Şimdi Ara

--- Sultan Vahdettin Gerçekten Vatan Hainimi ---

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir (1 Mobil) - 1 Masaüstü1 Mobil
5 sn
364
Cevap
2
Favori
42.876
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
Öne Çıkar
0 oy
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Sultan vahdettin acaba gerçekten vatan hainimidir?Bu konu da bilgisi olan arkadaşları bizleri aydınlatmasını istiyoruz.Güncel bir konu olduğundan cevapları bekliyoruz.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi mavera -- 20 Temmuz 2005, 17:53:07 >



    _____________________________
  • Bizzat Mustafa Kemal Atatürk'ün ağzından cevap vermek istiyorum...

    Nutuk









    Anzavur
    Anzavur Vahdettin'in emirleriyle kuvay-ı milliye'yi bastırmak için hilafet ordusu kurmuş(bu ordu asla işgalcilere karşı kullanılmamış, Kuvay_ı milliye'ye karşı kullanılmıştır) ve buna karsilik vahdettin'den mulki pasalik unvani almış gerici, hain adamdır

    _____________________________

    Woke up this morning
    Got yourself a gun
    Mama always said you'd be the chosen one
    She said, 'You're one in a million
    You got to burn to shine'
    That you were born under a bad sign
    With a blue moon in your eyes




  • konuyla alakalı prof. dr. mümtazer türköne nin bu gün çıkan bir yazısı:

    http://www.zaman.com.tr/?bl=yorumlar&alt=&trh=20050721&hn=194404

    (fazla yer işgal etmesin diye kopyala yapıştır yapmadım.)
    _____________________________
  • semizotu senin verdiğin linki buraya taşıdım



    PROF. DR. MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE
    21.07.2005 PERŞEMBE

    [YORUM - PROF. DR. MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE]
    İhanet ve hamâkat

    Hainlerle dolu tarih, zihnimizi dumura uğratıyor, kendi kendimizi yiyip bitiren paranoyalara mağlup ediyor. Bu dondurulmuş ve tekleştirilmiş tarihin bize verdiği akıl, bizi sığ ve verimsiz hatta tüketici bataklıklara mahkûm ediyor.


    'Son Osmanlı Padişahı Vahdeddin bir haindi, ülkesine ihanet etti.” İlkokulda bana bu “gerçekler”i öğreten öğretmenime şu soruları sormuştum. “Niye ihanet etti? Nasıl ihanet etti? Bu ihanetinin karşılığında ne kazandı?” Bize öğretilen altı asırlık şanlı tarihin böyle mide bulandırıcı bir sahne ile sona ermesi canımı sıkmıştı. Aldığım cevap ise sadece okkalı bir tokat oldu. Çocuk mantığı ile o gün sorduğum bu soruları, bugün Ecevit’in başlattığı tartışma ile ayağa kalkan ve Sultan Vahdeddin üzerindeki “hain” damgasını kaldırmayı “ihanet” olarak niteleyenlere sormanın bir anlamı yok. Artık tokatla susacak yaşı geçtiğimize göre, yeni sorular sormamız lazım.

    “Tarihi hainlerle kahramanlar arasında süren bir masal gibi anlamak ve yorumlamak, acaba hamakatin hangi çeşididir?” “Padişahları bile hain olabilen ve bol miktarda hain yetiştiren bir millette şeref ve haysiyet hangi mertebelerdedir?” Nihayet, “böyle bir milletin adam olma ihtimali mevcut mudur?”

    Gerçeğe ve tarihe saygı

    Kemal Tahir, 40 yıl önce, bugün Ecevit’in çizdiği Vahdeddin portresini daha canlı ve ikna edici olarak çizmişti. Cumhuriyetimiz 40 yıl daha yaşlandıktan sonra, varlığını temellendirmek için hâlâ hainlere ihtiyaç duyuyorsak, gerçekten yazık. Vahdeddin elbette hain değildi, bulunduğu son derece zor şartlarda, çıkış yolu bulmak için kendince çözümler aradı. İstanbul’da işsiz güçsüz oturan Osmanlı paşalarını Anadolu’ya gönderdi, bunların arasında da eski yaveri Mustafa Kemal’e, rütbesi daha yüksek olanlar üzerine komutan tayin ederek ilave yetkiler verdi (Atatürk’ün rütbesi, Kazım Karabekir’den düşüktü.) Bunları söyleyen Atatürk’ün kendisi; merak edenler Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya’sına bakabilirler. 1927 yılında, günler boyu Meclis kürsüsünden okunan Nutuk’taki “hain” isnadına gelince: Bu metinde “hain” sıfatını doğrudan veya dolaylı olarak yiyen sadece Vahdeddin değildir. Kurtuluş Savaşı’nın büyük komutanları, Rauf Orbay, Ali Fuad Cebesoy, Kazım Karabekir, Ali İhsan Sabis de karşımıza dirayetli komutanlardan çok birer karikatür olarak çıkarlar. Nutuk içinde yer alan zengin belge ve bilgiler yanında, Cumhuriyet’in ilk yıllarında süregiden iç iktidar mücadelesinin bir polemik metnidir. Bu mücadelenin nasıl sürdürüldüğüne dair önemli bilgiler içermektedir. Kuruluş evresinin hareketli ortamında kaleme alınan bu metni, her kelimesi doğru bir kutsal metin olarak okursanız, sadece Cumhuriyet’in kuruluş yıllarını değil, bugünü de anlamak konusunda zorluk çekersiniz. Söz konusu olan şey sadece bir iktidar mücadelesidir.

    Oktay Ekşi, Ecevit’in sözlerinden “Atatürk’ün söyledikleri doğru değildi” sonucu çıkacağını, buradan da “Atatürk neleri doğru söyledi, hangileri gerçeğe aykırıydı?” tartışması başlayacağını söylüyor. Demirel’in Ecevit’e itirazı da Atatürk’ü koruma gayretinden kaynaklanıyor. “Atatürk’ün hain dediği birine hain değildir derseniz, Atatürk’ü zor durumda bırakmış olursunuz” demek istiyor ve herkesi bu önemli referansı korumaya davet ediyor: “Cumhuriyetçi elit bugün büyük sıkıntı içindedir. Oysa daha en az yüz yıl bu büyük Atatürk referansına ihtiyacımız var. Onu sarsmamak lazım.”

    Büyüklerimiz bizden Atatürk’ü yüceltmek için Vahdeddin’in “hain” damgasının, yani aşağılanmasının sürmesini istiyor. “Tamam” diyelim; ama kazanacaklarımızdan da emin olmalıyız.

    Türkiye’de monarşiyi savunan ve tekrar geri getirilmesini isteyen zayıf bir hareket bile yeşermedi. Cumhuriyet’in en kolay başardığı iş kendisidir: Saltanatın lağvedilmesi ve cumhuriyetin ilanı. Hilafetin de lağvedilmesinden sonra hanedan yurtdışına çıkartılmış ve Osmanlı Devleti fiilen sona erebilmiştir. Tarihî olarak bunun basit bir sebebi vardır; monarşiden beslenen ve monarşiyi destekleyen bir aristokrasi, bizde hiç olmamıştır. Bu yüzden saltanatın ilgası ve cumhuriyete geçiş, doğru bir seçim olarak imparatorluk formundan ulus devlet formuna geçiş sınırları içinde kalmış, bir sınıfın, bir zümrenin ve bir tarihin tasfiyesine gerek olmamıştır. Cumhuriyet, imparatorluğun bütün kurumlarını devralmış, Tanzimat’tan beri devam eden her alandaki yenileşme hamleleri hız kazanarak tarihsel bütünlük içinde devam etmiştir.

    Cumhuriyet ideologlarının, yenilikleri benimsetmek için giriştikleri abartılı ve kişiselleştirilmiş edebiyat, bir Osmanlı düşmanlığına ve tarihin tasfiyesine doğru uç noktalara taşındı. “Cumhuriyet’in her çeşit yeniliğin ve mucizenin başlangıcı olması” iddiasını temellendirmek için, koskoca bir tarih ayıklandı ve tasfiye edilerek tekleştirildi. Daha sonra bu tarih, ulus devletin kimliği ve kişiliği haline getirildiği için vazgeçilmezlik ve dokunulmazlık zırhına büründürüldü. Gerçek tarih bugün bizden hemen her gün intikam alıyor. Önümüzde uzanan Osmanlı coğrafyası, Türkiye’nin güvenliğini ve geleceğini garanti altına almak için doldurulmayı bekliyor. Hain bir padişahla noktaladığınız tarihe dönerek bu boşluğu dolduramazsınız.

    Hainlerle, alçakça komplolarla dolu tarih, zihnimizi dumura uğratıyor, bizi kendi kendimizi yiyip bitiren paranoyalara mağlup ediyor. Bu dondurulmuş ve tekleştirilmiş tarihin bize verdiği akıl, bizi sığ ve verimsiz hatta tüketici bataklıklara mahkûm ediyor. Etrafımıza sadece 82 yıllık yeni bir devletin mensupları olarak bakarken birçok fırsatı ve imkânı kaçırıyoruz. Vahdeddin hain olduğu sürece kaçırmaya devam edeceğiz. Vahdeddin’in, Çerkes Ethem’in hain olduğu bir tarihle, Kurtuluş Savaşı’nı nasıl başardığımızı kimse açıklayamaz. Açıklayamadığınız bir hikâyeye mahkûm edilirseniz, aklınızı ya dumura uğratırsınız ya da şizofrenik bir dünya içinde heder olursunuz.

    Vahdeddin’i hain ilan ederek Atatürk’ü yüceltemezsiniz. Yücelttiğiniz Atatürk, bir devletin kurucusu, büyük reformlar başarmış bir önder olmaktan çıkar bir mitoloji kahramanına ve bir azize dönüşür. Bizim bir azize değil, çok zor şartlar altında, iktidar mücadelelerinden de başarıyla çıkabilmiş, gerçekçi, ufku geniş ve sonuçta başarılı olmuş bir devlet kurucusuna ihtiyacımız var.

    Bizim gerçeklere ihtiyacımız var. Çünkü, gerçeğe saygısı olmayanların geleceği olmaz. (turkone@gazi.edu.tr)

    GAZİ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi mavera -- 25 Temmuz 2005, 17:00:51 >
    _____________________________




  • hain olmak için, birilerine ihanet etmiş olmanız gerekir. bir topluluk tarafından hain olarak gösterilen bir kişi, başka bir topluluk tarafından hiçde öyle görünmeyebilir. Vahdettin ise kendi halkına ihanet etti. hemde halkı ondan kendilerini kurtarmasını beklerken...

    Bildiğiniz üzere, birinci dünya savasının bitmesi ve Osmanlı İmparatorluğunun yenilmesiyle birlikte, Osmanlı toprakları ittifak kuvvetlerince işgal edildi. bu durumdan kurtulmak gerekliliği, Vahdettin dahil herkesin malumuydu. Vahdettin'e göre yapılabilecek tek bir şey vardı. Direnmemek ve kaderimizi ittifak kuvvetlerinin eline bırakmak. Öyle ya, parçalanmış bir ordu, yenilmiş ve zaten aç olan bir halkla daha iyisi yapılamazdı. Artık yanlarında Almanlar da yoktu. Tek yapılabilecek şey kadere boyun eğmekti .Ve zamanı geldiğinde, ittifak kuvvetleri aslında bu toprakların pek cazip olmadığını anladıklarında çekilecekler, çok istedikleri bir kaç yer dışında ( mesela boğazlar) kontrol yine padişaha geçecekti. Önemli olan beklemekti. Belkide o eski şaşalı günler geri bile gelebilirdi. Bu bekleme sırasında halkın çekebileceği acılar ise büyük padişahı üzüyordu belki ama elinden birşey gelmiyordu. Hem canım yüce halifeleri için biraz daha fedakarlık yapabilirlerdi.

    Vahdettin'in ruh halini anlamak aslında çok zor değil. Sanırım o yıllarda değilde, mesela bir 200 yıl önce padişah olabilmek için tüm servetini verebilirdi. Şanlı ataları ve tarihin büyük imparatorluğundan artık geriye pek birşey kalmamıştı. Halkı ondan bir mucize bekliyordu ama bu mucizeyi yaratacak kişi kendisi değildi. İyi bir politikacı olabilirdi ama asla bir kahraman değildi. Zaten büyük ihtimalle kendini bir mucize için çok yorgun hissediyordu.

    Kuvayi Milliye'ye göre, vatan topraklarındaki düşman bir an önce topyekün bir direnişle atılmalıydı. Zira her geçen gün, vatan topraklarındaki vatandaşlarımız zulm görüyorlardı ve halkın bir an önce kurtulması gerekiyordu. Daha da kötüsü, esir yaşamaya alışmamış bir millet, esir düşmemek adına yüzbinlerce şehit vermiş, fakat yinede birileri Sevr anlaşmasını imzalamış ve yurdun işgaline göz yummuştu. İşte kuvayi milliyecilerin hazmedemediği buydu. Sevr anlaşmasını imzalayanlar, sadece vatanı değil, yüzbinlerce şehidin kanınıda satmış, bu vatan için ölen yüzbinlerce şehide ihanet etmişlerdi.

    Sonuçta doğru olan yapıldı ve direniş etkisini gösterek, düşman anayuttan atıldı. Vahdettin ise, hain olduğunu kanıtlarcasına bir ingiliz gemisine binip kaçtı.

    Kurtuluş savaşının arkasında, Vahdettin ve İstanbul yönetiminin olduğu iddiası, birçok kereler ortaya atılmıştır ve hala da atılıyor. Açıkcası bu gerçekten çok, Osmanlının bu şekilde bitmesini hazmedemeyenlerin bir rüyası olmaktan öteye gidemiyor. Artık Osmanlı ve padişahları, bir daha geri dönmemek üzere tarihe göç etti.

    Artık genç bir cumhuriyetimiz var. Osmanlıyı sayıklamayı bırakıp, cumhuriyetimizi daha yukarı yükseltmektir şimdi bizlere düşen.
    _____________________________
    y ü c e a l l a h ı m
    değiştiremeyeceğim şeyleri kabul edebilmem için bana sabır ver;
    değiştirebileceğim şeyleri yapabilmem için bana cesaret ver;
    ikisi arasındaki farkı bilebilmem için bana akıl ver.




  • SABAH YAZARI YILMAZ ÖZDİL: VAHDETTİN HAİN MİYDİ?..

    Vahdettin hain miydi?

    Genç bir edebiyat meraklısı, ünlü bir roman yazarının imza gününe gelmiş... Yanına sokulmuş ve "Size yalvarıyorum" demiş, "Ben de roman yazmak istiyorum. Lütfen bana bir ipucu verin, kitabımın beğenilmesi için ne yapayım?"
    Yazar delikanlıya şöyle bir bakmış, "İçinde asalet ve seks olan, ismiyle merak uyandıran bir kitap yaz" demiş, "Türk halkı böyle konulara bayılır..."

    Delikanlı çalakalem girişmiş romanına... Bir dahaki imza gününde yeniden gelmiş ünlü roman yazarının yanına... "Yazdım" demiş, "Kitabımın adı, Kontes'i Kim Becerdi?"
    Ünlü yazar delikanlıyı hatırlamış... "İyi yapmışsın" demiş, "Ama o günkü telaş arasında unuttum, içine biraz da din koyman lazım, tam tutması için..."

    Delikanlı romanını elden geçirmiş... Bir dahaki imza gününde yeniden gelmiş ünlü roman yazarının yanına... "Tamam usta" demiş, "Kitabımın adı, Allah Allah Bu Kontesi Kim Becerdi?"

    Son günlerde hemen herkesin dilinde olan "Vahdettin tartışması" budur...
    Ecevit bir kitap yazıyor. Ve, kitabında Vahdettin için "O hain değildir" diyor.
    Ben size söyleyeyim, "best seller" olur...

    Ecevit maalesef çok kötü bir "final" yapıyor. Yürüyemeyecek hale gelmesine rağmen "koltuğundan kalkmayarak", bunların tek başına iktidar olmasını sağladı.
    Şimdi, "koltuğundan kalkmamak" için memleketi satan Vahdettin'i aklamaya çalışıyor, yobaz gazetelerin alkışları arasında...

    Kitap fıkrasına dönersek... Vahdettin dedin mi, "asalet" var demektir. E bizim asalette harem de var, "seksi" iş... Peki "din" bunun neresinde? Neresinde olduğunu, Ecevit'i ayakta alkışlayan dinci gazetelerin satır aralarında görebilirsiniz...
    Çünkü Vahdettin'i aklarsan, hemen peşinden "halifenin zaten hiç günahı yoktu" tartışmasının fitilini ateşlersin...
    Yobazın alkışı bundan.

    Zarfı bırakıp, mazrufa bakalım biraz da... Yani, kitabın satış ambalajına değil, içeriğine...
    Temel soru şu:
    Vahdettin hain miydi?

    Memleketi sattı, Mustafa Kemal'in asılmasını kabul etti, İngiliz gemisiyle kaçtı...
    Yine soralım:
    Bunları yapan adam hain midir?
    Bence olamaz. Çünkü "vatan haini" olmak bile "yürek" ister. Vahdettin ise, "hain" bile olamayacak kadar "zavallı" bir adamdı.

    Bu milletin çocukları İngiliz'i İstanbul'a sokmamak için mermiye kafa uzattı Çanakkale'de. Canını verdi tümen tümen...
    O ne yaptı? Yatak odasına bile giren İngiliz'e, bırakın o süslü koleksiyon tabancalarıyla mermi sıkmayı, bir tokat atma cesaretini bile gösteremedi.
    Bu kadar mı kıymetliydi, elbet bir gün nihayete erecek o sefil canı? O kadar kıymetliydi...

    Ben iddia ediyorum:
    Bir tokat... Alt tarafı bir tokat atma yüreği olsaydı, bugün Türkiye'nin her yerinde heykeli olurdu sünepe padişahın.

    Özetle...
    Vahdettin, loş saray odalarında fare gibi yaşadı, İngiliz gemisinin ambarında fare gibi sonlandırdı muhteşem Süleyman'ın, Fatih'in Yavuz'un neslini.
    Mustafa Kemal'in koltuğuna oturma onurunu yaşayan, bu millete yıllar sonra yeniden toprak kazanma gururunu yaşatan Ecevit ise, kötü bitiriyor.
    Yazık...
    _____________________________
    e.ü.h.




  • Bazı tarihçilerin konuyla ilgili beyanları:

    Kuva-yı Milliye hareketinin Vahdettin tarafından başlatıldığını vurgulayan Osmanlı Araştırmaları Vakfı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Cumhuriyet ve Osmanlı dönemindeki yöneticileri ‘iyi’ ya da ‘kötü’ diye ayırmanın haksızlık olacağını belirtti. Akgündüz, “1922’den sonra Vahdettin hakkında söylenen hiçbir ithamı tarihsel kaynak olarak kabul etmiyorum. Siyasi demeçler belge olmaz. Vahdettin çok iyi yetişmiş bir diplomattır. Vatanı için hayatını, sülalesini feda etmiştir.” şeklinde konuştu. Kuva-yı Milliye başarıya ulaşana kadar Sultan Vahdettin ile Mustafa Kemal’in birbirini desteklediğini anlatan Akgündüz, daha sonra Hakimiyet-i Milliye gazetesinin Vahdettin’e ‘vatan haini’ demeye başladığını kaydetti. Akgündüz, sözlerini şöyle sürdürdü: “Anadolu’da kurtuluş hareketi başlatmak için Osmanlı Genelkurmayı Erenköy’de günler süren toplantı yapıyor. ‘Kimi bu işle görevlendirelim’ tartışması yapılıyor. Burada çıkan isimlerden biri Mustafa Kemal. Neticede karar Mustafa Kemal lehine veriliyor. Bunu 19 Mayıs’tan 3 ay önce söylüyorlar. Heyet Vahdettin’e giderek kararı iletiyor. Mustafa Kemal’in cumhuriyetçi olduğunu, saltanatı yıkıp kendisini devirebileceğini de söylüyorlar. Vahdettin ise ‘Vatan ve millet tehlikede. Vatanım kurtulsun da kim neyi kurarsa kursun. Getirin Mustafa Kemal’i görüşmek istiyorum.’ karşılığını verir.”

    Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölüm Başkanı Prof. Dr. Murat Belge de fikirleri yüzünden Vahdettin’i vatan haini ilan etmenin yanlış olduğunu belirtti. “Bir padişah kendi devletini, memleketini istemez mi?” sorusunu yönelten Belge, şu görüşleri dile getirdi: “Vahdettin, Damat Ferit ve Ali Kemal’in İttihat Terakki’ye karşı birikmiş nefretleri var. İttihat Terakki, insanları nefret ettirecek çok şey yapmış. Ankara’daki hareketi de İttihat Terakki’nin yeni bir direnişi olarak yorumluyorlar. Bu da çok yanlış. Mustafa Kemal de İttihat Terakki tarafından itilmiştir. Ama çevresindeki adamların yüzde 80’i ittihatçıydı. Bazı tarih kitaplarında Vahdettin ve diğerleri hakkında yanlış bilgiler var. İdeolojimize göre akları karaları tespit ediyoruz. Çocuk o kitabı okuyunca bizim istediğimiz şekilde şunlar iyi şunlar kötü diyecek. II. Abdülhamit de benzer suçlamalara maruz kaldı. Abdülhamit, belki dağılan imparatorluğu kurtarmanın yolunu İslam birliği olarak düşündü. O zamanki düşmanları İngiltere ve Fransa’nın bünyesindeki Müslümanlara ulaşmaya çalıştı. Bunlar gerçek dışı düşünceler değildi. Abdülhamit gerçekçi ve kafası çalışan bir adamdı.”

    Ders kitaplarımızda Vahdettin’in vatan haini olarak gösterilmesine tepki gösteren Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Hanefi Bostan ise ‘ciddi bir içerik sorgulaması’ gerektiğini ifade etti. Vahdettin’in, Mustafa Kemal’in Anadolu’ya gönderilmesinde büyük emeği olduğunu kaydeden Bostan, kitaplardaki hain suçlamasının kaldırılmasını istedi. Bostan, “Ancak Vahdettin’in hatası yoktu demek de yanlış olur. İngilizlerin İstanbul’u işgali sırasında yaptığı yanlışlar vardır. Bunları bilerek yaptığını söylemek de yanlış olur. Olayları zamanın koşullarında değerlendirmek gerekir. Ancak hiçbir şey bir insanı vatan haini ilan etmemize yetmez.” dedi.
    _____________________________




  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Daha Fazla Göster
  • Bu konularda bilgim yok ama şöle bi mantığım var böle konular üstünde!
    Siz Türkiyenin başında olduğunuzu düşünün ne kadar kötü durumda olursa olsun satarmıydınız???
    _____________________________
    Benim sanatım ülkem için ölümdür.Başyapıtımı henüz çizmedim...

  • Sultan Mehmed Vahdeddin (1861 - 1926)




    Babası : Sultan Abdülmecid
    Annesi : Gülistu Kadın Efendi
    Doğumu : 02 Şubat 1861
    Ölümü : 15 Mayıs 1926
    Saltanatı : 04 Temmuz 1918 - 01 Kasım 1922

    HAYATI
    Sultan Mehmed Vahdeddin otuz altıncı ve son Osmanlı padişahıdır. Babası Sultan Abdülmecid, annesi Gülistu Kadın Efendi'dir. 2 Şubat 1861 tarihinde İstanbul'da doğdu. Babası Sultan Abdülmecid, Sultan Mehmed Vahdeddin doğduğu yıl, annesi Gülistu Kadın Efendi de, o henüz çok küçükken vefat etmişlerdi. Çocuk denecek yaşlarda hem öksüz, hem yetim kalan Sultan Mehmed Vahdeddin, babası Sultan Abdülmecid'in kadınlarından Şayeste Kadın tarafından büyütüldü.


    Sultan Abdülaziz'in saltanatı sırasında henüz bir çocuk olduğu için serbest yetişti. Eğitim ve öğrenimi ile ağabeyi Sultan İkinci Abdülhamid henüz padişah değilken bile yakından ilgilendi. Sultan İkinci Abdülhamid, saltanat yıllarında da bu tutumunu değiştirmedi, ona hep değer verdi ve onu korudu. Bu yüzden ağabeyinin saltanat yıllarında rahat bir hayat yaşadı.


    Sultan Mehmed Vahdeddin, çok okurdu, okuduğunu iyi anlardı. Özellikle fıkha ait eserler ilgisini çekmişti. Kitabeti ve imlâsı düzgündü. Zekî bir insandı, fikirlerini kâğıt üstüne aktarmakta zorluk çekmezdi. Çok nazik bir insan olan Sultan Mehmed Vahdeddin, Viyana seyahati sırasında hem yanındakileri hem de yabancıları nezaketine hayran bırakmıştı. Az konuşur, daha çok dinlemeyi sever ve birisini dinlerken pür dikkat kesilirdi.


    Sultan Mehmed Reşad, padişah olduğu zaman, yaş bakımından Sultan Mehmed Vahdeddin'den daha büyük olan Sultan Abdülaziz'in oğlu Yusuf İzzeddin veliaht idi.
    Yusuf İzzeddin'in ölümü üzerine veliahtlığa Sultan Mehmed Vahdeddin getirildi.


    Veliaht olarak bulunduğu yıllarda, Birinci Dünya Savaşı çıktı. Savaş sırasında Osmanlı Devleti'nin veliahtı olarak Almanya'ya resmî bir gezi yaptı. Bu seyahatinde yanında Mustafa Kemal de bulundu. Sultan Mehmed Reşad'ın ölümü üzerine, Sultan Altıncı Mehmed Vahdeddin sanı ile padişah oldu.


    MONDROS MÜTAREKESİ
    30 Ekim 1918 tarihinde, Limni adasının Mondros Limanı'nda Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf Orbay'ın Başkanlığı'nı yaptığı Osmanlı Heyeti ile İngiliz Amiral Calthorp'un Başkanı olduğu İtilâf Devletleri Heyeti arasında imzalanan Mondros Mütarekesi ile silahlı çatışma sona ermiştir. I. Dünya Savaşını bitiren bu antlaşma aslında çok ağır şartlar taşıyordu. Mondros Mütarekesi aslında Osmanlı Devleti'nin yıkılışını öngörmekte; İtilâf Devletleri'ne Osmanlı Devleti'nin herhangi bir bölgesine, güvenliklerini tehdit edecek bir durum nedeni ile işgal hakkını tanımakta idi.


    Mustafa Kemal bu mütareke ile ilgili olarak şunları söylüyordu; Osmanlı Hükümeti bu mütareke ile kendini kayıtsız şartsız düşmana teslim etmeğe muvafakat etmiştir. Yalnız muvafakat etmiş değil, düşmanların memleketi istilâsı için onlara muaveneti (yardımı) de vaad eylemiştir. Bu Mütareke olduğu gibi tatbik edildiği takdirde memleketin baştan sona kadar işgal ve istilâya maruz olacağı şüphesizdir.


    Mondros Ateşkes Antlaşması ile İtilâf Devletleri, barış antlaşmasının imzalanmasını beklemeden, Türk topraklarının taksimine giriştiler. Ateşkes Antlaşmasının 7. maddesi gereğince, bütün bir memleketin işgali için İtilâf Devletleri'ne imkân veriyordu.


    Mondros Ateşkes Antlaşması'nın başlıca hükümleri şunlardır:


    1- Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının açılması, Karadeniz'e serbestçe geçişin temini ve Çanakkale ve Karadeniz istihkâmlarının İtilâf Devletleri tarafından işgali sağlanacaktır.


    2- Osmanlı sularındaki bütün torpil tarlaları ile torpido ve kovan mevzilerinin yerleri gösterilecek ve bunları taramak ve kaldırmak için yardım edilecektir.


    3- Karadeniz'deki torpiller hakkında bilgi verilecektir.


    4- İtilâf Devletlerinin bütün esirleri ile Ermeni esirleri kayıtsız şartsız İstanbul'da teslim olunacaktır.


    5- Hudutların korunması ve iç asayişin temini dışında, Osmanlı ordusu derhal terhis edilecektir.


    6- Osmanlı harp gemileri teslim olup, gösterilecek Osmanlı limanlarında gözaltında bulundurulacaktır.


    7- İtilâf Devletleri, güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çıkması halinde herhangi bir stratejik yeri işgal etme hakkına sahip olacaktır.


    8- Osmanlı demiryollarından İtilâf Devletleri istifade edecekler ve Osmanlı ticaret gemileri onların hizmetinde bulundurulacaktır.


    9- İtilâf Devletleri, Osmanlı tersane ve limanlarındaki vasıtalardan istifade sağlayacaktır.


    10-Toros Tünelleri, İtilâf Devletleri tarafından işgal olunacaktır.


    11- İran içlerinde ve Kafkasya'da bulunan Osmanlı kuvvetleri, işgal ettikleri yerlerden geri çekilecekler.


    12- Hükümet haberleşmesi dışında, telsiz, telgraf ve kabloların denetimi, İtilâf Devletlerine geçecektir.


    13- Askerî, ticarî ve denizle ilgili madde ve malzemelerin tahribi önlenecektir.


    14- İtilâf Devletleri kömür, mazot ve yağ maddelerini Türkiye'den temin edeceklerdir (Bu maddelerden hiç biri ihraç olunmayacaktır).


    15- Bütün demiryolları, İtilâf Devletlerin zabıtası tarafından kontrol altına alınacaktır.


    16- Hicaz, Asir, Yemen, Suriye ve Irak'taki kuvvetler en yakın İtilâf Devletlerinin kumandanlarına teslim olunacaktır.


    17- Trablus ve Bingazi'deki Osmanlı subayları en yakın İtalyan garnizonuna teslim olacaktır.


    18- Trablus ve Bingazi'de Osmanlı işgali altında bulunan limanlar İtalyanlara teslim olunacaktır.


    19- Asker ve sivil Alman ve Avusturya uyruğundan olanlar bir ay zarfında Osmanlı topraklarını terk edeceklerdir.


    20- Gerek askerî teçhizatın teslimine, gerek Osmanlı Ordusunun terhisine ve gerekse nakil vasıtalarının İtilâf Devletlerine teslimine dair verilecek herhangi bir emir, derhal yerine getirilecektir.


    21- İtilâf Devletleri adına bir üye, iaşe nezaretinde çalışacak bu devletlerin ihtiyaçlarını temin edecek ve isteyeceği her bilgi kendisine verilecektir.


    22- Osmanlı harp esirleri, İtilâf Devletlerinin nezdinde kalacaktır.


    23- Osmanlı Hükümeti, merkezî devletlerle bütün ilişkilerini kesecektir.


    24- Altı vilâyet adı verilen yerlerde bir kargaşa olursa, vilâyetlerin herhangi bir kısmının işgali hakkını İtilâf Devletleri haiz bulunacaktır.


    25- Müttefiklerle Osmanlı Devleti arasındaki savaş, 1918 yılı Ekim ayının 31 günü mahallî saat ile öğle zamanı sona erecektir.


    SEVR ANTLAŞMASI
    Ana hatları 24 Nisan 1920'de San Remo Kanferansı'nda kararlaştırılan Sevr Antlaşması, 11 Mayıs 1920'de incelenmek üzere Osmanlı Hükümeti'ne verilmişti.


    Antlaşması'nın kabulünü kolaylaştırmak ve Sevr hükümlerini uygulamak üzere, İtilâf Devletleri'nin teşvik ve desteği ile Yunan ordusu da 23 Haziran 1920'de Anadolu'da ve Trakya'da saldırıya geçti. Bursa'nın, Balıkesir'in, Uşak'ın ve Nazilli'nin ardarda işgali ile Sevr'in uygulanmasını sağlamak ve Antlaşma maddelerinde herhangi bir değişikliğe meydan vermemek bu saldırıda esas amaç olmuştu.


    Sultan Vahdeddin'in başkanlığında toplanan Şûra-yı Saltanat 22 Temmuz 1920'de "zayıf bir mevcudiyeti, mahva tercih edilmeğe değer" görerek Antlaşma'nın onanmasına karar vermiştir. Tevfik Paşa'nın, Türk topraklarını parçalayan, millî şeref ve haysiyetle bağdaşmayan bu antlaşmayı imzalamaması üzerine Damad Ferit Paşa tarafından görevlendirilen Reşat Halis Bey, Hâdi Paşa ve Rıza Tevfik (Bölükbaşı) Bey Sevr Antlaşmasını 10 Ağustos 1920'de imzaladılar.


    Sevr Antlaşması'na göre, Osmanlı Devleti parçalanıyor, Türk Milleti de yasama hakkından yoksun bırakılıyordu.


    Rumeli sınırımız aşağı-yukarı İstanbul vilâyeti olarak tayin olunuyordu. Batı Anadolu ( İzmir ve havalisi) Yunanlılara veriliyordu. Güney sınırı ise, Mardin, Urfa, Gaziantep, Amanos dağları ve Osmaniye'nin kuzeyinden geçmekte ve bu sınırın güneyini Fransa'ya bırakmakta idi. Doğuda Bayazıt, Van, Muş, Bitlis ve Erzincan'ı içine alan bir Ermenistan, Irak ve Suriye arasında bir Kürdistan kurulacaktı. Bunun dışında, Türkiye'ye bırakılan topraklar nüfus mıntıkalarına ayrılmakta; İtalyanlar Antalya ve Konya, Fransızlar Adana, Sivas ve Malatya bölgesi üzerinde, İngilizler de Irak'ın kuzey kısmında nüfuz bölgeleri tesis ediyorlardı. İstanbul'da ise hükümet ve padişah oturacak fakat, İstanbul milletlerarası bir şehir olacak, Boğazlar'da ordusu, donanması, bütçesi ve organize kuruluşları ile bir komisyon bulunacaktı. Türklere bırakılan bölge, hakimiyet hakkı en ağır şekilde sınırlanmış, Ankara ve Kastamonu vilâyetleri ve dolayları idi. Sevr'e göre, memleket dahilinde bulunan azınlıklar Türklerden daha fazla haklara sahip oluyor, vergi vermeyerek, askeri hizmet yapmayarak imtiyazlı (ayrıcalıklı) bir durumda bulunuyordu. Türk tabiyetinden çıkanlar birçok yükümlülüklerden kurtuluyorlar, yeniden hiç kimsenin Türk tabiyetine de girmesine müsade edilmiyordu.


    Devletin askerî kuvveti, her bakımdan sınırlanarak azamî miktar 50.700 kişi olacak; tank, ağır top, uçak bulunmayacaktı. Askerlik de gönüllü olacak, donanma ise 7 gambot ve 6 torpidodan ibaret olup, donanmada denizaltı da bulunmayacaktı. Diğer taraftan mâlî ve iktisadî hükümler, Osmanlı Hükümeti ile Meclisin yetkilerini hiçe saydıracak şekilde sınırlayıcı ve külfet teşkil eder mahiyette olup, Osmanlı Devleti'ni İtilâf Devletlerinin müşterek sömürgesi haline getiriyordu. İngiliz, Fransız ve İtalyan devletlerinin temsilcilerinden kurulu Mâli Komisyon, Osmanlı Devleti'nin gelir ve giderlerini düzenlemekte ve devletin yetkilerini devletlik sıfatı ile bağdaştırılmayacak şekilde bağlamakta idi.


    Sevr Antlaşması'nın Osmanlı Hükümeti'nce imzalanması, Anadolu'daki millî mücadele azmini kuvvetlendirmiş, halkın İstanbul Hükümeti'nden ümitlerini kesmesine neden olmuştur.


    Büyük Millet Meclisi 19 Ağustos 1920 tarihli toplantısında, Sevr Antlaşması'nı imzalayan ve bunu onaylayan Şûra-yı Saltanat'ta bulunanları vatana hıyanetle itham ederek vatansız sayılmaları kararını aldı. Aynı zamanda Büyük Millet Meclisi Hükümeti bu antlaşma ile kendini hiç bir surette bağlı görmediğini de ilân etti.

    KURTULUŞ SAVAŞI
    Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşına Almanya'nın yanında katılmıştı. Ağır ve yorucu savaşlardan çıkmış Osmanlı kuvvetleri savaş sırasında kahramanca çarpışmalarına rağmen, düşman kuvvetlerinin tüm yurdu işgal etmelerine karşı koyamamışlardı. Bu sıralarda imzalanan Mondros ve Sevr Antlaşmaları, Osmanlı Devleti'ni tamamen yok etmeye ve Türk yurdunu parçalamaya yönelik hazırlanmıştı.


    Sultan Mehmed Vahdeddin Osmanlı Mebusan Meclisi'nin toplanmasına karar verdi. Toplanan meclis düşman devletlerin görüşleri dışında bir karar alarak Misak-ı Millî'yi kabul etti. Bunun üzerine İngilizler İstanbul'u resmen işgal edip Osmanlı Mebusan Meclisi'ni dağıttılar.


    19 Mayıs 1919 yılında Samsun'a çıkarak Millî Mücadele hareketini başlatan Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları Anadolu'daki direniş hareketini örgütlediler. Kongreler, Kuva-yı Milliye direnişleri gerçekleştirildi. Nihayet 23 Nisan 1920'de TBMM'nin Ankara'da açılmasına karar verildi.


    Türk milleti, canını ve malını hiçe sayarak girdiği Kurtuluş Savaşı'ndan muzaffer çıkmış, düşmanlar vatan topraklarından atılmıştı. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa idaresinde büyük bir zafer kazanılmıştı. Yeni meclis saltanatın kaldırılması ve Osmanlı hanedanının Türk topraklarından çıkarılmasını istemişti.

    İSTANBUL'DAN AYRILIŞI
    Hayatını tehlikede gören Sultan Mehmed Vahdeddin, İstanbul'daki işgal kuvvetleri komutanına baş vurarak İngiliz devletine sığınmak istediğini bildirdi. 17 Kasım 1922 sabahı İsranbul'dan Malaya isimli bir İngiliz zırhlısı ile ayrıldı.


    Saraydan ayrılışından sonra Vahdeddin önce Malta'ya, daha sonra Hicaz'a gitti.


    Mekke'de bir süre kaldıktan sonra İtalya'nın San Remo şehrine giderek vefatına kadar orada kaldı.


    ÖLÜMÜ
    Sultan Mehmed Vahdeddin, San Remo'da kalp yetmezliğinden dolayı 15 Mayıs 1926 günü 65 yaşında vefat etti. Vatan topraklarına gömülmek en büyük arzusuydu. Ancak bunun mümkün olmayacağını bildiği için en azından halkı müslüman olan bir ülkenin topraklarına gömülmek istemişti. Şam'daki Selâhaddin Eyyubi Türbesi'ni seçmişti ve bu son arzusuydu.


    Cenazesi alacaklıların haciz koymaları yüzünden bir süre ortada kaldı. Ancak devrin Suriye Devlet Başkanı Ahmed Nami Bey, olayı duyunca çok üzüldü ve bütün borçlarını ödeyerek, cenazesini Suriye'ye getirtti. Ancak toprağa verilmeyi çok arzuladığı Selâhaddin Eyyubi Türbesi doluydu. Ahmed Nami Bey, Sultan Mehmed Vahdeddin'in cenazesinin Sultan Selim Camii'nin bahçesine gömülmesini sağladı.
    _____________________________




  • Mustafa Kemal'le Sultan Vahdettin diz dize


    --------------------------------------------------------------------------------

    Mustafa Kemal, Küçük Mabeyn'de Sultan Vahdettin'le yaptigi son görüsmeyi (15 Mayis 1919), sonradan Cumhuriyet devrinde söyle anlatmistir:

    "Yildiz Sarayi'nin ufak bir salonunda Vahdettin'le adte diz dize denecek kadar yakin oturduk. Saginda, dirsegini dayamis oldugu bir masa ve üstünde bir kitap var. Salonun Bogaziçi'ne dogru açilan pencerelerinden gördügümüz manzara su: Birbirine muvazi hatlar üzerinde düsman zirhlilari, bordalarindaki toplar sanki Yildiz Sarayi'na dogrulmustu....Manzarayi görmek için, oturdugumuz yerlerden baslarimizi saga, sola çevirmek kafi idi.
    Vahdettin hiç unutmuyacagim su sözlerle konusmaya basladi:
    - Pasa, pasa, simdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunlarin hepsi tarihe geçmistir. Bunlari unut. Asli simdi yapacagin hizmet hepsinden mühim olabilir. Pasa, pasa devleti kurtarabilirsin ! dedi.
    - Hakkimdaki teveccüh ve itimadi arz-i tesekkür ederim, elimden gelen hizmette kusur etmiyecegime emniyet buyrunuz, dedim.

    Sonra:
    - Merak buyurmayiniz efendimiz, dedim, nokta-i nazar-i sahanenizi anladim. Irade-i seniyye olursa hemen hareket edecegim ve bana emir buyuruklarinizi bir an unutmuyacagim.
    - Muvaffak ol ! Hitab-i sahanesine mazhar olduktan sonra huzurundan çiktim.

    Seryaver Naci Pasa koridorda elinde ufak bir mahfaza içinde bir sey tutuyordu:
    - Zat-i Sahane'nin ufak bir hatirasi, dedi.

    Kapagin üstünde Vahdettin'in inisyalleri islenmis bir saatti.
    - Peki, tesekkür ederim, dedim.

    Saati yaverim aldi. Sonra Yildiz Sarayi'ndan çiktigimiz ve hareket etmek üzere oldugumuzu gizlemek, saklamak ister gibi bir ihtiyatle, ayaklarimzin patirtisini isizmekten korkarak, saraydan uzaklastik"

    Genis bilgi için bakiniz: Maresal Fevzi Pasa'nin sirri.
    _____________________________




  • Maresal Fevzi (Çakmak) Pasa'nin sirri


    --------------------------------------------------------------------------------

    Fevzi Pasa... bu ifsayi, refikasi Fitnat hanima söyle açiklamistir:

    «Fitnat. Öyle birsey biliyorum ki ortaya çikip söylememe bugüne kadarki tutumumuz ve davranislarimiz müsait degil. Mecburum, bu sirri kendimle beraber mezara götürmege»

    Ve iste Maresalin senelrce sakladigi büyük sir ki, Sultan Vahdettin'in vatansever bir insan oldugunu ve kurtulusu (Istiklal savasin kazanilmasi) Anadolu'da gördügünü apaçik göstermektedir.

    Dinleyelim Fevzi Pasayi:

    «Mütareke senesinde, bir Cuma selamligindan sonra Sultan Vahdettin beni huzuruna kabul etti.
    "Pasa, dedi. Durumu görüyorsunuz. Bu isler anca Anadolu'da teskilatlanarak kurtarilabilir. Bana Anadolu'da teskilat kuracak, memleketi su karanlik durumdan kurtrabilecek Pasalarin bir listesini yapip getirin"
    Ertesi Cuma, yine selamliktan sonra huzruna girip hazizladigim listeyi verdim. Dikkatle okuduktan sonra, bir müddet sustu. sonra yari kapali gözleriyle agir agir, tane tane konusmaya basladi:
    "Pasa, Mustafa Kemal Pasa hirsiz midir"
    "Hasa Padisahim"
    "Bir namuzsuzlugu, ahlaksizligi var midir ?"
    "Hasa Padisahim"
    "Beceriksiz ve kabiliyetsiz mdir?"
    "Hayir efendim. O hepimizden bilgili, kabiliyetli ve dinamiktir"
    "O halde bu listeye niçin onun adini yazmadiniz?.."
    Hiç düsünmeden cevap verdim:
    "Padisahim, Mustafa Kemal Pasa yenilik, bilhassa öteden beri Cumhuriyet taraftaridir"
    Padisah elindeki kagidi atar gibi masanin üzerine birakti...Ayaga kalkip pencereye döndü. Limanda demirli Itilaf devletleri (Ingiliz, Fransiz, Italyan, Yunan) gemilerini göstererek:
    "Pasa, Pasa...Bu gemileri görmek kanima dokunuyor. Bu memleket kurtulsun da isterse Cumhuriyet olsun...Kendine selamla birlikte teblig ediniz, haftaya Cuma günü Mustafa Kemal Pasa'yi görecegim »

    Tercüman, 10.04.1976

    Kaynak: Vehbi Vakkasoglu, Son Bozgun, cilt: 1, S. 134-135, Timas, Istanbul, 1990
    _____________________________




  • mavera güzel çalışma!!
    _____________________________
    ''Benim naciz vücudum elbet birgün toprak olacaktır fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır'' Mustafa Kemal Atatürk
  • Sultan Vahdettin ingiliz ve fransız zırhlı ve krovazörlerinin o koca toplarının saraya çevrildi ve her an patlamaya hazır olduğu bir zamanda iş başına geçti.ingilizlerin sözünü dinlemek zorundaydı yoksa İstanbul hemen alınacak osmanlı devleti o an çökecekti.Ama o metaneti ile günlerce bu baskıya ve aşağılamaya dayandı ve bu da onun kişiliğini ne kadar güçlü olduğunu gösterir.Olayın tarihi açıklaması çoktur bunu da uzman arkadaşlara bırakalım.Ama bir Türk olarak söyleyeceğim şu ki ben ülkemi ve geçmişimi seviyorum.sakın bir şeyi açıklamadan karara varmayalım.SAYGILARIMLA ve yalancılara BANNNN!!
    _____________________________
  • Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem
    Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
    Biri ecdadıma saldırdımı,hatta boğarım!..
    -Boğamazsın ki!
    -Hiç olmazsa yanımdan koğarım.

    demiş Mehmet Akif

    ne de güzel söylemiş ...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Deep Impact -- 22 Temmuz 2005, 16:31:44 >
    _____________________________
    Zamanını dolu işlere harcamazsan, boş işler zamanını harcar. (deep)
  • 60 larda ruzgar devrimci bir kimlik ile esiyordu, 70 lere gelindiginde yavas yavas yerini sagın hafif hafif esintisine bıraktı 70 lerin sonuna gelindiginde ise meydanlar is-emek ozgurluk diye bagırıyordu bazıları ise yok ya gel bakim buraya al sana sağ-sol çatışması diyordu 80 lerde ulke de bir gunde asayis sağlanmıştı gizli bir el nasıl olduysa aylardır durdurulamayan eylemleri aniden kesmisti artık yeni bir donem baslıyordu kapitalist bir fırtına baslamıstı her yerde su sozler soylenmeye baslamıstı bu millete bu kadar demokrasi zaten fazlaydı biraz din-iman verelim yoksa ulke elden gidecek bir yandan da burasını buyuk sirketlerin pazarı yapmak lazım bakalım nereye kadar gidecek derken bugun ruzgar yesil yesil esmeye basladı bakalım nereye kadar???
    _____________________________
    güneşin bile üzerine yürüdüm gölgemi geçmek için...
  • arkadaslar size yardımcı olacak bir bilgim var.............
    Resmen VI. Mehmed diye bilinen ve halk arasında Sultân Vahîdüddin ünvanıyla tanınan Sultân VI. Mehmed Vahîdüddin Hân, Şubat 1861 yılında Dolmabahçe Sarayı’nda, Sultân Abdülmecid’in IV. Kadınefendisi Gulistû (Gülistan) Hanımefendi’den dünyaya geldi. İttihâdcıların, asıl veliahd olan Sultân Aziz’in oğlu Yusuf İzzeddin’i intihar süsü vererek katletmeleri üzerine Osmanlı veliahdı oldu ve 4.7.1918 tarihinde Osmanlı tahtına oturdu. İyi bir İslâm hukukçusu, Almanya İmparatorluk mareşali ve Osmanlı müşiri ünvanlarına sahip iyi bir asker ve de musikiye âşık bir bestekâr idi. Almanya ve Avusturya seyahatlerinde kendisinin yaveri olan Mustafa Kemal, Padişah olduktan sonra da bir süre fahrî yaverliğini sürdürdü. Padişah olduğunda Hz. Ömer’in kılıcını maneviyât eri Mehmed Bah’aaddin Veled Çelebi kuşattı. Maneviyâtı güçlü bir padişahdı.

    18 Kasım 1922’de İstanbul’u terk edinceye kadar geçen sıkıntılı saltanat yıllarında, onunla birlikte vazife ifa eden sadrazamlar arasında, İttihâdcıların reisi Mehmed Tal’at Paşa ve 5 defa hükümeti kuran Dâmâd Ferid Paşa; Şeyhülislâmlar arasında ise, Kuvay-ı Milliye aleyhine mecburen fetvâ veren Dürrî-zâde Abdullah Efendi ve Hürriyet ve İ’tilâf Partisinin adamı olan Mustafa Sabri Efendi, özellikle zikredilmelidir.

    Sultân Vahîdüddin’in saltanatından 4 ay geçmeden 30 Ekim 1918 tarihinde uğursuz Mondros Mütârekesi imzalandı. Bunu Osmanlı topraklarının i’tilaf devletleri tarafından işgali takip etti. İngilizler Kasım 1918’de Musul’u işgal ettiler; müttefik filo Kasım 1918’de İstanbul’a geldi ve 16 Mart 1920’de İstanbul resmen işgal edildi. Bu tarihten sonra sâdır olan Padişah İrâdelerini ve hatta hükümet kararlarını, sanki Sultân Vahidüddin’in arzusu ve kararı gibi görmek, tarihi yanlış yorumlamak demektir. Bu tarihten sonra Sultân Vahidüddin, hem işgal kuvvetlerini oyalamaya ve hem de elden geldiği kadar Kuvay-ı Milliye’yi destekleyerek yeni Türk Devletinin ortaya çıkmasını, şahsı aleyhine de olsa desteklemeye karar vermiştir. Artık yeniden Osmanlı Devleti’nin hayat bulamayacağının farkındadır. Yapılan bütün icraatlar bunu göstermektedir.

    Sultân Vahidüddin, İstanbul’un düşman filoları tarafından kuşatıldığını ve topların Saraya çevirdiğini görür görmez, hemen yakın kumandanlarla Anadolu’da istiklâl tohumlarının nasıl atılacağını müzâkere etmeye başlamıştır. Filonun geldiği Kasım 1918’den Mayıs 1919’a kadar devam müzâkereler sonucunda, Mustafa Kemal ile defalarca görüşmüş ve Yıldız Sarayı’ndaki son ve gizli görüşmede, Anadolu’ya görevli olarak gitmesine ve milli bir idare kurulmasına karar verilmiştir. Neticede İtilaf Devletleri Yüksek Komiserliğinden Mustafa Kemal’in vizesini alan, elindeki imkânlarla onu destekleyen ve Samsun’a çıkması için yeterli bir vapur hazırlatan Sultân Vahidüddin, Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ulaşmasından sonra da, hükümetleri vasıtasıyla ve şifrelerle Mustafa Kemal’i desteklemeye devam etmiştir. Sayın Murad Bardakçı’nın yayınladığı Şah Baba isimli eser ve Osmanlı Arşivlerindeki belgeler, bütün bunları doğrulamaktadır. Sultân Vahidüddin’in Mustafa Kemal’e ayrılırken söylediği son söz, “Cenab-ı Allah muvaffak etsin” sözüdür.

    16 Mart 1920’de İstanbul işgal edilince 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi Ankara’da toplanmıştır. Düşmanlar Sevr Muâhedenâmesini, ne işgal altındaki Osmanlı Devleti’ne ve ne de Ankara Hükümetine imza ettirememişlerdir. Anadolu’da imanlı milletin desteğiyle muvaffakiyetler kazanan Kuvay-ı Milliye ekibi ve özellikle de Mustafa Kemal ve arkadaşları, Başvekil Rauf Orbay’ın muhâlefetine rağmen, Anadolu’ya saltanat ve hilâfeti kurtarmak için geldiklerini çeşitli nutuklarında söylemelerine rağmen, evvela saltanata cephe almaya başlamışlardır. Cumhuriyet İdaresi kurarak Cumhurreisi olmak isteyen Mustafa Kemal, Türkiye Büyük Millet Meclisine 1 Kasım 1922’de saltanatı ilga ettirmiştir. Bu arada kendi nâzırlarından ve meşhur Osmanlı gazetecilerinden Ali Kemal Bey’in, bazı kimseler tarafından İzmit’e kaçırılarak linç edilmesi, Sultân Vahidüddin’in Ankara’daki havayı sezmesine yardımcı olmuştur. Ankara’nın niyetini anlayan Sultân Vahidüddin, hem yeni kurulacak olan devlete zorluk çıkarmamak ve hem de daha fazla hakaretlere maruz kalmamak için, 18 Kasım 1922’de İstanbul’u terk etmiştir. Zaten 5 Kasım 1922’de resmen Osmanlı Devleti tarihe gömülüyor ve İstanbul Ankara’da kurulan milli devletin hâkimiyeti altına giriyordu.

    Malta, Hicâz ve Mısır’a uğradıktan sonra İtalya’nın San Remo şehrine gelen Sultân Vahidüddin, 16 Mayıs 1926 tarihinde aynı şehirde, kederinden vefat etmiştir. Cenazesi Şam’a nakledilerek Yavuz Sultân Selim Camii Haziresine defn olunmuştur.

    tam okuyanlar sultan 6.mehmed Vahidüddin in hain olmadıgı anlasılmaktadır.......... Saygılarımla
    _____________________________




  • ilk mesajımda dediğim gibi, burada ihanetten ne anladığınız çok önemli.
    Milli mücadele ruhuna göre, Vahdettin gerçek bir haindir. Çünkü milli mücadele ruhunda sadece iki alternatif vardır. ya istiklal ya ölüm.

    bazı mesajlarda yazıldığı gibi, işgalcilerin sözünü dinleyerek ve onlarla işbirliği yaparak Osmanlının geleceğini kurtarmak, sadece ve sadece kendi koltuğunu korumaya çalışmaktır( Ve işgalciden kurtulmak için, işgalciyle işbirliği yapmakda gerçekten ilginç bir yöntemmiş bu arada). 15 Mayıs 1919 tarihinde Mustafa Kemal ile Vahdettin arasında yapılan konuşmaların yorumu, çok değişik kaynaklardan çok değişik şekilde yapılmaktadır. Bu konuşmayı yorumlamak için öncelikle bu iki kişinin durumlarına ve daha önceki görüşmelere bakmak gerekmektedir.

    Mondros Mütarekesi'nden 5 gün sonra, 5 Kasım 1918'den itibaren Harbiye Nezaretinden Mondros Mütarekesi gereğince ordulara terhis emirleri gelmeğe başladı. Atatürk, aynı gün Adana'dan Sadrazam Ahmet İzzet Paşa'ya ilk ikaz telgrafını çekti: "Ciddî olarak arzederim ki gereken tedbirleri almadıkça orduyu terhis etmeyiniz! Şayet orduları terhis edecek ve İngilizlerin her dediğine boyun eğecek olursak düşman ihtiraslarının önüne geçmeğe imkân kalmayacaktır. Fakat, acıdır ki Mustafa Kemal Paşa tarafından yapılan bütün bu haklı itirazlar etkisiz kalır ve· ordunun terhisine sür'atle devam edilir. Çünkü genel kanaat, İtilâf Devletleri ile herhangi bir mücadeleye giremeyeceğimiz, böyle bir mücadelenin aleyhimize sonuçlanacağı idi. O halde İtilâf Devletlerini gücendirmeyecek, Mondros Mütarekesi şartlarını yerine getirecektik. İstanbul Hükümetinin görüşü ve davranışı bu idi.

    Mustafa Kemal, görüşlerini bildirmek için bir çok kez Padişahın huzuruna çıkmayı denemiştir. Bunların çoğunda kendisine kabul edileceği bildirildiği halde kabul edilmemiş ve saatlerce bekletildiği olmuştur. En sonunda 22 Kasım 1918'de Vahdettin ile görüşme imkanı bulmuş ama görüşlerini söyleme fırsatı bulamamıştır.Görüşmede, Mustafa Kemal'in düşündüklerini anlatmasına imkân bırakmayarak, ordunun, komutan ve subaylarının Mustafa Kemal'i çok sevmelerine binaen padişahın şahsına bir fenalık gelmemesini temin etmesi istemiştir.

    Mustafa Kemal bu görüşmeden sonra, kurtuluşun İstanbul merkezli olamayacağını anlamıştı. Anadolu'da birçok direniş hareketi vardı ama hemen hemen hepsi bölgesel kaldıkları için etkili olamyorlardı. Tek çare, anadolu'da topyekün bir direniş örgütlemekti. Mustafa Kemal'in bir an önce anadoluya geçmesi gerekiyordu. Fakat anadoludaki bir çok ordu dağıtıldığı için, resmi bir görevle geçiş pek mümkün görünmüyordu.

    Bu arada, isyanlar artık işgal kuvvetlerinin canını sıkmaya başlamıştı. Anadolunun her yerinden isyan ve çatışma haberleri geliyordu ve şu aşamada işgal kuvvetlerinin kullanılması, isyanların boyutunun artmasından başka bir işe yaramayacaktı. Sembolik olarak kalmış Osmanlı ordusunun, bu işi yapması çok daha mantıklı idi. Böylece, hem isyanlar bastırılacak, hemde itilaf kuvvetleri işgalci olarak görülmeyecekti.

    İşte tam bu sırada Samsun'da, türk isyancıların rumları taciz ettiği raporları, itilaf kuvvetleri müfettişliğince, İstanbul hükümetine bildirildi ve önlem alınması istendi(Aslında gerçek tam tersiydi). İstanbul hükümeti, itilaf kuvvetlerine zorluk çıkarılmaması gerekliliğini düşündüğü için bu isyanların bastırılması için harekete geçti. Fakat bunu yaparken çok dikkatli olmak gerekiyordu, padişahın ve dolayısıyla İstanbul hükümetinin ters bir durumda kalmaması sağlanmalıydı.

    Mustafa Kemal o dönem, gerek çanakkalede gerek diğer savaşlarda gösterdiği kahramanlıklarla, hem ordu içerisinde hemde milletçe çok sevilen bir subaydı. Fakat son zamanlarda, İstanbul hükümetinin düşüncesine göre, üstüne vazife olmayan şeylere karışıyordu. Bitmek tükenmek bilmeyen, padişahla randevu talepleri, heryerde İstanbul hükümetinin yanlışlar içinde olduğunu anlatması, hükümetin bu adama karşı bir tedbir almasına zemin hazırlıyordu. İşte bu Samsun isyanı, İstanbul hükümetine aradığı fırsatı vermişti. Hem bu ısrarcı adamı İstanbul'dan uzaklaştırmak, hem halkın tepkisini çekmemek için, Mustafa Kemal 9. Ordu müfettişliğine getirildi ve Samsundaki bu düzensizliği kontrol altına alması istendi.

    İşte meşhur 15 Mayıs 1919, Mustafa Kemal-Vahdettin görüşmesi böyle bir ortamda oluştu. Konuşma yukarıdaki mesajlarda yazılmış tekrar yazmayalım. Fakat yorum yanlış yapılıyor. Çünkü Vahdettin'in burada verdiği görev, Samsun ve çevresindeki düzensizliğin kontrol altına alınması ve isyanın bastırılması idi. Görev, İtilaf kuvvetlerine karşı girişilen bu tür faaliyetlere izin verilmemesi gerektiği ve itilaf kuvvetleriyle işbirliği yapılması gerektiği anafikrine uyuyordu. Mustafa Kemal hem aradığı fırsatı bulmuş hemde artık İstanbul'un kurtuluşa çare olamayacağını son bir kez anlamıştı.

    Türk tarihi, övünülmesi gereken bir tarihtir. Çanakkale savaşındaki 57. Alayın hüzünlü hikayesini hepimiz biliriz. Teslim olmaktansa son kişi kalana kadar savaşmışlar ve şehit olmuşlardır. İşte türk milletininde tek bir gün bile, asla esir olmaya veya işgal altında yaşamaya tahammülü yoktur. Türk bayrağını taşıyan son türkün şehid olması pahasına olsa bile. Ve türk milletinin tek bir gün bile işgal altında yaşamasında işbirliği yapanlar en büyük vatan hainidir. Mustafa Kemal'in Gençliğe hitabesini lütfen tekrar okumanızı rica ediyorum.

    GENÇLİĞE HİTABE

    Ey Türk gençliği ! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
    Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet'i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
    Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
    _____________________________
    y ü c e a l l a h ı m
    değiştiremeyeceğim şeyleri kabul edebilmem için bana sabır ver;
    değiştirebileceğim şeyleri yapabilmem için bana cesaret ver;
    ikisi arasındaki farkı bilebilmem için bana akıl ver.




  • vahdettin ile ilgili gerçekleri dile getiren arkadşalarımı kutluyorum. bence asla bir vatan haini değildir. ayrıca nutuktan örnek veren arkadaşıma sesleniyorum acaba atatürk o nutku ne kadar objektif yazmıştır. ayrıca burada ilkokul kitaplarından beri öğretilen tarih bilgileeri ile kalkıp konuşmayın lütfen. ayrıca mstafa kemal anadolu'ya geçerken elde ettiği 9 ordu müfettişliği yetkisi nasıl olduda aynı gün öğleden sonra padişahın onayından geçti. veya neden vahdettin sultanın ahırlarından 6 atı satıp parasını mustafa kemal'e verdi. ayrıca mustafa kemal in cebinde anadolu'ya geçerken yer alan 25.000 lira neydi (bunun makbuzu bile vardır.) bazı arkadaşlar nedense hemen eleştirmeyi tercih ediyor. tarihe baktığımızda bir tarihçi olarak ve vahdettin ile ilgili olarak eserler okumuş biri olarak insanları bu kadar kolay yargılamanın anlamsız olduğunu düşünüyorum. mesela objektif olacaksak eğer alın size objektiflik=mustafa kemal ile osman gazi arasında hiç bir fark görmüyorum neden derseniz ikisi de bir devlet kurucusu. biri osmanlı devleti, birisi de türkiye devleti. neden insanları hain damgası ile yaftalarsınız ki. mustafa kemal de zamanında hainlik yapmadı mı hiç. kendi bacanağının idam cezasını imzalayan adamın yeterince insan sevgisi olduğuna nasıl inanrım ben. şimdi bazı arkadaşlar diyecekki kurtuluş savaşını kazandırdı. be arkadaşım mustafa kemal bile anadolu'da yeralan ve savaşta büyük hizmetlerinden yararlandığı 176 özel kuruluştan 167 sinin kime ait olduğunu biliyormusunuz? ben söyleyeyim m.kemal'in nefret ettiği ittihat ve terakki'ye ait. insanlar herşeyi mustafa kemal'e mal etmeye ne kadar meraklı, kaldıki erzurum kongresi'ni, batı anaodlu kongrelerini, bir takım mitingleri, kuva-yı milliyeyi ve hatta yunanlıra karşı mücadele ettiğimiz batı cephesini bile kurmamış olan mustafa kemal'e tapınır derecedeki bu sevgi bence yersiz. bu savaşta yer alan yüzlerce şehidimizi anan kimse yok. kurtuluş savaşında büyük yararlılıkları görülen celal bayar bile idam sehpasında yargılandı bu ülkede. biz hala neyi sorguluyoruz. biraz tarihin arka yüzüne bakmayı deneyelim arkadaşlar. biraz uzun oldu ama kusura bakmayın...
    _____________________________
    Madem Biliyorsun Neden Öğretmiyorsun (Sümer Atasözü)




  • quote:

    Orjinalden alıntı: magnificent35

    vahdettin ile ilgili gerçekleri dile getiren arkadşalarımı kutluyorum. bence asla bir vatan haini değildir. ayrıca nutuktan örnek veren arkadaşıma sesleniyorum acaba atatürk o nutku ne kadar objektif yazmıştır. ayrıca burada ilkokul kitaplarından beri öğretilen tarih bilgileeri ile kalkıp konuşmayın lütfen. ayrıca mstafa kemal anadolu'ya geçerken elde ettiği 9 ordu müfettişliği yetkisi nasıl olduda aynı gün öğleden sonra padişahın onayından geçti. veya neden vahdettin sultanın ahırlarından 6 atı satıp parasını mustafa kemal'e verdi. ayrıca mustafa kemal in cebinde anadolu'ya geçerken yer alan 25.000 lira neydi (bunun makbuzu bile vardır.) bazı arkadaşlar nedense hemen eleştirmeyi tercih ediyor. tarihe baktığımızda bir tarihçi olarak ve vahdettin ile ilgili olarak eserler okumuş biri olarak insanları bu kadar kolay yargılamanın anlamsız olduğunu düşünüyorum. mesela objektif olacaksak eğer alın size objektiflik=mustafa kemal ile osman gazi arasında hiç bir fark görmüyorum neden derseniz ikisi de bir devlet kurucusu. biri osmanlı devleti, birisi de türkiye devleti. neden insanları hain damgası ile yaftalarsınız ki. mustafa kemal de zamanında hainlik yapmadı mı hiç. kendi bacanağının idam cezasını imzalayan adamın yeterince insan sevgisi olduğuna nasıl inanrım ben. şimdi bazı arkadaşlar diyecekki kurtuluş savaşını kazandırdı. be arkadaşım mustafa kemal bile anadolu'da yeralan ve savaşta büyük hizmetlerinden yararlandığı 176 özel kuruluştan 167 sinin kime ait olduğunu biliyormusunuz? ben söyleyeyim m.kemal'in nefret ettiği ittihat ve terakki'ye ait. insanlar herşeyi mustafa kemal'e mal etmeye ne kadar meraklı, kaldıki erzurum kongresi'ni, batı anaodlu kongrelerini, bir takım mitingleri, kuva-yı milliyeyi ve hatta yunanlıra karşı mücadele ettiğimiz batı cephesini bile kurmamış olan mustafa kemal'e tapınır derecedeki bu sevgi bence yersiz. bu savaşta yer alan yüzlerce şehidimizi anan kimse yok. kurtuluş savaşında büyük yararlılıkları görülen celal bayar bile idam sehpasında yargılandı bu ülkede. biz hala neyi sorguluyoruz. biraz tarihin arka yüzüne bakmayı deneyelim arkadaşlar. biraz uzun oldu ama kusura bakmayın...

    Bu olaya objektif baktığın için tebrik ederim.çok güzel bir açıklama İnsanlar bazı gerçekleri öğrenmesi gerek.Doğru bakarsak doğru görürüz. burada amaç kimseyi rencide etmemek.yalnız gerçekler bilinsin istedik.teşekkürler



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi mavera -- 25 Temmuz 2005, 17:09:18 >
    _____________________________




  • BU TARTIŞMA "ATATÜRK HAİN VE DİNSİZ MİYDİ DEĞİL MİYDİ?" SORUSUNA DOĞRU GİDİYOR!!!!

    Son zamanlarda birileri "gerçekleri ortaya çıkarmak" bahanesi ile, gerçek amaçlarını bu paravanın arkasına gizleyerek abuk subuk tartışmalarla esas amacı olan "Cumhuriyet, Atatürk ve Türk Ordusunu yıpratmak" emeline ulaşma yolunda hızla ilerliyor. Sanki memleketin bütün sorunları çözüldü de sıra Vahdettini tartışma mı geldi?
    1. Ordu komutanı Tolon Paşanın da geçen günki konuşmasında değindiği bir gelişme bu. Vahdettin'in yaptıkları da yapmadıkları da ortadadır. Vatanına ihanet etmemiş olsa bile kaderini yeni cumhuriyetin yasalarına bırakmak yerine alel acele bir "İngiliz Gemisiyle" kaçması elbette ihanetine yorumlanacaktı. Bu gibi bir yıpratma kampanyası şu aşamada kime ne kazandırır:
    -AB maskesi altında SEVR maddelerini gizlice dayatan Batılı emperyalistler,
    -Hiçbir zaman Cumhuriyetle barışmamış, hilafeti geri getirmek; Türkiyede S.Arabistan, İran, Afganistan benzeri baskı ve sömürüye dayanan teokratik rejim kurmak isteyen yobazlar,
    -Maddi ve siyasi çıkar uğruna devletin, Türkiye ülküsünün yıpranmasına göz yuman işbirlikçiler

    Adım adım yaklaştıkları nihai hedefleri en sonunda Cumhuriyeti ve Atatürk'ü Türk halkının gözünden düşürmek, olmazsa konumunu sarsmak ve bu sırada devletin en stabil kurumu olan, Cumhuriyet'in değerlerine en fazla sahip çıkan kurum olan Türk ordusunu etkisiz hale getirmektir.

    Kültürel yıkım sadece abuk subuk kaynanalı diziler ve Coca Cola ile yapılmıyor beyler, Cumhuriyet de Atatürk de bu topraklarda yaşayan halkın bir değeri haline gelmiştir. Osmanlı'yı yüceltirken Cumhuriyeti yerin dibine batırmak da tam tersini yapmak kadar bu halkın geleceğine zarar verir artık.

    Uyanık olma ve görünenin arkasındaki görünmeyeni merak etmek zamanı gelmedi mi artık?



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Baytekin -- 26 Temmuz 2005, 8:49:08 >
    _____________________________




  • 
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.