Şimdi Ara

Şiirler,güzel sözler (235. sayfa)

Bu Konudaki Kullanıcılar:
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
5.332
Cevap
42
Favori
629.618
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
1 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 233234235236237
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • quote:

    Orjinalden alıntı: NovariX


    quote:

    Orjinalden alıntı: Rons@rD

    Öyle bir hayat yasiyorum ki,
    Cenneti de gördüm, cehennemi de.
    Öyle bir ask yasadim ki,
    tutkuyu da gördüm,
    pes etmeyi de.
    Bazilari seyrederken hayati en önden,
    Kendime bir sahne buldum oynadim.
    Öyle bir rol vermisler ki,
    Okudum okudum anlamadim
    Kendi kendime konustum
    bazen evimde,
    Hem kizdim hem güldüm halime,
    Sonra dedim ki ' söz ver kendine '
    Denizleri seviyorsan, dalgalari da seveceksin,
    Sevilmek istiyorsan,
    önce sevmeyi bileceksin, Uçmayi seviyorsan,
    düsmeyi de bileceksin.
    Korkarak yasiyorsan, yalnizca hayati seyredersin.
    Öyle bir hayat yasadim ki,
    son yolculuklari erken tanidim Öyle çok degerliymis ki zaman,
    Hep acele etmem bundan,anladim...
    (Nietzsche)


    Nası yani?

    Bir şakamı bu? Nietzsche ile ne ilgisi var bu sözlerin?..


    Hayır yahu ne şakası siz yanlış anladınız Söz Müzik Şebnem Ferah vokalde Friedrich Nietzsche
  • Tut ki gecenin
    Alacakaranlığında düşlemişim seni.
    Tut ki, rüyalarımı bölmüşsün ne çıkar?
    Ne çıkar gündüzlerin selamsız aşkına,
    Geceleri kefen biçsen.
    Bir anlık hırsla,
    Her şeyi yıkıp geçsen, ne çıkar...

    Tut ki bundan böyle unutmuşum seni.
    Tut ki artık çalan parçalarda ismin geçmesin.
    Tut ki yazılan şiirler, seni anmasın,
    Varsın eller de unuttu desin.
    Ben seviyorum ya seni,
    Sen sevmesen, ne çıkar...

    Bedirhan Gökçe
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Aganta Burina Burinata

    Hayır yahu ne şakası siz yanlış anladınız Söz Müzik Şebnem Ferah vokalde Friedrich Nietzsche



    Ortalıkta böyle saçma sapan iddialar dolaşınca bende meraklandım hakkaten ciddiye alan varmıdır acaba diye..?
    Çünkü bu sözlerin Nietzsche'nin bir şiirine ait olduğunu söyleyenler var..

    Bu Şebnem Ferah'ın bir şarkısı.

    Kolera da bir şarkısında 3-4 mısrasını dillendirmişti.
  • Kötümser yalnız tüneli görür, iyimser tünelin sonundaki ışığı görür, gerçekçi tünelle birlikte ışığı hemde gelecek treni görür. (J.Harris)
  • quote:

    Orjinalden alıntı: NovariX


    quote:

    Orjinalden alıntı: Aganta Burina Burinata

    Hayır yahu ne şakası siz yanlış anladınız Söz Müzik Şebnem Ferah vokalde Friedrich Nietzsche



    Ortalıkta böyle saçma sapan iddialar dolaşınca bende meraklandım hakkaten ciddiye alan varmıdır acaba diye..?
    Çünkü bu sözlerin Nietzsche'nin bir şiirine ait olduğunu söyleyenler var..

    Bu Şebnem Ferah'ın bir şarkısı.

    Kolera da bir şarkısında 3-4 mısrasını dillendirmişti.


    Dalga mı geçiyosun yoksa cidden okumadın mı hiç Nietzsche'nin bu şiirini ?
  • kim üzebilir seni senden başka?
    kim doldurabilir içindeki boşluğu sen istemezsen?
    kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen?
    kim yıkar, yıpratır seni izin vermezsen?
    kim sever seni, sen kendini sevmezsen?
    her şey sende başlar, sende biter...
    yeter ki yürekli ol, tükenme, tüketme, tükettirme içindeki yaşama sevgisini...
    ya çaresizsiniz ya da çare sizsiniz...
  • SUSMA

    Susma ne olur
    Sen susarken söylediklerin
    Yüreğimi dağlıyor
    Kulaklarım parçalanıyor
    Sessizliğinden.
    Öyle bir susuyorsun ki
    Kelimeler düğümleniyor
    Boğazımda.
    Söyleyecek bir şey
    Kalmıyor
    Susma...Konuş...



    Oya Özpoyraz
  • Bilinçaltı Ülkesinin Ordusuz Komutanı...

    ilk olarak ben
    kendimi bulma stratejisinin
    son aşamasında...
    bir komutanının orudusunu yönettiği gibi
    bir okyanusta kıyıya vurmaya çalışan sal gibi
    son aşama başarısız olmak üzere...
    ama bunu kurtaracak bir ben varım,
    bilinçaltı ülkesinin sonsuz topraklarında,
    tek bir ağaç...
    düşürdüğü tohumların ,
    yağmurlar sonucu büyümesi
    o tohumlar filizlenir bir süre sonra
    büyür,ağaç olur...
    o ağaçlar tohumlarını düşürür toprağa,
    bu kısır döngü böylece gider...
    bunu değiştirecek bir ben varım kendimde...
    ruhunu hissedenler anlar
    ruhumdan dökülen kanlar...
    işte o kanlar yağmur oldu,
    yağdı bilinçaltı ülkesinin sonsuz topraklarına
    bir umut gibi...
    bir heves gibi...
    benim gibi...

    Writed By Anacoth


    öylesine...

    hani onun gözbebeklerinde kendini görmeyi denersin ya,
    yapamazsın..
    hani yanında olsa bile özlemek istersin ya,
    yapamazsın..
    hani elini tutmak yerine sarılmak istersin ya,
    yapamazsın..
    bunları yaptığın zaman anla ki aşıksın...
    o uçsuz bucaksız aşk deryasında akıntıya kaptırmışsın işte kendini,
    "en guzel kız" kavramı yoktur gözünde,sadece o vardır ya aklında,
    anla ki aşıksın...
    derler ya "kimseye hak ettiğinden fazla değer verme" diye,
    ona o kadar aşıksındır ki,o senin gözünde "değer" kavramının kendisir,
    sadece değer'e değer verirsin,başka kimseyle paylaşmak istemezsin onu...
    anla ki aşıksın...
    hani bir cumartesi günü telefon çalar ya,"o arıyor!" diye koşarsın telefona.
    başkasını sesini duyunca bütün umutların tükenmiş gibi olur,işte o zaman aşıksın...
    o'ndan fazla birşey beklemezsin,"sevse yeter" dersin ya,
    işte o zaman çoktan aşk deryasında yüzüyorsundur...
    günler,aylar geçer ,herşey en tatlı yerindeyken sana göre,
    "Bitsin.!" lafını duyarsın,hani beyninden vurulmuşa dönersin ya
    anla ki aşıksın...
    ama hiçbirşey için çok geç değildir...
    sen aşk'ı yaşamayı ve yaşatmayı bil yeter...

    Writed By Anacoth
  • Ben küçük bir sonbahar yaprağıyım
    Yorgun ve bitkin
    Düştüğüm zaman beni kimse kaldırmaz
    Ezip geçerler üstümden
    Beni sadece çöpçü alır ve götürür
    Diğer yaprakların yanına
    Ve zamanı gelince yok olur giderim bu hayattan
    Sessiz, kimsesiz ...


    ben yazdım. çok güzel değil biliyorum, idare edin artık
  • Rüyaları gerçekleştirmenin en iyi yolu uyanmaktır.

    S. M. Power
  • "We want the world, we want it now!" Jim Morrison
    "Hayal bilimden daha önemlidir. Çünkü bilim sınırlıdır." Einstein
  • BANA BİR ŞİMŞEK ÇAK



    bana bir şimşek çak
    ortalık fena karanlık
    yüreğim örtülüyor
    ağır bir dalgınlığa genişliyorum
    durmadan değişen o mevsimde
    dağlarda kalın
    omuz omuza bulutlar
    çok fena kalabalık
    ellerim çıplak
    bana bir şimşek çak
    kötü bir tuzaktayım
    bilmem ne yapsak
    aklımda fikrimde onlar
    yaşlı ve genç
    erkek ve kadın
    korkularıma tutsak

    bana bir şimşek çak
    içim içime sığmıyor artık
    vahim bir çağrışımdan
    daha vahimine atlamaktayım
    bana bir şimşek çak
    belki fena halde
    yanılmaktayım
    o ince kız çocuğu
    gün doğmadan her sabah
    bir hapisaneden bir nezarethaneye
    kelepçeli götürülüyor
    dudakları titrek
    gözlerinde buğu
    bilmem ki nasıl anlatayım
    bağışlanmaz suçu dünyayı sevmek
    bir de o
    adını bile bilmediği
    kıvırcık saçlı´devrimci´öğrenciyi
    fakülte kapısında vurulmuş
    yağmurun altında
    çıplak
    bana bir şimşek çak
    çok yanlış anlaşılmaktayım
    hesabım yanlış bir mahkemede görülüyor
    içimdeki zemberek
    boşandı boşanacak
    yaşamak mı gerek
    yoksa unutmak mı
    şaşırmaktayım
    galiyef yoldaş ne olacak
    galiyef yoldaş sibirya sürgünü
    sanki yalın bir bıçak
    kayarak
    bir kırlangıç hızıyla
    bulutların arasından
    karanlığın böğrüne saplanacak

    galiyef yoldaş ne olacak
    galiyef yoldaş sibirya sürgünü
    elinde bir mektup eski yazıyla
    artık yüzünü bile unuttuğu
    karısından
    burnunda sadece kokusu var
    ilkbahar kadar müşfik
    sonbahar kadar yumuşak
    galiyef yoldaş ne olacak
    avrasyada hala mazlumların uğultusu
    kısa bozkır atlarının nallarından
    gizli kıvılcımlar ki etrafa saçılıyor
    azadlık mermileridir
    çekirdekleri çelik
    cehennem gibi sıcak

    bana bir şimşek çak
    sala veriliyor görünmez minarelerden
    İzmir de istibdat´ı yaşamaktayım
    bir yangın soluğu sokak içlerinden
    kordonboyunda muzaffer atlılar
    fahrettin paşanın süvarisi
    bana bir şimşek çak
    yolumu aydınlatacak
    gazi´nin gözlerinden
    mavi bir şimşek
    kuva-yı milliye mavisi
    aynı emaneti taşımaktayım
    ´hürriyet ve istiklal benim karakterimdir´
    çünkü hain sinsi ve korkak
    aynı düşmana karşı
    savaşmaktayım

    Attila İlhan
  • ARAMIZDAKİ GÖRÜNMEZ BAĞLAR



    Tek başıma hiç sorunun yanıtını bulamıyorum.Hep yeni
    hayatlar yaşamayı isterken kendimi aynı hayatı tekrar
    tekrar yeniden yaşarken buluyorum... Sisli bir gecede
    yolunu kaybetmiş gemilere benzetiyorum kendimi...
    Yanına gidip konuşmak isteğim insanları da işte bu
    kayıp gemilere benzetiyorum. Uzaktan soluk ışıklarını
    görüyorum... Ama ne onlar bana yaklaşabiliyorlar, ne
    ben onlara... Sisli gecede birbirimize uzaktan bakıp
    yeniden kendi kayboluşlarımıza karışıyoruz... Umudum
    kalmadı artık; bu dünyada düşüncelerimi, beni,
    duygularımı gerçekten anlayacak birini bulmam imkansız
    görünüyor artık bana... Ama evimde duramıyorum yine
    de... Kendimi sokaklara atmak, insanlarla konuşmak,
    kendimi onlara anlatmak istiyorum. Dinliyor gibi
    gözüküp dinlemeseler de, anlıyor gibi yapıp gerçekte
    anlamasalar da...
    Anılar birer zorba gibi yükleniyorlar üzerime.
    Durmadan hesap soruyorlar benden... Tekrar tekrar aynı
    görüntüler belleğimi kanatıyor... Ve hep o yüz...
    Yüzdeki o ışık ömrümü ortadan ikiye bölüyor. Ne geriye
    dönebiliyorum, ne ileri gidebiliyorum... Öğrendiğim
    her yeni bilgi eski inançlarımı koyulaştırmaktan başka
    bir şeye yaramıyor... O yüzün sahibine kaderini
    anlatmak isterdim... Oysa o yüz ışığının farkında bile
    değil. Kendisine rağmen yaşıyor o ışık yüzünde... O
    yüz ki sevgiden önce nefret etmeyi öğrenmiş... O da
    kayıp bir gemi ve o da bu kanlı sisin içinde yitirdiği
    yolunu arıyor...
    Her kayıp gemi bana kırılgan ve bitimli aşkları
    hatırlatıyor... Dostluklar sisin ortasındaki kayıp
    gemiler gibi boğulmuş insan sesleri çıkarıyor... Ziyan
    olmuş hayatlar bu sisi biraz daha koyultuyor... Her
    talihsiz karşılaşma başka bir karşılaşmayı daha
    talihsiz kılmaya gidiyor... Her ziyan edilmiş hayat
    başka bir hayatı ziyan etmeye gidiyor...
    Evimin duvarları bile ayrılığın şarkısını söylüyor.
    Bir başıma dinlemek istemiyorum ayrılığın
    şarkısını...Ayrılık zorba anılarıyla geliyor... Her
    zorba anı beni ayrılığın karşısında küçük düşürüyor:
    Onunla görüşmeye ara verdiğimiz bir dönemdi. Bu defa
    biraz uzun sürmüştü. Ama hasret yine ağır basmış ve
    yeniden bir araya gelmiştik. O zaman itiraf etmişti
    biriyle birlikte olduğunu. Hiç unutmuyorum, ilk tepkim
    kaç kez oldun, onunla kaç kez yattın, demek olmuştu.
    Yüzüme çok tuhaf, ve o güne dek hiç bakmadığı gibi
    bakmıştı... Sadece, ilk bu mu geldi aklına, seni
    tanıyamıyorum, demişti... Neden ilk tepkimin o
    olduğunu bugün bile anlamış değilim; ama ne zaman
    aklıma gelse yüzüm kızarır, utanırım... Ve daha
    binlerce zorba, acıtan anı...
    Bu anıların verdiği acıdan kurtulmak için insanların
    arasına karışmak istiyorum. Demir parmaklıkların
    arkasında değilim, istediğim yere gidebilirim,
    istediğim her şeyi yapabilirim; ama ne yapsam, nereye
    gitsem hep aynı şeyleri hatırlayan belleğimin
    tutsağıyım sanki... Ben değil, bu zorba anılar
    götürüyor beni istediği yere... Sevgi nasıl
    bulaşıcıysa nefret de öyle bulaşıcı... Nasıl bakıyorsa
    insan dünyaya, öyle görüyor ne görüyorsa... Kararmışsa
    gönlü insanın, nereye baksa orada kararmış gönüller
    görüyor... Dibe vurmuşsa hayatı, kimi görse dibe
    vurmuş sanıyor... Hem öyle bir gece ki bu gözlerim
    kapanmayı bilmiyor... Gözlerim nereye baksam
    varlığımın o eski bataklığına çekiyor beni... Oysa
    hayallerimin rüzgarı beni benden alıp uzaklara
    götürsün isterdim... Ama hayallerimin kanatları beni
    anılarımdan koparacak kadar güçlü değil... Hayallerim
    beni, ben anılarımı seyredip duruyorum...
    İnsanlardan ne kadar umudu kessem de yine de insansız
    yapamıyorum. Beni dinlemeyecekleri, asla
    anlamayacaklarını bilsem de onlara hayatımı anlatmayı
    seviyorum... Hem korkuyorum onlardan, hem
    korkularımdan kurtulmak için onlara sarılıyorum yine
    de..
    Tek başıma dolaşıyorum Beyoğlu´nda..Gecenin kim bilir
    hangi saati, yine de her yer insan dolu.. Kimse evine
    gitmek istemiyor sanki... Gece koyulaştıkça yalnızlık
    derdi artıyor... Sadece benim evimin duvarları değil,
    bütün evlerin duvarları sanki aynı ayrılık şarkısını
    söylüyor. Kimse tek başına bu şarkıyı dinlemeye
    katlanamıyor... Evler saçmalığın kederinde boğulmuş,
    yanlış yerde arıyor herkes kendisini... Anılar zorba,
    bellek yorgun, hayaller kanatsız... Kimin gözlerine
    baksam, bu gördüğün ben değilim, ben aslında çok
    başkasıyım, diyor... Kimi sevsem bu sevgiyle
    yarışacağı yerde benimle yarışıyor... Kim beni sevse
    bu sevgide önce kendi yaralarını onarmaya çalışıyor...
    Sevgi bir eliyle çağırıyor, korku iki eliyle itiyor...
    Kim beni öpse ayrılığın ipini geçiriyor boynuma...
    Nereye gitsem, oraya benden önce anılarım gidiyor...
    Oraya benden önce sevgiyi öğrenmeden önce nefreti
    öğrenen kadın gidiyor... Nereden dönsem ardımda
    küskünlüğüm kalıyor... Kimse kurtulamıyor bu
    küskünlükten. Şiirler, aşk nefret etmektir, diye
    bitiyor...
    Taksim´de gecenin bir yarısı tek başıma dolaşıyorum...
    Bunca geç bir saate rağmen her yer öylesine gürültülü
    ve kalabalık ki... Onca gürültüye ve onca kalabalığa
    rağmen her yer aslında öylesine sessiz ve ıssız ki...
    Sanki insanlar bu ıssızlığı ve sessizliği gizlemek
    için durmadan boylukta dolaşıp duruyor ve anlamsızca
    konuşuyorlar...
    Biraz kuytu, kalabalıktan biraz uzak bir banka
    oturuyorum... Sanki her yer gözüküyor bu banktan.
    Ayaklarımın altından mahvolmuş hayatların yanık suları
    geçiyor... Güçsüz düşmüş inancım aşkımı ne kadar
    kirletmeye çalışsa da sanki bir el durmadan yıkayıp
    arıtıyor onu...
    Kendimle o kadar meşgulüm ki, biraz geç fark ediyorum
    yanımda orta yaşlı bir adamın oturduğunu. Uzaklara
    bakıp, benimle hiç ilgilenmiyormuş gibi davransa da
    beni düşündüğünü anlıyorum... Uzaklara baksa da
    hayretle ve acıyla aydınlanmış gözlerini görüyorum...
    Yüzüme bakmadan soruyor: Gece ne kadar sessiz değil
    mi... Şaşırıyorum benimle aynı şeyi düşündüğüne...
    Evet, diyorum bir an durakladıktan sonra... Onca
    gürültüye rağmen öylesine sessiz ki... Çünkü, diye
    devam ediyor, kimse kimseyi dinlemiyor, herkes
    kendisine öylesine gömülmüş ki... Neden böyle? diye
    soruyorum ona... Ellerini kavuşturup uzaklara bakarak
    yanıtlıyor beni: Hepimiz kendimizi başkalarından çok
    farklıyız sanıyoruz, ama aslında birbirimize o kadar
    benziyoruz ki... Bu yüzden birbirimize ne denli çok
    görünmez bağlarla bağlı olduğumuzu bir bilsek her şey
    öylesine değişecek ki... Ama bu bağları göremiyoruz
    bir türlü... Herkes kendisi diye bilmediği bir
    başkasını anlatıyor ve sonra yeniden kendi karanlığına
    gömülüyor... Birlikte ama yalnızız, çok yalnızız...
    Bilir misiniz, İbranice´de bu iki sözcük tek bir
    harfle ayrılır...Yalnız, yahid, demektir, birlikte ise
    yahad...
    Sonra usulca dönüp yüzüme bakıyor: Bana hikayenizi
    anlatır mısınız, diye soruyor... Şaşırmıyorum bu
    sorusuna. Yalnızlık ve hayatın bu korkunç belirsizliği
    öylesine hırpalamıştı ki ruhumu, ona kendimden
    bahsedersem az da olsa bir teselli bulacağımı
    hissediyorum... Kanlı bir sisin içinde kaybolmuş
    gemilere benzettiğim insanları... Ziyan olmuş
    hayatları... Aşkların nasıl bu kadar kısa bir sürede
    nefrete dönüştüğünü... Yaralarını onarmak için
    ilişkiye girenleri, sevmekten korkanları... Zorba
    anıları, yorgun bellekleri, kanatsız kalmış
    hayalleri... Her talihsiz karşılaşmanın başka bir
    karşılaşmayı daha talihsiz kıldığını...Yalnızlığımı ve
    hayatın o korkunç belirsizliğini..Artık beni anlayacak
    birini bulmaktan ümidi kestiğimi anlatıyorum ona..
    Derin bir nefes alıyor ve sonra yine şehrin solgun
    ışıklarına bakarak yanıtlıyor: Öyle demeyin.Sizi
    anlayacak birileri mutlaka vardır.Hem yalnızlık bizi
    olgunlaştırır, yeni keşiflere hazırlar.Belirsizlikse
    çoğu kez özgürlüğün kapılarını açar bize. Biraz önce
    söyledim, hepimiz görünmez bağlarla bağlıyız
    birbirimize.İşte bu bağları görebilmek ve birbirimizi
    anlamak için daha çok çaba harcamalıyız. Bize çoğu kez
    anlamsız görünen olayların, tesadüflerin ardındaki
    gizli anlamlı göremiyoruz...
    O şimdi ne yapıyordur...
    Kim, diye soruyorum şaşkınlıkla...
    Ayrıldığınız insan. Sizi anlamadığını düşündüğünüz...
    İçimden karanlık bir ürperti geçiyor: Uyuyordur, bu
    konuştuklarımızdan hiç haberi yoktur. Dantellerle,
    pullarla kaplı yastığında uyuyordur, diyorum...
    Bence o şimdi sizin uykunuzu uyuyordur, sizin rüyanızı
    görüyordur.Kim bilir belki birazdan uykusundan
    ağlayarak uyanacak ve bu konuşmayı duymadan
    duyacaktır... Sizin varlığınızda onun için
    yaşattığınız her duyguyu hissedecektir... Hiç tahmin
    edemeyeceğimiz işaretlerle anlayacaktır bunu...
    İnsanlar arasındaki bu büyüye inanmak gerekir.
    Karşılaşmalara, tesadüflere inanmak gerekir.
    Mucizelere... Yaşadığımız her şeyin, en anlamsız
    görünenin bile ardında bir anlam yatar... Size kendi
    hikayemi anlatmamı ister misiniz...
    Elbette, diyorum merakla, dinlemeyi çok isterim...
    Ben birini öldürdüm biliyor musunuz... Bunu der demez
    susup etraftaki o gürültülü sessizliği dinliyor bir
    an. Neye uğradığımı şaşırıyorum. Adamın önce yüzüne
    sonra da büyük bir dikkatle ince uzun parmaklarına
    bakıyorum...Bana böylesine huzur veren ve bilgelik
    dolu şeyler anlatan bu insan bir katildi öyle mi...
    Yo, bana öyle bakmayın, dedi gayet sakin bir
    tavırla...Ben de birini öldürmeden önce insan
    öldürmenin kendim için ne kadar imkansız olduğunu çok
    düşünmüşümdür hep. Ama birini öldürmek çok anlık bir
    şey. O an zaten siz siz olmuyorsunuz. Bir başkası
    giriyor sanki içinize... Şaşkınlığım sürdüğü için
    lafını kesiyorum: Neden öldürdünüz peki...Bir sakıncası
    yoksa söyleyebilir misiniz:
    Bencillik... Kibir... Ruhumu körleştiren arzular...
    Kıskançlık... Daha çok şey eklenebilir bunlara...
    Hepimizin içinde var bu duygular... Dilerseniz devam
    edeyim... Bu korkunç olaydan önce durumum çok iyiydi.
    İyi bir evliliğim, çok sevdiğim bir kızım, iyi bir
    çevrem vardı... Karım beni terk etti. Kızım bu olay
    yüzünden beni reddetti... İşimi, çevremi, dostlarımı
    kaybettim. Kimse arayıp sormaz oldu. Dayanılması çok
    güç yıllardı. Geçmişimi bir saplantı haline
    getirmiştim. Demiştiniz ya, anılar zorbadır, diye...
    İşte o zorba anılarda kurtulmak bu hayatımın üstüne
    çıkabilmek için kendimi kitaplara adadım. Elime ne
    geçerse okuyordum. Felsefe, psikoloji, dinler tarihi,
    edebiyat... Kitaplar olmasaydı o korkunç yıllar başka
    nasıl geçerdi ki... Sonra bir gün artık özgürsün,
    dediler. İnanamadım özgür olduğuma. Ama bir amacınız
    yoksa, sevdikleriniz yoksa özgür olmanın pek bir
    anlamı yok... Günlerce karımı aradım, ama bulamadım.
    Kızımdan da bir haber yoktu... Ne dostlarım, ne param,
    ne de bir işim vardı. Bunca işsizlikte hapishaneden
    çıkan, sabıkalı bir adama kim iş verir? Hem de bu
    yaşta birine... Günlerce başıboş dolaştım.Orada burada
    yattım. Nereye gidecektim, ne yapacaktım...
    Kitaplardan öğrendikleriniz bir yere kadar size
    yardımcı oluyor... Hayat başka bir şey... İntihar
    etmek istedim, onu bile beceremedim. Bir gün garip bir
    rastlantı sonucu çok eski bir arkadaşımla karşılaştım.
    Çok zengin olduğunu duymuştum. Bir yerde oturduk, ona
    başıma gelenlerden bahsettim. Anlattıklarımdan çok
    etkilendi. Gözlerinden okudum bunu... Artık benim için
    hayatın bir anlamı kalmadığını, ölmek istediğimi
    söyledim ona. Aslında içten içe bana yardımcı
    olmasını, iş bulmasını ya da biraz para vermesini
    istiyordum... Benim sana verecek hiç param yok, dedi.
    Neden, diye sordum, çok zengin olduğunu duyduğumdan
    bahsettim. Artık değilim, dedi. Bütün paramı, mal
    varlığımı kimsesiz kalmış sokak çocukları için kurduğu
    bir vakfa bağışlamış. Zenginlik ruhunu kirletmiş...
    Ruhunu kurtarmak, arınmak için bu amaca adamış
    kendini... Eğer ölmek istiyorsan seni engelleyemem.
    Karar senin, ama dilersen gel benimle vakıftaki
    işlerimde bana yardımcı ol. Yatacak bir yerin olur, üç
    öğün karnını doyurursun. Sana başka bir şey veremem...
    Bunları söyleyip sustu ve gözlerini hiç kaçırmadan
    gözlerime baktı... İşte o an onun gözlerinde kendi
    kaderimi gördüm.İnsanların arasındaki o görünmez
    bağlar vardır, demiştim ya, işte onunla aramdaki o
    bağı gördüm. O işareti ve o mucizeyi... Tamam, dedim,
    kabul ediyorum... Ve o gün bu gündür onunla kimsesiz
    sokak çocukları için çalışıyorum. Hayatımın anlamı
    buymuş meğerse benim. Bugüne dek bütün yaşadıklarım bu
    günlere bir hazırlıkmış... O karşılaşma anından sonra
    her şeye böyle bakıyorum artık... Her birimizin bir
    başkasının üzerinde mutlaka bir etkisi vardır... Yeter
    ki aramızdaki o bağı görelim...
    Sonra yine susup o dingin, o huzur gülümseyişiyle
    uzaklara bakmayı sürdürüyor..
    O susuyor, ama benim içimde bambaşka bir konuşma
    başlıyor bu defa. İnsanlar arasındaki o görünmez
    bağların varlığını bildiğim halde neden görmek için
    daha fazla çaba harcamadığımı soruyorum kendime...
    Karşılaştığım insanlardan çok kendi benliğime takılı
    kalmıştı gözlerim... Kendimi keşfetmeye harcadığım
    enerjinin birazı da başkalarını keşfetmeye çalışsaydım
    anılarım bu kadar zorba olmazdı bana... Belleğim bu
    kadar yorgun, hayallerim bu denli kanatsız
    olmazdı...Ayrılsam da, bir daha onu görmeyecek olsam
    da, bir zamanlar o çok sevdiğim insanın uykuya
    daldığında benim rüyamı göreceğini bilmezden
    gelmezdim...
    Bu iç konuşmalarımı o sırada önümüzden geçmekten olan
    bir şair arkadaşım bölüyor. Haberin var mı, diyor, Ece
    Ayhan bu gece öldü...Ustayı kaybettik... Bir an ne
    diyeceğimi bilemiyorum. Bu gece her şey o kadar üst
    üste gelmişti ki benim için... Binlerce anı üşüşüyor
    beynime o an... Ama bu defa anılar eskisi gibi zorba
    değildi... Her anı bir diğerine ekleniyor; her anlam,
    her görüntü, her işaret bir diğerine bağlanıyor ve
    bağlandıkça yine anlamlar, yeni değerler
    kazanıyordu... İster misiniz, size Ece Ayhan´la ilgili
    bir hatıramı anlatmamı, diye soruyorum yanımdaki
    adama... Yanıt vermeden sadece başını sallıyor ve
    yüzündeki incecik hüzünle gülümsüyor...
    Ece Ayhan hayatımda çok önemli bir yer tutar... Sadece
    benim için değil, bu ülkede şiir yazan, şiir okuyan,
    şiiri seven birçok insan için de çok önemliydi o...
    Anlaşılması güçtü, çok kapalıydı şiirleri, ama garip
    büyü, bir tılsım vardı onlarda... Sanki bilinçaltımızı
    okurdu o... Bu ülkenin bilinçaltını... Hayatımda
    vazgeçilmez bir değeri olan şair Nilgün Marmara da onu
    çok önemserdi. Ece Ayhan şiirinin sıkı takipçisiydi.
    Dahası aralarında çok sıkı bir dostluk vardı. Ece
    Ayhan´ı evinde ağırlar, onu kollar ve gözetirdi. Bir
    gün Nilgün Marmara yaşamaktan vazgeçti ve kendisini bu
    hayatın öte tarafından çağıranların yanına gitti.
    Beşinci kattaki evinin penceresinden boşluğa bıraktı o
    narin, o kırılgan bedenini... Ne acıydı ki birileri bu
    intihardan Ece Ayhan´ı sorumlu tuttular... Hatta bu
    suçlamayı yazıya dökenler bile oldu. Bir şiirinde;
    ´Her yakın zulmün küçük hisseli uzak ortağı´ dediği
    içindi belki de... Bu dedikodular ve suçlamalar
    etkisini göstermiş olacak ki, bir akşam Ece Ayhan
    arkadaşlarıyla bir meyhanede otururken kızın biri
    yanına bir şey söylemek maksadıyla yaklaşmış ve
    arkasına sakladığı bir şişe kırmızı şarabı başından
    aşağı dökmüş... Ece Ayhan hiçbir şey yapmamış, ama
    sadece şunu söylemiş; babalarına yapamıyorlar, bana
    yapıyorlar; çünkü güçleri bana yetiyor... Bunu
    duyduğumda çok üzülmüştüm. Çünkü o üzerindeki ceketten
    başka ceketi yoktu Ece Ayhan´ın... Eminim, kırmızı
    şarapla lekelenen o ceketini temizleyiciye verecek
    parası bile yoktu...
    Bu sırada yanımdaki adam sözümün arasına giriyor: Kim
    bilir, belki de Ece Ayhan´ın başından aşağı şarap
    döken o kız benim kızımdır... Bunu bana yapmayı çok
    isteği halde yapamadığı için ona yapmıştır... Çünkü
    onu küçük yaşta hapse girerek babasız bıraktığım için
    beni hiç affetmedi... Ama lütfen siz devam edin...
    Bu olaydan birkaç gün sonra babam öldü. Önce Nilgün,
    ardından babam... Nasıl bir rastlantıydı bu... Hayatta
    en çok sevdiğim iki insanı peş peşe kaybetmiştim...
    Bir gün eve gittiğimde annemi gözyaşları içinde
    babamın elbiselerini fakirlere, ihtiyacı olanlara
    dağıtmak için torbalara yerleştirdiğini gördüm.
    Babamın bir ceketini istedim annemden... Ne
    yapacaksın, diye sordu. Kim olduğunu sorma anne,
    birine vereceğim sadece, dedim... Pekiyi, sen
    bilirsin, deyip bir ceket uzattı bana, sonra da
    babamın diğer elbiselerini katlayıp torbalara
    doldurmaya devam etti... Babamın ceketini önce bir
    temizleyiciye verip temizlettikten sonra Ece Ayhan´a
    götürüp hediye ettim. O zaman Tarlabaşı´nda virane bir
    evde kalıyordu... Zahmet etmişsin, ihtiyacım olduğunda
    giyerim, dedi sadece... Aradan bir iki hafta geçti.
    Bir gün annemle oturmuş konuşurken, biliyor musun dün
    gece baban rüyama girdi, ceketini verdiğin adamı
    sordu, söyle ona dedi, ceketimi verdiği adam çok iyi
    bir insanmış, iyi bir şey yapmış, dedi... Sahi kime
    verdin o ceketi, diye sordu annem... Tanımazsın anne,
    sorma, diyerek gözyaşları içinde yanından ayrılıp öbür
    odaya geçtim...İşte sizin söylediğiniz o görünmez
    bağlar... O işaretler, o mucizeler...
    Daha konuşacak ne vardı ki; neredeyse sabah oluyordu,
    ama gözlerim kapanmak bilmiyordu... Kalkıp yanımdaki
    adama son kez bakıyorum ve ona veda ederken şunu
    soruyorum: Pekiyi, siz ne arıyorsunuz bu saatte, bu
    bankta kimi neyi bekliyorsunuz? O dingin, o
    gözyaşlarıyla biraz daha aydınlık bakan gözleriyle:
    Kim bilir belki de sizi bekliyordum, diyor... Bana
    hikayenizi anlatmanızı bekliyordum...

    Cezmi Ersöz
  • BEN OSMANLIYIM


    Dinle evlat, sana bir çift söyleyecek sözüm var.
    Beni bilmek ister isen, Hakk'a bağlı özüm var
    Neslim bana bühtan etmiş, yüreğimde sızım var


    Bu sayfalar tanır beni, ha bu kitaplar tanır.
    Şanlı tarih dile gelse, bütün dünya utanır.


    İlim, irfan, medeniyet yaymak için büyüdüm.
    Kuru kavga için değil, hizmet için yürüdüm.
    Bir küçücük beylik idim, üç kıtayı bürüdüm.


    Bu tepeler tanır beni, ha bu ufuklar tanır.
    Şarktan güneş doğduğunda, gölgem garba uzanır.


    Mazlumların gözyaşlarını şefkat ile silmişim.
    Vatan, namus, din ve devlet kıymeti bilmişim
    Irzıma göz dikenlerin haklarından gelmişim.


    Bu hisarlar tanır beni, ha bu kal'alar tanır.
    Nal sesimi işitenler, kıyamet koptu sanır!
  • hayatın bize örettiklerine baksana
    ya ölüm ya kayıp sonunda olucak nasılsa
    biz bişey kazanamadık aslında hep kaybettik
    seqili zaman es dost herseyi kaybedioruz zaman qecdikce
    aqlıorz qülüyoruz seviyoruz seviLiyoRuz
    kimi kandırıorzz kendimizi yalan dostluqlar asqlar
    kaybedilen kaybedilince farkına warıLıomus meqer
    elndeyken farkedemiomussun deqerini
    ölüm alıkoyuyo insanı dönüşü olmuo
    ayrıLıq yada küslüq ölümmü dönüşü olmasn
    savaslar wericeksin kazanmak için yıpratıcaksın mutluluk içn
    aqlıcaksn karalara bürünüceksn zmnla
    hayata pembe baqdıqını anlıcaksn zmnla
    siyah bakmak koyucak sana her adımda
    doru yolu olmucak senin hytnda hep kötü
    sen öle sanıcaksn aslında öle deqil karanlık
    içine qirdiqin içn qöremiosn qözlerini kapıo
    cıkmak içn adım attıqında saten itio seni karanlık
    istemiyo kovuyo sni o essiz derinliqinden
    kendinLe kaLdıqın kendini tanıdıqın zmnLaR kayboLuo aRtıq
    bitiosn her qün eriyosn qün qecdiqce
    sona yaklasıosn yaklasıosn yaklasıosn
    sn adım kalıo ömür boyu karanlık içn
    onuda atmasanda iten karanlık aynı hzda ceqiyo seni....
  • Politika ''yılan gibi akıllı ol'' der; ahlak ise ''yılanlar gibi akıllı kumrular gibi zararsız ol'' der.

    Aklımda merak ve saygı uyandıran iki şey vardır: Üzerimdeki yıldız gibi parlayan cennet ve içimdeki ahlak yasası.

    Ahlak, nasıl mutlu olabileceğimizi değil, mutluluğa nasıl müstehak olabileceğimizi gösteren bir doktirindir.

    İmmanuel Kant
  • gidişim neyi degiştirecek bilmiyorum, ama gidiyorum... yüreğimde söylenmemiş sözlerin acısı, ellerimde ellerini tutamamış olmanın sızısı gidiyorum...

    boğazımı düğüm düğüm eden bir cümle şimdi "seni seviyorum!"söylenmedikce nefes almamı engelleyen, kulağına ulaşmadıkca anlamını yitiren bir cümle şimdi... "seni seviyorum!"


    içimde "seni seviyorum"un söylenmemiş acısı gidiyorum....


    yaz yağmurları dökülüyor yollarıma. tenindeki yaz kokusu benimle geliyor. ben seni alıp yanıma sensizliğe gidiyorum. tenimde yokluğunun soğuğu dilimde söylenmemiş bir "seni seviyorum" gidiyorum...


    kendimi sakin bir sahil kasabasına atmak çare sanki. keşkelerin kıyısında bir baraka bulsam... demirlesem yüreğimi... tuzlu kumlara versem sırtımı... yaralarıma bassam denizin tuzunu... acıtsam kanatsam... kanayan, acıyan hep bir "seni seviyorum" cümlesi...


    içimde bir yanardağ var bilmiyorsun. patlamaya hazır volkanlar saklıyorum. lavlar büyütüyorum yoklukta... tüm bu havai fişek gösterisini harekete geçirecek şey ise bir "seni seviyorum" cümlesi...


    yolların karanlığı daha çok keskinlestiriyor içimdeki sızıyı. "seni seviyorum" cümlesi bilendikçe bileniyor paslı bir bıçak gibi. boğazımda düğüm düğüm kaldıkca daha da acıtıyor canımı... kanatıyor içimi. yüreğime kadar sızıyor kanım. kan doluyorum... gözlerimle tüm kanı ağlıyorum...


    "seni seviyorum" bir söylenmemiş söz dilimde..."seni seviyorum"larımı alıp gidiyorum bu şehirden. kaçamak bakışlar atıyorum dikiz aynamdan.


    yağmur diniyor yollarda. ama hala damlalar dönüyor gözlerimin önünde... yağmur değil gözyaşı damlaları... ıslanıyor "seni seviyorum"lar. ıslandıkça daha da ağırlaşıyorlar... ağırlaştıkça yüreğime daha fazla bir ağrı saplanıyor.

    gidiyorum... ağlamaklı bir "seni seviyorum!" bırakıp bu şehirde, gidiyorum...


    söylenmemiş sözler kadar iç acıtan bir şey yoktur bu dünyada.
    söylenmemiş sözler mezarlığına gömüp sevdamı gidiyorum bu şehirden...
    ağlama sevdam. toprak soğuk, toprak karanlık olsa da yeniden doğacağın gün de vardır elbet kaderinde... alnına kazınmış bir isim vardır... doğacağın güne kadar ben, gidiyorum...


    sen gidince üşüyor bu yürek.... gece uzuyor... sensiz geşen geceler beni ihtiyar ediyor... hani gitmesen diyorum... "hani gitmesem diyorum!"


    senin her gidişinde sürgün oluyorum ben... en kötüsü aslında gitmeden sürgün olmak... içimi acıtıyor böyle sürgün yasamak...
    "hani gitmesek diyorum!..."
    "hani bitmesek diyorum...."





    alıntı
  • Ben Sende mutluluğun denklemini aramış,
    Mutsuzluğun formülünü bulmuşum.
    Çarpanlara kendimi ayırmış,
    Çözememişim bir türlü,sen-siz-liği!

    A.YILDIZ



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi qwasqwas -- 2 Ocak 2009; 21:58:17 >
  • SÜNGÜ

    Kardeş payı
    yapmak için mi
    uzattın süngünü
    elimdeki
    elmaya

    Sunay AKın
  • Adı hüzün olsun bu gerçeğin.
    Ayrılığın tekil sızısını hissetmenin
    Ve senden sonraki yaşantımın,
    Adı hüzün olsun!

    Öteki renklerini aldığın,
    Tek mevsimlik dünyamın,
    Ve senden bana kalanların,
    Rotasız başlayan yolculuğumun,
    Her limanda yüzleştiğim sensizliğin,
    Adı hüzün olsun!

    Bir türlü gelmeyen geleceklerin,
    Bir yarısı sende kalan geçmişin,
    Ve her gün biraz daha kaybolan iyimserliğimin,
    Adı hüzün olsun!

    Gittikçe tuhaflaşan tavırlarımın,
    Azalan ideallerimin,
    Alışkanlık haline gelen sıradanlıkların
    Birbirine benzeyen her günün
    Adı hüzün olsun!

    Aklımda kalan şarkı sözlerinin,
    Anılarını sakladığım kirli odamın,
    Yağan yağmurun,
    Cama dayanmış soluk yüzümün,
    İçimde ağlayan çocuğun,
    Adı hüzün olsun!

    Artık gelmeyeceğine olan inancımın,
    Eksik yüreğimin, göremediğim renklerin,
    Sensizliğin, yarım kalmışlığın,
    Adı hüzün olsun!

    Değişmeyen şeylerin,
    Aynı filmin tekrarına benzeyen rüyaların,
    Sadakatini elden bırakmayan gönlümün,
    İçimdeki yalnız şairin, bu yaşantının,
    Ve bu şiirin adı hüzün olsun!
  • 
Sayfa: önceki 233234235236237
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.