Şimdi Ara

Bilinebilirlik kavramı ne derecede geçerlidir.

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
34
Cevap
0
Favori
1.037
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Evrendeki tüm parçacıkların hareketinin bilinebilir olduğu ve bu sayede geçmiş ve geleceğin canlandırılabilir olduğu fikrinin gerçek dünyada geçerliliği var mıdır?
    Quantum mekaniği her bir quantumun nasıl davranağağını belirten olasılıklardan oluşur. Oysa tek bir quantumun hareketini havada uçan bir top gibi canlandırmaya çalışırsak böyle bir model tespit edemeyiz. Bu paradoks, kafalarımızdaki nesnellik resmini gerçek dünyaya uydurmaya çalışmamızdan kaynaklanır. Bu tür fantaziler, gerçek dünyada uygulanabilir bir şeye karşılık gelmedikleri için anlamsızdır. Çünkü tam olarak betimlemek için nasıl gözlemlediğimizi belirlemek zorundayız ki "işte böyle böyle tüm evren bilinebilir" diyebilelim.



  • Evrendeki tüm paraçacıklar biliniyor olmayabilir benim diğer topicte de izahını yapmaya çalıştığım biçimde evrendeki her parçacık belirli ve bilinebilir pozisyondadır. Bunun bilmeyle direkt ilgisi yoktur. Bu onların biraz önce geldikleri hallerin biraz sonraki gidecek hallerine koşul hazırlayan bir tempo halindedir.

    İnsan beyni beyni bunlara vakıf oldukça bilen pozisyonuna geçer ama bu maddenin deviniminde olmazsa olmaz şart değildir....



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi nakka -- 3 Şubat 2006 11:41:00 >
  • quote:

    Orjinalden alıntı: nakka

    İnsan beyni beyni bunlara vakıf oldukça bilen pozisyonuna geçer ama bu maddenin deviniminde olmazsa olmaz şart değildir....


    Çok doğru nakka
  • kaotika,

    kuvantum'daki belirsizlik ilkesi "gözlem" için geçerlidir, çünkü sen ve gözlediğin madde aynı sistemde varolduğun için, gözlediğin maddeyi etkilersin, bu da hata payı oluşturur, dolayısıyla maddenin/parçacıkların durumu belli bir belirsizliğe sahiptir...

    Fakat bu konumlarının "rastgele(random)" olduğu ya da konumlarının/durumlarının gerçekten net olmadığı anlamına gelmez/gelmeyebilir.

    Yani biz tam belirleyemesek de, (en azından kavramsal olarak) evrenin gelecekteki durumu şu anki durumuna bağlıdır ve hesaplanabilir...
    Bizler de gözlemden kaynaklanan hata payını düşürdükçe geleceği artan bir kesinlikle hesaplayabiliriz, mesela (sallıyorum) elektromanyetik dalgalarla, bir insanın beyninin durumunu tam anlamıyla olmasa da
    %99 belirleyebilirsek, bu insanın bir kaç saniye sonra alacağı yada almayacağı cinayet kararını da belli bir olasılıkla (mesela %70) tahmin edebiliriz, ilgili bir yazıyı ekliyorum aşağıya...

    tabi bunlar materyalist evren anlayışı için geçerli,
    benimse bu konuda bambaşka fikirlerim var biliyorsunuz...

    --------------------

    NÖROFİZYOLOGLARA GÖRE ATTIĞIMIZ HER ADIMI BEYİN YARIM SANİYE ÖNCE KARARLAŞTIRIYOR

    Kararlarımız, seçimlerimiz önceden mi belirleniyor? Benliğin sırrını çözmeye çalışan nörofizyologlar bilincin herşey olup bittikten sonra devreye girdiğini keşfetti: Öyleyse, hep geçmişte yaşıyoruz ve bilincimiz, yaşananları yarım saniye sonra gösteren bir "monitör" gibi...

    Sibernetik uzmanı ve bilimkurgu yazarı Stanislav Lem, "Yıldız Güncesi" adlı öykü kitabında bir mucitten söz eder. Bu mucidin evinin altındaki laboratuarda, yavaşça ve sürekli olarak dönen bir varile sayısız kablolarla bağlı 12 adet kutu vardır. Mucit, ziyaretine gelen yeğenine gördüğü mekanik kutuların her birinde bir insanın yaşadığını söyler. "Nasıl olur" diyen şaşkın yeğenine açıklamaya başlar:

    "Varil, kutu - insanların kendi dünyalarında algıladığı bilgileri gönderiyor. Zaten algıladığımız dünya, beyinde belirli noktaların hafif bir elektrik akımıyla uyarılması değil midir? Ben senin beyninde gül kokusu için oluşturulan noktayı uyarsam, ortada gül olmadığı halde gül kokusu aldığını sanırsın. Kutularımdaki insanlar da öyle. Dönen varilden, onlara kendi dünyaları için gerekli tüm bilgiler ulaşıyor. Her biri ayrı bir kişi; başka insanlarla konuşuyor, dünyasında gökyüzünü görüyor, gerektiğinde acı çekiyor ya da aşık olabiliyor. Dünyaları tıpkı bizimki kadar gerçek. İçlerinden biri öğretmen. Hatta bir papaz bile var..."

    Mucidin en sevdiği kutu - insan ise kendi dünyasının delisi. Israrla herkese, kendilerinin yaşamadığını, gerçekte birer kutu olduklarını ve birisinin onları varetmek için gerekli algıları gönderdiğini anlatmaya çalışıyor.

    Kararı veren "Ben" miyim?
    İnsanoğlunu diğer türlerden ayıran en önemli özelliği "bilinci." Ancak çok eskilerden beri çözülmeye çalışılan bu sırrı ne filozoflar, ne anatomi bilginleri ne de günümüzün nörofizyologları aydınlatabildi. Fransız filozof Rene Descartes'ın, "Düşünüyorum, öyleyse varım" diyerek bilincin ve hür iradenin zaferini ilan ettiği ve ruhu bedenden ayırdığı dönemden üç yüz yıl sonra, benlik araştırmacıları ve nörologlar tersine bulgular elde ediyor.

    Gelişmiş yöntemlerle beyin üzerinde yapılan deneylerde, benliğin sır perdesi aralanmak bir yana, daha da gizemli bulgular ortaya çıkıyor. Bunlardan en çok tartışılanı, Benjamin Libet'in deneyleri. Kaliforniya Üniversitesi'nde nörofizyoloji profesörü olan Libet, beyin ameliyatlarının narkoz verilmeden, yani hastanın bilinci tamamen yerindeyken yapılabilmesinden yararlanıyor. Libet, bilimkurgu yazarı Lem'in öyküsündeki mucit gibi deneklerin beyinlerini küçücük elektrik akımlarıyla uyarıyor. Onlar da beyinlerinde uyarılan bölgeye göre bir melodi veya tanıdık bir ses duyuyor ya da "başlarından geçmiş" bir olayı algılıyorlar.

    Buraya kadar herşey yolunda. Çünkü Dünya'nın Güneş etrafında döndüğü nasıl artık gizemli olmaktan çıktıysa, tüm düşünce ve algıların kontrol merkezinin de beyin olduğu uzun zamandır biliniyor. Ancak Libet, büyük beynin dış kısmında (cortex) yine bazı noktaları uyararak deneklerde ellerine dokunulduğu algısı yarattığında onlar, bu "dokunuşu" neredeyse yarım saniye önce hissettiklerini söylüyorlar.

    Kader yarım saniye önde
    Bu imkânsız gibi görünen olgunun Libet'e göre tek açıklaması şu: "Normalde tüm algılar beyne iletiliyor. Burada bilinçaltında değerlendirilip yorumlanırken, ben(lik) hiçbir şeyin farkında değil. Muhayyilemizde canlanan, yani farkına varabildiğimiz bilgilerse epeyce uzun bir gecikmeden sonra, cortex'e -bilincin konuşlandığı bölgeye- gönderiliyor."

    Tabii tüm olup bitenlerin, yani kısa süre öncesinde de olsa geçmişte yaşadığımızın farkında olsak, insan dünyayı sürekli rüyada gibi algılardı. Hatta muhtemelen bu tutsaklıktan kurtulmaya çalışan her insan, en az Alman filozof Martin Heidegger gibi giderek soyutlaşan düşünceler üretmek zorunda kalırdı.

    Görevlerinden biri bizi bu korkunç çıkmazdan korumak olan beyin, bu yüzden zamanı bilincimiz için yeniden düzenler. Yani Libet'e göre benliğe, şimdiki zamanı yaşadığı yalanını söyler. Libet, deneklerinde beynin dış bölgelerini doğrudan uyardığında bilinç, bir dokunuş olduğunu kaydeder, alışık olduğu her zamanki işlem süresini hesaplar ve sonucunda dokunuşun yarım saniye önce gerçekleştiği kararına varır.

    Libet'in bundan sonraki deneyleriyse insanın hür iradesine olan "inancını" yıkacak nitelikte. Araştırmacı, deneklerden parmaklarını hareket ettirmelerini ister. Hareket anını kendileri belirleyecektir. Bu esnada beyinlerindeki faaliyet izlenir. Ve yine, içine "kader" gibi rasyonel olmayan kavramları bile sığdırabileceğimiz, o neredeyse yarım saniyelik gecikmeye rastlar. Denekler parmaklarını hareket ettirmeye karar verdikleri andan önce, ilgili beyin hücreleri faaliyete geçmiştir.

    Bilinçaltını, hakkını vererek divana yatıran Dr. Sigmund Freud bile günlük yaşamın bu derece bilinçdışı geliştiğini akıl edememiştir. Örneğin önünüzde duran kahve fincanından bir yudum almaya karar verdiğinizde, öyle bir kararı "tek başınıza" verdiğinizi sanıyorsunuz. Ya da sabahleyin dolaptaki kazaklarınızdan mavi baklava desenli olanını seçerken... Oysa beyniniz, sözkonusu kazağı giymeyi düşündüğünüzden saniyenin en az üçte biri kadar önce hangisini seçeceğinize karar vermiş ve gerekli mekanizmaları çoktan çalıştırmaya başlamıştır.

    Cinayetin işlendiği an
    Bu durumda, Dorris Dörrie'nin "Ben ve O" filminde kendi aralarında konuşan ve sahiplerine sormadan karar verebilen cinsel organlar gibi, beyinlerin de kendi kafasına göre "yaşadığı" bir dünyada mı yaşıyoruz? Benliğimizin son alınan kararları salt bir tür monitör gibi yansıttığı bir dünya...

    O halde "ben" kimdir? Deneysel yöntemlerle çalışan bilinç araştırmacı nörofizyologlar bile ortaya çıkan sonuçlar karşısında ister istemez kendilerini felsefi yaklaşımların içinde buluyorlar. "Descartes'ın Yanılgısı" adlı kitapta düşüncelerini toparlayan Profesör Antonio Damasio da, Libet'in "geçmişte yaşadığımız" görüşüne katılıyor. Iowa Üniversitesi'nde araştırmalarını sürdüren nörolog, "Şimdiki zaman asla mevcut değil. Dünyayı algıladığımız benlik, olayları her zaman geriden takip ediyor. Dolayısıyla varoluş, bilinci biçimlendiriyor" diyor. Descartes'ın "ruh ile bedeni birbirinden ayırarak" hata ettiğini savunan "Altın Beyin Ödülü" sahibi Damasio'ya göre; "Varım, bu yüzden düşünüyorum."

    Peki şimdi bu yeni gerçekler ışığında, cinayet işleyenler bile savunmalarında "Tetiği çeken aslında ben değildim" derse ne yapılacak? Yargıç, beyninde zaten alınmış bir kararı uyguladığını gören kişiyi cezaevine gönderdiğinde, suçu "geçmişin monitörlüğünü" yapmak olan bilinci fazlasıyla cezalandırmış olmayacak mı? Bir diğer olasılık, nörofizyolog ve felsefeci psikiyatristlerden oluşan bir heyetin, sanığın ne derece bilinçli davrandığını değerlendirmek amacıyla o yarım saniyelik süre içinde benlikle bilinçaltı arasındaki bağı "ölçmesi." Suçluluk derecesi tabii bu ölçümlere göre değerlendirilecek. Buradaki tek sorun, bilinçaltı bir kere incelenmeye, dolayısıyla yargılanmaya başladığında, yargıcın beyninin bile sanığınkinden çok daha büyük suç unsuru oluşturabileceği. Çünkü bilinçaltında işlediğimiz suçları, yaptığımız zinaları ya da kötülükleri tahmin etmek bile çok güç.

    EN GELİŞMİŞ BİLGİSAYAR
    Durmaksızın çalışan beyin, yeryüzünde en gelişmiş bilgisayarın bile ulaşamadığı bir kapasiteyle yüz milyonlarca bilgi birimini değerlendiriyor. Nörologlar, yalnızca gözlerden her an on milyon dolayında bit'in beyine ulaştığını tahmin ediyor. Hatta dışarıdan hiç bilgi almaması, "karanlıkta" kalması dahi akıl almaz şekilde çalışmasına engel değil. Bedenin hormonal dengesinden sindirimle dolaşım sistemlerine ve tüm kas hareketlerine dek herşeyi o yönetiyor. En küçük sesi bile kaydedip değerlendiriyor. Oysa bilincin bundan haberi olmuyor. Duyulardan beyne akan bilgi selinin bilince ulaşan bölümü, yalnızca çok küçük bir oranı. Zaman zaman aklımıza bir fikir ya da unutulan bir isim geldiğinde ise benliğe bir anlığına, sürekli hareket halindeki bilinçaltından bir bilgi kırıntısı ulaşmış oluyor.

    http://www.genetikbilimi.com/genbilim/bilincbeyninkuklasi.htm




  • quote:

    Orjinalden alıntı: die_die


    quote:

    Orjinalden alıntı: nakka

    İnsan beyni beyni bunlara vakıf oldukça bilen pozisyonuna geçer ama bu maddenin deviniminde olmazsa olmaz şart değildir....


    Çok doğru nakka


    Anladığını bana da anlatabilir misin?





  • @ nakka, vese Bunlar bir fikirdir. Evrendeki madde miktarının sonlu olması fikrinden yola çıkılarak bu sonuca varılmıştır. Madem fikirleri konuşuyoruz her fikir değerlidr.

    Bilinebilirlik kavramının yanında bir de anlaşılabilirlik kavramı var ki asıl bilime hareket veren anlayış budur. Bilim bir yandan quantumların hareketini olasılıklar seviyesinden çıkarıp daha anlaşılır bir hale sokmaya, atom altının inildiği yere kadar inmeye devam etsin. Biz diğer yandan eldeki sonuçar ve usavurum yöntemleri ile fikir üretiriz.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi kaotika -- 3 Şubat 2006 13:13:19 >
  • quote:

    Bu paradoks, kafalarımızdaki nesnellik resmini gerçek dünyaya uydurmaya çalışmamızdan kaynaklanır.


    Yoksa şöyle mi demeliyiz:

    Bu fikirler ve tartışmalar, gerçek dünyayı, kafamızdaki anlamsızlık ve şüphelere uydurmaya çalışığımıdan kaynaklanır....Ama evren bizim beynimizden bağımsız olduğuna göre bazı şeylerin "bilinebilir ya da bilinemez" olması hiç de önemli değildir. Buna dayanarak bir "random" kavramı oluşturulması da hiç nesnel olmuyor...Determinizmin sınırı olmaz, ya hep vardır ya hiç yoktur...
    Eğer bir sınır varsa bu sınırı belirleyen nedir? kimdir?
  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Daha Fazla Göster
  • Varlık en yalın haliyle güçlü bir bilgidir. Zaten üzerine semboller üretip ölçme araçları geliştirdiğimiz maddenin özelliklerine endirekt şekilde vakıf oluyoruz. Bu nedenle maddenin en güçlü mesajı var olmasıdır. Var olan madde hakkında sonra ağırlığı şekli hacmi gibi bilgileri birbirine kıyaslayarak o madde hakkında bilgi ediniyoruz. Demek ki madde kendi özünde hakiki ölçülere zaten sahiptir. İş bunu algılayabilmektir. Ancak algılayabilmezsek bu yok demek değildir. Çünkü ortada var durumda bir madde durmaktadır. Artık var olan birşeyden söz ediyorsak onunla birlikte var olan özelliklerden bilmesek bile varlıkla beraber aynı derecede belirli olduğundan rahatllıkla söz edebiliriz. Çünkü bir varlıktan söz ediyorsak bu gün gibi hakiki birşey olmaldır.
  • Kapalı sistemlere uygulanan "entropi" yasasına göre dışarı ile hiç bir bağlantısı olmayan bir sistem zamanın ilerlemesi yönünde daha düzensiz bir hale geçecektir. Şayet evren, dışarı ile hiç bir enerji alışverişi olmayan sonlu ve kapalı bir sistem olsa idi, her geçen saniye daha düzensiz bir hale geleceği için hayatın başlaması ve gelişmesi dahil hiç bir düzenli oluşuma rastlayamayacaktık.

    Bunu Tanrının sürekli müdahelesi ile açıklayabilirsiniz. Fakat sonlu madde ve maddelerin etkileşimi ve buna bağlı gözlemler ile nasıl açıklanabilir. O halde bahsettiğiniz bilinebilirlik fikri geçersiz olmaz mı?



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi kaotika -- 3 Şubat 2006 13:29:40 >
  • Diyelim ki evren kapalı bir sistem ; entropi de sürekli artıyor. Bir zaman gelecek ki herşey maksimum düzensizliğe ulaşacak ve geri dönüşümü olmayan bu reaksiyonların hepsi bir gün bitecektir.
    Bunun Tanrı'nın sürekli müdahalesi ile ilgili bağlantıyı kuramadım maalesef...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi neverlate -- 3 Şubat 2006 13:42:33 >
  • "Tanrı" diyince dışarıdan müdahale eden bir varlık aklınıza geliyor. Ve Tanrı'nın olduğu yerde bir mucize olmalı , açıklayamadığımız olaylar vuku bulmalı diyorsunuz. Bunu anladım...
  • quote:

    Orjinalden alıntı: neverlate

    Diyelim ki evren kapalı bir sistem ; entropi de sürekli artıyor. Bir zaman gelecek ki herşey maksimum düzensizliğe ulaşacak ve geri dönüşümü olmayan bu reaksiyonların hepsi bir gün bitecektir.
    Bunun Tanrı'nın sürekli müdahalesi ile ilgili bağlantıyı kuramadım maalesef...


    Yani, evrenin oluşum anındaki kazandığı ilk hareket ve genişlemesi sonucu, maksimum düzendisliğe giderken yer yer düzenli bölgelerin ortaya çıkabileceği mümkün diyorsun. Ben bunu sordum sadece
  • Entropi kapalı sistem için tanımlanan bir model olmasına rağmen evrensel yorumlar ve gözlemler içerir. Örneğin varlıktaki var oluş enerjisi ileriye doğru işlemektedir. Dönüşüm daima ileridir. Yarından düne geliş yoktur. Çocuktan babaya gidiş yoktur. A hali daima B haline doğrudur. Bu ise evrendeki belirli bir doğrusal gidişi gösterir. Aslında bu genel trend altında enerjinin dönüşümlerinden bazı mülti lineer gidişler görünebilir ancak bu tren içinde giderken birkaç vagon geriye gitmek gibidir.


    Aslında bu konuları tesadüf topğinde devam ettirmeli idik. Çünkü onunla ilişkili. Nitekim oluşum kasıt ile birlikte diğer bölümler varlığın ve dolayısıyla evrenin tümünü aqçılar görünmektedir. Tabii kanaatime göre...
  • quote:

    Yani, evrenin oluşum anındaki kazandığı ilk hareket ve genişlemesi sonucu, maksimum düzendisliğe giderken yer yer düzenli bölgelerin ortaya çıkabileceği mümkün diyorsun. Ben bunu sordum sadece


    Şu an Dünya gezegenindeki görünüm böyle değil mi? Bir milyon yıl öncesine göre dünyayı kıyaslasana, bir değişim yok mu? Düzensizliğe geçiş yok mu?
    Evrenin geneline bu fikri yayabilir miyiz? çok bilgim yok sadece Tanrı'nın müdahalesi ile bağlanısını kuramadım...

    Bir de biraz önce belirttiğim gibi bilinemezlik fikrinin nesnelliğinden(bilimselliğnden) şüphe duyuyorum....Felsefik bir düşünceden öte birşey değildir....
  • Ben de önceden aynen anlattığınız şekilde düşündüğüm için bilinebilirlik fikrini anlamam zor değil. Ancak zaman içerisinde madde, evren ve bilim hakkında daha farklı kanılara vardım. BUnlardan birisi "anlaşılabilirlik" kavramı ve bir de "yanlışlanabilirlik" kavramı. "Anlaşılabilirlik" kavramı "bilinebilirlik" kavramı ile bana göre çelişir gözüküyor. Çünkü maddenin en temel yapıtaşı diye bir şey olsa, bu anlaşılamaz bir şey olacak. Bölünemez denmesi bundan sonra bölünemeyeceği anlamına gelmeyecek. Çünkü kütlesi var ise bölünebilirliğinden de bahsedilebilir olacak. İlle de bölünemez deniyorsa bu "yanlışlanamaz" bir şey olacak. Bu varlıkla yokluk arasına soyut bir şey olacak ki temel mantığa göre bir şey ya vardır ya yoktur. ya kendisidir ya değildir.

    Bugün kuantum fiziğinde her geçen gün yeni kavramlar ortaya atılıyor, kavramlar değişiyor. Enerjiden maddeye geçiş hakkında teoriler ortaya atılıyor, onlar da değişiyor. Geçmişte de bazı parçacıklar için "bölünemez" denmişti fakat daha derin yapıları ortaya çıktı. Bugün kütlesiz parçacıklardan bahsediliyor olması, görecelik denklemleri ile ortaya çıkan matematisel idealeşmeler sonucunda oluyor. Belki de bizim kütlesini ölçemiyor olmamızdan kaynaklanıyor olamaz mı?
    teknik imkanlarımız ile uzaya baktığımızda uzaklaşan bir şeyler görüyoruz. fakat bu uzaklaşma genişleme midir? Buna evren denilebilir mi? Buna evren deniyorsa evren maddi gerçekliğin kendisi midir? maddi gerçekliğin kendisi ise ötesine otomatikman "yokluk" olmuyor mu? maddi gerçeklik nereye kadar uzanıyor? Teknik imkanlarımız ile görebildiğimiz yerler evrenin sınırı mı olmuş oluyor. Görülebilir evrendeki madde yoğunluğunun ölçülüp big bang için görecelik denklemlerine uygun katsayılar ile yerleştiğildiği fakat zaman içinde ölçüm tekniklerinin değişip yeni katsayılar verildiğini bilyorum (düşünüyorum - bunu böyle iddia etmiyorum, araştırıp doğru olup olmadığına karar verilebilir)

    Ayrıca evren hiçlikten geldi ise o noktada bilim biter çünkü anlaşılamazlık ve yanlışlanamazlık ve tanımsızlık noktasına ulaşılmış olur. Çünkü zaman biter, mekan biter. Tanımsızlık zamandan ve mekandan bağımsızlık demek değil mi?
    madem her şekilde bütün yollar "tanımsızlığa" çıkıyor. "tanımsızlık" gerçeklik olamaz diye bir şe var mı? Bu tanımsızlığı neden yaşadığımız "gerçekliğin" içerisinde aramayalım.
    Diğer topikte sonsuzluk ve tesadüf tanımsızdır yazıyor. Ama farketim ki belki de işin özü burada. Madde gerçeğinin sonsuz olması yani sonunun olmaması bir fikirdir, bir kavramdır ve tanımsız olmak zorunda çünlü tanımlı olsa sonsuz olmaktan çıkar. Kavram olarak uzanıp giden gerçekliğin kendisi sınırsız olduğu için mekandan bağımsızdır. başlangıcı olmadığı için zamandan bağımsızdır. Aynı şekilde "tesadüf" ya da "rastlantı" da zaten tüm gerçekliğin yansıması değil midir?

    Bütün bunları evrenin her zaman anlaşılabilir olmsından çıkardım. Çünkü evrenin "anlaşılabilir" olması benim için temel bir fikirdir.

    Şimdi bu fikre tanrının değişik bir yorumu diyenler kesin çıkacaktır. Ayrıca Kozmos desem kelimenin fonetiğinden ve bilinçaltında çağrıştırdıklarından dolayı mistik bir havaya girenler olabilir, bu onların fikirleridir. Peki başka bir şey diyeyim o zaman. mesela "uzay" diyeyim. inanın hiç farketmez çünkü ben ne dediğimi biliyorum ve tanrı fikri ile aynı olmadığını tartışmak istemiyorum.

    En başta da söyledim. Bilim elindekileri anlamaya çalışarak yoluna devam ediyor.Biz de elimizdekilerle fikir üretiyoruz, kişisel sonuçlara varıyoruz. Salt bilimsel olunacaksa hiç bir fikir üretmeyelim, susalım bilimi takip edelim.
    ------------------------------
    Benim şahsi fikirlerim bunlar, siz diğer topikte yazmaya devam edebilirsiniz. ben sadece takip edeceğim.




  • kaotika,
    ne demeye çalışıyorsun?


    quote:

    Benim şahsi fikirlerim bunlar, siz diğer topikte yazmaya devam edebilirsiniz. ben sadece takip edeceğim.

    niye? topic i sen açmadın mı?

    -----------

    neyse ben bu belirsizlik ve rastgelelik kavramları üzerinde durayım:

    belirsiz: tanımı gereği belirlenemeyen demek...
    rastgele(random): ise tamamen şansa dayalı demek...

    evrenin mikro ölçekte belirsiz olması, bizim açımızdandır, gözlemin kalitesi arttıkça belirsizlik azalır..
    Fakat burada bazı arkadaşlar rastgelelikle belirsizliği karıştırıyorlar,

    ----------------

    Bir diğer nokta da evrenin sonlu olup olmamasının geleceğin belirli olması noktasında pek de bir şey değiştirmeyeceğidir..
    Lafı yine "özgür irade problemi" ne getiriyorum.

    Eğer gelecekteki evren (sadece) şimdiki evrene bağlıysa, gelecek (en azından kavramsal olarak) belirlenebilir.

    Eğer evrende "rastgelelik" varsa gelecek tahmin edilemez ama bu bize özgür irademizi de geri vermez, Bu seferde herşey şansa dayalı olmuş olur. Kararlarımız sadece evrendeki rastgeleliğin ne yöne gittiğine bağlı olmuş olur...

    ----------------

    3-4 gün sonraki hava durumunuz tahmin edebiliyoruz ve tahmin aralığımız sürekli genişliyor, aletlerimiz/bilgilerimiz keskinleştikçe daha net tahminler yapmaya başlayacağız...
    Bu da (bence) kaos un ve belirsizliğin "göreli" olduğunu gösterir....




  • nakkanın diğer topiği vardı ve şunu demişti
    quote:

    Aslında bu konuları tesadüf topğinde devam ettirmeli idik. Çünkü onunla ilişkili. Nitekim oluşum kasıt ile birlikte diğer bölümler varlığın ve dolayısıyla evrenin tümünü aqçılar görünmektedir. Tabii kanaatime göre...

    ben de dedim ki siz orada devam edebilirsiniz ben de izlerim.

    bir de rastgelelik ve belirsizlik konularına değineyim.
    rastgelelik kavramı entropi kavramında geçer. Birim hacimdeki maddenin rastgelelik ölçüsüdür. Bu da o hacimdeki maddenin alacağı durumların durumların yanı olasılıkların sayısı olarak belrtilir. Durumların yani olasılıkların sayısı zaman yönünde artar. Olasılıkarın sayısını bilmek bir şey değiştirmiyor. iki olasılık dahi olsa yine hangisinin olacağı belirsiz oluyor kaldı ki olasılıkların sayısı zaman geçtikçe artıyor yani hangi olsılıkta bulunacağının bilimesi zaman geçtikçe zorlaşıyor. Bu olaslıkların geldiği yer olarak söylediğim gibi kuantum mekaniğine inilmesi lazım ve kuantum mekaniğinde henüz olasılıklardan başka birşey gözükmüyor.

    Bir de zaten kaos teorisi meteorolojden ilham alınarak çıkmıştır. david Ruelle, bilinen evrenin en uzak köşesindeki bir elektronun hareketinin bile daha bir saniye dolmadan etkisinin dünaya ulaşacağından ve bir kaç saat içinde dünyadaki iklimi değiştirmeye başlayacağından bahsediyor. kaldı ki evrenin sonunu henüz bulamadık.

    Özgür irade konusunda daha önce de sormuştum. özgür irade ile kastedilen nedir? bana göre her şey belirli ise asıl o zaman özgür irade olmuş olmuyor. Çünkü beynin vereceği kararlar zaten belli olmuş oluyor.




  • quote:

    Özgür irade konusunda daha önce de sormuştum. özgür irade ile kastedilen nedir? bana göre her şey belirli ise asıl o zaman özgür irade olmuş olmuyor. Çünkü beynin vereceği kararlar zaten belli olmuş oluyor.


    özgür irade den kastım: verdiğimiz kararların bizim elimizde olması, yani aksi yönde davranmanın olası olması...

    evet belirli ise özgür irade olmaz, ben de zaten onu anlatıyorum...
  • quote:

    Orjinalden alıntı: kaotika
    ...david Ruelle, bilinen evrenin en uzak köşesindeki bir elektronun hareketinin bile daha bir saniye dolmadan etkisinin dünaya ulaşacağından ve bir kaç saat içinde dünyadaki iklimi değiştirmeye başlayacağından bahsediyor. ....


    Kozmik etkileşimin bu kadar hızlı olduğu bence doğru değil.
    Evrendeki en küçük titreşimin bile değiştirici bir atomize etkisi olması kabul edilebilir.
    Fakat Ruelle'in dediği hız ve büyüklükte olması bir kere kuvvet ve güç tanımlarına aykırı.
    Kanaatimce bu teori, cansızlardan ziyade canlılarda geçerli olmalı.
    Tarihin gidişini değiştiren dehalar böyle çıkmıştır.
    Determinist gidişat şöyle iken, Kahramanlar ve Peygamberler tersine çevirmiştir dünyayı.
    İşte dinler tarihi, işte kurtuluş savaşları....




  • quote:

    Orjinalden alıntı: was


    quote:

    Orjinalden alıntı: kaotika
    ...david Ruelle, bilinen evrenin en uzak köşesindeki bir elektronun hareketinin bile daha bir saniye dolmadan etkisinin dünaya ulaşacağından ve bir kaç saat içinde dünyadaki iklimi değiştirmeye başlayacağından bahsediyor. ....


    Kozmik etkileşimin bu kadar hızlı olduğu bence doğru değil.
    Evrendeki en küçük titreşimin bile değiştirici bir atomize etkisi olması kabul edilebilir.
    Fakat Ruelle'in dediği hız ve büyüklükte olması bir kere kuvvet ve güç tanımlarına aykırı.
    Kanaatimce bu teori, cansızlardan ziyade canlılarda geçerli olmalı.
    Tarihin gidişini değiştiren dehalar böyle çıkmıştır.
    Determinist gidişat şöyle iken, Kahramanlar ve Peygamberler tersine çevirmiştir dünyayı.
    İşte dinler tarihi, işte kurtuluş savaşları....




    peki bu adam faraziye yapmış ya öyle olmazsa ta o kadar ispatı olmayacak şeyi konuşmak neyi denetler. Hiç. Hem bu da bir nakkanın dediği belirlilikl ve kural değil mi. Nakkada diyor ki takip ettiğim kadarıyla küçük etki büyük sonuç büyük etki küçük sonuç doğurabilir. herşey birbirini zincirleme tetikler. bununla kelebek etkisi ve ruelle nin dediği faklı değil ki




  • 
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.