı canlının tepeden tırnağa iskeletini gün ışığına çıkardı. Etiyopya’nın Dikika bölgesinde keşfedilen iskelet, evrim tarihinde maymundan insana geçiş türlerine en güzel örneklerden biri. Bilim insanları, bu iskeletin sahibinin dik yürüdüğünü düşünüyor, buna ek olarak da ataları gibi ağaçtan ağaca zıpladığı da tahmin ediliyor. Araştırmacılar bu canlıya Selam adını verdi.

    Selam’ın vücudunun alt kısmının insanı, üst kısmının ise daha çok maymunu andırıyor. Özellikle ayaklar ve dizleri dik yürüyüşe uygun olan Selam’ın kalçası insan omuzları da gorillalara benziyor. Selam’ın boyun, iç kulak, ağız yapısı maymuna benzerken, ağaca tırmanmak için kullandığı parmakları insana göre daha kıvrımlı. Ancak Selam’ın kafatasında beyin için görece büyük bir boşluk bulunması, insansı bir özellik olarak kabul ediliyor.

    GENETİK ARAŞTIRMALAR
    Genetik araştırmalar artık sürekli gündemin başına oturacak gibi gözüküyor. Gelecek yıllarda bilim insanları hastalıkların çözümü ve insanın doğasını araştırmak için genetik araştırmalara daha fazla öne verecek.
    ‘Hayatın kitabı’nın şifresi çözüldü
    Bilim insanları 1990’lı yıllardan bu yana yürüttükleri çalışmada, 3.141 geni barındıran ve kanser gibi 350 hastalığın nedeni sayılan Kromozom 1’in şifresini çözdü. İnsanın genetik şifresinde yüzde 8’ni oluşturan Kromozom 1’in genetik şifresinin çözülmesiyle elde edilen bilgiler, dünyadaki bilim insanları tarafından kanser, otizm, zihinsel ve diğer hastalıkların teşhis ve tedavisinde kullanılacak.
    İnsanı düşündüren gen Har1F
     Bilim/Kültür Haberleri....

    Bilim insanları, insan beyninin maymundan daha gelişmiş olmasını sağlayan soyut düşünceye olanak veren HAR1F adlı bir gen saptadı. İnsan beyni kendisine en çok benzeyen primatların üç katından daha büyük. Bilim insanları, HAR1F geninin birkaç milyon yıldır tüm hayvanlarda hiçbir değişime uğramazken, sadece insanda soyut düşünceyi sağlamasının nedenlerini araştırıyor.
    İnsanı ‘konuşturan’ gen: MGC8902
    İnsanı hayvanlardan ayıran bir diğer özellik de konuşma yetisi. Araştırmacılar, insanlarda, hayvanlara göre çok yüksek oranda bulunan bir genin, lisan ve özfarkındalık gibi zihinsel fonksiyonları oluşturduğunu tahmin ediyor. MGC8902 adlı genin, beynin lisan, bilinç, farkındalık gibi işlevlerinden sorumlu neokorteks bölgesinin ana yapıtaşı olduğu tahmin ediliyor.
    Otizm nedeni yeni bir gen bulundu
    Paris’teki Pastör Enstitüsü uzmanları, sinir hücreleri arasında iletişimi sağlayan SHANK3 adlı bir genin otizme neden olabileceğini gösterdi. Kanadalı araştırmacılar, birinci tip şeker hastalığının kaynağını bularak farelerde bu hastalığı iyileştirmeyi başardı.
    530 milyon yıllık gen yeniden yaratıldı
    Bilim insanları denek fareleriyle yapılan bir araştırmada 530 milyon yıllık bir geni, bu genin türevi iki ayrı geni kullanarak laboratuvarda yeniden oluşturdu. Araştırmacılar, mevcut genlerdeki mutasyonlardan geriye doğru giderek, yeni bir farenin solunum ve yüz kaslarını düzenleyen Hox1 orijinal geniyle doğmasını sağladı.

    KÖK HÜCRE ARAŞTIRMALARI
    Bilim insanları, hücre bölünmesi kendiliğinden durmuş insan embriyonundan kök hücre elde ettiklerini açıkladı. Bilim dünyasında, insan embriyonlarını öldürdüğü için kök hücrenin etik olmadığı tartışmalarına belki de bir son verebilecek olan bu gelişmenin, embriyondan kök hücre elde edilmesinde yeni bir çığır açabileceği belirtiliyor.

    Bilim insanları kök hücre dışında bazı özel hücre tipleriyle de klonlama yapılabileceğini varsayıyor. 2006 yılı içinde kök hücre kullanmadan sadece akyuvar hücresinden klonlama yapmayı başarıldı. Başka bir araştırmada da özel bir sinir hücresi tipinin, beyindeki diğer sinir hücrelerinin yerini alabileceği kanıtlandı. Hasarlı beyin dokularını onaracak tedaviler geliştirilmesi için yeni tekniğin, insanlar üzerinde denenmesi gerekiyor.

    GÖRME ENGELİ BİRGÜN AŞILACAK
    2006’da görme engeli konusunda önemli gelişmeler yaşandı, bilim insanları bir yandan görme yeteneğinin güçlendirilmesi için uğraşırken, bir yandan da görme engelliler için yardımcı cihazlar geliştiriyor.
    Kök hücreden retina nakli başarıldı
    Görme özürlü farelerde yapılan bir deneyde, retina hücresi nakli sayesinde görme sinirleri aktif hale geldi. Denek farelerinin ışığa karşı duyarlılığının arttığı ve optik sinirlerin beyinle iletişime girdiği belirlendi.
    Retinayı uyaran mekanizma
    Bilim insanları, retina bozukluğuna karşı ışığa duyarlı retina bölümündeki hücreleri uyaran bir yöntem geliştirdi. Biyonik göz olarak tanımlanan mekanizmada, göz yüzeyine dış etkenlerle uyarılan mikroelektrotlar yerleştiriliyor, veriler bilgisayar aracılığıyla deneğe takılan bu mikroelektrotlara aktarıyor. Mikroelektrotlar, optik sinirlere bilgiyi ileten retina tabakasını uyarıyor.
     Bilim/Kültür Haberleri....

    Görme özürlüler alnıyla görecek
    Görme özürlü kişiler için geliştirilen şapka benzeri bir cihaz, alındaki görme sinirlerini uyararak, bakılan nesneleri görselleştirmeye yardım ediyor. Japon uzmanların geliştirdiği ve deneme aşamasındaki görüş şapkası, nesneleri siyah-beyaz görmeye yarıyor.

    SOYUT DEĞERLERİN BEYİNDEKİ YERİ
    Beynin soyut kavramlarıyla ilgili yeni araştırmalar tanrı ve adalet duygularının varlığını sorguluyor.
    Tanrı inancı, aşk ve anaçlıkla ilişkili
    Bilim insanları tanrı inancı söz konusu olduğunda, beyinde en faal bölümün ise romantizm ve anaçlıktan sorumlu kaudat nükleus olduğunu gösterdi. Beyinde tanrı inancına özgü bir bölümden ziyade, beynin farklı bölümlerinin eşzamanlı devreye girmesinden kaynaklandığı ortaya çıktı. Bu teze göre, insanın kendinden aşkın bir güce kavuşma dürtüsü için özel bir bölüm yok.
    Adalet beyinde başlıyor
    Araştırmacılar beyinde, adalet ve hakkaniyet duygusunu yöneten bir odanın insanın kişisel çıkar dürtüsünü bastırdığını belirledi. İnsanların, adalet ve hakkaniyet duygusuna sahip tek hayvan türü olduğu varsayılıyor. Evrim biyolojisi çerçevesinde, adalet ve hakkaniyet duygularının, kişiye üreme veya hayatta kalma gibi salt biyolojik manada direkt bir çıkar sağlamamasına karşın, insanda bu dürtülerin var olduğunu vurgulanıyor.

    HAYVAN VE İNSAN HÜCRELERİ DENEYLERDE BİR ARADA
    Bilim insanları hayvanlar üzerinde de genetik araştırmalar yapıyor, hayvanlara alınan sonuçlar insanlarla ilgili gelişmelere örnek teşkil edecek. Deneylerde insan hücrelerinin hayvanlara verilmesi giderek daha çok tartışılıyor. Uzmanlar, Parkinson hastası maymunların beynine insan hücreleri enjekte ediyor. Maymunlarda gözlemlenen değişimlerden, insanlar için bir ilacın yapımında yararlanılacak. ABD’de bir araştırmada, insan embriyonları tavşan yumurtalarına yerleştirildi, Çin’de de özel bir araştırma kliniğinde keçilerin organlarına insandan alınan kan hücreleri verildi.

    İngiliz uzmanlar ise, insan DNA’sı ve inek yumurtalarını birleştirerek melez embriyon yaratmak için İngiliz hükümetinden izin aldı. İnsan ve hayvan melezi olacak embriyonlar, kök hücre çalışmalarında değerlendirilecek. Bu embriyonların fazla gelişmemesi için 1 hafta içinde imha edilecekler. Ortaya çıkacak olan embriyon yüzde 99.9 insan olacak, yani bilimsel olarak ‘yarı hayvan yarı insan’ olacak.

    HAYVAN KLONLAMA
    Hayvan klonlamayla ilgili bir haber komşu İran’dan geldi. İran’da bilim insanları iki kez koyun klonladı. İlk koyun doğumdan 5 dakika sonra solunum problemi nedeniyle ölürken, ikinci denemedeki koyun hayatta kalmayı başardı. Ülkeyi yöneten Şii dini liderler hayvanlarla yapılan klonlama deneylerinin ‘caiz’ olduğunu açıklarken, insanlar üzerinde yapılan deneylere ise karşı çıkıyor. Güney Kore’nin en büyük üniversitelerinden Seul Ulusal Üniversitesi uzmanları, dişi köpeği klonlamayı başardı.
    Dünyanın ilk klon kedisi anne oldu
    ABD’de ise 2001 yılında klonlama yoluyla dünyaya gelen bir kedi, doğal bir erkek kediden üç yavru doğurdu.

    NÜKLEER FÜZYON
    İnsanoğlunun yüzyıllık hayali, tükenmez enerji üretme yolunda en büyük adım Uluslararası Termo-Nükleer Füzyon Projesi, Paris’ta yapılan bir törenle imzalandı. Avrupa Birliği, ABD, Rusya, Japonya, Çin, Güney Kore ve Hindistan’ın katılımıyla yaşama geçirilecek olan nükleer füzyon projesi, ilk nükleer füzyonu 2040’ta yapacak. Nükleer füzyon, 1 litre deniz suyundan 1 litre petrole eşdeğer enerji üretibilecek.
    Çin, füzyon deneyi gerçekleştirdi
    Öte yandan Çinli araştırmacılar, ülkenin ilk füzyon deneyinde plazma üretmeyi başardıklarını açıkladı.
     Bilim/Kültür Haberleri....

    Paris'te yapılan imza törenine Fransa Cumhurbaşkanı Jacwues Chirac da katılmıştı.
    NEANDERTALLER
    Antropologlar insanın atasıyla akrabalığı olduğu bilinen Neandertallerin genetik haritasını çıkarıyor. Bilim insanları, 38.000 yıllık bir Neandertal’in DNA’larını tek bir kemik üzerinden yeniden yapılandırdı. Araştırmada insan ile Neandertal DNA’sı arasında yüzde 99.9’a varan benzerlik bulundu. Neandertal iskeletleri üzerinde yaptığı araştırmada, insanın atalarıyla Neandertaller’in çiftleştiklerini ortaya çıkardı. Teoriye göre, bugünkü Avrupa halklarında Neandertal atalarından genetik kalıntılar olabilir.




  • avrupa halkları ya da ırklarının neanderthallerden değil de homo erectus ya da arkaik homo sapienslerden türemiş olması gerek...




    quote:

    Orjinalden alıntı: sesyoksesyokdedim

    Bilim araştırmalarında 2006

    2006’da bilim alanındaki gelişmeler, buluşlar ve genetik araştırmalar...

     Bilim/Kültür Haberleri....

    Etiyopya'da gün ışığına çıkarılan 3.3 milyon yaşındaki Selam şimdiye dek bulunan en eski insansı canlı.


    İSTANBUL - Geride bıraktığınız 2006 yılı içinde belki en önemli gelişmelerden biri de 3.3 milyon yıllık en eski insansıya ait iskeleti konu alan haberdi. İnsanlık tarihine ışık tutan bu iskelet kadar geleceğe doğru umut veren bir gelişme de nükleer füzyon için Fransa’da inşa edilecek reaktör için atılan tarihi imza oldu. Bilim insanları bu yıl içinde genetik alanında birçok araştırma yaptı, insanın doğasını çözmeye ve hastalıklara çare bulmaya çalıştı.


    EN ESKİ İNSANSI İSKELETİ
    Bilim insanları, 3.3 milyon yıllık bilinen en eski insansı canlının tepeden tırnağa iskeletini gün ışığına çıkardı. Etiyopya’nın Dikika bölgesinde keşfedilen iskelet, evrim tarihinde maymundan insana geçiş türlerine en güzel örneklerden biri. Bilim insanları, bu iskeletin sahibinin dik yürüdüğünü düşünüyor, buna ek olarak da ataları gibi ağaçtan ağaca zıpladığı da tahmin ediliyor. Araştırmacılar bu canlıya Selam adını verdi.

    Selam’ın vücudunun alt kısmının insanı, üst kısmının ise daha çok maymunu andırıyor. Özellikle ayaklar ve dizleri dik yürüyüşe uygun olan Selam’ın kalçası insan omuzları da gorillalara benziyor. Selam’ın boyun, iç kulak, ağız yapısı maymuna benzerken, ağaca tırmanmak için kullandığı parmakları insana göre daha kıvrımlı. Ancak Selam’ın kafatasında beyin için görece büyük bir boşluk bulunması, insansı bir özellik olarak kabul ediliyor.

    GENETİK ARAŞTIRMALAR
    Genetik araştırmalar artık sürekli gündemin başına oturacak gibi gözüküyor. Gelecek yıllarda bilim insanları hastalıkların çözümü ve insanın doğasını araştırmak için genetik araştırmalara daha fazla öne verecek.
    ‘Hayatın kitabı’nın şifresi çözüldü
    Bilim insanları 1990’lı yıllardan bu yana yürüttükleri çalışmada, 3.141 geni barındıran ve kanser gibi 350 hastalığın nedeni sayılan Kromozom 1’in şifresini çözdü. İnsanın genetik şifresinde yüzde 8’ni oluşturan Kromozom 1’in genetik şifresinin çözülmesiyle elde edilen bilgiler, dünyadaki bilim insanları tarafından kanser, otizm, zihinsel ve diğer hastalıkların teşhis ve tedavisinde kullanılacak.
    İnsanı düşündüren gen Har1F
     Bilim/Kültür Haberleri....

    Bilim insanları, insan beyninin maymundan daha gelişmiş olmasını sağlayan soyut düşünceye olanak veren HAR1F adlı bir gen saptadı. İnsan beyni kendisine en çok benzeyen primatların üç katından daha büyük. Bilim insanları, HAR1F geninin birkaç milyon yıldır tüm hayvanlarda hiçbir değişime uğramazken, sadece insanda soyut düşünceyi sağlamasının nedenlerini araştırıyor.
    İnsanı ‘konuşturan’ gen: MGC8902
    İnsanı hayvanlardan ayıran bir diğer özellik de konuşma yetisi. Araştırmacılar, insanlarda, hayvanlara göre çok yüksek oranda bulunan bir genin, lisan ve özfarkındalık gibi zihinsel fonksiyonları oluşturduğunu tahmin ediyor. MGC8902 adlı genin, beynin lisan, bilinç, farkındalık gibi işlevlerinden sorumlu neokorteks bölgesinin ana yapıtaşı olduğu tahmin ediliyor.
    Otizm nedeni yeni bir gen bulundu
    Paris’teki Pastör Enstitüsü uzmanları, sinir hücreleri arasında iletişimi sağlayan SHANK3 adlı bir genin otizme neden olabileceğini gösterdi. Kanadalı araştırmacılar, birinci tip şeker hastalığının kaynağını bularak farelerde bu hastalığı iyileştirmeyi başardı.
    530 milyon yıllık gen yeniden yaratıldı
    Bilim insanları denek fareleriyle yapılan bir araştırmada 530 milyon yıllık bir geni, bu genin türevi iki ayrı geni kullanarak laboratuvarda yeniden oluşturdu. Araştırmacılar, mevcut genlerdeki mutasyonlardan geriye doğru giderek, yeni bir farenin solunum ve yüz kaslarını düzenleyen Hox1 orijinal geniyle doğmasını sağladı.

    KÖK HÜCRE ARAŞTIRMALARI
    Bilim insanları, hücre bölünmesi kendiliğinden durmuş insan embriyonundan kök hücre elde ettiklerini açıkladı. Bilim dünyasında, insan embriyonlarını öldürdüğü için kök hücrenin etik olmadığı tartışmalarına belki de bir son verebilecek olan bu gelişmenin, embriyondan kök hücre elde edilmesinde yeni bir çığır açabileceği belirtiliyor.

    Bilim insanları kök hücre dışında bazı özel hücre tipleriyle de klonlama yapılabileceğini varsayıyor. 2006 yılı içinde kök hücre kullanmadan sadece akyuvar hücresinden klonlama yapmayı başarıldı. Başka bir araştırmada da özel bir sinir hücresi tipinin, beyindeki diğer sinir hücrelerinin yerini alabileceği kanıtlandı. Hasarlı beyin dokularını onaracak tedaviler geliştirilmesi için yeni tekniğin, insanlar üzerinde denenmesi gerekiyor.

    GÖRME ENGELİ BİRGÜN AŞILACAK
    2006’da görme engeli konusunda önemli gelişmeler yaşandı, bilim insanları bir yandan görme yeteneğinin güçlendirilmesi için uğraşırken, bir yandan da görme engelliler için yardımcı cihazlar geliştiriyor.
    Kök hücreden retina nakli başarıldı
    Görme özürlü farelerde yapılan bir deneyde, retina hücresi nakli sayesinde görme sinirleri aktif hale geldi. Denek farelerinin ışığa karşı duyarlılığının arttığı ve optik sinirlerin beyinle iletişime girdiği belirlendi.
    Retinayı uyaran mekanizma
    Bilim insanları, retina bozukluğuna karşı ışığa duyarlı retina bölümündeki hücreleri uyaran bir yöntem geliştirdi. Biyonik göz olarak tanımlanan mekanizmada, göz yüzeyine dış etkenlerle uyarılan mikroelektrotlar yerleştiriliyor, veriler bilgisayar aracılığıyla deneğe takılan bu mikroelektrotlara aktarıyor. Mikroelektrotlar, optik sinirlere bilgiyi ileten retina tabakasını uyarıyor.
     Bilim/Kültür Haberleri....

    Görme özürlüler alnıyla görecek
    Görme özürlü kişiler için geliştirilen şapka benzeri bir cihaz, alındaki görme sinirlerini uyararak, bakılan nesneleri görselleştirmeye yardım ediyor. Japon uzmanların geliştirdiği ve deneme aşamasındaki görüş şapkası, nesneleri siyah-beyaz görmeye yarıyor.

    SOYUT DEĞERLERİN BEYİNDEKİ YERİ
    Beynin soyut kavramlarıyla ilgili yeni araştırmalar tanrı ve adalet duygularının varlığını sorguluyor.
    Tanrı inancı, aşk ve anaçlıkla ilişkili
    Bilim insanları tanrı inancı söz konusu olduğunda, beyinde en faal bölümün ise romantizm ve anaçlıktan sorumlu kaudat nükleus olduğunu gösterdi. Beyinde tanrı inancına özgü bir bölümden ziyade, beynin farklı bölümlerinin eşzamanlı devreye girmesinden kaynaklandığı ortaya çıktı. Bu teze göre, insanın kendinden aşkın bir güce kavuşma dürtüsü için özel bir bölüm yok.
    Adalet beyinde başlıyor
    Araştırmacılar beyinde, adalet ve hakkaniyet duygusunu yöneten bir odanın insanın kişisel çıkar dürtüsünü bastırdığını belirledi. İnsanların, adalet ve hakkaniyet duygusuna sahip tek hayvan türü olduğu varsayılıyor. Evrim biyolojisi çerçevesinde, adalet ve hakkaniyet duygularının, kişiye üreme veya hayatta kalma gibi salt biyolojik manada direkt bir çıkar sağlamamasına karşın, insanda bu dürtülerin var olduğunu vurgulanıyor.

    HAYVAN VE İNSAN HÜCRELERİ DENEYLERDE BİR ARADA
    Bilim insanları hayvanlar üzerinde de genetik araştırmalar yapıyor, hayvanlara alınan sonuçlar insanlarla ilgili gelişmelere örnek teşkil edecek. Deneylerde insan hücrelerinin hayvanlara verilmesi giderek daha çok tartışılıyor. Uzmanlar, Parkinson hastası maymunların beynine insan hücreleri enjekte ediyor. Maymunlarda gözlemlenen değişimlerden, insanlar için bir ilacın yapımında yararlanılacak. ABD’de bir araştırmada, insan embriyonları tavşan yumurtalarına yerleştirildi, Çin’de de özel bir araştırma kliniğinde keçilerin organlarına insandan alınan kan hücreleri verildi.

    İngiliz uzmanlar ise, insan DNA’sı ve inek yumurtalarını birleştirerek melez embriyon yaratmak için İngiliz hükümetinden izin aldı. İnsan ve hayvan melezi olacak embriyonlar, kök hücre çalışmalarında değerlendirilecek. Bu embriyonların fazla gelişmemesi için 1 hafta içinde imha edilecekler. Ortaya çıkacak olan embriyon yüzde 99.9 insan olacak, yani bilimsel olarak ‘yarı hayvan yarı insan’ olacak.

    HAYVAN KLONLAMA
    Hayvan klonlamayla ilgili bir haber komşu İran’dan geldi. İran’da bilim insanları iki kez koyun klonladı. İlk koyun doğumdan 5 dakika sonra solunum problemi nedeniyle ölürken, ikinci denemedeki koyun hayatta kalmayı başardı. Ülkeyi yöneten Şii dini liderler hayvanlarla yapılan klonlama deneylerinin ‘caiz’ olduğunu açıklarken, insanlar üzerinde yapılan deneylere ise karşı çıkıyor. Güney Kore’nin en büyük üniversitelerinden Seul Ulusal Üniversitesi uzmanları, dişi köpeği klonlamayı başardı.
    Dünyanın ilk klon kedisi anne oldu
    ABD’de ise 2001 yılında klonlama yoluyla dünyaya gelen bir kedi, doğal bir erkek kediden üç yavru doğurdu.

    NÜKLEER FÜZYON
    İnsanoğlunun yüzyıllık hayali, tükenmez enerji üretme yolunda en büyük adım Uluslararası Termo-Nükleer Füzyon Projesi, Paris’ta yapılan bir törenle imzalandı. Avrupa Birliği, ABD, Rusya, Japonya, Çin, Güney Kore ve Hindistan’ın katılımıyla yaşama geçirilecek olan nükleer füzyon projesi, ilk nükleer füzyonu 2040’ta yapacak. Nükleer füzyon, 1 litre deniz suyundan 1 litre petrole eşdeğer enerji üretibilecek.
    Çin, füzyon deneyi gerçekleştirdi
    Öte yandan Çinli araştırmacılar, ülkenin ilk füzyon deneyinde plazma üretmeyi başardıklarını açıkladı.
     Bilim/Kültür Haberleri....

    Paris'te yapılan imza törenine Fransa Cumhurbaşkanı Jacwues Chirac da katılmıştı.
    NEANDERTALLER
    Antropologlar insanın atasıyla akrabalığı olduğu bilinen Neandertallerin genetik haritasını çıkarıyor. Bilim insanları, 38.000 yıllık bir Neandertal’in DNA’larını tek bir kemik üzerinden yeniden yapılandırdı. Araştırmada insan ile Neandertal DNA’sı arasında yüzde 99.9’a varan benzerlik bulundu. Neandertal iskeletleri üzerinde yaptığı araştırmada, insanın atalarıyla Neandertaller’in çiftleştiklerini ortaya çıkardı. Teoriye göre, bugünkü Avrupa halklarında Neandertal atalarından genetik kalıntılar olabilir.





  • http://www.hurriyet.com.tr/dunya/5798169.asp?m=1&gid=112&srid=3431&oid=5

    19 yıl sonra 'yarı insan - yarı hayvan' bulundu PHNOM PENH (A.A)


    19 yıl sonra 'yarı insan - yarı hayvan' bulundu Kamboçya ormanlarında çocukken kaybolan bir kadın, ormanda 19 yıl geçirdikten sonra “yarı insan, yarı-hayvan vaziyette” bulundu.

    Çocukluğunda kaybolan Rochom P'ngieng olduğu sanılan, şimdi 27 yaşında olan kadının anlaşılır bir dil konuşmadığı belirlendi.

    Rattanakiri ili Oyada bölgesi polis şefi Mao San, “Kadın yarı-insan, yarı-hayvan vaziyette. Acayip. Gündüz uyuyor, gece uyanık kalıyor” dedi.

    Pnong etnik azınlığından olan babası, kızını sırtındaki bir yaradan ve yüz hatlarından tanıdığını söyledi. Ancak yine de kadın ile aileye DNA testi yapılması isteniyor.

    Yetkililerin verdiği bilgiye göre, Rochom P'ngieng, 1988 yılında 8 yaşındayken kuzeydoğudaki ücra ormanlık alanda hayvan güderken kayboldu.

    Rochom, bir köylünün çiftliği yakınında bıraktığı sepetteki yiyeceğin kaybolduğunu fark etmesi üzerine bulundu. Yiyeceğin nasıl kaybolduğunu araştırmaya başlayan köylü, bir gün pilavını çalmaya çalışan çıplak bir insan tespit etti. Arkadaşlarını yanına toplayan köylü, kadını 13 Ocakta yakalamayı başardı.

    Kadının, bulunduğundan beri normal yaşama adapte olmakta zorlandığı belirtildi.
  • @dasdasq

    haber eğer doğru ise,
    insanlığn günümüzde geldiği noktayı,ne materyalizm nede diyalektik m. açıklayabilir.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: driver


    @dasdasq

    haber eğer doğru ise,
    insanlığn günümüzde geldiği noktayı,ne materyalizm nede diyalektik m. açıklayabilir.





    doğruluğundan ben de şüpheliyim ,ama materyalizm gene ne günah işledi açar mısın.


  • hayvan konumunda bir canlının sebepler le isterse tüm olasılıklardan en güzeli seçilim olsa bile günümüzün insanlığını meyve veremeyeceğini iddia ettim.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: driver



    hayvan konumunda bir canlının sebepler le isterse tüm olasılıklardan en güzeli seçilim olsa bile günümüzün insanlığını meyve veremeyeceğini iddia ettim.



    bu noktadan nasıl böyle bi sonuç çıkardın kavrayamadım ama dur bi haber daha verelim,

    http://www.cnnturk.com/YASAM/DIGER/haber_detay.asp?PID=223&haberID=289153

    Kamboçya ormanlarında çocukken kaybolan ve 19 yıl sonra 'yarı vahşi' halde bulunan kadının, normal hayata uyum gösteremediği, sürekli ağladığı ve ormana dönmek istediği belirtildi.

    Çocukluğunda kaybolan Rochom P'ngieng olduğu sanılan ve şu anda 27 yaşında olan kadının ailesinin yaşadığı Rattanakiri bölgesi polis şefi Mao Sun, ''İnsan gibi yürümekten ziyade emeklemeyi tercih ediyor. Maalesef sürekli ağlıyor ve ormana dönmek istiyor'' dedi.

    Kadının insanlarla yaşamaya alışkın olmadığını belirten Mao Sun, ''Susadığında veya acıktığında ağzını işaret ediyor'' diye konuştu.

    Kadının, vahşi yaşamda 19 yıldan sonra sadece 'anne, baba ve mide ağrısı' diye üç kelimeyi söyleyebildiği kaydedildi.

    Rochom P'ngieng'in, 1988 yılında 8 yaşındayken kuzeydoğudaki ormanlık alanda hayvan güderken kaybolduğu açıklanmış 19 yıl sonra yiyecek çalarken köylüler tarafından yakalandığı açıklanmıştı.
  • bir kere kaybolduğunda 8 yaşındaymış, 8 yaş insanlar içinde küçümsenemeyecek kadar birikim demek.

    19 yıl insanlıktan uzak kalsada en kötü tarzan gibi filan olması lazım ileride bilgisayar ı kullanacak torunu olması için.(hoş benimkide varsayım)

    öyle salak yiyecek çalan,emekleyen hayvansı bir canlı....

    ilk insan doğal ortamda nasıl bir terakki yapmış öyle...


    haberin doğruluğundan da hala şüpheliyim.
  • İki ayrı bulgu aynı ataya işaret ediyor

    Güney Afrika’da bulunan bir kafatası ve Rusya’da gün ışığına çıkarılan birtakım aletler, Afrika’dan çıkıp Avrupa’da koloniler kuran ilk insanlarla ilgili ipuçları veriyor.

     Bilim/Kültür Haberleri....


    WASHINGTON - Bilim dergisi Science’ta yayımlanan iki makale, 36.000 ila 45.000 yıl önce Afrika’nın en güney ucuyla Rusya bozkırlarını birleştiren, iki buluntuyu irdeliyor. Rusya’da insanın atalarına ait insansıların yaptığı aletleri inceleyen Colorado Üniversitesi uzmanı John Hoffecker, Afrika’dan çıkan insanın atalarının Rusya’nın en soğuk bölümlerine kadar ulaşmış olmasını sürpriz olarak değerlendiriyor.

    İnsanın ilk atalarının 50.000 yıl önce Afrika’dan çıkarak, Avrupa, Ön Asya ve hatta Avustralya’ya kadar ulaşmış, Taş Devri’ni başlatmıştı. Ancak, 50.000 ila 30.000 yıl öncesi döneme ait çok fazla bulgu yok.

    36.000 YILLIK KAFATASI
    Science dergisinde yayımlanan makalelerden ilki, 1952’de Güney Afrika’da bulunan bir kafatasını konu alıyor. Araştırmayı yürüten Stony Brook Üniversitesi uzmanı Frederick Grine, 36.000 yıllık kafatasının bugünkü Afrika insanının anatomik özelliklerine benzerliğe dikkat çekiyor. Şimdiye dek Afrika’nın kuzeyinde birçok kemik ve alet bulunmasına karşın, söz konusu kafatası Afrika’nın orta bölümlerinden geldiği için nadir sayılıyor.

    45.000 YILLIK ALETLER
    Rusya Bilimler Akademisi’nin yürüttüğü ikinci araştırmada ise, Don ırmağı kenarında insan atalarına ait diş ve aletler bulundu. Yaklaşık 42.000 ila 45.000 yıllık olan bu buluntular ile aynı döneme ait Avrupa’da bulunan aletler arasında benzerlik olduğu belirtiliyor. Bilim insanları 50.000 ila 30.000 arasını kapsayan ‘kayıp dönem’e ait bulguların eski insanların Afrika’dan çıkışta hangi rotayı takip ettiğini aydınlatıyor.

    AVUSTRALYA’YA KADAR NASIL GİTTİLER
    Science dergisinde bir yorum yayımlayan Texas A&M Üniversitesi uzmanı Ted Goebel, modern insanın atalarının orta Afrika’da 195.000 yıl önce ortaya çıktığını vurgu yapıyor. Modern insanın ataları, 35.000 yıl önce ise Avrupa, Ön Asya, Güneydoğu Asya ve hatta Avustralya’ya kadar ilerlemişti. İlk insanların aradaki 160.000 yıl içinde yeryüzüne yayılmayı nasıl başardıkları hala bir soru işareti.




  • ‘Suyumuza Sahip Çıkalım’

    WWF-Türkiye, Türkiye çapında su kaynaklarının koruması ve geliştirilmesini amaçlayan bir kampanya başlatıyor.

     Bilim/Kültür Haberleri....


    İSTANBUL - Doğal Hayatı Koruma Vakfı, ‘Suyumuza Sahip Çıkalım’ çağrısıyla, Türkiye’de suyun doğru kullanımı konusunda farkındalık yaratmak ve yeni yasal düzenlemelerle su kaynaklarının doğru yönetilmesini hedefliyor. WWF-Türkiye verilerine göre, Türkiye�de son 40 yılda yaklaşık 1 milyon 300 bin hektar sulak alan (yaklaşık 3 Van Gölü büyüklüğü) yok oldu. Bu rakam, Türkiye’nin su kaynaklarının yarısına tekabül ediyor. Türkiye�de son 20 yılda kişi başına düşen su miktarı 4.000 metreküp’ten 1.430 metreküp’e düştü.

    WWF-Türkiye Genel Müdürü Dr. Filiz Demirayak basın toplantısında, Dünya Bankası ekonomistlerinden Sir Nicholas Stern’in küresel ısınma raporuna vurgu yaparak, “Küresel ısınma, dünyanın karşı karşıya kaldığı en büyük tehditdir” diye konuştu. Küresel ısınmanın Akdeniz ve Türkiye’deki geniş ölçekli kuraklığa yol açacağını belirten Dr. Demirayak, su kaynaklarının verimli kullanımı için şimdiden yeni uygulamaların hayata geçmesi gerektiğini söyledi.

    TÜRKİYE’DEKİ BETONLAŞMA TEHLİKELİ
    Dr. Demirayak, Türkiye’nin son 40 yılda su kaynaklarını doğru yönetemediğini, birçok su alanının kuruduğunu vurguladı. Türkiye’deki birçok su kıyısının betonlaştığının altını çizen Dr. Demirayak, başta İstanbul olmak üzere, kentlerin etrafındaki su havzalarında ciddi yapılaşma, kirlenme tehlikesi olduğunu belirtti.
     Bilim/Kültür Haberleri....

    Dr. Demirayak küresel ısınmayla ilgili şu uyarıyı dile getirdi: “İnsanlık dev bir tüketim toplumuna dönüşüyor. WWF raporuna göre, doğal kaynaklar vahşice tüketiliyor, biyolojik çeşitlilik azalıyor. İnsanoğlu Dünya’yı bugünkü tüketme hızıyla devam ederse, 2050 yılında iki Dünya’ya ihtiyacımız olacak”.

    KÜRESEL ISINMA GERÇEĞİ
    Avrupa Birliği Komisyonu tarafından hazırlanan ‘Avrupa için Enerji Politikası’ raporuna da dikkat çeken Dr. Filiz Demirayak, konuşmasına şöyle devam etti: “2005 yılında Avrupa’da 40.000 kişi hava sıcaklığına bağlı nedenlerden yaşamını yitirdi. Denizlerimizde doğal denge bozulmuş durumda, atmosferdeki oksijenin yüzde 70’ini üreten deniz çayırlarında büyük azalma var. Bilimsel tespitleri felaket senaryosu olarak görenler de var. Umarım ben ve bu raporları hazırlayan araştırmacılar yanılır.”

    Kampanya ile ilgili ayrıntılı bilgi için,www.wwf.org.tr/su




  • Erkek neden kısır olur?

    Henüz birkaç sene öncesine kadar ülkemizde bebek sahibi olamayan çiftlerde problemin kadında olduğunu düşünülürdü. Ancak son yıllarda yapılan araştırmalara göre infertilite (kısırlık) vakalarının yaklaşık üçte biri erkek faktörüne bağlı.

     Bilim/Kültür Haberleri....


    İSTANBUL - Erkek infertilitesi vakasında en sık görülen nedenlerin başında Varikosel geliyor. Memorial Hastanesi Üroloji Bölümü Başkanı, Prof.Dr. Kemal Sarıca “Varikosel ve kısırlık ilişkisi” ile ilgili bilgi verdi.

    Varikosel, skrotum adı verilen yumurtalık torbalarında ve yumurtalıkların etrafında oluşan genişlemiş varisli damarlardır. Bu rahatsızlık her iki testiste de görülebilir. Ancak anatomik komşulukları dolayısı ile sol testiste görülme oranı % 85, sağ testiste görülme oranı ise % 15 civarındadır. Bir taraftaki varikosel genellikle diğer testisi de etkilemektedir.

    Normal popülasyonda erkeklerin %10- 20’sinde, infertil erkeklerin ise % 60’ın da varikosel vardır.

    Varikosel sol tarafta daha sık görülür. Her 6 erkekten 1’inde saptanan bu durum çoğu zaman hiçbir belirti vermez. Ancak bazen aşağıdaki belirtiler görülebilir:
    • Testislerde ağrı
    • Testislerde küçülme
    • Testislerde dolgunluk hissi
    • İnfertilite (kısırlık)
    • Gözle görülebilen genişlemiş damarlar
    • Ele gelen genişlemiş damarlar

      Varikosel testislerdeki kanı boşaltan toplardamarların genişleyip varisleşmesidir. Varisleşmiş bu damarların içlerinde bulunan ve kan dolaşımının tek yöne doğru olmasını sağlayan kapakçıklar işlevlerini kaybettikleri için kirli kanın testislere doğru geri akmasına mani olamazlar. Bu durum testislerde ısı ve toksik madde artışına sonuçta sonuçta da sperm üretiminde aksaklıklara neden olabilmektedir.

      VARİKOSEL NE ZAMAN TEDAVİ EDİLMELİDİR?
      Hastada fizik muayene ile saptanan ele gelen varikosel varlığında, semen analizindeki parametrelerden herhangi birisinde düşüklük saptanması durumunda, eşinin tedavi edilmesi mümkün olmayan bir kısırlık nedeni yoksa ve hasta kısırlık şikayeti ile başvurmuş ise varikosel tedavi edilmelidir. Varikosel hastalığının tedavisi varisleşmiş damarların tümünün cerrahi olarak bağlanmasını içeren varikoselektomi ameliyatıdır.

      Hastanın varikosel saptanan taraftaki yumurtalığında küçülme ve yumuşama başlaması da tedavi gerekliliğini gösterir. Yumurta torbasında ağrı şikayeti olan varikosel hastalarında cerrahi sonrası ağrıda % 55- 75 oranında düzelme olduğu gösterilmiştir.

    • Kısırlık toplumda çok sık rastlanan bir durum mudur?
      İnfertilite oranı toplumda % 10-15 arasında görülmekedir.

    • Erkek kısırlığının ameliyat ile düzeltilebilen başka nedenleri var mıdır?
      Evet. Özellikle sperm kanalının prostat içerisinden geçtiği kısımda oluşan kist, taş-kireçlenme ve darlıklarda tıkalı bölgenin cerrahi olarak ortadan kaldırılması ile kısırlık tedavisi uygun hastalarda mümkün olabilmektedir.

      Diğer düzeylerdeki tıkanıklık bölgeri ise mikroskop altında bulunup çıkartılır geri kalan sağlam bölgeler birbirine yeniden ucuca getirilip dililerek meninin doğal yolla dışarı atılması sağlanır.

    • Varikosel ameliyatından sonra semen analizinde düzelme ne zaman başlar?
      Ameliyattan 3 ay sonra sperm üretiminde düzelme görülmeye başlar. Sperm tetkiki ameliyattan sonraki 3- 6. ayda yapılmalıdır. Sperm üretimindeki düzelme ameliyat olan hastaların % 75’ inde görülür. Ameliyat sonrası en iyi semen parametrelerine operasyon sonrası 6-8’inci ayda ulaşıldığı gösterilmiştir.

    • Kısırlık şikayeti olan erkeklerin ne kadarında varikosel bulunmaktadır?
      İnfertil (kısır) erkeklerin % 60’ında varikosel bulunur. Bu oran sağlıklı popülasyonda %10-20’dir.

    • Kısırlık üzerinde etkisi olan hastalık dışı nedenler var mıdır ?
      Evet vardır.
      Sigara: Sperm sayı ve hareketliliğini düşürür ve spermin normal yapısını bozar.
      Alkol: Aşırı alkol alımı sperm sayısını düşürür ve anormal sperm üretimine yol açar.
      Testis ısısı: Erkeklerde testis ısısı vücut ısısından düşüktür. Testis ısısı artarsa sperm üretimi azalır. Yüksek ateş, sıcak çevrede; çalışma, sauna ve dar pantolon giyme testis ısısını arttırabilir.
      Aşırı kilo: Testis ısısının artmasına ve sperm sayısının azalmasına yol açar.
      Aşırı egzersiz: Hormon üretimini azaltarak infertiliteye sebep olabilir.
      İlaçlar: Bazı tansiyon ve ülser ilaçları sperm sayısını düşürebilir ve cinsel arzuyu azaltabilir.





  • Evi süpürmek deyip geçmeyin

    Haftada üç kez evi elektrik süpürgesiyle süpüren bir kadın, yaşamı boyunca Londra’dan New York’a gidip gelmiş kadar yürüyor.

     Bilim/Kültür Haberleri....


    LONDRA - İngiltere’de bilim adamları tarafından yapılan bir araştırmada, elektrik süpürgesiyle evi süpürmek gibi gündelik işlerin sanıldığından çok daha fazla hareket olanağı sağladığı belirlendi.

    Bosch adlı elektrikli ev aletleri firmasının 3 bin kişi üzerinde yaptırdığı araştırmanın sonuçları, kadınların haftada ortalama üç kez evlerini elektrik süpürgesiyle süpürdüklerini, buna karşılık bir erkeğin aynı işi sadece haftada bir gün yaptığını gösterdi.

    Araştırmacılar, bu durumda bir kadının New York’a yürüyerek gidip gelmiş gibi olmasını sağlayan bu gündelik faaliyetin, erkekler içinse hayatı boyunca 1368 kilometre yol yürümek anlamına geldiğini bildirdi.

    Kadınların her yılın iki gününü, yaşamlarının da 5 ayını elektrik süpürgesiyle evi süpürerek geçirdiklerini belirten araştırmacılar, erkeklerinse yılın sadece yarım gününü elektrik süpürgesiyle geçirdiklerine dikkati çekti.

    Erkeklerin ömürleri boyunca elektrik süpürgesiyle temizlik yaparak geçirdikleri zamansa bir ay olarak hesaplandı.

    Bilim adamları, elektrik süpürgesiyle temizlik yapmanın gizli faydalarına da dikkati çekti. Bilim adamlarına göre jimnastik ve benzeri fiziksel faaliyetlere iyi bir alternatif oluşturan temizlik çabaları, bir jimnastik salonuna gitmekten çok daha ucuza geliyor.

    Jimnastik hocası Mike Hill de gündelik ev işlerinin önemli bir fiziksel faaliyet alanı olduğunu belirtirken, “her ne kadar elektrik süpürgesiyle ev süpürmek çok cazip görünmüyorsa da bu aslında evden çıkmadan yapabileceğiniz iyi bir fiziksel faaliyettir” dedi.

    İngiltere’de evde elektrik süpürgesini yüzde 74 oranında kadınlar kullanırken, kadınların yüzde 95’i erkeklerin daha çok süpürge kullanması gerektiğini savunuyor.

    Bu arada her 20 kadından birinin elektrik süpürgesiyle evi temizlerken düşüncelere daldığı ve başta boşanma olmak üzere hayatlarının en önemli kararlarını bu faaliyet sırasında verdiği belirtiliyor.

    Araştırmacılar, insan hayatıyla ilgili şu tür ilginç tespitlere de dikkati çekti:

    • 75 yıllık ortalama bir insan ömrünün 25 yılı uykuda geçiyor.
    • Günde iki saat TV seyreden bir kişi, ömrünün 3 ayını TV karşısında harcıyor.
    • Köpeğini günde iki saat gezdiren bir kişi, bir köpeğin ortalama 12.8 yıllık ömründe 15 bin kilometre yürümüş oluyor.
    • Ortalama bir İngiliz kadını, ömrünün iki yılını aynaya bakarak geçiriyor.
    • Ortalama bir alış-veriş düşkünü, ömrünün 6 ayını süpermarkette geçiriyor. Tipik bir tüketici, her haftanın 2,55 saatini süpermarkette geçiriyor.
    • Kadınlar ömürlerinin 603 gününü rimel, allık, ruj ve göz farı sürerek geçiriyor. 170 gün de bu sürülen boyaların silinmesi için harcanıyor.
    • İngiliz çalışanlar, ömürlerinin 7 yıla tekabül eden uyku süresini “iş yüzünden yaşadıkları strese bağlı uykusuzlukla” geçiriyor.
    • İngiliz çalışanlar, çalışma hayatlarının 4 yıldan fazlasını telefonda geçiriyor.
    • Ortalama bir internet kullanıcısı, yaşamının 4.7 yılını internette sörf yaparak geçiriyor.
    • Sigara içen bir İngiliz profesyonel, iş yılının bir ayını sigara molaları sırasında harcıyor.





  • İlk tam Ay tutulması 3 Mart’ta

    Tam ay tutulması, bu yıl iki kez yaşanacak. 3 Mart’ı 4 Mart’a bağlayan gece gerçekleşecek 2007’nin ilk tam Ay tutulması, havanın açık olması durumunda, tüm Türkiye’den çıplak gözle, izlenebilecek.

     Bilim/Kültür Haberleri....


    ANKARA - Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi ve Ankara Üniversitesi Rasathanesi Müdürü Doç. Dr. Berahitdin Albayrak, tam Ay tutulmasının, dolunay aşamasındaki Ay’ın tamamen kararması anlamına geldiğini belirterek, 3 Mart tarihinde Ay, Dünya, Güneş üçlüsünde Ay ve Dünya’nın “gölge oyununa” şahit olunacağını söyledi.

    Nadir görülen gök olaylarından biri olması nedeniyle önem taşıyan tutulmanın Türkiye’den bu yıl içinde izlenebilecek tek tam Ay tutulması olduğunu vurgulayan Albayrak, bir sonraki benzer ay tutulmasının Türkiye’den Haziran 2011’de gözleneceğini belirtti.

    Albayrak, 3 Mart gecesi TSİ 23.30’da ayın sol taraftan kararmaya başlayacağını, tam tutulmanın ise 00.44-01.58 saatleri arasında yaşanacağını bildirdi. Tam tutulma sırasında Ay’ın renginin koyu kırmızıdan sarıya dönüşeceğini belirten Albayrak, tutulmanın izlemeye değer olan bölümünün 1 saat 14 dakika süreceğini kaydetti.

    Tutulmanın TSİ 03.12’de sona ermesiyle, Ay, Dünya ve Güneş’in bu nadir birlikteliği noktalanmış olacak. Ayın tamamen dünya gölgesi içine girme aşaması, Avrupa, Afrika, Ortadoğu ülkeleri ve Asya’nın bir kısmından gözlenebilecek.

    Tam ay tutulmasının güneş tutulmalarından sonra en çok ilgi çeken gök olaylarından biri olduğunu belirten Albayrak, güneş tutulmalarını çıplak gözle izlemenin zararını hatırlatarak, ay tutulmasının bu yönüyle çok rahat gözlenebilecek bir olay olduğunu ifade etti.

    Gözlem için teleskop gerekmediğini, gözü korumak için de herhangi bir filtreye ihtiyaç duyulmadığını anlatan Albayrak, ay tutulması sırasında dünyanın yuvarlaklığının bir kez daha test edilebileceğini vurguladı.


    Güneş ve Ay tutulmaları, nadir gözlenen doğa olayları olmaları nedeniyle, bilimsel yolla açıklanamadıkları dönemlerde korku ve endişe yarattı. Mitlere, efsanelere konu olan ve farklı inanışlarla açıklanan tutulmalarla baş etmek içinde birçok yol denendi.

    Bazı söylencelerde, ayın kararması, “Ay’a saldırıldığına, düşmanların Ay’ı sakladığına, kötü ruhların Ay’ı sardığına, yediğine ve Ay’ın kötülüklerle mücadele ettiğine” dair ifadelerle anlatıldı.

    Bu inanışlar nedeniyle Ay’ın tekrar aydınlanması için büyüler yapıldı, teneke, davul, tencereler çalınarak gürültü çıkartıldı, silah atıldı, dua edildi ve hatta aya kurban verildi.

    İLGİNÇ EFSANELER
    Mısırlılar; Ay’ın, Güneş’in ışığını habersizce alıp kullandığına, bunun üzerine kurulan yıldızlar mahkemesinin de Ay’a gündüzleri görünmeyi yasakladığına inanıyorlardı. Bu inanca göre, sadece Ay tutulmalarında “açık görüşe” izin veriliyor ve Ay o gün yeryüzüne inip arkadaşlarıyla görüşüyordu.

    Şamanizm’de, tutulmalarda kötü ruhların güneşin ve ayın etrafını sardığı düşünülüyor, karanlığın felaket getireceği inancıyla kötü ruhları kovmak için ateşler yakıyor, gürültü çıkartılıyordu.

    Budizm ve Konfiçyus’a göre, kötü ruhların işi sanılan tutulmalar karşısında tepkili tapınma törenleri düzenleniyordu. Altay Türkleri’nin bir efsanesinde de “yedi başlı dev” (yelbegen) Ay ve Güneş’ten öç almak için onları kovalıyor ve yiyordu. Altay Türkleri de, Ay tutulduğu zaman şöyle diyordu: “Yine Yelbegen Ay’ı yedi.”




  • 
Sayfa: önceki 1415161718
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.