Şimdi Ara

Bilim/Kültür Haberleri.... (10. sayfa)

Bu Konudaki Kullanıcılar:
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
808
Cevap
0
Favori
104.041
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 89101112
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Romanya'da bulunan kemikler ilk Avrupalılara ait

    Romanya'da 1952 yılında bulunan kemiklerin, Avrupa'ya yerleşen ilk insanlara ait oldukları ortaya çıkarıldı. Pestera Muierii mağarasında bulunan 6 adet kemiği tekrar inceleyen bilim adamları, kemiklerin, 30 bin yıl önce yaşayan, ilk Avrupalı modern insan soyuna ait olduğunu belirledi.

    Bulgular, modern insan soyundaki neandertallerin olası ikametleri hakkında da yeni soru işaretleri doğurdu. Avrupa'da şu ana kadar 28 bin yıldan eski sadece birkaç modern insan kalıntısına rastlandı. Modern insan soyunun Avrupa'ya 40 bin yıl kadar önce geldikleri tahmin ediliyor.
  • ABD, küresel ısınmayı inkar ediyor

    Bilim adamları küresel ısınmanın okyanusların taşmasına, tarım alanlarının ve su rezervlerinin tükenmesine yol açacağını vurguluyor. Kyotoyu imzalamayan ABD ise, küresel ısınma senaryolarının bilimsel olmadığını öne sürüyor. Arjantinin başkenti Buenos Aireste toplanan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansında konuşan bilim adamları küresel ısınmanın ekosistemler üzerindeki etkilerine işaret ediyor. Konferans sonunda yayınlanan raporda endüstriyelleşmiş tüm ekonomilerin, fabrika, otomobil ve enerji üretiminden kaynaklanan karbon diyoksit emisyonlarını azaltmalarına vurgu yapıldı. Tahminlere göre, 21inci yüzyılın son çeyreğinde karbon dioksit seviyesi endüstri devrimi öncesinin iki katına çıkacak ve küresel sıcaklıklar 3 ila 10 derece artacak.

    3 DERECELİK ARTIŞ FELAKETE YETER
    Küresel sıcaklıkların bilimsel olarak tutulmaya başlandığı 19�uncu yüzyıldan bu yana en sıcak yıllar 1990lardan sonra gerçekleşti. Tarihte kaydedilen en sıcak üç yaz ise 1998 den bu yana gerçekleşti. Rekor 2003ten bu yana 2004 yılı da tarihteki dördüncü en sıcak yaz oldu. Son 100 yıl içinde küresel sıcaklıkların en az 1 derece yükseldiği artık kabul görmüş durumda. Ancak, esas korkutucu senaryo gelecek yüz yıl için öngörülen 3 derecelik artışın canlı ekosistemlerine ve besin dengesine olan etkisi.

    TARIM SAHALARI TEHLİKEDE
    Küresel iklimin 3 derece dahi ısınmasının sonuçları milyonlarca canlı için felaket olacak. Bilim adamları Latin Amerika daki su rezevlerinin bir kısmının kuruyacağı ve Karayip Denizi bölgesindeki tarım sahalarının kuraklaşacağı uyarısında bulunuyor. Küresel sıcaklıkların 3 derece yükselmesi, Amazon yağmur ormanlarının kurumasına, Grönland�daki buzulların erimesine ve okyanus su seviyelerinin de yükselmesine yetecek.Peru enerji üretiminin yüzde 70 ini hidroelektrik santrallerinden elde ediyor. And Dağlarındaki ırmakların kuruması bu ülkenin su rezervlerini ciddi tehlike altına alacak. Çin de pirinç tarlalarının kuruması, bu ülkenin önemli bir besin kaynağının azalmasına neden olacak. Artan sıcaklıklar Karayip Denizi�nde kasırga ve tayfunların sıklaşmasına yol açacak. Bilim adamaları son yıllarda ABD nin güney kıyılarını ve Meksika Körfezi ni tehdit eden kasırgaların sıklaşmasına sıcaklık artışlarının yol açtığını düşünüyor.

    KYOTO BİLİMSEL DEĞİL
    Bilim adamları, ABD yi tehlike boyutlarına ulaşan küresel ısınmanını kontrol altına alınması için, karbon dioksit emisyonlarını indirmeye ikna edemiyor. Bush yönetimi inatla Kyoto Sözleşmesini imzalamayacağını, şartların kendi ekonomisine çeşitli külfetler getirdiğini savunuyor. Kyoto yu imzalamaya yanaşmayan ABD, sözleşmenin yürürlüğe girmesinden önceki son uluslararası konferansta da küresel ısınmanın bilimsel olarak kanıtlanmadığını savundu. ABD heyetini temsil eden Harlan Watson, Bilim gelecekte bir gün küresel ısınmanın emisyondan kaynaklandığını kanıtlarsa, biz de emisyon hacimlerimizi düşürürüz diye konuştu. Watson, Kyoto ile ilgili olarak ise, Kyoto Protokolü bilimsel temellere dayanmıyor� ifadesini kullandı.

    KÜRESEL ISINMA BİLİMSEL BİR GERÇEK
    ABDyi ikna etmek üzere diplomasi turu yapan bilim adamlarından BM yetkilisi Rajendra Paçauri,Bilim gaz emisyonlarını indirin diyor, bilim sera etkisini azaltın diyor, kanıtlar yeterince güçlü, gözlemler ortada, artık bunların kabul görmesi gerekiyor diye konuştu. Paçauri, Bunların tartışılacak bir yanı kalmadı. Asıl mesele kimin üstüne düşeni yapmadığı şeklinde ABDnin tutumunu eleştirdi.

    GELİŞMİŞ ÜLKELER İKİ YÜZLÜ
    Arjantin Devlet Başkanı Nestor Kirchner de, gelişmiş ülkeleri küresel ısınma konusunda çift standartlı olmakla suçladı. Buenos Airesteki BM konferasında söz alan Kirchner, Bir taraftan borç batağındaki gelişmekte olan ülkeleri çevre konusunda sıkıştırmak, diğer taraftan da çevre kirliliğine duyarsızca Kyotoyu imzalamamak, iki yüzlülüktür diye konuştu. Kirchner, gelişmekte olan ülkelerin borç batağından kurtulmak için, çevreyi tahrip etmek pahasına ormanlarını kesmek ve hızla endüstriyelleşmek zorunda kaldıklarını savundu.

    KYOTO 16 ŞUBAT�TA İMZALANIYOR

    Bilim adamları sera etkisi, deniz seviyesi, buzul erimesindeki değişikliklerin tespit edilmesi için GPS sistemleri kullanıyor. AB destekli olarak ESA tarafından yürütülen küresel gözlemler orman yangınlarından tarım alanlarına kadar birçok değişikliği kaydediyor. Süperbilgisayarlar uydulardan gelen verileri harmanlayarak alternatif küresel ısınma senaryoları üretiyor. 16 Şubat 2005 te imzalanacak olan Kyoto Sözleşmesi, başta karbon dioksit olmak üzere sera etkisi yaratan 6 gazın emisyonlarının indirilmesini, petrol, benzin ve kömür tüketiminin azaltılmasını öngörüyor.
  • ABDyi Kyotoya ikna çabası nafile,

    Dünyanın gelişmiş 30 ülkesi 16 Şubat 2007ten itibaren Kyoto Sözleşmesine göre karbon dioksit emisyonlarını indirecek. ABD ise, Kyotoyu yeterince bilimsel olmadığı gerekçesiyle reddediyor. İki hafta süren zorlu görüşmelerden sonra, Arjantinin başkenti Buenos Aireste toplanan BM İklim Değişikliği Konferansından ABDyi Kyoto Sözleşmesini imzalamaya ikna edecek bir sonuç çıkmadı. ABD konferansta çevre düzenlemelerine karşı çıkan petrol üreticisi Üçüncü Dünya ülkeleri ile ortak tavır aldı. Petrol üreticileri, fosil yakıtlardan kaynaklanan karbon dioksit emisyon oranlarının azaltılmasına karşılar.

    ABD, ÜÇÜNCÜ DÜNYALI GİBİ
    AB üyesi ülkelerin savunduğu karbon dioksit emisyonlarının düşürülmesi tezi, ABDden karşılık bulmuyor. ABD ekibi küresel ısınmanın varlığını, gaz emisyonlarının yarattığı riski ve alınacak önlemlerin geçerliliğini kategorik olarak reddeti. Kyotoyu bilimsel olmamakla eleştiren ABD tezine göre, karbon dioksit emisyon oranlarının düşürülmesi için yeterli kanıt yok. Kyotonun ABD ekonomisine zarar vereceğini savunan ABD, Çin ve Hindistanın sözleşmeden muaf tutulmasını bahane ediyor. AB ülkelerinin dile getirdiği, gelecek yıllarda küresel çevre önlemlerinin uluslararası düzlemde daha sistematik olarak ele alınması fikri ise, yine ABDnin itirazına maruz kaldı. ABD ekibinin lideri Paula Dobriansky, bu tür uluslararası görüşmeler için henüz erken olduğunu savundu. Gelişmekte olan Çin gibi ülkeler ise ABD pozisyonuna sığınıyor.

    ABD DÜNYAYA KARŞI
    Otomobiller, enerji santralleri ve diğer fosil yakıt harcayan endüstrilerin havaya bıraktığı karbon dioksit gazı, atmosferde bir tabaka oluşturarak, güneş ışınlarını yeryüzüne hapsediyor. İstatistiklere göre, sera etkisi yaratan karbon dioksit ve metan emisyonunun yüzde 21ini ABD çıkarıyor. Buna karşın 25 üyeli AB ülkelerinin toplam emisyon oranı yüzde 14. Kişi başına oranlara bakıldığında ise, Avrupalılar, ABDlilerin yarısı kadar emisyon yaratıyor. 16 Şubat 2005ten itibaren geçerli olacak olan Kyoto Sözleşmesine göre 2012ye kadar AB ülkeleri emisyonlarını yüzde 8, Kanada ve Japonya ise yüzde 6 oranında düşürecek. ABD sözleşmeye immza atmadığı için bu kısıtlamaları yerine getirmeyecek.

    GÜNEŞ BALÇIKLA SIVANMAZ
    Bilim adamları Kyotonun da küresel ısınmayı durdurmaya yetmeyeceğini, en iyimser tahminlere göre dahi dünyanın bu yüzyıl içinde ısınmaya devam edeceğini vurguluyor. Bilim adamları küresel ısınmanın denizleri taşıracağı, canlı türlerinin yokolmasına neden olacağı gibi uyarılar yaparken, ABD bu tahminlerin bilimselliğinin henüz kanıtlanamadığını iddia ediyor. Ancak, bilim adamları ABDnin ısrarcı tutumunun bilimsel hassasiyet değil, ekonomik endişelerden kaynaklandığını vurguluyor.
  • İnek Yumurtasında İnsan DNA'sı

    İngilterenin Newcastle ve Kings College üniversiteleri, insan DNAsı ve inek yumurtalarını birleştirerek melez embriyon yaratmak için İngiliz hükümetinden izin aldı.İngilterede DNA ve genetik çalışmalarında en yüksek otorite olan Human Fertilisation and Embryology Authority, Newcastle ve Kings College üniversitelerine hayvan yumurtalarına insan DNAsı yerleştirilmesi deneyi için 3 yıllık izin verdi. İnsan ve hayvan melezi olacak embriyonlar, kök hücre çalışmalarında değerlendirilecek. Bu embriyonların fazla gelişmemesi için 1 hafta içinde imha edilecekler. Kök hücreyi elde etmenin tek yolu, anne rahminden ameliyatla alınması. İşte bu nedenle bilim insanları, inek yumurtalarını kök hücre çalışmalarındaki potansiyelini araştırıyor.Yapılacak deneyde insan DNAsı inek yumurtalarına enjekte edilecek, bir anlamda insan DNAsı inek yumurtasında saklanacak. Söz konusu inek yumurtasının genetik materyeli çıkarılarak, ineğin genetik birikiminin insan DNAsına bulaşması engellenecek. Deneyin son aşamasında da, klonlama yapar gibi embriyonlar büyütülecek.

    HAYVAN YUMURTALARI TAŞIYICI OLACAK

    Ortaya çıkacak olan embriyon yüzde 99.9 insan olacak. Bu embriyonun inekten gelen tek bölümü hücre çekirdeğinin dışındaki DNA olacak. Ancak bu embriyon teknik olarak yarı hayvan yarı insan olacak. Bilim insanları, daha sonra kök hücreleri, 6 günlük olunca embriyondan çıkaracak, inceleyecek ve sonra da imha edecek. Bilim insanları inek yumurtasına konmalarının kök hücrelerin evriminde ne gibi değişikliklere yol açacağını merak ediyor. Araştırma ekibi başkanı Lyle Armstrong, nihai amaçlarının kök hücreleri inek yumurtasında büyütmek derdi olmadan bir şekilde laboratuvar ortamında yetiştirmek vurguluyor. Kings College London profesörü Stephen Minger, mevcut teknolojilerde tek bir kök hücre dizisi üretmek için anne karnından yüzlerce yumurta çekmek gerektiğini, bunun yerine hayvanların yumurtalarını taşıyıcı olarak kullanmanın yollarını aradıklarını ifade ediyor.

    GELECEĞİN TEDAVİ YÖNTEMİ

    Vücudun tüm hücreleri, embriyonda bulunan kök hücrelerden türüyor. Embriyonlarda çok sayıda bulunan kök hücreler, insan büyüdükçe bedendeki çok çeşitli hücreleri oluşturuyor. Gelecekte kişide çıkması muhtemel Parkinson, Alzheimer gibi hastalıkların tedavisinin anahtarı da, bu hücrelerde yatıyor. Kişiler doğduklarında kök hücreler alınarak saklanacak ve yaşlılıkta bir hastalık baş gösterdiğinde kök hücreler hastalıklı hücrelerin yerine konacak.

    ETİK TARTIŞMALAR GÖLGESİNDE

    Kök hücre çalışmaları, bilim dünyasının en çok yenilik vaad ettiği kadar, bir o kadar da tartışmalı bir alanı. Araştırmaya birçok çevre etik olmadığı gerekçesiyle karşı çıkıyor. Kimilerine göre, hayvan yumurtalarının kullanılması, zorluklar göz önüne alındığında rasyonel bir karar, kimilerine göre ise insanla hayvanın sınırlarını karıştırdığı için kabul edilemez bir fikir.
  • Hayvansal Virüslere Dikkat

    Bilim insanlarına göre, 2000-2005 döneminde 50 milyon insan köpek, büyükbaş hayvanlar, tavuk ve sineklerden virüs kaptı ve 78.000 kişi de hayvansal virüslerden öldü.Araştırmacılar hayvandan insana bulaşan virüslerde ve buna bağlı ölümlerde görülen artışın alarm verici olduğunu vurguluyor. Ancak madalyonunu öbür yüzü daha da düşündürücü, zira hayvandan insana bulaşan hastalıkların bir çoğu için aşı geliştirilemedi. Uzmanlar, bu tür hastalıklara karşı doktorlarla veterinerlerin birlikte hareket etmesi gerektiğini vurguluyor.Hayvandan insana geçen virüslerin en önemlilerinden biri Kuş Gribi (H5N1). Türkiyede de etkili olan Kuş Gribi göçmen kuşlar, tavuk ve benzeri kanatlı hayvanlardan bulaşıyor. Kuş Gribini esas tehlikeli yapan ise, hayvandan insana bulaşmasında mutasyon (dönüşüm) geçirerek insandan insana bulaşır hale gelmesi ve bu yolla kitlelere yayılma riskinin olması.

    TEHLİKE MUTASYONLA BAŞLIYOR

    Journal of Internal Medicine bilimsel dergisinin Kasım sayısında yayımlanan makalede Deli Dana, SARS, Nil virüsü, Ebola ve sıtmanın da gelecek yıllarda insanlar için risk unsuru olduğuna dikkat çekildi. Yılda 700.000 ila 2.7 milyon kişi sıtmadan hayatını kaybediyor. Bir diğer potansiyel tehlikede Dengue virüsü, maymunlarda bulunan bu virüs sinekler yoluyla insanlara geçiyor.

    SİHİRLİ ÇÖZÜM AŞI

    Hayvanlarda bulunan virüsler insanlara geçişte, insan metabolizmasına tutunmayı başarırsa insandan insana da geçebilir hale geliyor. Kitlesel ölümlere neden olabilecek bu tip hastalıklara karşı, aşı geliştirmek yıllar alabiliyor. Şimdiye dek insansal virüslerden kaynaklanan kabakulak, kızamık, çiçek gibi hastalıkların aşıyla önlenmesinde başarılı olundu. Ancak, hayvansal hastalıkların aşısının üretilmesi biraz daha uzun bir süreç.

    ÜLSER İNSANDAN HAYVANA GEÇTİ

    İnsanlardan hayvanlara geçen virüsler de hayvanlarda tehlikeli oluyor. Örneğin, ülser ve mide kanseri nedeni Helicobacter pylori virüsünün insandan hayvana geçtiği ortaya çıkarılmıştı. Aynı şekilde insanlarda bulunan bazı mantar türleri, deniz foklarında kansere, Toxoplasma gondii paraziti ise beyin tümörüne yol açabiliyor.
  • Bilim adamları yeni element buldu

    Rus bilim adamları yeni bir element bulduklarını açıkladı. "Ununoctium" adı verilen elementin periyodik tabloda "Radon" elementinin altında yer alması planlanıyor. Rusya Joint Nükleer Araştırma Enstitüsü bilim adamları siklotron kullanarak californiyum-249'u kalsiyum-48 iyonlarıyla bombardıman ettiği sırada yeni bir element buldu. Glenn T. Seaborg tarafından 1969 yılında teorik olarak keşfedilen ancak laboratuar ortamında bugüne dek elde edilemeyen 3 atomlu elementin her bir atomu çekirdeğinde 118 proton ve 179 nötron içerdiği bildirilirken, elementin atomik ağırlığı ise 297 olarak açıklandı. Ağırlığıyla dünyanın en ağır elementi olma özelliğine de sahip olan elemente "Ununoctium" adı verildi.

    Proton dizilimin daha önce doğada ve laboratuar elementlerinde benzer şekilde olmadığı gözlenen elementin periyodik tabloda "Radon" elementinin altında yer alması planlanıyor.
  • İTÜ'nün Süper'i TOP500'de


    İTÜ’deki Ulusal Yüksek Başarımlı Hesaplama Projesi, dünyanın en güçlü süperbilgisayarları listesine 353’üncü sıradan girdi. Süperbilgisayar, nükleer ve savunma araştırmaları ile deprem simülasyonlarında kullanılacak.İTÜ’ye bağılı Ulusal Yüksek Başarımlı Hesaplama Merkezi Projesi’nde yer alan süperbilgisayarın işlem gücü saniyede 5.2 trilyon. Süperbilgisayarda 560 adet Intel çift çekirdekli Xeon 5100 Woodcrest işlemci bulunuyor. HP ve Intel’in teknolojik desteği ve Türk bilişim firması Proline’ın entegratörlüğü ile Türkiye’nin ilk süperbilgisayarını kuran İstanbul Teknik Üniversitesi, TOP500 listesine giren ilk Türkiye kökenli süperbilgisayar sistemi Ulusal Yüksek Başarımlı Hesaplama Merkezi Projesi’ni faaliyete geçirdi.İTÜ’nün Ulusal Yüksek Başarımlı Hesaplama Merkezi (National Center for High Performance Computing) Projesi, özel ve kamu kuruluşlarının kullanımına açık olacak. İnternet kafe mantığıyla işletilecek olan süperbilgisayarı isteyen kurumlar araştırma projeleri için kiralayabilecek.

    TÜRKİYE İLK KEZ TOP 500’DE
    Supercomputing TOP500, 1993 yılından bu yana, dünyadaki süperbilgisayarların performanslarını ölçüyor ve sıralıyor. University of Tennessee ve Üniversiteat Mannheim tarafından ortaklaşa denetlenen dünyadaki yüzlerce süperbilgisayar yılda iki kez derecelendiriliyor. Dünyanın en güçlü süperbilgisayarı IBM yapımı BlueGene/L, saniyede 367 trilyon işlem yapıyor.

    DEPREM SİMÜLASYONUNDAN FİNANS HESAPLAMALARINA
    Süperbilgisayar, uçak-gemi tasarımlarından ekonomik öngörülerine, deprem simülasyonlarından savunma araştırmalarına kadar birçok alanda kullanılabilecek. Böylece ancak yurtdışında gerçekleştirilebilen çalışmalar, özellikle Japonya ve ABD’de yapılan deprem simülasyonları artık Türkiye’de de yapılabilecek. İTÜ’nin süperbilgisayarı, ayrıca finansal kuruluşların ve bankaların BASEL2 kriterlerinin zorunlu kıldığı karmaşık işlemleri ve risk analizlerini de hesaplayabiliyor.

    İTÜ Bilişim Enstitüsü uzmanlarından Proje Yürütücüsü Prof. Dr. Serdar Çelebi, tüm özel ve kamu kuruluşlarının ileri düzeyde teknik araştırma ve bilimsel uygulamaları için süperbilgisayardan faydalanabileceklerini vurguluyor.

    İTÜ SÜPERBİLGİSAYARININ YETENEKLERİ
    Hava tahminleri: 4-5 günlük hava tahminlerinin süresi süperbilgisayar ile 10 güne çıkabilecek.
    Mühendislik: Uçak-gemi ve otomobil tasarımı, araç çarpışma testleri, nükleer kazalar sonucu oluşabilecek serpintiler gibi mühendislik uygulamaları.
    Malzeme bilimleri: Yüksek sıcaklıktaki süperiletkenler, yarıiletken cihaz simülasyonları, inşaat sektörü için hafif ve dayanıklı malzeme tasarımı.
    İlaç tasarımı: Yeni geliştirilen ilaçların etki tahmin simülasyonunda da süperbilgisayar teknolojisinden faydalanılıyor.
    Plazma fiziği: Plazma füzyon cihazları ve hesaplamaları.
    Ekonomi: Uzun vadeli ekonomik öngörüler ve borsa tahminleri.
    Astrofizik: Yıldızların iç yapıları ve uzay araştırmaları.
    Savunma sanayi: Savaş oyunları simülasyonu, şifre kırmak, füze yörüngesi izlemek ve nükleer patlama ve etki simülasyonları.
  • Demir Çağı’na ait 120 yeni yerleşim

    Doğu Anadolu’da Demir Çağı’na ait 120 yeni arkeolojik yerleşim yeri ortaya çıkarıldı. Kısa adı TAY olan Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri projesi kapsamında yapılan çalışmalarda 480 yerleşim yerinin envanter çalışması da tamamlandı.
     Bilim/Kültür Haberleri....


    ERZURUM - Doğu Anadolu Bölgesi’nde Milat’tan Önce 1200-750 yılları arasına ait yerleşim yerleriyle ilgili envanter çalışması sonuçlandı. Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri projesi kapsamında yürütülen çalışmalarda ortaya çıkarılan Demir Çağı dönemine ait 120 yeni yerleşim yeri arasında, kaleler ile bir tapınak alanı da bulunuyor.

    Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Bölümü öğretim üyesi Doçent Alparslan Ceylan başkanlığında, 10 kişilik ekibin yürüttüğü çalışmalar sonucunda 480 arkeolojik yerleşim yerinin envanter çalışması tamamlandı.
     Bilim/Kültür Haberleri....


    Doçent Alparslan Ceylan, proje kapsamında bin 500 bilimsel yayınla birlikte bölgede yapılan kazı ve yüzey araştırmalarıyla ilgili tüm bilgi ve belgelerin incelendiğini söyledi.

    “Çalışmalar ile Doğu Anadolu’nun tarihi ve kültürel zenginliğini bir kere daha gözler önüne serdik. Ama bunu yeterince kullanamadığımız da ortada. Bölgenin sahip olduğu bu zenginlikler turizmin gelişmesi için kullanılmalıdır.”

    Alparslan Ceylan, bir buçuk yıl süren çalışmalarda 7 bin 500 kilometre yol kat ettiklerini de sözlerine ekledi.



  • Uzayda golfün tadı başka

    Golf deneyinin sponsoru Kanadalı firma, topun atmosfere girmesinin 3 yıl alacağını açıklamıştı.
     Bilim/Kültür Haberleri....


    Uluslararası Uzay İstasyonu mürettebatından Rus kozmonot Mikhail Tyurin, uzayda da yapılan deneyde golf topunu Dünya’ya doğru fırlattı.

    İSTANBUL - Tyurin, altın kaplama golf sopasıyla vuruşu yaparken, ABD’li astronot Lopez-Alegria de bu olayı kameraya çekti. Golf vuruşu yapılırken uzay istasyonu Pasifik Okyanusu’nun 450 km üzerindeydi. Tyurin vuruşu yapmadan önce usta bir golf oyuncusu gibi esnedi, gerindi ve kendine uygun bir pozisyon aldı. Ancak Dünya’daki golfçülerden farklı olarak, yerçekimsiz ortamda bulunan Rus kozmonot kimi zaman baş aşağı da durmak durumundaydı.


  • Evrenin başlangıcını gören teleskop

    LMT teleskobunun 120 milyon doları aşan maliyetinin önemli kısmını Meksika devleti üstlenmişti.
     Bilim/Kültür Haberleri....


    Evrenin ilk oluştuğu 13 milyar yıl öncesinden radyo sinyallerini yakalamayı hedefleyen dev radyo teleskobu, Meksika’da faaliyete başladı.

    İSTANBUL / LONDRA - Meksika Devlet Başkanı Vicente Fox’un katılımıyla açılan The Large Millimeter Telescope (LMT), evrenin oluşumuyla ilgili ipuçlarını toplayacak. Yaklaşık 50 metre çapıyla dünyanın en büyük radyo teleskobu olan LMT, dev bir uydu antenini andırıyor. LMT, 4.580 metre yüksekliğinde sönmüş bir volkanın tepesinde bulunuyor.

    Dünyanın en büyük teleskobunun 120 milyon dolarlık maliyetinin büyük bölümünü Meksika hükümeti karşıladı. Açılış töreninde konuşan Devlet Başkanı Fox, yeni teleskobun ülkenin bilimsel alanda ilerlemesi için önemli bir kilometre olacağını ifade etti.


  • Fakir ülkelere dizüstü kampanyası

    Elektriğin olmadığı ortamlarda, dizüstü bilgisayar bir kol yardımıyla şarj edilerek çalıştırılıyor.
     Bilim/Kültür Haberleri....


    Gelişmekte olan ülkelerdeki çocuklara ücretsiz dağıtılmak üzere tasarlanan Linux tabanlı dizüstü bilgisayarlar üretim bandından çıktı.

    İSTANBUL - ABD’nin önde gelen üniversitelerinden Massachusetts Institute of Technology’nin yürüttüğü, gelişmekte olan ülkelerde bilgisayar kullanımını artırmayı hedefleyen One Laptop Per Child projesi ilk bilgisayarları dağıtmaya başlıyor. MIT profesörü Nicholas Negroponte’nin tasarladığı dizüstüler 100 dolar karşılığında gelişmekte olan ülke hükümetleriyle ihtiyaç sahibi çocuklara dağıtılacak.

    XO-1 adı verilen dizüstüler, açık kaynak işletim sistemi Linux tabanlı. Dizüstülerde sabit disk bulunmuyor; Negroponte bunun nedenini şöyle açıklıyor: “Gelişmekte olan ülkelerde çocuklar bu cihazları sürekli düşürebiliyor, makineler son derece sağlam yapıldı, ancak arızalanma olmaması için sabit disk ihtiyacını harici karşılıyoruz.”
    Projenin mimarı MIT profesörü Nicholas Negroponte.

    Dizüstülerin belleği, harici flaş bellek olarak tasarlandı. Bilgisayarda kamera ve mikrofon da bulunuyor. Gelişmekte olan ülkelerin zorlayıcı coğrafi özellikleri de göz önüne alınarak, dizüstüler aşırı sıcak, su, kum, toz gibi dış etkilere karşı dayanıklı geliştirildi. Elektriğin olmadığı ortamlarda, dizüstü bilgisayar bir kol yardımıyla şarj edilerek çalıştırılıyor.

    One Laptop Per Child projesinde ilk yer alan ülkeler, Arjantin, Brezilya, Libya, Nijerye ve Tayland. Dizüstülerin maliyet ve dağıtımını üstlenen bu ülke hükümetleri, toplamda 5 milyon sipariş verdi.

  • Bilim haberi internetten okunur

    ABD’de yapılan bir araştırmaya göre, okurların bilim haberlerini takip ettiği mecralar arasında internet ikinci sırada. Okurlar, bilim haberleri için interneti ana mecra olarak görüyor.

    NEW YORK - İnternet gözlem kuruluşu The Pew Internet and American Life Project tarafından yapılan bir araştırma, internetin bilim haberleri için de saygınlığını artırdığını gösteriyor. ABD’li bilim meraklısı okurların yüzde 20’si özellikle interneti tercih ediyor. Televizyon yüzde 41 ile birinci sırada yer alırken, gazete ve dergiler yüzde 14 ile 3, radyo yüzde 4 ile dördüncü sırada. Araştırmanın ortaya koyduğu bir diğer bulgu da, okurların bilim haberlerinde her internet sitesine inanmadığı, en saygın ve bilimsel referans gösteren mecraları seçtiği.

    Pew araştırması, internetin bir medya mecrası olarak konumlanmasının kullanıcıların internet erişim hızına bağlı olduğunu gösteriyor. Evinde hızlı erişim imkanı olanlar arasında, interneti ana haber kaynağı yapanları oranı ortalamanın üzerinde, yüzde 34
    olarak gerçekleşti.

    İNTERNET BİLİM İÇİN ANA KAYNAK OLMA YOLUNDA
    Pew araştırmasının -en azından- ABD için en önemli bulgusu ise, bilim meraklılarının interneti, klasik anlamda günlük haber yerine bilim haberleri için ana mecra varsayması. Bunun bir nedeni, internetin daha çok bilim haberine ve daha kapsamlı olarak yer verebilmesi. Örneğin, internet politika ve ekonomi haberlerinde gazete, televizyon, radyo ve dergi gibi geleneksel mecraların gerisinde, ancak bilim haberlerinde tercih anlamında daha üst sıralarda.

    REFERANS VERMEK ÖNEMLİ
    İnternette bilim haberlerini okuyanların yüzde 80’i, bilimsel referansın öneminin farkında, bu kişiler söz konusu nedenle başka mecralara, yazılı basın veya habere konu olan araştırmanın yayımlandığı orijinal kaynağa bakıyor. Katılımcıların yüzde 13’ü internete tek başına güvendiğini belirtirken, internetin en önemli avantajı rahatlığı ve hızlılığı olarak gösterildi.

    Pew araştırmasını yürüten John Horrigan, internetin bilim haberleri açısından zengin bir mecra olduğuna vurgu yaparak; “Aslına bakarsanız, internet 1990’ların başında bilim insanlarının birbirlerine haberleşme alanıydı, dolayısıyla bilim haberleri için tercih edilmesi hoş bir rastlantı” diye konuştu.

  • Füzyon İçin Tarihi İmza

    İnsanoğlunun yüzyıllık hayali, tükenmez enerji üretme yolunda en büyük adım Uluslararası Termo-Nükleer Füzyon Projesi, ilk nükleer füzyonu 2040ta yapacak. Nükleer füzyon, 1 litre deniz suyundan 1 litre petrole eşdeğer enerji üretibilecek.Avrupa Birliği, ABD, Rusya, Japonya, Çin, Güney Kore ve Hindistanın katılımıyla yaşama geçirilecek olan nükleer füzyon projesinin imza töreni, Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ve AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Durao Barrosonun da katılımıyla Pariste Elysee Sarayında gerçekleşti.

    İNŞAAT 2008DE BAŞLIYOR
    Nükleer füzyon reaktörünün hangi ülkede inşa edileceği ciddi tartışma konusu olmuş, yıllar süren zorlu müzakereler sonunda, 2005te reaktörün Fransanın Cadarache kentinde kurulmasına karar verilmişti. Reaktör, yaklaşık 10.000 yeni iş sahası oluşturacak. Merkez tamamlandığında dünya çapında 400 bilim insanı bir arada çalışacak. İnşasına 2008de başlanacak olan ITERin füzyon reaktörünün 4.6 milyar Euroya, projenin bütününün ise 10 milyar Euroya mal olması bekleniyor.

    Nükleer füzyon reaktörünün kurulacağı ülke konusundaki pazarlıklarda en güçlü adaylardan Japonya, merkezin direktörünün Japon olması ve önemli parçalarının Japon yapımı olması şartıyla geri adım atmıştı.

    İLK ÜRETİM 2040TA
    Latince yol anlamına gelen ITER (International Thermonuclear Experimental Reactor) başlıklı projenin amacı, Güneş ve yıldızlarda meydana geldiği şekliyle nükleer füzyon teknolojisiyle enerji üretmek. Nükleer füzyon, temiz ve tükenmek enerji kaynağı olarak geleceğin teknolojisi olarak tanımlanıyor. Ancak bilim dünyası bu teknolojiyi henüz tam anlamıyla kullanabilmiş değil. ITER projesinin enerji üretmesinin en az 30 yıl alacağı tahmin ediliyor.

    Bilim insanları, gelecek yüzyılda elektrik enerjisinin çoğunun nükleer füzyondan elde edileceğini öngörüyor. Birçok uzmana göre, gelişen ekonomiler ve artan enerji ihtiyacı, nükleer füzyon gibi tükenmez enerji kaynaklarını 50 yıl içinde elzem hale getirecek. Geliştirilmesi uzun yıllar alan bu tür enerjilere şimdiden uluslararası düzeyde yatırım yapılması bu bağlamda anlamlı. Bu tür projelerde, maliyetin paylaşılması kadar bilgi birikiminde de ortaklık yapılması sağlanıyor.

    100 MİLYON SANTİGRAT DERECEYE KADAR ISITILACAK
    Füzyon, atomların yüksek sıcaklıktayken birbirleriyle çarpıştırmaya dayanıyor. Atomlar bir plazmaya oluşturmaya doğru birleşince, açığa enerji çıkarıyorlar. Füzyon reaksiyonları, tükenmez doğal kaynak olan suyun içindeki hidrojenin izotoplarıyla yürütülecek. Füzyon reaktöründe, atom çekirdeğindeki deuterium ve tritiumum birleştirilmesiyle enerji açığa çıkıyor. Sonuçta, ortaya daha büyük bir atom çekirdeği çıkıyor.

    Nükleer füzyonda enerji elde etmek için gazların 100 milyon santigrat dereceye kadar ısıtılması gerekiyor. Güneşin çekirdeğinden çok daha yüksek bir sıcaklık olan bir düzeyde gazları kontrol altına almak henüz pratikte mümkün değil. Bilim insanları, onyıllardır bu sıcaklıkta gazları kontrol etmenin yollarını arıyor. ITER projesi bu konuda yeni tekniklerin geliştirilmesini öngörüyor.

    FOSİL YAKITLARIN PABUCU DAMA
    Nükleer füzyonun en önemli avantajlarından biri de, tepkime için çok az miktarda enerji gerektirmesi. Bilim insanlarının tahminlerine göre, füzyon reaksiyonuyla açığa çıkan enerji, fosil bazlı yakıtların kullanıldığı olağan bir kimyasal reaksiyonun yaklaşık 10 milyon katına denk düşüyor. Bilim insanları, nükleer füzyon sayesinde 1 litre deniz suyundan 1 litre petrole eşdeğer enerji çıkarılacağını öngörüyor.

    ÇEVRECİLERİN NÜKLEER ÇEKİNCELERİ
    Çevre örgütleri, nükleer füzyonun atık problemi nedeniyle halinde doğa dostu sayılamayacağını vurguluyor. BBCye konuşan Friends of the Earth uzmanı Roger Higman, nükleer füzyonun gelecek 50 yılda alternatif olabilmesi için çöp sorunun çözülmesi gerektiğine vurgu yapıyor. Çevrecilere göre, nükleer füzyonun çıkaracağı atık, geleneksel nükleer reaktörlerin atığından daha az olmayacak ve küresel ısınmayla ilgili çabaların geri plana atılmasına neden olabilecek.

    Türkiye'nin İlk Bilim Portalı
  • ‘Bedenden çıkış’ çözüldü

    İsviçreli uzmanlara göre, “bedenden ayrılma” duygusu, aslında beyinde yeri bilinen karmaşık bir koordinasyon sürecindeki bozukluktan ileri geliyor.
     Bilim/Kültür Haberleri....



    CENEVRE - Bilimadamları, genellikle ölümden dönenlerin anlattığı “bedenden ayrılışın” sırrını çözdüğünü düşünüyor.

    Olaf Blanke ve Margitta Seeck adlı nöroloji uzmanları, sara hastalığıyla ilgili çalışmaları sırasında, beyin korteksinin sara nöbetlerine yol açan kısımlarını yok etmek amacıyla beynin bazı bölgelerini elektrikle uyardı.

    Cenevre üniversitesi tıp fakültesiyle Lozan politeknik okulunda görev yapan iki uzman, “pariyetal-temporal” bağlantısını elektrikle uyardıklarında beden hissinin bozulduğunu farketti. Bugün yazılı açıklama yapan iki araştırmacı, “o an, beynin bedenin görüntüsünü ürettiğini, ancak bu görüntünün yerinin değiştiğini” belirtti.

    Uzmanlara göre, görüntü bedenin altında, karşısında ya da arkasında olabiliyor. Görüntü bedenin altında veya karşısında hissediliyorsa, hasta kendi görüntüsünü hala tanıyabiliyor. Görüntü, bedenin arkasında ise hasta “tehditkar ve karanlık başka bir varlık” hissediyor.

  • İnsanlar için kuş gribi aşısı yapıldı

    Vietnam’da bir laboratuvar, insanlar için kuş gribine karşı aşı geliştirdiğini ve denemeler yapmak için Sağlık Bakanlığından analiz sonuçları beklendiğini açıkladı.
     Bilim/Kültür Haberleri....


    HANOY - Nha Trang Biyolojik ürünler ve Aşı Enstitüsü bilim adamları, kuş gribinin H5N1 türüne karşı aşıyı başarıyla geliştirdiklerini duyurdu.

    Enstitü Müdürü Dr Le Van Hiep, laboratuvarda tavuk yumurtasından transplantasyon teknolojisiyle 5 bin doz aşı üretildiğini, bu aşının horoz ve fareler üzerinde denendiğini ve başarılı sonuç alındığını söyledi.

    Dr Le Van Hiep, aşının test edilmesi için ekim ayında yetkililere gönderildiğini ve sonucu beklediklerini de belirtti.

    Vietnam’da 2003 sonundan beri kuş gribi virüsü yüzünden 42 kişi hayatını kaybetti ve milyonlarca kümes hayvanı itlaf edildi. Ülkede Kasım 2005’ten beri insanda kuş gribi virüsüne rastlanmadı. Vietnam, hastalığı kontrol almadaki becerisinden dolayı dünya çapında uzmanlardan tebrik aldı.


  • Kahvaltıyı ‘pazar’ ile sınırlamayın

    Hızlı yaşam temposunun neden olduğu ayaküstü beslenme, sağlıklı ve dengeli beslenme için “altın öğün” olarak değerlendirilen kahvaltı kültürünü unutturdu...
     Bilim/Kültür Haberleri....


    ADANA - “Çoğu ailenin pazar günleriyle sınırladığı kahvaltı, güne zinde ve verimli başlamada ilaç etkisi yapıyor” diyen Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Ziraat Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Zerrin Erginkaya, kahvaltı kadar kahvaltıda tüketilen gıda maddelerine de dikkat edilmesi gerektiğini dile getirdi.

    Doç. Dr. Zerrin Erginkaya, günümüzde insanların, yaşam koşullarına bağlı olarak yeme alışkanlıklarının da değişmeye başladığını, bundan en fazla sağlıklı beslenmenin anahtarı olan kahvaltının olumsuz etkilendiğini belirtti.

    Erginkaya, çalışan kadın ve okuyan kesimdeki artış, yalnız yaşayan bireylerin artması, şehre göç ve hızlı yaşam temposu gibi birtakım sosyal nedenlerden dolayı daha pratik, kısa sürede hazırlanabilen ve tüketimi kolay olan ancak, sağlıklı olmayan tüketim alışkanlıklarına yönelindiğini kaydetti.

    Erginkaya, oysa çoğu ailenin pazar günleriyle sınırladığı kahvaltının, güne zinde ve verimli başlamada ilaç etkisi yaptığını ifade etti.

    Çoğu kişinin, işe yetişme telaşı ya da sabah saatlerindeki iştahsızlığı kahvaltı yapmamaya gerekçe gösterdiğini anlatan Erginkaya, güne kahvaltısız başlayan kişilerde yorgunluk, stres ve halsizlik halinin kaçınılmaz olduğunu anlattı.

    Erginkaya, kahvaltı alışkanlığının coğrafi ve kültürel farklılıklar nedeniyle yörelere göre değişiklik gösterdiğini, kırsal kesimde bu alışkanlığın daha yaygın olduğunu, ancak kent yaşamının kahvaltı keyfini sadece pazar günleriyle sınırlandırdığını ifade etti.

    Son dönemlerde eğlence merkezleri ve restoranların sabah kahvaltısı programlarıyla dikkati çektiklerini ifade eden Erginkaya, “brunch” diye adlandırılan bu hizmetin en azından kahvaltı kültürünün devam etmesine katkıda bulunmasını umut ettiklerini söyledi. Erginkaya, kahvaltı kültürü olmayan anne ve babaların çocuklarına da model teşkil ettiklerini belirterek, “Bu yüzden kahvaltı gibi önemli bir öğünden mahrum nesil yetişiyor” dedi.

    KAHVALTILIKLARA DİKKAT
    Erginkaya, kahvaltı alışkanlığı gibi kahvaltıda tüketilen gıda maddelerin de yörelere göre farklılık gösterdiğini, ister geleneksel ister modern yöntemlerle olsun kahvaltılık gıdaların güvenirliğinin özenle kontrol edilmesi gerektiğini vurguladı.

    Uygun koşullarda üretilmeyen ve muhafaza edilmeyen gıdalarda bazı sağlık riskleri ve bozulmalara rastlanmasının doğal olduğunu anlatan Erginkaya, kentlerde yaşayanların da büyük marketlerdeki promosyon ürünlerine karşı tedbirli olmalarını önerdi.

    Erginkaya, satış noktalarında, soğukta saklanması gereken tereyağ, margarin, peynir, yoğurt, salam, sucuk, yumurta gibi ürünlerin “promosyon” adı altında satışa sunulduğuna dikkati çekerek, “Serin ortamda muhafaza edilmesi gereken bu ürünler, kampanya süresince uygun olmayan ısıya maruz bırakılıyor. Oysa, bu koşullarda bekletilen ürünlerin kalitesi zarar görmekte, hem de mikrobiyal gelişmeye bağlı olarak sağlık riski oluşabilmektedir” diye konuştu.

    Erginkaya, özellikle tereyağı ve kahvaltılık margarinlerin satın alındıktan sonra son kullanma tarihi geçmemiş olsa bile ambalajları açıldıktan sonra bozulma, küflenme, renk değişikliği veya kokusunda değişiklik gibi çeşitli sorunlarla karşılaşıldığını, bu nedenle sadece kullanma tarihine bakmakla yetinilmemesi gerektiğini sözlerine ekledi.


  • Karın ağrısını dikkate alın

    Karın ağrısı, hastalık habercisi olabilir...

    İSTANBUL - Karın ağrısı başlı başına bir hastalık değil, bir belirtidir. Özellikle ani başlayan karın ağrılarında mutlaka hekime danışılması ve danışılmadan ağrı kesici ilaç alınmaması gerekir...

    Ağrı toplumda en çok görülen şikayetlerden biri olup, karın ağrıları da hemen herkesin yaşamı boyunca en az bir kez karşılaştığı bir durumdur. Karın ağrısının birçok nedeni var. Fazla gıda alımı, uygunsuz beslenme ve basit enfeksiyonlarda karın ağrısı sebeplerinin başında geliyor.

    Acıbadem Hastanesi Kadıköy Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Korhan Taviloğlu, karın ağrısının önemli bir bulgu olabileceğini belirterek şöyle diyor:
    “Aniden yani, 6 saat içinde başlayan karın ağrısı ile karakterize karın hastalığı “akut karın” olarak anılmaktadır. Ağrıyı takiben 6 ile 12 saat içinde bulantı ve kusma olması genellikle mide-bağırsak sisteminde bir tıkanıklığın göstergesidir. Bağırsakta olan bir iltihabi bir olay ise kendisini iştahsızlık, bulantı ve kusma gibi belirtilerle gösterir. Ani başlayan karın ağrısı olan her hasta detaylı bir şekilde ele alınmalıdır. Bir haftayı aşan bir süredir karın ağrısı olan hastada ‘akut karın’ tablosu düşünülmez, ancak bu durum bir hekim tarafından araştırılmalıdır.”

    BİRÇOK HASTALIK, KARIN AĞRISINA NEDEN OLABİLİR!
    Karnın değişik bölgelerindeki ağrıları, o bölgeye has organların hastalıklarının belirtisi olabiliyor. Mide ve bağırsak bozuklukları, böbrek taşları, kadın ve erkek üreme organlarının hastalıkları, şeker hastalığı, böbrek üstü bezi hastalıkları, kadınlarda adet sancıları, bazı kan hastalıkları, kurşun ve morfin gibi maddelerin zehirlenmeleri ve zona gibi hastalıklar nedeni ile karın ağrısı oluşabiliyor. Sadece karın boşluğundaki organlar değilakciğer iltihapları, kalp krizleri ve kaburga kırıkları karın ağrısı yaratabiliyor.

    Prof. Dr. Taviloğlu, karnın farklı bölümlerinde hissedilen ağrıların farklı sebeplerden kaynaklanabileceğinin altını çizerek şöyle diyor:
    “Karın sağ üst bölümünde olan ağrılardan: karaciğer, safra kesesi ve yollarının hastalıkları ve ülser sorunları sorumlu olabilir. Karın sol üst bölümünde olan ağrılarının sebebi dalak, pankreas, ve karın şah damarının (aorta) hastalıkları olabilir. Göbeğin üst bölümünde olan ağrılarda yemek borusu, mide ve on iki parmak barsağının, gastrit, ülser ve reflü gibi hastalıkları akla gelmelidir. Karın sol alt bölümünde olan ağrılarda: kalın bağırsak iltihapları, yumurtalık sorunları, karın şah damarının hastalıkları, idrar sorunları, dış gebelik sorunu ve apandisit problemi olabilir. Karın sağ alt bölümünde olan ağrılarda: apandisit, idrar sorunları, dış gebelik sorunu, yumurtalık sorunları, fıtık boğulması, safra kesesi ve yolları sorunları düşünülmelidir.”

    HEKİME DANIŞMADAN AĞRI KESİCİ ALMAYIN!
    Karın ağrısı şikayetinin altında farklı sebepler olabileceği için bilinçsiz bir şekilde ilaç almamak gerekiyor. Ancak yemek sonrasında gelişen, hafif şiddetteki karın ağrılarında hafif buzlu su içilmesi, tost yenmesi, elma suyu içilmesi veya muz yenmesi öneriliyor.

    Prof. Dr. Taviloğlu, “Mide asidinin sorun yarattığı biliniyorsa, asit giderici ilaçlar alınabilir.” diyerek şöyle devam ediyor:
    “Karın ağrısının nedeni kesin olarak bilinmiyorsa ve daha önceden bir hekim tarafından tanısı konulmamışsa, ağrı kesici ilaç almamakta yarar vardır.”

    NE ZAMAN DOKTORA BAŞVURMAK GEREKIR?
    Karın ağrısı sorunu olan kişilerin bazı hallerde kesinlikle doktora başvurması gerekiyor. Prof. Dr. Taviloğlu, bu durumları şöyle sıralıyor:
    - Şiddetli, tekrarlayıcı, artan ve devamlı karakterde ağrılar
    - Ağrı ile nefesin kesilmesi, baygınlık hissi, kanama, kusma ve yüksek ateş olması
    - Karın ağrısının göğse, boyuna ve omuza yayılması
    - Dışkıda kan görülmesi
    - Karında gerginlik ve şişme olması


    TANI VE TEDAVI
    Karın ağrısı sorunuyla doktora gelen kişilerin detaylı muayenesi yapıldıktan sonra bazı hastalıkların ayırımı için, kan testi, idrar testi, ultrasonografi, tomografi gibi görüntüleme testleri istenerek tanıya gidiliyor.

    Prof. Dr. Taviloğlu, “Bu araştırmalar sırasında hekimin deneyimi, görgü ve bilgisi büyük önem taşımaktadır.” diyerek tedavi konusunda şunları söylüyor:
    “Tedavi tamamen saptanan soruna göre düzenlenir. İdrar yolunda taş belirlenmesi halinde ön planda ilaçlarla tedavi planlanırken, apandisit sorunu halinde acil ameliyat önerilmektedir.”konuştu.

  • ‘Paşa Kızlarının Pikniği’ 280 bin YTL

    Artı Mezat’ın “Pulchrum Veri Splendor (Güzel Gerçeğin İhtişamıdır)” başlıklı müzayedesinde, Fausto Zonaro’nun ‘Paşa Kızlarının Pikniği’ adlı tablosu, 280 bin YTL’ye alıcı buldu.
     Bilim/Kültür Haberleri....


    İSTANBUL - Kadir Has Üniversitesi Müze Lobisi’nde düzenlenen ve Can Has’ın yönettiği müzayedede, tablolar, porselen zarflar, Venedik vazolar, gümüş sandıklar, hilye-i şerifler, beratlardan oluşan 307 parça satışa sunuldu.

    Müzayedede, Nuri İyem imzalı peyzaj 9 bin, Burhan Doğançay’ın The Beatles grubunun üyesi John Lennon anısına yaptığı tablo 16 bin, İmparator II. Wilhelm’in İstanbul ziyareti sonrası yaptırıp Sultan II. Abdülhamid’e hediye ettiği gümüş kaplamalı mineli Alman Çeşmesi maketi 29 bin YTL’ye satıldı.

    Şair İhsan Raif Hanım’ın koleksiyonundan 7 tespih ve 2 kolyenin 3 bin 250 YTL’den satıldığı müzayedede, Naim Uludoğan imzalı tablo 2 bin 750 YTL, Orhan Taylan imzalı Nazım Hikmet portresi 5 bin YTL, Mehmet Ali Laga imzalı tablo 6 bin YTL, Osmanlı gümüş sandık 10 bin YTL, celi sülüs levha ise 15 bin YTL’ye satın alındı.

    Müzayedede, merkezi madalyonlu bordürlü çift çatma kumaş, başlangıç bedeli olan 6 bin YTL’ye alıcı bulurken, ahşap üzerinde celi sülüs hatla ‘Maşallah’ yazılı 300 YTL başlangıç bedelli levha 2 bin 250 YTL’ye, Neşet Günal imzalı ‘Çocuklar’ başlıklı, 5 bin YTL başlangıç bedelli tablo 19 bin YTL’ye satıldı.

    Sultan III. Ahmet tuğralı beratın 35 bin YTL’ye, sedefli kemençenin 40 bin YTL’ye Leonardo De Mango’nun ‘Şam’ adlı tablosunun 50 bin YTL’ye satıldığı müzayedede, Sultan II. Abdülhamid döneminin saray ressamı Fausto Zonaro’nun teklif usulü satışa sunulan ‘Paşa Kızlarının Pikniği’ adlı eseri 280 bin YTL’ye alıcı buldu.

    Müzayedenin basın bülteninde, Zonaro’nun torunu Cesare Trevigne’nin, “bu eserin 30 yıl öncesine kadar anneannesinin sarayında bulunduğunu ve zorunluluk sonucu satıldığını” kaydettiği ve eseri almak için yine İstanbul konulu başka Zonaro resimleriyle değiştirme teklifinin ise “Türkiye’den böyle bir eserin çıkarılmasına izin alınamayacağı için” gerçekleşmediği belirtildi.

    Müzayedede, Zonaro’nun 70 bin YTL başlangıç bedeliyle satışa sunulan kadın portresi ve M. Amiguet’in 75 bin YTL başlangıç bedeliyle satışa sunulan İstanbul peyzajı ise alıcı bulmadı.

  • Peru’da 1000 yıllık antik mezar

    Sican uygarlığının MS.750 ile 1375 arasında yaşadığı varsayılıyor.

    Arkeologlar, Peru’nun kuzeyinde dağlık bölgede İnka uygarlığından daha eski bir döneme ait 22 mezar ve çeşitli kalıntıları gün ışığına çıkardı.
     Bilim/Kültür Haberleri....


    FERRENAFE - Peru’da ortaya çıkarılan İnka-öncesi kalıntıların arasında ülkenin sembolü ‘tumi’ adı verilen kalay alaşımlı tören bıçakları da bulunuyor. Bilim insanları, söz konusu ülkenin sembolü olan bıçaklara dair şimdiye dek bulunan en eski örnekler olduğunu vurguluyor. Yaklaşık 1.000 yıllık olduğu varsayılan kalıntıların, Peru topraklarında M.S. 750 ile 1375 arasında hüküm sürmüş Sican kültürüne ait olduğu düşünülüyor.

  • İnsan tükürüğü uyuşturuyor!


    Araştırmacılar, insan tükürüğünde deneylerde kullanılan morfinden çok daha güçlü bir ağrı kesici maddesine rastladı. Opiorfin adlı maddenin insanlar üzerinde kullanımı araştırılacak.
     Bilim/Kültür Haberleri....


    NEW YORK - İnsan vücudu, dertleri için çarelerini de birlikte barındırıyor. Fransız bilim insanları, insan tükürüğünde bulunan ve ‘opiorfin’ adını verdikleri maddenin morfin bazlı ağrı kesicilere göre çok daha etkili. Paris’te bulunan Pasteur Institute (Pastör Enstitüsü) uzmanları, insanda doğal olarak bulunan ‘opiorfin’ molekülünün tükürük dışında beyin veya kanda da olacabileceğini tahmin ediyor. Opiorfin’in salgılanma koşulları araştırılacak.

    Pasteur Institute uzmanları, genetiği insana yüzde 99 oranında benzeyen fareler üzerinde deney yaparken ağrı kesici fonksiyonu olan bir molekülün farkına vardı, insanlar üzerinde de deney yapılarak opiorfin denen aynı molekülün varlığı saptandı. Fareler üzerinde yapılan deneyde, 1 miligram opiorfinin uyuşturucu etkisinin, kilogram başına 3 ila 6 milligram’lık morfine eşit olduğu tespit edildi. Opiorfin, kimyasal bazlı ve fiziksel ağrılara karşı morfinden daha etkili çıktı.

    İNSANLAR ÜZERİNDE KULLANIMI ARAŞTIRILACAK
    Araştırmayı yürüten Catherine Rougeot, ‘oporfin’in nasıl üretildiğinin henüz gizemini koruduğunu, insandaki başka dokularda da bulunmasının insanlarda kullanımını mümkün kılabileceğini vurguluyor. Rougeot ve ekibi şimdi opiorfin ve bu maddeyi üreten molekülü mercek altına alıyor, bu sayede bu doğal ağrı kesicinin üretilmesi mümkün olabilecek, zira böyle bir ağrı kesicinin çok önemli getirileri olabilir.
    Kaynak: Araştırma Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde yayımlanmıştır.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Ömer -- 27 Kasım 2006; 16:27:41 >
  • 
Sayfa: önceki 89101112
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.