Şimdi Ara

İnsanın Evrimini Gösteren 10 İşaret

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
1 Misafir - 1 Masaüstü
5 sn
384
Cevap
4
Favori
18.953
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Tarih boyunca, doğal seçilim modern insanın gelişimindeki rolünü oynadıkça, insan vücudundaki kısımların ve faydalı fonksiyonların bir çoğu gereksiz hale geldi. Enteresan bir şekilde bu kısımların çoğu bir şekilde vücutta kaldı ve böylelikle evrimin ilerleyişini görebilmekteyiz. Bu liste, geride iz bırakan en belirgin 10 evrimsel değişimi göstermektedir.

    10. Goose Bumps (Cutis Anserina) – Tüylerin Ürpermesi

     İnsanın Evrimini Gösteren 10 İşaret


    İnsanlar üşüdüklerinde, korktuklarında, kızdıklarında veya utandıklarında tüyleri ürperir. Birçok canlı türünün de aynı sebeplerle tüyleri ürperir. Mesela, kedi veya köpek tüylerinin dikilmesi, kirpi dikenlerinin ortaya çıkması bu sebeptendir. Üşüme durumunda, dikilen tüyler havayı deri ve tüyler arasında sıkıştırır ve böylelikle yalıtım ve sıcaklık sağlar. Korkma durumunda, hayvanın daha iri görünmesini, düşmanın korkup kaçmasını sağlar. İnsanların artık tüylerin ürpermesine ihtiyacı yoktur ve giysilerimizin olmadığı, doğal düşmanlarımızı korkutmaya ihtiyacımız olduğu geçmişimizden miras kalmıştır. Doğal seçilim yoğun kıl tabakamızı ortadan kaldırmış fakat bunları kontrol etmemize yarayan mekanizmayı geride bırakmıştır.

    9. Jacobson’s Organ (Vomeronasal organ) – Jacobsen Organı

     İnsanın Evrimini Gösteren 10 İşaret


    Jacobson organı hayvan anatomisinin enteresan bir parçasıdır ve cinsel geçmişimiz hakkında bize birçok şey anlatır. Bu organ burunda bulunmaktadır ve pheromones adı verilen, cinsel istek, tehlike işareti veya yiyecek izlerine ilişkin bilgileri tetikleyen kimyasalları tespit eden özel bir koklama organıdır. Bazı hayvanların sex için karşı cinsleri takip etmesini ve potansiyel tehlikeleri bilmesini sağlayan organdır. İnsanlar Jacobsen organı ile doğarlar fakat bu organın kabiliyetleri gelişimimizin erken dönemlerinde, işe yaramayan bir hale gelmiştir. Bir zamanlar insanlar, iletişimin mümkün olmadığı dönemlerde eşlerinin yerini bulmak için bu organı kullanıyorlardı. Günümüzde insanın eş arayışında, chat odaları, barlar ve bekar partileri bu organın yerini almıştır.

    8. Junk DNA (L-gulonolactone oxidase) – Hurda DNA

     İnsanın Evrimini Gösteren 10 İşaret


    Geçmişimizden gelen kalıntıların bir çoğu fiziki veya görülür olmakla birlikte, bu durum hepsi için geçerli değildir. İnsanın genetik modelinde, bir zamanlar C vitaminini işlemeye yarayan enzimlerin üretilmesinde kullanılan yapılar (L-gulonolactone oxidase) mevcuttur. Diğer hayvanların çoğu bu fonksiyonel DNA’ya sahiptir fakat geçmişimize ait bir dönemde, bir mutasyon bu geni etkisizleştirmiş ve genin kalıntılarını hurda DNA olarak arkasında bırakmıştır. Bu dikkat çekici hurda DNA, yeryüzündeki diğer türlerle ortak atadan gelindiğini gösterir ve bu yüzden özellikle enteresandır.

    7. Extra Ear Muscles (Auriculares muscles) – Ekstra Kulak Kasları

     İnsanın Evrimini Gösteren 10 İşaret


    Harici kulak kasları olarak da bilinen ekstra kulak kasları (Auriculares muscles) hayvanlar tarafından işitme duyularını özel seslere odaklamak üzere kulaklarını döndürmek ve kontrol etmek (kafalarından bağımsız olarak) için kullanılır. İnsanlar bir zamanlar aynı sebeplerle kullanmış olduklarından, bu kaslara halen sahiptir ancak bu kaslar öylesine zayıflamıştır ki tek yapabileceğimiz kulaklarımızı birazcık kımıldatmak olacaktır. Bu kasların kedilerdeki kullanımı çok belirgindir (kediler kulaklarını neredeyse tamamen geriye döndürebilirler). Özellikle, avlamak üzere bir kuşa sessizce yaklaşırken, kuşu korkutmamak için mümkün olan en küçük hareketlerin yapılmasını gerektiren durumlarda kediler bu kasları kullanır.

    6. Plantaris Muscle – Plantaris Kası

     İnsanın Evrimini Gösteren 10 İşaret


    Plantaris kası hayvanlar tarafından, nesneleri ayakları ile tutmak ve kontrol etmek için kullanılır (maymunlar ayaklarını elleri kadar iyi bir şekilde kullanabilir). Bu kas insanlarda da aynı şekilde mevcuttur ancak o kadar az gelişmiştir ki, vücudun diğer bölümlerinden herhangi birinin yeniden oluşturulmasında dokuya ihtiyaç olduğunda, doktorlar tarafından yerinden alınarak kullanılırlar. Bu kas insan vücudu için öylesine önemsizdir ki, insanların %9’u bu kasa sahip olmadan doğarlar.

    5. Wisdom Teeth – 20 Yaş Dişleri

     İnsanın Evrimini Gösteren 10 İşaret


    İlk insanlar birçok bitki türüyle besleniyordu ve gün boyunca ihtiyaç duydukları tüm gıdaları almak için yeterli miktarda bitkiyi, yeterince hızlı şekilde yemeye ihtiyaç duyuyorlardı. Bu sebeple, daha geniş bir ağzı daha üretken kılmak için ilave bir takım azı dişimiz mevcuttu. Selülozun vücut tarafından yeterli şekilde sindirilmesi kabiliyetinden yoksun olunduğu için bu özellikle gerekliydi. Evrim tercihlerini yaptıkça gıdalarımız değişti, çenemiz uygun bir şekilde küçüldü ve üçüncü azı dişlerimiz gereksiz hale geldi. Günümüzde bazı insan topluluklarında 20 yaş dişlerinin üretimi tamamen durmuş iken, bazı topluluklarda %100 oranda bu dişler çıkmaktadır.

    4. Third Eyelid – Üçüncü Gözkapağı

     İnsanın Evrimini Gösteren 10 İşaret


    Eğer bir kedinin göz kırpmasını izlerseniz, beyaz bir zarın gözü kapladığını göreceksiniz, buna üçüncü göz kapağı denir. Memelilerde oldukça nadir görülmekle birlikte, kuşlar, sürüngenler ve balıklarda ortaktır. İnsanlarda kullanım dışı olan bir üçüncü gözkapağı kalıntısı mevcuttur (yukarıdaki resimde görebilirsiniz). İnsanlarda oldukça küçülmüştür ancak bazı topluluklarda diğerlerine oranla daha belirgin parçalar mevcuttur. Bilinen primat türleri içinde üçüncü gözkapağını fonsiyonel olarak kullanan tek primat, Batı Afrika’da yaşayan Calabar angwantibo (loris’ler ile yakın akrabadır)’dur.

    3. Darwin’s Point (Plica semilunaris) – Darwin’in Noktası

     İnsanın Evrimini Gösteren 10 İşaret


    Darwin’in noktası memelilerin çoğunda bulunmaktadır ve insanlar da bunun dışında değildir. Hayvanlarda büyük ihtimalle seslere odaklanmak için kullanılmaktadır ancak insanlarda artık herhangi bir fonksiyonu yoktur. İnsanların sadece %10.4’ünde geçmişimize ait bu kalıntı görünür durumdadır fakat muhtemelen insanların çok daha fazlası bu kulak yumrusunu üreten, ancak belirgin olmasını herzaman sağlamayan geni taşımaktadır. Bu nokta (yukarıdaki resimde görülen) küçük kalın bir yumrudur ve kulağın yukarı ve orta bölümlerinin birleştiği yerde bulunmaktadır.

    2. Coccyx – Kuyruk Sokumu Kemiği

     İnsanın Evrimini Gösteren 10 İşaret


    Kuyruk sokumu kemiği bir zamanlar mevcut olan insan kuyruğunun kalıntısıdır. Zamanla bir kuyruğa olan ihtiyacımızı kaybettik fakat kuyruk sokumu kemiğine olan ihtiyacı kaybetmedik. Şu anda çeşitli kaslar için destek yapısı ve oturup arkaya doğru yaslanan bir kişi için destek işlevi vardır. Kuyruk sokumu kemiği aynı zamanda anüsün pozisyonunu da destekler.

    1. Appendix – Apandis

     İnsanın Evrimini Gösteren 10 İşaret


    Apandisin modern insanlarda bilinen hiçbir kullanımı yoktur ve enfeksiyon kaptığında sıksık alınır. Orijinal kullanımı ile ilgili spekülasyonlar mevcut olmakla birlikte, bilim adamlarının çoğu Darwin’in öngördüğü şekilde, bir zamanlar bol miktarda yaprak ihtiva eden gıdalarımızdaki selülozun işlenmesine yardımcı olmak olduğu görüşündedir. Evrimin doğrultusunda, gıdalarımız değişmiş ve apandise daha az gerek duyulmuştur. Özellikle enteresan olan, birçok evrim kuramcısının doğal seçilimin, daha az iltihaplanması ve hastalanması nedeniyle daha büyük apandisleri seçeceğine (apandisin tüm kabiliyetlerini ortadan kaldırdığı halde) inanıyor olmasıdır. Benzer şekilde kullanım dışı olan ve nihayetinde kaybolacak olan ayak serçe parmağının aksine, apandis muhtemelen bizimle uzun süre beraber kalacak ve herhangi bir şey yapmadan sallanmaya devam edecektir.







  • Günümüz insanı evrimi maymundan geldi olarak algıladığı için evrim bir türlü benliğini göstermemiştir(bizim ülkemizde) , paylaşımın biraz olsun evrime ışık tutar cinste
  • bence evrim ve çevreye uyum çok başka şeylerdir.hayvanlar çevre değiştikçe kendilerini çevreye adapte ederler. Hatta balıkların bazılar duruma göre cinsiyet bile değiştirebilir. Ama bu demek değildir ki balık denizden çıkıp karada yaşamaya başlasın. Balinalar diyelim karada yaşıyorlar çevresel felaketlerden dolayı her yeri su basıyor ve balinalar suda yaşamata uyum sağlıyorlar, bu olabilir. Ama akıl oluşmaz.insanoğlu insan olarak yaratılmışdır, öncesi ve sonrası yoktur. Ben akılın evrim ile oluşabileceğine inanmıyorum. çevreye uyum başkadır evrim bambaşkadır.dalak insanın işine yaramıyor denir ama dalak küçükken kan yapımını sağlar, belirli bir yaştan sonra işkevini kaybeder.yani tamamen çöp değil. İnsanın bir önceki aşamasına dair hiç bir kanıt yoktur.
    Bunlar benim görüşlerim ve ben evrime pek inanmıyorum, çevreye uyum kesinlikle vardır ama evrimleşmek başka bir şeydir.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: antonidas

    bence evrim ve çevreye uyum çok başka şeylerdir.hayvanlar çevre değiştikçe kendilerini çevreye adapte ederler. Hatta balıkların bazılar duruma göre cinsiyet bile değiştirebilir. Ama bu demek değildir ki balık denizden çıkıp karada yaşamaya başlasın. Balinalar diyelim karada yaşıyorlar çevresel felaketlerden dolayı her yeri su basıyor ve balinalar suda yaşamata uyum sağlıyorlar, bu olabilir. Ama akıl oluşmaz.insanoğlu insan olarak yaratılmışdır, öncesi ve sonrası yoktur. Ben akılın evrim ile oluşabileceğine inanmıyorum. çevreye uyum başkadır evrim bambaşkadır.dalak insanın işine yaramıyor denir ama dalak küçükken kan yapımını sağlar, belirli bir yaştan sonra işkevini kaybeder.yani tamamen çöp değil. İnsanın bir önceki aşamasına dair hiç bir kanıt yoktur.
    Bunlar benim görüşlerim ve ben evrime pek inanmıyorum, çevreye uyum kesinlikle vardır ama evrimleşmek başka bir şeydir.


    sonuçta anne karnındayken dalağın önemli bir görevi var dimi? Aynı göbek - göbek bağı gibi sonradan bir işlevi olmayan bir parça. fakat konuda bahsedilen apandisit - bahsedilen ayaktaki kas fazlalığı ve 20'lik diş'in ( ki bu benimde şuan çektiğim bir sorun 25 yaşıma gelmeme rağmen, diş doktoru olan enişteminde dediğine göre gereksiz yere çıkan, çıktığında çürüyen bir dişmiş, benimde ön alt çene kısmındaki dişlerimin düzenini bozdu.) hiçbir işlevi yok fakat zamanında varmış, ve 20'lik dişi çıkmayan, bahsedilen o ayaktaki kas fazlalığıyla doğmayan kişilerde var.

    Buarada sudan ziyade karada da çok zaman geçiren ayakları olan ve su'suz ortamda havadaki oksijeni soluyan balıklarında varlığı biliniyor. İnternetten bunları araştırabilirsin.




  • paylaşım için teşekkürler...
  • Tam bir kesinlik yok.Ama maymundan geldiğimizi düşünmüyorum.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: -JeRoMaX-

    Tam bir kesinlik yok.Ama maymundan geldiğimizi düşünmüyorum.

    Hiç kimse maymundan geldik demedi zaten.
  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Daha Fazla Göster
  • ayaktaki ve kulaktaki kasları ezberlediğimde(anatomi vizesi öncesiydi galiba) ne gereksiz kaslar ya ezberlemekle bitmiyor demiştim, haklıymışım

    ayrıca diş ile ilgili ek bir bilgi: filogenetik evrim kuramına göre öngörülen, diğer azı dişlerimizin de zamanla sayılarının azalacağı. 32 diş yerine 24 dişe düşme eğiliminde olabiliriz.

    1)sormak istediğim ise: şimdi 20 yaş dişi çıktığında genelde ağrı veren, çabuk çürüyen ve beslenme fonksiyonunda yarar sağlamayan bir diş. çabuk çürüme nedeni de temizlenememesidir.ve anatomisi farklı biraz.
    ayrıca sabir bir kök-kanal formu da yoktur. spesifik durumlar hariç her dişin kök kanal oluşumları belirli yüzdelerle 3-4 farklı kombinasyonda oluyor. ama 20 yaş dişinin ne olduğu belli değil.
    bu dişin çıkmama-geç çıkma nedeni ise diş germinin intrauterin hayat yerine, biz çocukken oluşma nedenidir.
    evrim kuramını baz alırsak, çenelerimiz gittikçe küçülüyor. bu dişe yer kalmıyor. şayet aksi olsaydı, 20 yaş dişi diğer dişlerin diş arkı üzerindeki konumlarını bozmazdı.
    ancak, bu kullanılmayan organın germi neden çok sonra çıkıyor? kullanılmadığı için demek beni aydınlatmıyor. mekanizmasını bilen var mı sizce, embriyolojik olarak baktığımda ben bir fark bulamamıştım zamanında. seleksiyonun-adaptasyonun tercihi bu organın germini ileri bir tarihe atmak mıdır? yoksa bu organın eksik olması mıdır? çeneler küçülüyor(pişmiş besin, basit karbonhidrat alınımı gibi nedenlerden dolayı) ve bu dişe yer kalmıyor.

    ancak, kulak kasına baktığımızda bu kas var, ve güçsüz. görevi tam olarak yapılmıyor. belki de oradaki sinir sistemi yoğun değil, ve impulsları oluşturamıyoruz. aynı şey ayak kası için de geçerli.

    ama 20 yaş dişinde diş geç çıkıyor, çok farklı yapılarda. doğal seleksiyonun insanları şekillendirme parametrelerinin tümden gelim dışında yorumlanması söz konusu olabilir mi?

    2)çene dağılımı küçük olan toplumlarda ağız hijyeni; çene dağılımı büyük olan toplumlara göre daha zor elde edilir. bu durumda, beslenmeye bağlı olarak çenelerin küçülme ihtiyacı mı yoksa hijyenin sağlanamamasından kaynaklı çenelerin büyüme ihtiyacı mı baskın gelir sizce?

    3)bir diğer sorum da şu: ayak kasları ile ilgili. şimdi bu kaslar bizde gereksiz. çünkü ağaç dallarına tutunmuyoruz vs. bizim denge pozisyonumuz pelvisin küçüklüğünü baz alıyor. dişilerde bu durum ayrıca bir konunun başlığı olabilir.
    bu kasların, git gide kuvvetsizliğe itilmesinin sırası nedir? beyindeki merkezden gelen etkiler sonucu mu kaslar fonksiyonunu kaybetti, kasların azalması sonucu mu? kemik yapısının değişimi sonucu mu? kastaki nöromuskuler yapının etkisini kaybetmeye başlaması sonucu mu? cevap hepsi değil bence. birbirlerini indükleme sırasını sordum. bilen varsa, ya da fikri olan(evrim hakkında bilgili arkadaşlar var bayağı. beyaz rus biyolog du mesela) yardımcı olabilir. az beyin fırtınası da yapabiliriz




  • Daha hala apandis'in hiçbir işe yaramayan bir organ olduğunu söyleyenlerin milyonlarca yıl önceki canlıların oluşumunu açıklama cesaretini nasıl kendilerinde bulur hayret içindeyim.

    Apandis bir lenf dokudur, lenfoid bir organdır, kalınbağırsağın ucundan sarkan sıradan işe yaramayan bağırsağın uzantısı değildir, bağırsaktan farklı bir yapıda olarak bir lenf dokudur, bu lenf doku da bol miktarda lenfoid doku ihtiva ettiği için sindirim kanalına bulaşmış çeşitli virüs, bakteri ve protozoon tipindeki her türlü mikroba karşı hemen silâh üretip müdahale edecek önemli bir savunma organıdır.
    Benimde bir soru sorasım geldi; güneş balçıkla sıvanabilir mi ?



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi soho -- 21 Ocak 2011; 11:09:13 >
  • İşe yaramadığı söylenen JACOBSEN ORGANI hakkında

    http://chemistry.about.com/cs/medical/a/aa051601a.htm

    Hamilelik esnasında bir takım kimyasalları salgılaması ve tetiklediği sabah bulantısı..vss

    Diğer "sözde gereksiz" 8 işaret için bilgi edinmek size kalmış.. apandis hakkında soho kısaca bilgi vermiş zaten




  • Malesef çok talihsiz bir ileti olmuş.

    Apandisin, sindirim enzimi salgılama işlevi tamamen körelmiştir arkadaşlar. Bunu kesin olarak biliyoruz. Sahip olduğu diğer özellikler değil burada mesele. Buradaki olay enzim üretme ve salgılama işlevinin körelmiş olması.
    Apandisin şu anda sahip olduğu diğer özellikler ise kanıtlanmamıştır, tahmin ediliyor olarak geçer. Organın temel işlevini kaybetmesi nedeniyle bu işlevlerin başka organlara kaymaya başlaması durumu geçerlidir, denilir genelde. Yani temel işlevini kaybetmiş, diğer işlevleri ise oldukça zayıflamış, önemsiz hale gelmiştir. Keza önemli bir yeri de yoktur zaten apandisin. Apandisi alınan hastalarda hiçbir önemli değişiklik gözlenmemiştir.
    Dolayısıyla apandis immün sistem için önemli bir organ olmayıp, immün sisteme destek olduğu düşünülen bir organdır. Hatta immün sistem organı da değildir, sindirim sistemi organıdır. Verdiğiniz bilgi doğru değildir soho.

    Jacobson organı için de aynı durum geçerli. Jacobson organına sahip olduğumuz bile kesin değil. Bazı insanlarda bulunabiliyor, bazılarında bulunmuyor. Feromon algılama işlevi ise tamamen körelmiş durumda.

    Yanlış bilgiler vermeyelim lütfen. Cidden hayretler içerisinde kaldım.

    Burada yazan kanıtlar doğrudur, içlerinde bir yanlışlık göremedim ben. Tabi bilgim dahilinde...




  • Körelmiş Organlar Yanılgısı
    Evrim literatüründe uzunca bir süre yer alan, ama geçersizliği anlaşıldıktan sonra sessiz sedasız bir kenara bırakılan iddialardan biri, "körelmiş organlar" kavramıdır. Ancak bir kısım yerli evrimciler, "körelmiş organlar"ı hala evrimin büyük bir delili sanmakta ve öyle göstermeye çalışmaktadırlar.

    Körelmiş organlar iddiası bundan bir asır kadar önce ortaya atılmıştı. İddiaya göre, canlıların bedenlerinde atalarından kendilerine miras kalmış, ancak kullanılmadıkları için zamanla körelmiş işlevsiz organlar yer alıyordu.


    Körelmiş organlar efsanesinin geçersizliği hakkında bilimsel bir çalışma: "Körelmiş Organlar" Tümüyle İşlevsel.
    Bu kesinlikle bilimsel bir iddia değildi, çünkü bilgi eksikliğine dayanıyordu. "İşlevsiz organlar", aslında "işlevi tespit edilememiş" organlardı. Bunun en iyi göstergesi de, evrimciler tarafından sayılan uzun "körelmiş organlar" listesinin giderek küçülmesi oldu. Kendisi de bir evrimci olan S. R. Scadding Evolutionary Theory (Evrimsel Teori) dergisinde yazdığı "Körelmiş Organlar Evrime Delil Oluşturur mu?" başlıklı makalesinde bu gerçeği şöyle kabul eder:

    (Biyoloji hakkındaki) bilgimiz arttıkça, körelmiş organlar listesi de giderek küçüldü... Bir organın işlevsiz olduğunu tespit etmek mümkün olmadığına ve zaten körelmiş organlar iddiası bilimsel bir özellik taşımadığına göre, "körelmiş organlar"ın evrim teorisi lehinde herhangi bir kanıt oluşturamayacağı sonucuna varıyorum.313

    Alman anatomist R. Wiedersheim tarafından 1895 yılında ortaya atılan "körelmiş insan organları" listesi, appendiks, kuyruk sokumu kemiği gibi yaklaşık 100 organı içeriyordu. (Appendiks toplumda 'apandisit' olarak bilinen organdır. Yanlış kullanım sonucu dilimizde bu organı tanımlamak için kullanılan 'apandisit' gerçekte bu organın enfeksiyona uğramasına verilen addır.) Ancak bilim ilerledikçe, Wiedersheim'ın listesindeki organların hepsinin vücutta çok önemli işlevlere sahip oldukları ortaya çıktı. Örneğin "körelmiş organ" sayılan appendiksin, gerçekte vücuda giren mikroplara karşı mücadele eden lenf sisteminin bir parçası olduğu belirlendi. Bu gerçek, 1997 tarihli bir tıp kaynağında şöyle belirtilir:

    Vücuttaki timus, karaciğer, dalak, appendiks, kemik iliği gibi başka organlar lenfatik sistemin parçalarıdır. Bunlar da vücudun enfeksiyonla mücadelesine yardım ederler.314

    Aynı "körelmiş organlar" listesinde yer alan bademciklerin de boğazı, özellikle erişkin yaşlara kadar, enfeksiyonlara karşı korumada önemli rol oynadığı keşfedildi. Omuriliğin sonunu oluşturan kuyruk sokumunun ise, leğen kemiğinin çevresindeki kemiklere destek sağladığı, bu nedenle, kuyruk sokumu kemiği olmadan rahatça oturabilmenin mümkün olmadığı anlaşıldı. Ayrıca bu kemiğin pelvis bölgesindeki organların ve buradaki çeşitli kasların da tutunma noktası olduğu belirlendi.
    İlerleyen yıllarda yine "körelmiş organlar"dan sayılan timüs bezinin T hücrelerini harekete geçirerek vücudun savunma sistemini aktif hale getirdiği; pineal bezin, lüteinik hormonu baskılayan melatonin gibi önemli hormonların üretilmesinden sorumlu olduğu keşfedildi. Tiroid bezinin bebeklerde ve çocuklarda dengeli bir vücut gelişimini sağladığı ve metabolizma ve vücut aktivitesinin düzenlenmesinde rol oynadığı saptandı. Pitüiter bezin de tiroid, böbrek üstü, üreme bezleri gibi birçok hormon bezinin doğru çalışmasını ve iskelet gelişimini kontrol ettiği ortaya çıktı.

    Darwin tarafından "körelmiş organ" olarak nitelendirilen gözdeki yarım ay şeklindeki çıkıntının ise gözün temizlenmesi ve nemlendirilmesi işine yaradığı anlaşıldı.

    Körelmiş organlar iddiasında evrimcilerin yaptıkları çok önemli bir de mantık hatası vardı. Bildiğimiz gibi evrimciler tarafından ortaya atılan iddia, canlılardaki körelmiş organların geçmişteki atalarından miras kaldığıydı. Oysa "körelmiş organ" olduğu söylenen bazı organlar, insanın atası olduğu iddia edilen canlılarda yoktur! Örneğin evrimciler tarafından insanın atası olduğu söylenen bazı maymunlarda appendiks bulunmaz. Körelmiş organlar tezine karşı çıkan biyolog H. Enoch bu mantık hatasını şöyle dile getirmektedir:

    İnsanların appendiksi vardır. Ancak daha eski ataları olan alt maymunlarda appendiks bulunmaz. Sürpriz bir biçimde appendiks, daha alt yapılı memelilerde, örneğin opossumlarda tekrar belirir. Öyleyse evrim teorisi bunu nasıl açıklayabilir?315

    Tüm bunların yanı sıra kullanılmayan bir organın zamanla körelerek yok olduğu gibi bir iddia kendi içinde mantıksal bir çelişki taşımaktadır. Bu çelişkiyi fark eden Darwin, "Türlerin Kökeni"nde şöyle bir itirafta bulunmuştur:

    Bununla birlikte, arta kalan bir güçlük var. Bir organ artık kullanılmadığı için çok küçüldükten sonra, kendisinden ancak belli belirsiz bir iz kalıncaya dek nasıl küçülebiliyor; ve sonunda nasıl tümüyle ortadan kalkabiliyor. Bir organ bir kez görevsiz kaldıktan sonra, kullanılmamanın onu daha da etkileyebilmesi pek de olanaklı değildir. Burada benim veremeyeceğim ek bir açıklama gereklidir.316

    Kısacası evrimciler tarafından ortaya atılan körelmiş organlar senaryosu hem kendi içinde mantık hataları içermektedir, hem de bilimsel olarak yanlıştır. İnsanlarda, sözde atalarından miras kalmış olan hiçbir körelmiş organ yoktur.

    "Körelmiş Organlar"a Yeni Bir Darbe Daha: Atın Bacağı
    Körelmiş organlar masalına en son darbe, atın bacağı üzerinde yapılmış yeni bir çalışmadan gelmektedir. Nature dergisinin 20-27 Aralık 2001 tarihli sayısında yayınlanan "Biomechanics: Damper for Bad Vibrations" başlıklı makalede şöyle denmektedir:

    Atların bacaklarındaki bazı kas lifleri hiçbir işlevi olmayan evrimsel kalıntılar görünümündedir. Ancak aslında, at koşarken bacağın içinde oluşan zarar verici titreşimleri engelleyecek şekilde davranıyor olabilirler.

    Makale şöyle devam etmektedir:

    Atların ve develerin bacaklarında 6 milimetreden daha kısa kas liflerine bağlı olan 600 milimetreden daha uzun tendonları olan kasları vardır. Bu tip kısa kaslar hayvan hareket ettikçe ancak birkaç milimetre kadar uzunluğunu değiştirebilir ve bunlar büyük memelilerin pek fazla işine yaramaz gibi görünmektedir. Tendonlar pasif yaylar olarak işlev gösterir ve kısa kas liflerinin gereksiz olduğu, evrim sürecinde fonksiyonlarını kaybetmiş daha uzun liflerin kalıntıları olduğu varsayılmıştır. Ancak Wilson ve meslektaşları... bu liflerin kemik ve tendonları potansiyel olarak zarar verebilecek titreşimlerden koruyor olabileceğini ileri sürmektedirler…

    Deneyleri, kısa kas liflerinin bir ayağın yere çarpmasını izleyen zarar verici titreşimleri yavaşlatabileceğini göstermiştir. Koşan bir hayvanın ayağı yere vurduğunda, bu darbe bacağın titreşmesine neden olur; titreşimlerin frekansı göreceli olarak yüksektir - örneğin atlarda 30-40 Hz- ayak yerdeyken bu darbeler yavaşlatılmazsa çok fazla titreşim devri oluşur.

    Titreşimler zarar verebilir, çünkü kemik ve tendonlar yorgunluk durumundan kolayca etkilenir. Kemik ve tendonlardaki yorgunluk, tekrarlanarak uygulanan baskıdan kaynaklanan hasarın birikmesidir. Kemik yorgunluğu, hem atletlerde hem de yarış atlarında, olumsuz etkiler meydana getiren darbe kırılmalarının nedenidir ve tendon yorgunluğu en azından bazı tendon enfeksiyonlarının nedenini açıklayabilir. Wilson ve arkadaşları çok kısa kas liflerinin, oluşan titreşimleri yavaşlatarak, hem kemikleri hem de tendonları koruduğunu ileri sürmektedirler.317

    Kısacası, atların anatomisinin daha dikkatli incelenmesi, evrimcilerin işlevsiz olarak değerlendirdikleri yapıların çok önemli fonksiyonları olduğunu ortaya koymuştur.

    Başka bir deyişle, bilimsel ilerleme, evrimin delili olarak değerlendirilen özelliklerin aslında yaratılış gerçeğinin delili olduğunu göstermiştir. Evrimciler, objektif davranmalı ve bilimsel bulguları akılcı değerlendirmelidirler. Nature dergisinde konu hakkında şu yoruma yer verilmektedir:

    Wilson ve arkadaşları, evrimin akışı içinde işlevini kaybetmiş bir yapının kalıntısı gibi görünen bir kasın önemli bir rolü olduğunu buldu. Onların bu çalışması diğer körelmiş organların da (insan appendiksi gibi) göründükleri gibi işlevsiz olup olmadıklarını merak etmemize neden oluyor.318

    Elde edilen bu sonuçlar şaşırtıcı değildir. Doğayla ilgili ne kadar çok şey öğrenirsek, o kadar çok yaratılışın delilini görürüz. Michael Behe'nin belirttiği gibi, "tasarımın var olduğu sonucuna bilmediklerimizden değil, son 50 yıl boyunca öğrenmiş olduklarımızdan varıyoruz".319 Aynı süreç içinde ise, Darwinizm'in cehaletten kaynaklanan bir iddia olduğu ortaya çıkıyor.

    313 S. R. Scadding, "Do 'Vestigial Organs' Provide Evidence for Evolution?", Evolutionary Theory, cilt 5, Mayıs 1981, s. 173.
    314 The Merck Manual of Medical Information, Home edition, New Jersey: Merck & Co., Inc. The Merck Publishing Group, Rahway, 1997.
    315 H. Enoch, Creation and Evolution, New York: 1966, s. 18-19.
    316 Charles Darwin, Türlerin Kökeni, Onur Yayınları, 5. Baskı, Ankara 1996, s. 516.
    317 R. Mcneill Alexander, "Biomechanics: Damper For Bad Vibrations", Nature, 20-27 Aralık 2001.
    318 R. Mcneill Alexander, "Biomechanics: Damper For Bad Vibrations", Nature, 20-27 Aralık 2001.
    319 Behe's Seminar in Princeton, 1997


    20 YAŞ DİŞİ NEDEN EVRİME DELİL OLAMAZ?Evrim teorisinin önemli yanılgılarından biri de "körelmiş organlar" iddiasıdır. Evrimciler canlıların bazı organlarının artık işlevini kaybettiğini ve zaman içinde bu organların kaybolacağını iddia ederler. Bu kabulden yola çıkarak da, "eğer canlı vücudu yaratılmış olsa işe yaramayan organları olmazdı" mesajını topluma vermeye çalışırlar.

    20. yüzyılın başındaki evrimci yayınlarda, insan vücudunda appendiks (halk arasında apandisit olarak bilinen organ), kuyruk sokumu kemiği, bademcikler, pineal bez, kulak kepçesi, timüs ve 20 yaş dişinin de yer aldığı yüz kadar organ "körelmiş organ" olarak ilan edilmişti. Ama ilerleyen on yıllar içinde tıp alanında önemli adımlar atıldı. İnsan vücudunda bulunan organ ve sistemler konusunda bilgimiz arttı. Bunun sonucunda "körelmiş organ" iddiasının tam bir hurafe olduğu da anlaşıldı. Evrimcilerin bu konuda hazırladıkları uzun liste hızla eridi. Örneğin appendiks, bademcikler ve geniz etinin savunma sistemimizde işlevlerinin olduğu anlaşıldı. Timüsün savunma sistemi hücrelerinin olgunlaştığı bir organ olduğu, pineal bezin ise önemli hormonların üretilmesinden sorumlu olduğu keşfedildi. Kuyruk sokumu kemiğinin leğen kemiği çevresinde yer alan kaslara destek olduğu, kulak kepçesinin ise seslerin yerini tespit etmede önemli bir işlev gördüğü belirlendi. Kısacası "körelmiş organlar" iddiasının tek dayanağının cehalet olduğu ortaya çıktı.

    Sonuçta modern bilim, "körelmiş organ" mantığının yanlışlığını defalarca ortaya koymuş durumdadır. Yine de bazı evrimciler bu iddiayı yeni malzemeler bularak yaşatmaya çabalarlar. Evrimcilerin "körelmiş" olduğunu iddia ettikleri organların hemen tamamının işlevsel olduğu bugün tıp dünyası tarafından ortaya konmasına rağmen, hala bir iki organ üzerinde evrimci spekülasyon devam etmektedir.

    Bunların en çok dikkat çekeni "20 yaş dişi"dir. Bazı evrimci kaynaklarda, 'üçüncü molar diş' olarak da bilinen bu dişin insan vücudunun "fonksiyonunu kaybetmiş" bir parçası olduğu iddiası yer alır. Buna delil olarak da önemli sayıda insanda bu dişin problemlere yol açtığı ve cerrahi müdahale ile çıkarılmasının çiğneme fonksiyonunu etkilemediği söylenir.

    20 yaş dişinin işlevsiz olduğu yönündeki evrimci telkinden etkilenen birçok hekim, günlük pratikleri içinde diğer dişlerin oluşturduğu problemlere daha ılımlı yaklaşım göstererek, bu dişleri korumaya çalışırken, 20 yaş dişinin çekilmesini adeta rutin hale getirmişlerdir. Oysa son yıllar içinde yapılan bazı araştırmalar bu dişin çiğneme fonksiyonunu üstlenmede diğer dişlerden hiçbir farkının olmadığını göstermiştir.48 Bu dişin diğer dişlerin yerleşimini bozduğu yönündeki inanışın da temelsiz olduğunu gösteren çalışmalar yapılmıştır.49 20 yaş dişinde rastlanan ve ilaç uygulamalarıyla çözülebilecek problemlerde, bu dişin çıkarılması yoluna gidilmesi konusunda da bilimsel eleştiriler yayınlanmıştır.50

    Sonuçta, 20 yaş dişinin "yararsız" olduğu yönündeki inancın hiçbir bilimsel temele dayanmadığı ve bu dişin çiğneme fonksiyonunda diğer dişler gibi işlev gördüğü,bugün tıp dünyasının ortak görüşüdür.

    Peki söz konusu dişin azımsanmayacak sayıda insanda rahatsızlık oluşturmasının sebebi nedir? Bu konuyu araştıran bilim adamları, 20 yaş dişi sorunlarının çeşitli dönemlerde yaşamış insan topluluklarına göre farklılıklar gösterdiğini saptadılar. Özellikle sanayi öncesi toplumlarda bu probleme çok az rastlandığı anlaşıldı. Bunun nedeni olarak da özellikle son birkaç yüzyıllık dönem içinde sert besin maddeleri yerine daha yumuşak besin maddelerinin tercih edilmesinin çene gelişimini olumsuz etkilediği görüldü. Dolayısıyla 20 yaş dişi problemlerinin de çoğunlukla, beslenme alışkanlıklardan doğan çene gelişimi sorunlarıyla ilgili olarak ortaya çıktığı tespit edildi.

    Toplumların besin tercihlerindeki benzeri değişikliklerin diğer dişler üzerinde de olumsuz tesiri bilinmektedir. Örneğin son yüzyıl içinde şekerli ve asitli yiyeceklerin tercih edilir olması, diğer dişlerdeki çürüme oran ve hızını artırmıştır. Ancak elbette bu durum dişlerimizin yararsız ve körelmiş organlar olduğu gibi bir sonucu akıllara getirmez. Aynı durum 20 yaş dişi için de geçerlidir. Bu dişle ilgili sorunlar, herhangi bir evrimsel "körelme"den değil, günümüz insanlarının beslenme alışkanlıklarından kaynaklanmaktadır.

    48 Leonard M.S., 1992. Removing third molars: a review for the general practitioner. Journal of the American Dental Association, 123(2):77-82
    49 M. Leff, 1993. Hold on to your wisdom teeth. Consumer reports on Health, 5(8):4-85.
    50 Daily.T 1996. Third molar prophylactic extraction: a review and analysis of the literature. General Dentistry, 44(4):310-320

    "ÜÇÜNCÜ GÖZ KAPAĞI" VE KULAK HAKKINDAKI YORUMLAR
    "Üçüncü göz kapağı" isimli doku, insan gözünün burna yakın uçlarında bulunan kırmızı renkli göz pınarlarıdır. Bu doku Darwin tarafından "körelmiş organ" olarak gösterilmiştir ve bu nedenle kimi zaman "gözdeki Darwin noktası" olarak da anılır. Ancak bilimsel adı plica semilunaris olan bu "yarım ay" şeklindeki doku, Darwin'in sandığı gibi sürüngenlerden miras kalan işlevsiz bir parça değildir. Araştırmalar plica semilunaris'in gözü nemlendiren yağlı bir sıvı salgıladığını ve bunun gözün yabancı cisimlerden korunmasında önemli bir rol üstlendiğini göstermektedir.

    Dolayısıyla bu dokunun "Darwin noktası" olarak adlandırılması, ancak bu dokuyu körelmiş organ sanan Darwin'in ve onu körü körüne izleyen günümüz Darwinistlerinin bilgisizliğine ve bağnazlığına yönelik bir atıf olarak anlam taşıyabilir.

    Evrimcilerin insan kulağının üst kısmındaki küçük çıkıntıyı ve kulakları hareket ettirmeyi sağlayan kasları "körelmiş organ" sayması da tümüyle spekülatif bir yorumdan ibarettir. Kulağın sahip olduğu şekil ve onun sahip olduğu parçalar, eksiksiz olarak, kulağın işitme görevini yerine getirebilmesi için gerekli olan parçalardır.

    Beşinci Ayak Parmağı
    Evrimcilerin yorumlarının ne kadar subjektif ve ciddiyetsiz olduğunun iyi bir örneği beşinci ayak parmağı konusunda yaptığı aşağıdaki yorumda ortaya çıkmaktadır. Maymunların ağaç dallarını kavramak ve yakalamak için tüm ayak parmaklarından yararlandıklarını, insanların ise iki ayakları üzerine dikildiği zaman dengelerini sağlamak için yalnızca büyükbaşparmaklarına ihtiyaç duyduklarını iddia ederler.

    Sonra bundan hareketle de beşinci parmağın "fazla" olduğunu söylemektedirler. Oysa maymunların tümü ağaç üzerinde yaşamaz. Kaldı ki sadece maymunların değil, karada yaşayan tüm omurgalı canlıların beş parmaklı (pentadactyl) ayak yapısı vardır. Dolayısıyla beş parmak yapısının ağaç dallarını kavramakla bir ilgisi yoktur. Bu, karadaki omurgalı canlıların hepsinde bulunan bir "ortak tasarım"dır.

    Erkeklerde Meme Ucu Erkeklerde meme uçları da evrimciler tarafından sıklıkla ve yüzeyse bir şekilde "körelmiş organ" olarak gösterilmek istenir. Evrimciler de aynı yöntemi izlemiştir. Ama bu iddia kendi içinde tutarsızdır. Bir organın körelmiş olduğunun iddia edilebilmesi için, daha önceki bir canlıda işlevsel olduğunun gösterilmesi gerekir. Oysa insanın sözde atası olarak gösterilen hiç bir memelide erkekler süt salgılamazlar, dolayısıyla meme uçlarının biyolojik bir işlevi yoktur.

    Plantaris Kası
    Dizin ön kısmında bulunan bu kas, insanlarda aşil tendonuna bağlanır. Maymunlarda ise ayak parmaklarını kontrol eder ve maymunlar bu sayede ayaklarıyla cisimleri kavrayabilirler. Peki bundan çıkan sonuç nedir? Tek sonuç, insan ayağının bir cisim kavramak için dizayn edilmemiş oluşudur. Bu dizaynın evrimle ortaya çıktığını ileri sürmek içinse hiç bir kanıt yoktur. Aynı durum, evrimcilerin sözde körelmiş organlar arasında saydığı avuç içi kası için de geçerlidir.

    Bu örneklerle evrimcilerin yaptığı şey, maymundan insana hayali bir anatomik geçiş varmış izlenimi vermeye çalışmak ve insana dönüşürken maymunların bazı özelliklerini kaybettikleri görünümü oluşturmaktır.

    Bir örnek vermek gerekirse, maymunların vücutları tüyle kaplıdır, insanların çok az tüyü vardır. Bir evrimci bu durumu "çünkü evrimleşirken tüylerimizi kaybettik" diye açıklamaya çalışabilir; ama bu sadece bir yorum olmuş olur, bir kanıt olmaz. Aynı fark, "maymunlar o şekilde, insanlar da bu şekilde yaratılmıştır" diye de açıklanabilir. Bu iki açıklamadan hangisinin doğru olduğunu, diğer kriterlere (fosil kayıtlarındaki tabloya, iki canlı arasındaki genetik farklara, doğal seleksiyon ve mutasyon mekanizmalarının etkisine vs.) bakarak anlayabiliriz. Ve tüm bu kriterler, evrimin yanlış, yaratılışın doğru olduğunu göstermektedir.

    Kaburga, Boyun Kaburgası ve Köprücük Kası

    Evrimclierin bu kemikler ve kas hakkında yaptığı yorumlar da birer spekülasyondan ibarettir. Bu yapılar bazı insanlarda olur, bazılarında olmaz. Irklar arasında bu gibi küçük kemik ve kas farklılıkları bulunduğu bilinen bir şeydir. Önemli olan, bunların hiç birisinin insanın bir başka canlıdan evrimleştiği tezine kanıt oluşturmamasıdır.

    "Erkek Rahmi" ve "Dişi Meni Kanalı"

    Evrimciler, kadın üreme sisteminde yumurtalıkların çevresinde bulunan uçları kapalı tüplerin sperm kanalı kalıntıları olduğunu öne sürmüşlerdir. Aynı şekilde erkeğin prostat bezinde gelişmemiş bir dişilik organı bulunduğunu iddia etmiş ve bu kalıntı dokuları, evrim sürecinde işlevini yitirmiş organlara ait olduklarını iddia etmiştir. Oysa kastedilen dokuları incelediğimizde bunların, anne karnında embriyonun gelişimi esnasında hizmet görmüş ve artık görevleri bitmiş, kök dokulara ait kalıntılar olduklarını görürüz.

    Yetişkin bir insanın organları embriyo iken sahip olduğu özel dokulardan oluşmaya başlar. Ve bu dokular fetal dönemin sonunda tamamen kaybolurlarken yerlerinde yalnızca bazı kanallar bırakırlar. Örneğin Wolf kanalı kalıntıları erkek cinsiyet bezlerine dönüşürken, Müller kanalı kadında rahimi meydana getirir.

    Wolf kanalı önceleri Wolf cismi iken gebeliğin 5-6. haftalarında üreme bezlerinin geliştiği dokudur. Bu doku kitlesi böbreklerin olgunlaşması ile birlikte kaybolurlar. Bu dokudaki küçülme 6. ve 7. haftalarda başlar ve 5. ayın başında geriye yalnızca kanal ve tüpler kalır. Erkekte Wolf kanalları varlığını devam ettirir ve sperm kanalının farklı bölgelerini meydana getirir (epididim, duktus deferens ve ejakulatuar kanal). Kadında ise Wolf cisimciği küçülerek kaybolur ancak yumurtalıkların karında tutunduğu bağlantı dokusunda kör tüpler halinde kalıntıları kalır. (Gray's Anatomy of the Human Body, 20th edition, 2000.) Bebeğin anne karnındaki gelişimi sırasındaki hayati görevleri açıkça göstermektedir ki, bu tüpler kullanılmayarak işlevini yitirmiş bir erkek üreme sistemi kalıntısı değil, ancak embriyonik döneme ait bir kök doku kalıntısıdır.

    Müller kanalları ise, yine benzer şekilde, embriyonun gelişimi esnasında kadın üreme organlarına kaynak teşkil eden özel bir dokunun kalıntılarıdır. Kadında rahim ve dölyolunun gelişip büyüdüğü doku fetal dönemde Müller doku kitlesidir. Erkekte ise Müller kanalları küçülerek kaybolur, kalıntılarına testislerin üzerinde kesecikler (Morgagni Kesecikleri) halinde rastlanıldığı gibi, idrar yolunun (üretra) prostat tabanındaki kısmı üzerinde bir kesecik olarak da karşımıza çıkar. (Gray's Anatomy of the Human Body, 20th edition, 2000.) Bu yüzden embriyonik Müller kök dokusu kalıntısını işlevini yitirmiş bir rahim diye tanımlamak dayanaksızdır. Bu keseciklerin, önceleri rahim iken sonra fonksiyonunu yitirmiş bir organ kalıntısı olarak iddia edilmesi, embriyoloji bilim dalına ait verilerden habersiz olunduğu anlamına gelir.

    Pyramidalis Kası

    Bu kas için evrimciler "modern insanın yüzde 20'sinde bulunmaz, keseli hayvanlardan kaldığı düşünülüyor" demektedirler. Bu sadece Darwinizm’in önkabulune dayalı bir fikir yürütmeden ibarettir ve hiç bir bilimsel dayanağı yoktur.

    İnsanın evrim teorisine göre de keseli bir atası olduğu öne sürülmez. Keseliler, memelilerin üç ana grubundan birini oluştururlar, Evrim teorisinin iddiasına göre bundan en az 50-60 milyon yıl önce, insanların da dahil edildiği plasentalılar grubundan ayrılarak gelişmişlerdir. Yani ortada insanın bu kası devralmış olabileceği bir "keseli ata", evrim teorisine göre bile yoktur. Dolayısıyla evrimcilerin bu iddiası, geçersiz olmasının yanı sıra, kendi içinde de çelişkilidir.

    Vomeronasal Organ
    İnsanın bilinen beş duyusu vardır. Ancak bazı bulgular, koku alma duyusunun kendi içinde ikiye ayrıldığını göstermektedir. Birincisi, hepimizin bildiği koku algısıdır. Varlığı az bilinen ve fark edilen ikinci bir koku algısı ise, burnun içinde bulunan ve "vomeronasal organ" denen küçük doku tarafından algılanan "feromonlar"dır.

    Bu konuda evrimcilerin iddiası ise, bazı hayvanların vomeronasal organlarının bizden çok daha güçlü bir algı düzeyinde olmasına dayanır. Yılanlar ve çeşitli sürüngenler vomeronasal algıyı dilleriyle duymaktadır ve çeşitli memelilerin de burunları bu konuda güçlüdür. Evrimciler de bizim düşük vomeronasal algı düzeyimizin, "körelmiş"likten kaynaklandığını ileri sürerler.

    Oysa eğer daha zayıf değil de daha güçlü bir vomeronasal hassasiyete sahip olsaydık, o zaman da "çok iyi evrimleşmişiz" diyeceklerdi. Canlılar arasında bu gibi karşılaştırmalar yapıp, çeşitli senaryolar üretmek bilimsellikten uzak bir yaklaşımdır. Kartalların gözleri de bizim gözlerimizden çok daha keskindir; ama bu durum bizim kartallardan evrimleşip de bu evrim sırasında görüşümüzün "köreldiği" gibi bir anlama gelmez.

    Gerçekte her canlı, yaşadığı ortamda ihtiyaç duyacağı en ideal duyularla donatılmıştır. Son derece kompleks tasarımlarla işleyen duyu organları ise, evrimin değil, yaratılışın kanıtlarıdır.

    Burada evrimcilerin ileri sürdüğü sözde "körelmiş organlar"ı kısaca inceledik. Bunların ve öne sürülen diğer sözde "körelmiş organlar"ın hepsinin aslında ya bulundukları halleriyle ya da embriyolojik gelişim sırasında belirli fonksiyonlar üstlendikleri bugün belirlenmiş durumdadır.

    İlginç olan, evrimcilerin anatomik ve fizyolojik gerçeklere dayanmaksızın bu köhne iddiayı gündeme getirmeleridir. Evrim teorisi bilimin her dalında olduğu gibi tıp alanındaki gelişmeler karşısında da dayanaksız kalmış ve artık tamamen çökmüştür. İnsan, rastlantılarla evrimleşmiş bir varlık değildir. İnsanı da diğer tüm canlıları da Allah yaratmıştır.



    Alıntıdır.




  • m dikkatle okumanızı öneririm talihsizlik mi yoksa aldatmaca mı söz konusu görelim

    bilimsel kaynak

    http://www.sciencedaily.com/releases/2007/10/071008102334.htm

    http://www.ncbi.nlm.nih.gov/sites/entrez?orig_db=PubMed&db=pubmed&cmd=Search&TransSchema=title&term=%22Journal%20of%20theoretical%20biology%22[Jour]%20AND%20Biofilms%20in%20the%20large%20bowel

    http://sciences.surgery.duke.edu/modules/surgsci_research/index.php?id=20



    Duke Üniversitesi’nde cerrahi bilimler profesörü ve bu araştırmanın başında olan Dr. William Parker “Artık ders kitaplarındaki bilgileri düzeltmenin zamanıdır. Bugün hala birçok bioyoloji kitabında apandisten ‘körelmiş organ’ olarak söz edilmektedir” açıklamasını yaptı.

    Apandis, çekumun evrimsel bir kalıntısı olamaz, çünkü günümüzde yaşayan bazı lemurlar, kemirgenler ve bir tür uçan sincap türü hala çekuma bağlı apandise sahiptir. Parker, apandisin Darwin’in sandığının aksine çok yaygın olarak bulunduğıunu, belirtmekte ve şöyle demektedir: “Örneğin türleri ‘familya’ denen gruplara ayırdığımızda, tüm pirimatların ve kemirgen gruplarının yüzde 70’inin apandisi olduğunu görüyoruz.”

    Parker, Darwin’in bilgi yetersizliğinden dolayı bu iddiaları öne sürdüğünü açıklayarak şöyle demektedir:

    “Darwin’in şu anda sahip olduğumuz bilgiye ulaşma imkanı yoktu. Eğer Darwin büyük bir çekuma bağlı apandisi olan türlerin farkında olsaydı ve apandisin doğada bu kadar yaygın olduğunu bilseydi, muhtemelen apandisi evrimin körelmiş bir organı olduğunu düşünmeyecekti.”


    işte link

    http://www.darwinthenandnow.com/tag/william-parker/





    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi sinuhe.s -- 22 Ocak 2011; 20:34:04 >




  • Apandisitten konu acilmisken, benim apandistim iltihaplandigi icin alindi. Ise yaramayan bir organin iltihaplanma sebebi nedir acaba?
  • ben bu konuyu açtıktan sonra şunu anladım aslında. her 2 farklı düşünceye sahip olan taraflar her zaman bir kanıtı çürütmeye, bazende çürütülmüş olan görüşü diriltmeye çabalıyor. İnançlı kesimin gözüne %100 kanıt bile koysan kabul etmez her zaman bir kılıf bulur, aynı şekilde bu olay zaman zaman karşıt görüş belirten inançsız kesim içinde geçerli oluyor.
  • Yaratıcı evrimi tercih etmiştir belki de..!
  • quote:

    Orijinalden alıntı: stabwound

    ben bu konuyu açtıktan sonra şunu anladım aslında. her 2 farklı düşünceye sahip olan taraflar her zaman bir kanıtı çürütmeye, bazende çürütülmüş olan görüşü diriltmeye çabalıyor. İnançlı kesimin gözüne %100 kanıt bile koysan kabul etmez her zaman bir kılıf bulur, aynı şekilde bu olay zaman zaman karşıt görüş belirten inançsız kesim içinde geçerli oluyor.



    Yeni keşifler elde edilene dek sonuçlar bu şekilde tekerrür eder.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: XaVeN_3


    quote:

    Orijinalden alıntı: stabwound

    ben bu konuyu açtıktan sonra şunu anladım aslında. her 2 farklı düşünceye sahip olan taraflar her zaman bir kanıtı çürütmeye, bazende çürütülmüş olan görüşü diriltmeye çabalıyor. İnançlı kesimin gözüne %100 kanıt bile koysan kabul etmez her zaman bir kılıf bulur, aynı şekilde bu olay zaman zaman karşıt görüş belirten inançsız kesim içinde geçerli oluyor.



    Yeni keşifler elde edilene dek sonuçlar bu şekilde tekerrür eder.


    ben buna inanmıyorum işte. inancı olan insana istediğin kanıtı sun o yine kanıt olarak değerlendirmez asla inandığı değerlere karşı çıkan bir kanıtı gözleri görmez. mantığıyla hareket eden bir ateis veya deistin önünde de bir peygamber mucize şovu gerçekleştirse, o kişi bunu mantığıyla açıklamaya çalışır yani ı da inanmaz.

    inançlı insan gece uyandığında hareket edemeyince bağırıp sesini duyuramayınca bunu karabasan olarak yorumlar, inançsız kişi ise bunun rüya, ve stresten kaynaklandığına inanır. bu durumu bende yaşadım. fakat karabasan diyip geçmek yerine araştırarak bilimsel bir açıklamasının olduğunu öğrendim. Beynin uyandığını zannetmesi fakat bedenin uyku modunda olduğu bir durum bu. Ama bu olayı hala karabasan geldi üstüme oturdu şeklinde yorumlayan insanlar var bunları hiçbir şekilde bilisel açıklamasına inandıramazsın..

    buarada yanlış anlaşılmak istemiyorum kuran'da böyle karabasan denilen bir yaratık yok. hani hacı hoca gibi, bir köyün bilge kişileri gibi insanlar vardır ya onların ortaya attığı bir şey olabilir bu. annaneminde böyle komik inançları var mesela, yediği yumurtanın kabuğunu kırmazsa şeytan gece ona zehir içirirmiş gibi. kim anlattı bunu sana annane diyince babam anlatırdı dedi, kardeşlerimde böyle yapıyor diyordu. dökülen saçlarıyla ilgili de bi hikayesi vardı ama unuttum. büyüklerimiz öyle derdi diyor sürekli aksini asla anlatamıyorsun kabul etmiyor.

    "Tıptaki adı uyku felcidir. İnsanlar rüya gördükleri REM uykusu sırasında, göz ve solunum kasları dışında tamamen fizyolojik bir felç durumundadırlar. Hiçbir kasları çalışmaz. Böyle olmasaydı, biz rüyalarımızı oynar hale gelirdik. Rüyamızda ne yapıyorsak, yatakta da onu yapmaya başlardık. Bazen rüyadan uyandığımızda beynimiz uyanık ve etrafın farkında olduğumuz halde, hareket edemez, ses çıkaramaz ve göğsümüzün üzerinde bir ağırlık varmış gibi hissederiz. Bunu herkes hayatının bir döneminde en az bir kez yaşamıştır. Korku verici bir durumdur. Ama saniyeler içinde kendiliğinden düzelir. Karabasanın olma nedeni; uykudan uyanmamıza rağmen REM uykusundaki fizyolojik felç halinin, uyanır uyanmaz çözülmemesine bağlıdır."

    edit: yukardaki bilimsel açıklamanın paylaşıldığı bazı forumlardaki yorumlardan derleme yapıyorum

    "Yaw karabasan vardır felc falan hikaye temizliğinize dikkat ederseniz kolay kolay gelmez diye biliyorum"

    "birde dostum atladın katılıyorum sana geçici felç diyolar peki neden geçici felç olayında neden herkes karanlık yüzü gözükmeyen bir şey görüyolar bunuda anlatsınlar bakalım"

    "arkadaşlar benim başıma gelmedi ama çok arkadaşımdan duydum hepside bişi gördüünü söledi ama bn şahsen inanmıorum ama başıma gelmesinide istemiorum" (işte dikkat çekmek için bire bin katarak anlatılan olaylardan birisi bu çocuğun beynine işlemiş)

    "bilim hiçbirşeyi tam olarak açıklayamadı we açıklayamayacak..."

    "Allahtan bnm basıma bu gune kadar gelmedi Dua okumaya dikkat edin yatarken cok rahatsız oluosanız Nas Felak Ve Ayetül Kürsi Okumaya dikkat edn"



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi stabwound -- 22 Ocak 2011; 0:26:46 >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: stabwound

    quote:

    Orijinalden alıntı: XaVeN_3


    quote:

    Orijinalden alıntı: stabwound

    ben bu konuyu açtıktan sonra şunu anladım aslında. her 2 farklı düşünceye sahip olan taraflar her zaman bir kanıtı çürütmeye, bazende çürütülmüş olan görüşü diriltmeye çabalıyor. İnançlı kesimin gözüne %100 kanıt bile koysan kabul etmez her zaman bir kılıf bulur, aynı şekilde bu olay zaman zaman karşıt görüş belirten inançsız kesim içinde geçerli oluyor.



    Yeni keşifler elde edilene dek sonuçlar bu şekilde tekerrür eder.


    ben buna inanmıyorum işte. inancı olan insana istediğin kanıtı sun o yine kanıt olarak değerlendirmez asla inandığı değerlere karşı çıkan bir kanıtı gözleri görmez. mantığıyla hareket eden bir ateis veya deistin önünde de bir peygamber mucize şovu gerçekleştirse, o kişi bunu mantığıyla açıklamaya çalışır yani ı da inanmaz.

    inançlı insan gece uyandığında hareket edemeyince bağırıp sesini duyuramayınca bunu karabasan olarak yorumlar, inançsız kişi ise bunun rüya, ve stresten kaynaklandığına inanır. bu durumu bende yaşadım. fakat karabasan diyip geçmek yerine araştırarak bilimsel bir açıklamasının olduğunu öğrendim. Beynin uyandığını zannetmesi fakat bedenin uyku modunda olduğu bir durum bu. Ama bu olayı hala karabasan geldi üstüme oturdu şeklinde yorumlayan insanlar var bunları hiçbir şekilde bilisel açıklamasına inandıramazsın..

    buarada yanlış anlaşılmak istemiyorum kuran'da böyle karabasan denilen bir yaratık yok. hani hacı hoca gibi, bir köyün bilge kişileri gibi insanlar vardır ya onların ortaya attığı bir şey olabilir bu. annaneminde böyle komik inançları var mesela, yediği yumurtanın kabuğunu kırmazsa şeytan gece ona zehir içirirmiş gibi. kim anlattı bunu sana annane diyince babam anlatırdı dedi, kardeşlerimde böyle yapıyor diyordu. dökülen saçlarıyla ilgili de bi hikayesi vardı ama unuttum. büyüklerimiz öyle derdi diyor sürekli aksini asla anlatamıyorsun kabul etmiyor.

    "Tıptaki adı uyku felcidir. İnsanlar rüya gördükleri REM uykusu sırasında, göz ve solunum kasları dışında tamamen fizyolojik bir felç durumundadırlar. Hiçbir kasları çalışmaz. Böyle olmasaydı, biz rüyalarımızı oynar hale gelirdik. Rüyamızda ne yapıyorsak, yatakta da onu yapmaya başlardık. Bazen rüyadan uyandığımızda beynimiz uyanık ve etrafın farkında olduğumuz halde, hareket edemez, ses çıkaramaz ve göğsümüzün üzerinde bir ağırlık varmış gibi hissederiz. Bunu herkes hayatının bir döneminde en az bir kez yaşamıştır. Korku verici bir durumdur. Ama saniyeler içinde kendiliğinden düzelir. Karabasanın olma nedeni; uykudan uyanmamıza rağmen REM uykusundaki fizyolojik felç halinin, uyanır uyanmaz çözülmemesine bağlıdır."

    edit: yukardaki bilimsel açıklamanın paylaşıldığı bazı forumlardaki yorumlardan derleme yapıyorum

    "Yaw karabasan vardır felc falan hikaye temizliğinize dikkat ederseniz kolay kolay gelmez diye biliyorum"

    "birde dostum atladın katılıyorum sana geçici felç diyolar peki neden geçici felç olayında neden herkes karanlık yüzü gözükmeyen bir şey görüyolar bunuda anlatsınlar bakalım"

    "arkadaşlar benim başıma gelmedi ama çok arkadaşımdan duydum hepside bişi gördüünü söledi ama bn şahsen inanmıorum ama başıma gelmesinide istemiorum" (işte dikkat çekmek için bire bin katarak anlatılan olaylardan birisi bu çocuğun beynine işlemiş)

    "bilim hiçbirşeyi tam olarak açıklayamadı we açıklayamayacak..."

    "Allahtan bnm basıma bu gune kadar gelmedi Dua okumaya dikkat edin yatarken cok rahatsız oluosanız Nas Felak Ve Ayetül Kürsi Okumaya dikkat edn"




    Aynen katılıyorum , biraz önce annem sabah kalktığınızda evdeki kapıların kilitlerini açmazsan melekler girmezmiş dedi.Senin yorumlarını okumuştum dün ve hemen sordum onu sana kim söyledi diye anannemden duydum dedi.Buna benzer örnekleri çoğaltabilirim.Asıl önemli olan tamda bu noktada insanların bu akılalmaz çağdışı düşüncelerinin kutsal olmadığını tam tersine halk tarafından uydurulan birtakım saçma düşüncelerin olduğunu onlara uzun uzun anlatmalıyız.Fakat burası Türkiye burada anlattıgın gibi biz hiç varolmamış bir cismin varlıgına kesinen inanan milyonlarca insanı değiştiremeyiz.Bu yüzden evrim 100 yıllar sonra insanlar tarafından kabullenilir.




  • XaVeN_3 ,

    anne inanıyorsa,

    saçma sapan da olsa bu yanlıştır diye anlatma,

    kimseye zararı yok, mutlu ediyor ve umut veriyor,

    bırak öyle kalsın.
  • 
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.