Şimdi Ara

Corpse Bride (2005)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
9
Cevap
0
Favori
822
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj


  • Johnny Depp, Tim Burton ve Burton'ın uzatmalı nişanlısı Helena Bonham Carter kısa süre önce 'Charlie'nin Çikolata Fabrika'sında biraraya gelmişlerdi. Birlikte çalışmaya doyamamış olacaklar ki, egzantrik üçlü bu kez de stop-motion tekniğiyle yapılan animasyon filmi 'Tim Burton'dan Ölü Gelin'e (Tim Burton's Corpse Bride) imza atmışlar; Tim Burton yönetmen olarak ve Depp ve Carter da sesleriyle.

    Uluslararası Toronto Film Festivali'ne Uluslararası Toronto Film Festivali'ne de katılan 'Tim Burton'dan Ölü Gelin', Burton'ın 1993'te yaptığı 'Noel Gecesi Kabusu' (Nightmare Before Christmas) ile aynı animasyon tekniğini kullanan karanlık bir film.
    İlk kez bir canlandırma filminde yer aldın. Neden bu kadar bekledin?
    Johnny Depp: Bir kuklayı canlandırmak daha kolay. Aklı yerinde ya da deli bir aktörün muhtemelen en büyük korkusu kendine benzeyen bir karakteri canlandırmaktır.

    İlk çocuğum doğduğundan beri yapmak istediğim bir şeydi. O zamandan bu yana animasyondan başka bir şey izlemedim. Bu nedenle bir şekilde bu filmleri sever hale geldim.

    Victor'ı seslendirmeden önce (filmdeki karakter Victor Van Dort) kuklaları görme şansın oldu mu?
    Johnny Depp: En büyük lüksüm, o gece kayıt için stüdyoya geldiğimde Victor'ın orada duruyor olmasıydı. Böylece kuklalarla tanışmış oldum. Güzeldiler. Gerçek birer esin kaynağı oldular.

    Sadece kendi kıçımı kurtarmaya çalışıyordum aslında, yeterince hazırlıklı olmadığım için. Tim (Burton) hep olduğu gibi gene çok yardımcı oldu. Victor, geçmişte Tim için oynadığım -Edward Scissorhands (Makaseller) gibi- karakterlerden çok uzak değil, veya pek insanlara karışmayan bir tip. Mıraldanarak konuşan, kendine güvensiz ve sinirli bir karakter. Gerçek hayattaki bana çok benziyor.

    Çocukların son zamanlarda yaptığın filmleri gördüler mi?
    Johnny Depp: Karayip Korsanları çıktığında Jack çok küçüktü. Neandertal evresini yaşadığı söylenebilir. Lily Rose oradaydı ve bayıldı. Bu ilginç; çünkü filmin setine geldiler. Bu nedenle de babalarını bu tuhaf, yağlı korsan olarak görmeye alışkındılar. Willy Wonka'yı oynayacağımı öğrendiklerinde ise, tabii ki çok heyecanlandılar; çünkü Gene Wilder'lı orijinal filmi biliyorlardı. Kızım kitabı, hikayeyi gayet iyi biliyor. Böylece sete beni görmeye geldiler ve dediğim gibi böyle şeylere de bayağı alışkınlar. Ama sete gelip yanıma yürüdüklerinde ve beni silindir şapka, topuklu ayakkabılar, Prince Valiant modeli saçlar, gözler, dişler ve lastik eldivenlerle görünce dondular ve bana sonsuzluk gibi gelen iki dakika boyunca baktılar. Daha sonra bunu atlatıp, her şeyi denemek istediler; şapkayı, gözlükleri... Charlie'yi görecekleri zaman çok korktum, eleştirmenlerin yorumlarından bile çok. Evde oturmuş sinemadan dönmelerini bekliyordum. Geldiler ve üç yaşındaki oğlum Jack içeri girdi, bana baktı ve Willy Wonka'yı taklit ederek "Çok tuhafsın." (gülüyor) dedi. Birden kendimi özgürleşmiş hissettim.

    Ölü Gelin'i gördüler mi?
    Johnny Depp: Evet, gördüler. Bu da başka inanılmaz bir deneyimdi; çünkü Lily Rose gene bu tür bir şeye hazırdı ve bayıldı. 3 yaşındaki oğlumunsa dikkati çok çabuk dağılıyor. Hemen koşup bir şeyler kırmak, bir şeyler yapmak, kopşmak istiyor. Tüm film boyunca kucağıma oturdu, sanki çivilenmiş gibi seyretti ve çok sevdi. Müziğe çok iyi tepki verdi, filmden alıntılar yaptı ve tüm karakterleri çok sevdi.

    Çocukların hangisini daha havalı buluyor: Bir animasyon karakteri olmanı mı, yoksa korsan mı?
    Johnny Depp: Bilmiyorum. Onlara soracağım. Komik olan şey şu: Kızım 6, oğlum 3 yaşında. Kızım son derece sakin, bir leydi ve prenses gibi. Bu nedenle kıpır kıpır huzursuzlanmadan oturup film seyredebiliyor. Oğlumsa normalde üç buçuk saniye seyredip, sonra olabildiğince süratli bir şekilde odanın öbür ucuna koşup bir şeyler kırar. Bu filmde, Ölü Gelin'i beraber seyrettik ve oğlum kucağımda tüm filmi seyretti. Hiç kıpırdamadı. Mıhlanmış gibiydi. Bayıldı, bu da çok şey ifade ediyor. Çok dolu bir film bu.

    Çok korktu mu?
    Johnny Depp: Hayır. Çok sevdi. Demek istiyorum k, tabii ki filmin sarsıcı anları vardı ama onlarda ben de sarsıldım.

    Karakterlerini hayata geçiriyorsun, çok canlı bir şekilde sunuyorsun. Onları arkanda bırakmakta güçlük çekiyor musun?
    Johnny Depp: Her karakterde bana şu oluyor. Bir kere o içine girmeye başladın mı, onu iyice tanıyorsun, onunla yakınlaşıyorsun ve onu seviyorsun. Onu oynamaktan keyif alıyorsun. Bu nedenle sona ulaştığında hep çok zor oluyor. Filmin bitimine 10 gün kala saatin tiklediğini duymaya başlıyorsun ve bazen çok fena bir depresyona giriyorsun. Tuhaf bir ayrılık endişesi oluyor; çünkü oldukça uzun bir süre bu kişinin karakterine bürünüyorsun ve sonra o aniden yokoluyor. Kaptan Jack'te, içimde onu tekrar göreceğime dair sinsice bir şüphe duymuştum ve bana "Birlikte ikinci ve üçüncü filmleri de yapmak istiyoruz." dediklerinde, hemen atladım; çünkü sırf onu tekrar görmek ve oynamak için bencilce bir şekilde tek istediğim şey tekrar Kaptan Jack olmaktı.

    Tuhaftır, ayrılık bazen bazı karakterlerde daha duygusal yaşanıyor. Makaseller'i hatırlıyorum da -bunu söylerken kendimi çok aptal hissediyorum ama gerçek bu- filmin son gününü hatırlıyorum. 89 gün falan olmuştu ve hatırlıyorum makyajı yaptıktan sonra aynaya bakıp "İşte bu kadar. Bu seni son görüşüm." diye düşündüğümü hatırlıyorum. Yani her şey çok duygusal bir hale geliyor. Bu çok ama çok tuhaf bir durum. Normal olduğunu sanmıyorum ve bunun senin için iyi olduğunu da sanmıyorum.

    Kendinde Victor’la özdeşleştirdiğin bir şeyler var mı?
    Johnny Depp: Evet. Başarısız hissediyor olmak, sanırım. Yeteneksiz hissetmek. Anlaşılmıyor olmak. Bu pek çok insanın hayatında sürekli yer eden bir fikir. Ancak Victor biraz Makaseller gibi sunulmuş, yaşam içinde o kendini rahat hissedememe duygusuyla..

    Karakter için nasıl hazırlandın?
    Johnny Depp: Ölü Gelin için olan her şey çok hızlı oldu. Her şey tam anlamıyla 15 veya 20 dakikada gerçekleşti; çünkü günü Willy Wonka olarak bitirmişken, işten sonra Tim’le beraber stüdyoya gidiyorduk. Yani bu süreç stüdyodan kayıt stüdyosunu yürüyüş mesafesinin uzunluğu kadar bir sürede gerçekleşti ki, bu da oldukça hızlıydı. Ben “Tamam. Karakter nereli? Konuşmasının kulağa nasıl gelmesini istiyorsun?” diye sordum. Her şey o kısacık zamanda doğuverdi ve sonrasına kadar da o konuda başka bir şey duymadım.

    Bir senaryoyu okuduğumda, daha önce hakkında konuştuğum bazı görüntüler ve şeyler aklıma gelir. Sanki fikirler biraraya gelip bana ulaşır. Bir de aklıma gelen insanlar olur, Sleepy Hollow’daki gibi. Roddy McDowell ve Angela Lansbury gözümün önüne gelip durmuştu. Öyle bir şeyler işte... Bu nedenle bunlar bana bir tür esin kaynağı olur. Kaptan Jack’te esin kaynağı Keith’ti (Richards); çünkü korsanları zamanlarının rock yıldızları gibi görmeye başladım. Efsaneleri kendilerinden aylar hatta belki yıllar öncesinden kulağınıza geliyordu. Yani önce hikayeyi alıp, sonra da o görüntüleri kullanıyorum.

    Bu filmdeki Ölüler Ülkesi hakkında ne düşünüyorsun?
    Johnny Depp: Hayatta ,ölüm ve ölümün gizemi hakkında sabit bir korku ve takıntı olmasına dayanan bir fikir. Bir noktada hepimiz sonumuzun bu olduğunu bilmemize rağmen, insanlar ölecekleri için son derece gerginler. Filmde Yaşayanlar Ülkesi telaşlı, gri ve ağır bir yer. Ölüler Ülkesi’ne gitmekse, cennet, cehennem veya hapishane gibi olabilir ve 1920’lerin Paris’ine benziyor. Hafifmeşrep kadınlar ve çılgınlık. İnanılmaz olduğunu düşündüm.

    Ölümden sonra bir hayat olduğuna inanıyor musun?
    Johnny Depp: Bu benim için tam anlamıyla esrarengiz bir durum. Demek istediğim şu: Aniden uyansan ve 1920’lerin Paris’inde olsan harika olurdu. Mükemmel olurdu ama bilmiyorum; çünkü sadece pislik ve solucanlar da olabilirdi. Bilmiyorum.

    Tim, sen Frankenweenie’den bu yana ölüler ve ölü olmayanlarla uğraşıyorsun. Bu kadar çekici olan nedir?
    Tim Burton: Sanırım ölü olmayanlarla uğraşmamın, banliyö olan ve gündüzleri parlak güneş altında Yaşayan Ölülerin Gecesi’ne (George Romero filmi) benzeyen Burbank’te büyümüş olmamla ilgisi var. Bilemiyorum. Ölümün her zaman karanlık bir konu olarak görüldüğü bir kültürde büyüyen biri olarak, canavar filmlerini hep sevdim ve beni büyülemeyi her zaman başardılar. Ve bir de iskeletler, müzik, mizah ve danslarıyla Day of the Dead’i (George Romero’nun zombi filmi) gördüğün Meksika’ya o kadar yakın yaşıyor olmak var...

    Ölümden sonraki yaşamın bu filmde gösterdiğin kadar renkli olduğu konusunda iyimser misin?
    Tim Burton: (Gülüyor) Demek istiyorum ki, ne olduğuna dair en ufak bir fikrim yok. Ama söylediğim gibi, ölüme daha olumlu yaklaşan kültürler ilgimi çekiyor. Sanırım olumsuz yaklaşım, özellikle de çocuklukta, her şeyden korkman ve sanki hep kötü bir şeyler olacakmış gibi hissetmen gerektiğini öğretiyor. Diğer yöntemse çok daha ruhani ve pozitif. Söyleyebileceğim tek şey şu; çünkü bildiğin gibi ne olacağına dair en ufak bir fikrim yok (gülüyor).

    Helena, birbirine bu kadar yakın iki animasyon karakterini neden canlandırdın? Hem bu filmde yer aldın, hem de Wallace and Gromit’te. Üstelik ikisi de çok yakın aralıklarla vizyona girdi.
    Helena Bonham Carter: Bu sadece işlerin ne kadar uzun zaman aldığını gösteriyor. İki filme de başladığımda Billy’ye hamileydim Yani vücudum başka bir rol için uygun değildi. Ben de bu nedenle stop-motion animasyon filmleri yaptım. Ve seçmelere de katılmak zorunda kaldım, Tim’in (Burton, partneri) yönettiği film için bile.

    Rolü senin alacağın kesin değil miydi?
    Helena Bonham Carter: Hayır. Umarım bir rolü alabilmek için gidip bir adamla yatmam gerekmez. Ama biliyor musun? Aslında tam tersine, çünkü seçmelere katılmak zorunda kaldım. Yani bende işe yaramıyor.

    Okumam için senaryoyu bana verdi, sanırım sırf arkadaşı olduğum için, ya da öyle olduğunu umuyorum. Ondan bir çocuğum var. Ama sadece okumamı istedi, sırf ne düşündüğümü görmek için. Güzel bir senaryo olduğunu düşündüm ve benden Victoria’yı seslendirmemi istedi. Ben de “Aslında Ölü Gelin’i oynamak istiyorum. Seçmelere katılmamı istiyorsun, değil mi?” O da “Evet.” dedi. Böylece devam edip seçmelere girdim ve allahtan iki hafta sonra –haftalardır birbirimize tek kelime etmemiştik- sonunda bana geldi, çok ciddiydi, evime geldi (aynı evde yaşıyoruz ama tuhaf bir ev), içeri girdi –hoş bir evlilik teklifi gibiydi- ve dedi ki “Ölü Gelin rolünü oynamayı düşünürsen bizi onurlandırmış olursun.”

    Şarkı söylerken Danny Elfman’la çalışmak nasıldı?
    Helena Bonham Carter: Buna bayıldım, hep bir müzikal yapmak istemişimdir ve kimse bırakmadı yapayım. İki dizem vardı ve hep Danny’nin ve müziğinin hayranı olmuşumdur. Onun bir dahi olduğunu düşünüyorum. Ama o öyle tatlı ve alçakgönüllü bir adam ki, bu onu iyi bir öğretmen de yapıyor. Ve aynı zamanda şarkıcı da. Bence hakettiği kadar takdir edilmiyor. Bazen onun Oingo Boingo’da olduğunu unutuyorsun.

    Gözlerinin yuvalarından fırlamasını ve kafandaki kurtçukları sevdin mi?
    Helena Bonham Carter: Göz! Keşke gözüm yuvasından fırlasaydı. Kurtuklarım var. Bence hepimizin kurtçukları var. Fırlamaları gerekmiyor ama benimkiler bir şekilde çene çalıyorlar.

    Ölümle bağlantılı da olsa bunda gerçekten romantik olan bir şey var, değil mi?
    Helena Bonham Carter: Evet, aşk ölümü aşıyor. Bunun doğru olduğuna eminim, yani umarım ki doğrudur. Sanıyorum sonradan özlediğimiz ve bizden önce ölmüş insanlarla karşılaşacağız. Evet, içtenlikle doğru olduğunu umuyorum.İlk kez bir canlandırma filminde yer aldın. Neden bu kadar bekledin?
    Johnny Depp: Bir kuklayı canlandırmak daha kolay. Aklı yerinde ya da deli bir aktörün muhtemelen en büyük korkusu kendine benzeyen bir karakteri canlandırmaktır.

    İlk çocuğum doğduğundan beri yapmak istediğim bir şeydi. O zamandan bu yana animasyondan başka bir şey izlemedim. Bu nedenle bir şekilde bu filmleri sever hale geldim.ı seslendirmeden önce (filmdeki karakter Victor Van Dort) kuklaları görme şansın oldu mu?
    Johnny Depp: En büyük lüksüm, o gece kayıt için stüdyoya geldiğimde Victor'ın orada duruyor olmasıydı. Böylece kuklalarla tanışmış oldum. Güzeldiler. Gerçek birer esin kaynağı oldular.

    Sadece kendi kıçımı kurtarmaya çalışıyordum aslında, yeterince hazırlıklı olmadığım için. Tim (Burton) hep olduğu gibi gene çok yardımcı oldu. Victor, geçmişte Tim için oynadığım -Edward Scissorhands (Makaseller) gibi- karakterlerden çok uzak değil, veya pek insanlara karışmayan bir tip. Mıraldanarak konuşan, kendine güvensiz ve sinirli bir karakter. Gerçek hayattaki bana çok benziyor.

    Çocukların son zamanlarda yaptığın ı seslendirmeden önce (filmdeki karakter Victor Van Dort) kuklaları görme şansın oldu mu?
    Johnny Depp: En büyük lüksüm, o gece kayıt için stüdyoya geldiğimde Victor'ın orada duruyor olmasıydı. Böylece kuklalarla tanışmış oldum. Güzeldiler. Gerçek birer esin kaynağı oldular.

    Sadece kendi kıçımı kurtarmaya çalışıyordum aslında, yeterince hazırlıklı olmadığım için. Tim (Burton) hep olduğu gibi gene çok yardımcı oldu. Victor, geçmişte Tim için oynadığım -Edward Scissorhands (Makaseller) gibi- karakterlerden çok uzak değil, veya pek insanlara karışmayan bir tip. Mıraldanarak konuşan, kendine güvensiz ve sinirli bir karakter. Gerçek hayattaki bana çok benziyor.
    oradaydı ve bayıldı. Bu ilginç; çünkü filmin setine geldiler. Bu nedenle de babalarını bu tuhaf, yağlı korsan olarak görmeye alışkındılar. Willy Wonka'yı oynayacağımı öğrendiklerinde ise, tabii ki çok heyecanlandılar; çünkü Gene Wilder'lı orijinal filmi biliyorlardı. Kızım kitabı, hikayeyi gayet iyi biliyor. Böylece sete beni görmeye geldiler ve dediğim gibi böyle şeylere de bayağı alışkınlar. Ama sete gelip yanıma yürüdüklerinde ve beni silindir şapka, topuklu ayakkabılar, Prince Valiant modeli saçlar, gözler, dişler ve lastik eldivenlerle görünce dondular ve bana sonsuzluk gibi gelen iki dakika boyunca baktılar. Daha sonra bunu atlatıp, her şeyi denemek istediler; şapkayı, gözlükleri... Charlie'yi görecekleri zaman çok korktum, eleştirmenlerin yorumlarından bile çok. Evde oturmuş sinemadan dönmelerini bekliyordum. Geldiler ve üç yaşındaki oğlum Jack içeri girdi, bana baktı ve Willy Wonka'yı taklit ederek "Çok tuhafsın." (gülüyor) dedi. Birden kendimi özgürleşmiş hissettim.

    Ölü Gelin'i gördüler mi?
    Johnny Depp: Evet, gördüler. Bu da başka inanılmaz bir deneyimdi; çünkü Lily Rose gene bu tür bir şeye hazırdı ve bayıldı. 3 yaşındaki oğlumunsa dikkati çok çabuk dağılıyor. Hemen koşup bir şeyler kırmak, bir şeyler yapmak, kopşmak istiyor. Tüm film boyunca kucağıma oturdu, sanki çivilenmiş gibi seyretti ve çok sevdi. Müziğe çok iyi tepki verdi, filmden alıntılar yaptı ve tüm karakterleri çok sevdi.

    Çocukların hangisini daha havalı buluyor: Bir animasyon karakteri olmanı mı, yoksa korsan mı?
    Johnny Depp: Bilmiyorum. Onlara soracağım. Komik olan şey şu: Kızım 6, oğlum 3 yaşında. Kızım son derece sakin, bir leydi ve prenses gibi. Bu nedenle kıpır kıpır huzursuzlanmadan oturup film seyredebiliyor. Oğlumsa normalde üç buçuk saniye seyredip, sonra olabildiğince süratli bir şekilde odanın öbür ucuna koşup bir şeyler kırar. Bu filmde, Ölü Gelin'i beraber seyrettik ve oğlum kucağımda tüm filmi seyretti. Hiç kıpırdamadı. Mıhlanmış gibiydi. Bayıldı, bu da çok şey ifade ediyor. Çok dolu bir film bu.

    Çok korktu mu?
    Johnny Depp: Hayır. Çok sevdi. Demek istiyorum k, tabii ki filmin sarsıcı anları vardı ama onlarda ben de sarsıldım.

    Karakterlerini hayata geçiriyorsun, çok canlı bir şekilde sunuyorsun. Onları arkanda bırakmakta güçlük çekiyor musun?
    Johnny Depp: Her karakterde bana şu oluyor. Bir kere o içine girmeye başladın mı, onu iyice tanıyorsun, onunla yakınlaşıyorsun ve onu seviyorsun. Onu oynamaktan keyif alıyorsun. Bu nedenle sona ulaştığında hep çok zor oluyor. Filmin bitimine 10 gün kala saatin tiklediğini duymaya başlıyorsun ve bazen çok fena bir depresyona giriyorsun. Tuhaf bir ayrılık endişesi oluyor; çünkü oldukça uzun bir süre bu kişinin karakterine bürünüyorsun ve sonra o aniden yokoluyor. Kaptan Jack'te, içimde onu tekrar göreceğime dair sinsice bir şüphe duymuştum ve bana "Birlikte ikinci ve üçüncü filmleri de yapmak istiyoruz." dediklerinde, hemen atladım; çünkü sırf onu tekrar görmek ve oynamak için bencilce bir şekilde tek istediğim şey tekrar Kaptan Jack olmaktı.

    Tuhaftır, ayrılık bazen bazı karakterlerde daha duygusal yaşanıyor. Makaseller'i hatırlıyorum da -bunu söylerken kendimi çok aptal hissediyorum ama gerçek bu- filmin son gününü hatırlıyorum. 89 gün falan olmuştu ve hatırlıyorum makyajı yaptıktan sonra aynaya bakıp "İşte bu kadar. Bu seni son görüşüm." diye düşündüğümü hatırlıyorum. Yani her şey çok duygusal bir hale geliyor. Bu çok ama çok tuhaf bir durum. Normal olduğunu sanmıyorum ve bunun senin için iyi olduğunu da sanmıyorum.

    Kendinde Victor’la özdeşleştirdiğin bir şeyler var mı?
    Johnny Depp: Evet. Başarısız hissediyor olmak, sanırım. Yeteneksiz hissetmek. Anlaşılmıyor olmak. Bu pek çok insanın hayatında sürekli yer eden bir fikir. Ancak Victor biraz Makaseller gibi sunulmuş, yaşam içinde o kendini rahat hissedememe duygusuyla..

    Karakter için nasıl hazırlandın?
    Johnny Depp: Ölü Gelin için olan her şey çok hızlı oldu. Her şey tam anlamıyla 15 veya 20 dakikada gerçekleşti; çünkü günü Willy Wonka olarak bitirmişken, işten sonra Tim’le beraber stüdyoya gidiyorduk. Yani bu süreç stüdyodan kayıt stüdyosunu yürüyüş mesafesinin uzunluğu kadar bir sürede gerçekleşti ki, bu da oldukça hızlıydı. Ben “Tamam. Karakter nereli? Konuşmasının kulağa nasıl gelmesini istiyorsun?” diye sordum. Her şey o kısacık zamanda doğuverdi ve sonrasına kadar da o konuda başka bir şey duymadım.

    Bir senaryoyu okuduğumda, daha önce hakkında konuştuğum bazı görüntüler ve şeyler aklıma gelir. Sanki fikirler biraraya gelip bana ulaşır. Bir de aklıma gelen insanlar olur, Sleepy Hollow’daki gibi. Roddy McDowell ve Angela Lansbury gözümün önüne gelip durmuştu. Öyle bir şeyler işte... Bu nedenle bunlar bana bir tür esin kaynağı olur. Kaptan Jack’te esin kaynağı Keith’ti (Richards); çünkü korsanları zamanlarının rock yıldızları gibi görmeye başladım. Efsaneleri kendilerinden aylar hatta belki yıllar öncesinden kulağınıza geliyordu. Yani önce hikayeyi alıp, sonra da o görüntüleri kullanıyorum.

    Bu filmdeki Ölüler Ülkesi hakkında ne düşünüyorsun?
    Johnny Depp: Hayatta ,ölüm ve ölümün gizemi hakkında sabit bir korku ve takıntı olmasına dayanan bir fikir. Bir noktada hepimiz sonumuzun bu olduğunu bilmemize rağmen, insanlar ölecekleri için son derece gerginler. Filmde Yaşayanlar Ülkesi telaşlı, gri ve ağır bir yer. Ölüler Ülkesi’ne gitmekse, cennet, cehennem veya hapishane gibi olabilir ve 1920’lerin Paris’ine benziyor. Hafifmeşrep kadınlar ve çılgınlık. İnanılmaz olduğunu düşündüm.

    Ölümden sonra bir hayat olduğuna inanıyor musun?
    Johnny Depp: Bu benim için tam anlamıyla esrarengiz bir durum. Demek istediğim şu: Aniden uyansan ve 1920’lerin Paris’inde olsan harika olurdu. Mükemmel olurdu ama bilmiyorum; çünkü sadece pislik ve solucanlar da olabilirdi. Bilmiyorum.

    Tim, sen Frankenweenie’den bu yana ölüler ve ölü olmayanlarla uğraşıyorsun. Bu kadar çekici olan nedir?
    Tim Burton: Sanırım ölü olmayanlarla uğraşmamın, banliyö olan ve gündüzleri parlak güneş altında Yaşayan Ölülerin Gecesi’ne (George Romero filmi) benzeyen Burbank’te büyümüş olmamla ilgisi var. Bilemiyorum. Ölümün her zaman karanlık bir konu olarak görüldüğü bir kültürde büyüyen biri olarak, canavar filmlerini hep sevdim ve beni büyülemeyi her zaman başardılar. Ve bir de iskeletler, müzik, mizah ve danslarıyla Day of the Dead’i (George Romero’nun zombi filmi) gördüğün Meksika’ya o kadar yakın yaşıyor olmak var...

    Ölümden sonraki yaşamın bu filmde gösterdiğin kadar renkli olduğu konusunda iyimser misin?
    Tim Burton: (Gülüyor) Demek istiyorum ki, ne olduğuna dair en ufak bir fikrim yok. Ama söylediğim gibi, ölüme daha olumlu yaklaşan kültürler ilgimi çekiyor. Sanırım olumsuz yaklaşım, özellikle de çocuklukta, her şeyden korkman ve sanki hep kötü bir şeyler olacakmış gibi hissetmen gerektiğini öğretiyor. Diğer yöntemse çok daha ruhani ve pozitif. Söyleyebileceğim tek şey şu; çünkü bildiğin gibi ne olacağına dair en ufak bir fikrim yok (gülüyor).

    Helena, birbirine bu kadar yakın iki animasyon karakterini neden canlandırdın? Hem bu filmde yer aldın, hem de Wallace and Gromit’te. Üstelik ikisi de çok yakın aralıklarla vizyona girdi.
    Helena Bonham Carter: Bu sadece işlerin ne kadar uzun zaman aldığını gösteriyor. İki filme de başladığımda Billy’ye hamileydim Yani vücudum başka bir rol için uygun değildi. Ben de bu nedenle stop-motion animasyon filmleri yaptım. Ve seçmelere de katılmak zorunda kaldım, Tim’in (Burton, partneri) yönettiği film için bile.

    Rolü senin alacağın kesin değil miydi?
    Helena Bonham Carter: Hayır. Umarım bir rolü alabilmek için gidip bir adamla yatmam gerekmez. Ama biliyor musun? Aslında tam tersine, çünkü seçmelere katılmak zorunda kaldım. Yani bende işe yaramıyor.

    Okumam için senaryoyu bana verdi, sanırım sırf arkadaşı olduğum için, ya da öyle olduğunu umuyorum. Ondan bir çocuğum var. Ama sadece okumamı istedi, sırf ne düşündüğümü görmek için. Güzel bir senaryo olduğunu düşündüm ve benden Victoria’yı seslendirmemi istedi. Ben de “Aslında Ölü Gelin’i oynamak istiyorum. Seçmelere katılmamı istiyorsun, değil mi?” O da “Evet.” dedi. Böylece devam edip seçmelere girdim ve allahtan iki hafta sonra –haftalardır birbirimize tek kelime etmemiştik- sonunda bana geldi, çok ciddiydi, evime geldi (aynı evde yaşıyoruz ama tuhaf bir ev), içeri girdi –hoş bir evlilik teklifi gibiydi- ve dedi ki “Ölü Gelin rolünü oynamayı düşünürsen bizi onurlandırmış olursun.”

    Şarkı söylerken Danny Elfman’la çalışmak nasıldı?
    Helena Bonham Carter: Buna bayıldım, hep bir müzikal yapmak istemişimdir ve kimse bırakmadı yapayım. İki dizem vardı ve hep Danny’nin ve müziğinin hayranı olmuşumdur. Onun bir dahi olduğunu düşünüyorum. Ama o öyle tatlı ve alçakgönüllü bir adam ki, bu onu iyi bir öğretmen de yapıyor. Ve aynı zamanda şarkıcı da. Bence hakettiği kadar takdir edilmiyor. Bazen onun Oingo Boingo’da olduğunu unutuyorsun.

    Gözlerinin yuvalarından fırlamasını ve kafandaki kurtçukları sevdin mi?
    Helena Bonham Carter: Göz! Keşke gözüm yuvasından fırlasaydı. Kurtuklarım var. Bence hepimizin kurtçukları var. Fırlamaları gerekmiyor ama benimkiler bir şekilde çene çalıyorlar.

    Ölümle bağlantılı da olsa bunda gerçekten romantik olan bir şey var, değil mi?
    Helena Bonham Carter: Evet, aşk ölümü aşıyor. Bunun doğru olduğuna eminim, yani umarım ki doğrudur. Sanıyorum sonradan özlediğimiz ve bizden önce ölmüş insanlarla karşılaşacağız. Evet, içtenlikle doğru olduğunu umuyorum
    < Bu mesaj bir yönetici tarafından değiştirilmiştir >







  • cok uzun yaa
  • Bu ne ya... Okumaya yüreğim dayanmas bunu...
  • biri özetlese şunu
  • ben filmi seyrettim fena deil ama bir ice age in verdiğini de veremiyor özetle bu
  • yine mi
  • evt film fena degil
    guzel animasyonlardan
  • Farklı ve gerçekten güzel bir animasyon.

    Tim Burton gotik animasyon işini iyi beceriyor bence.
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.