Şimdi Ara

Mimar ve Neo' nun Konuşması The Matrix

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
39
Cevap
4
Favori
20.611
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
1 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Ne anlatmak istiyorlar arkadalr burada ?

    https://www.youtube.com/watch?v=nqqYScpgRw8


    Edit Youtube videosu tekrar eklendi,


    Mimar: -Merhaba Neo.



    Neo: -Sen kimsin?



    Mimar: -Ben Mimar’ım. Matrix’i ben yarattım. Seni bekliyordum. Kafanda çok soru var, her ne kadar gidişat bilincini değiştirdiyse de, geri dönülmez bir şekilde hala insansın. Yanıtlarımın bazılarını anlayacaksın, bazılarını ise anlamayacaksın. İlk soracağın soru en uygunu olsa da, aynı zamanda önemsiz olduğunu farkedebilirsin ya da farkedemezsin.



    Neo: -Neden buradayım?



    Mimar: -Senin yaşamın matrix’in programlanmasının doğasında bulunan dengesiz bir denklemden arta kalanlarının toplamı. Normalde matematiksel bir kesinliğin armonisi olabilecekken, en samimi gayretlerime rağmen elimine etmeyi başaramadığım bir anomalinin olası sonucusun. Bu anomali, azimle kaçınılması gereken bir sıkıntı olarak kalmasına rağmen, beklenmedik bir şey değil. Seni kaçınılmaz bir şekilde buraya kadar getirdi.



    Neo: -Soruma hala cevap vermedin.



    Mimar: -Çok doğru. Enterasan, diğerlerinden daha hızlıydı.



    (Diğer Şeçilmiş’lerin verdiği cevaplar monitörlerde beliriyor: Diğerleri mi? Hangi diğerleri? Kaç tane? Cevap ver!)



    Mimar: -Matrix senin bildiğinden daha yaşlı. Anomalileri sayarak gidersek, yani bu altıncı versiyon.



    (Bir kez daha monitörlerde diğer Seçilmiş’lerin cevapları beliriyor: Beş versiyon mu? Üç mü? Bana da yalan söylenmiş. Palavra!)



    Neo: -Sadece iki olası açıklama var: ya kimse bana söylemedi, ya da kimse bilmiyor.



    Mimar: -Aynen öyle. Senin de hiç şüphesiz anlamaya başladığın üzere, anomali sistemden kaynaklıydı, en basit denklemlerden iniş çıkışlar yaratıyordu.



    (Diğer Seçilmiş’lerin cevapları bir kez daha monitörlerde beliriyor: Beni kontrol edemezsin! S**tir! Seni öldüreceğim! Bana hiç bir şeyi zorla yaptıramazsın!)



    Neo: -Tercih. Sorun olan, tercih.



    (Sahne değişiyor. Trinity’yi bir ajanla dövüşürken görüyoruz. Sahne tekrar Mimar’ın odasına dönüyor.)



    Mimar: -İlk matrix kusursuza yakındı, bir sanat eseriydi, eksiksizdi, muhteşemdi. Sadece kendi muazzam başarısızlığıyla denk tutulabilecek bir zaferdi o. Kötü kaderinin kaçınılmazlığı şimdi bana, her insanın barındırdığı kusurun neticesi kadar aşikar. Bu sebeple onu, yaradılışınızın değişken acayipliklerini daha doğru yansıtması için tarihinizi temel alarak yeniden tasarladım. Ama bir kez daha yenilerek hayal kırıklığına uğradım. O zamandan beri şunu anlamayı başardım; cevap benden sürekli kaçıyordu çünkü daha az bir akıl gerektiriyordu, ya da belki kusursuzluğun parametreleriyle daha az sınırlı bir akıl... Böylelikle cevap, bir başkasına, ilk başta insan ruhunun bazı yönlerini daha iyi anlamak için yaratılmış sezgisel bir programa, çarpıp tökezledi. Eğer ben matrix’in babasıysam o şüphesiz annesi olurdu.



    Neo: -Kahin.



    Mimar: -Lütfen. Dediğim gibi, o (kahini kastederek) bir sorun üzerinde tökezledi ki bu sayede deneklerin neredeyse %99’u, tercih hakkı verildiğinde, hatta tercihin sadece bilinçaltı bir düzeyde farkında olsalar bile, programı kabul etti. Bu cevap işlese de, ilkesel olarak açıkça kusurluydu. Tersi durumda, çelişkili ve sistemden kaynaklı anomaliyi yaratarak, başıboş bırakıldığında sistemin kendisini tehdit edebilirdi. Programı reddedenler, halen azınlıkta olsalar da, başıboş bırakıldıklarında giderek artan bir felaket ihtimalini oluşturabilirlerdi.



    Neo: -Zion’dan bahsediyorsun.



    Mimar: -Buradasın çünkü Zion yokedilmek üzere. Sakinlerinin hepsi yokedilmek, tüm varoluşu bitirilmek üzere.



    Neo: -Palavra!



    (Diğer Seçilmiş’lerin cevapları bir kez daha monitörlerde beliriyor: Palavra!)



    Mimar: -İnkar etmek, insan tepkileri arasında en tahmin edilebilir olanı. Ama, inan bana, bu onu altıncı yokedişimiz olacak. Ve bu işte müthiş becerikli bir hale geldik.



    (Sahne değişiyor. Trinity’yi bir ajanla dövüşürken görüyoruz. Sahne tekrar Mimar’ın odasına dönüyor.)



    Mimar: - Seçilmiş’in işlevi şimdi kaynağa dönmek, taşıdığın kodun geçici olarak yayımını sağlamak, ilk programı tekrar kurmak. Bundan sonra matrix’ten 23 kişiyi seçmen gerekecek, Zion’un yeniden inşası için 16 dişi, 7 erkek. Bu işleme uyum sağlamaktaki başarısızlık, sistemin matrix’e bağlı herkesi öldürecek bir şekilde çökmesine sebep olacak. Zion’un yokedilmesiyle birlikte bu, tüm insan ırkının soyunun tükenmesi demek.









    Neo: -Buna izin vermezsiniz, yapamazsınız. Hayatta kalmak için insanlara ihtiyacınız var.



    Mimar: -Bizim razı olabileceğimiz hayatta kalma seviyeleri mevcut. Yine de, asıl önemli nokta, senin, dünyadaki her insanın ölümünden doğacak sorumluluğu kabul etmeye razı olup olmadığın.



    (Mimar, elinde tuttuğu kalemdeki bir düğmeye basıyor. Monitörlerde, matrix’in her yerindeki insanların görüntüleri beliriyor.)



    Mimar: -Tepkilerini okumak ilginç. Beş selefin, tasarım olarak aynı tür bir temele dayanıyordu. Seçilmiş’in iş görmesini kolaylaştıran, türünüzün geri kalanına derin bir bağlılık yaratmayı anlamlandıran tesadüfi bir onaya. Diğerleri bunu çok genel bir anlamda yaşarken, senin deneyimin fazlasıyla kendine özgü. Aşk.



    (Neo’nun rüyasında görmüş olduğu, Trinity’nin ajanla dövüştüğü sahne monitörlerde beliriyor)



    Neo: -Trinity.



    Mimar: -Yeri gelmişken, o matrix’e kendi hayatı uğruna, seninkini kurtarmak için girdi.



    Neo: -Yo!



    Mimar: -Nihayet, temel hatanın en sonunda kendini gösterdiği ve anomalinin kendisini hem başlangıç hem de son olarak açığa vurduğu hakikat anına geldik. İki kapı var. Sağındaki kapı, kaynağa ve Zion’un kurtuluşuna açılıyor. Soldaki kapı gerisin geri matrix’e, ona (Trinity’yi kastederek) ve ırkınızın soyunun tükenmesine açılıyor. Senin de münasip bir şekilde ortaya koyduğun gibi, sorun tercihte yatıyor. Ama biz zaten ne yapacağını biliyoruz, değil mi? Zincirleme tepkiyi görebiliyorum. Mantığı ve sağduyuyu ezmek üzere özel olarak tasarlanmış olan, duygu patlamasına işaret eden kimyasal belirtileri, şimdiden görebiliyorum. Bir duygu, basit ve açıkça ortada olan gerçeği karşı şimdiden seni kör ediyor: o (Trinity) ölecek ve buna engel olmak için elinden gelecek hiç bir şey yok.



    (Neo solundaki kapıya doğru yürüyor)



    Mimar: -Hmmph. Umut, insan aldanmasının en bariz örneği. Hem en büyük gücünüz, hem en büyük zayıflığınız.



    Neo: -Yerinde olsam, bir daha karşılaşmamamızı umardım.



    Mimar: -Karşılaşmayacağız



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Robinson_Crusoe -- 21 Ocak 2019; 9:3:21 >







  • Ben bir şey anlamamaıştım bu konuşmalardan zaten anlayan insan sayısınında az olduğuna şüphe yok
  • Tamamını mı anlamadın, sadece anlamadığın kısmı alsak tamamını açıklamak bizi kasacaktır.

    http://forum.donanimhaber.com/m_32254398/mpage_3/key_/tm.htm#32464944 şu uzun yazıyı dikkatle okursan soru işaretlerinin sayısı azalacaktır. Acaba yazılımcı arkadaşlar bu film nasıl yorumlar merak ediyorum.
  • Mimar ne anlatmak istiyor arkadaşlar sıkıntısı ne ? Neo pek konuşmuyor mimar istediği gibi yönlendiriyor,
  • Laf kalabalığı yapıyorlar kimse de birşey anlamıyor
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Romst3rHERE

    Laf kalabalığı yapıyorlar kimse de birşey anlamıyor





  • burda neo nun diğerlerinden farklı olduğunu, insanı insan yapanın duygular olduğunu, kısacası insan olmanın ve insan duygularının başka hiçbir şeyin yerine geçemeyeceğini vurguluyor.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-45A0951B7 -- 15 Ağustos 2009; 15:55:22 >
  • mimar matrix'in sisteminden ve önceki seçilmişlerden bahsediyor. mimar için neo'un görevi ziona geri dönüp geçici de olsa kusursuz olan 1. matrixi kurmak ama neo aşkı seçiyor. ayrıca matrix başlı başına bir bilgisayar programı gibi ve neo bi program hatası , bunu şurdan anlayabiliriz :

    quote:

    Senin yaşamın matrix’in programlanmasının doğasında bulunan dengesiz bir denklemden arta kalanlarının toplamı. Normalde matematiksel bir kesinliğin armonisi olabilecekken, en samimi gayretlerime rağmen elimine etmeyi başaramadığım bir anomalinin olası sonucusun. Bu anomali, azimle kaçınılması gereken bir sıkıntı olarak kalmasına rağmen, beklenmedik bir şey değil. Seni kaçınılmaz bir şekilde buraya kadar getirdi
    .
  • Benim burda anlamadigim enn onemli nokta 6. Kez yok edilen zion mu matrix mi? Zionu dha once yok etmis olmalari garip degil mi? Cunku zion matrix gibi sanal degil
  • Altüstü bir film yahu.Felsefe yapmışsınız vallahi
  • quote:

    Orijinalden alıntı: gyükseltürk

    Altüstü bir film yahu.Felsefe yapmışsınız vallahi


    felsefik bir film olduğundan olabilir mi ?
  • konuşmalar kafa karıştırıcı hak veriyorum
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Crabeinmorn


    quote:

    Orijinalden alıntı: gyükseltürk

    Altüstü bir film yahu.Felsefe yapmışsınız vallahi


    felsefik bir film olduğundan olabilir mi ?


    felsefik diye bir tür olmadığını biliyorsun değil mi ?
  • "Her şey 'Matrix nedir?' sorusuyla başladı. Filmin fragmanlarında sürekli tekrarlanarak, en umursamaz seyircinin bile zihnine merak tohumlarını saçan bir soruydu bu. Internetteki web sitesinin adresi bile bu sorudan oluşmaktaydı: 'whatisthematrix.com', yani 'matrixnedir.com'. Üstelik bu kısacık cümle, iki ayrı soruyu birleştirmekte, iki farklı düzleme atıfta bulunmaktaydı. Bir yandan filmin kurmaca dünyasında yer alan ve kahramanımız Neo'nun peşine düştüğü soruya atıfta bulunurken, bir yandan da 'gerçek' dünyada 'Matrix' isimli filmin ne mene bir film olduğunu çözmeye çalışan izleyicilerin merakını dile getiriyordu. Kahramanımıza 'Maalesef Matrix'in ne olduğu anlatılamaz; kendi gözlerinle görmen gerek' dendiğini biliyorduk elbette. Kısacası bu hınzır film, daha sinemalarda boy göstermeden hinliğe başlamış, izleyiciyi çift anlamlarla dolup taşan dünyasının oyununa getirip ağına düşürmüş, kurmaca ile gerçek daha 'Matrix nedir?' sorusundan başlayarak ayrıştırılamaz hale gelmişti bile. Trinity'nin de dediği gibi 'Hepimizi harekete geçiren aynı soruydu'".
    Yukarıdaki paragraf, Sinema Dergisi'nin Kasım 1999'da çıkan 57.sayısında, ilk Matrix filmi üzerine yazılan yazının giriş paragrafının neredeyse birebir aynısıdır. Zira Niobe'nin de söylediği gibi, "bazı şeyler değişir ama neyse ki bazı şeyler değişmez".
    Madem her şey bir soruyla başlıyor ve madem her şey bir devrimle sonlanıyor, Marx'ın, cevabı olmayan sorunun sorulamayacağı yolundaki önermesini de ciddiye almak gerekiyor. Gerçekten de filmin öykü dünyası içindeki matrix'in ne olduğunu sormak mümkündü zira, seyircilerin halihazırda cevapları vardı, ya da Marksist terminolojiyle söylemek gerekirse, soruyu cevaplamanın maddi koşulları hazırdı. Gelip kendi gözlerimizle gördüklerimiz, zaten gün be gün göregeldiklerimizden başka bir şey değildi:
    Matrix bir "yalan dünya, herşey bomboş"tu; Matrix sistemin bizi uyutan ideolojik aygıtydı; kitlelerin afyonuydu. Matrix, internetten bilgisayar oyunlarına, sanal gerçeklikten bizzat sinemaya kadar uzanan çağımızın yabancılaştırıcı, içe kapatıcı, iletişim bozucu, dünyanın çivisini çıkartan her tür aygıt ve beraberinde getirdiği sözde iletişim kültürüydü; markalar, kerdi kartları, spor arabalarla içine yuvarlandığımız tüketim çılgınlığıydı. Matrix, istisnasız hepimizin içinde yaşadığımız dünyadan şu veya bu biçimdeki şikayetlerimizin cisimleşmiş haliydi. "Sistem çok güçlü yapabilecek bir şey yok, elden ne gelir ki"lerimizin, "batsın bu dünya"larımızın, "durdurun dünyayı inecek var"larımızın, komplo teorilerimizin, birileri bizi kurtarmadıkça pasif kalmaya mahkum olduğumuza inancımızın onaylanmasıydı adeta. Birinci düzlemdeki "Matrix nedir?" sorusuna, bir yenilik getirdiği için değil, tam da hazırcevaplığımızı onayladığı için tavlandık. İkinci düzlemdeki sorunun, sinemada devrim yapan cevabına ise uyanamadık.
    Bundan dolayı Matrix bize çok tanıdık bir çatışkıyı sunarak başladı yoluna: İyi insanlar ve kötü makineler karşı karşıya. Her ikili karşıtlıkta olduğu gibi bu karşıtlık da, başka ikililerden destek alarak bir sistemin içine konumlanmış; böylece anlam kazanıp, bizim duygusal yatırımımızı kendine çekmişti: sanal ile gerçek, uyutulmak ile uyanık olmak, zenci ile beyaz, kadın ile erkek ve ikili zıtlıkların en temelinde yer alan yaşam ile ölüm, bu matriste yerlerini alarak, aşina bir dünya da taraf olmaya çağırmıştı bizi. Bu çağrıya icabet etmek zor değildi. Bu ikili karşıtlıklar sistemi zaten hepimizin dünyaya bakışımızı şu veya bu biçimde şekillendirmekteydi ve karşıtlıkların hangi tarafında yer almayı seçmiş olursanız olun, karşıtlığın kendisine tepki duymayabiliyordunuz.
    Ben demek için, biz demek için, önce benlik sonra çeşitli kimliklerle donanmak, zırhlanmak için, olmazsa olmaz bir anlayıştı karşıtlıklar. Olmayana ergi yöntemiyle kolay tarafından benlik, kimlik edinmek, ne olduğuna fazla kafa yormadan ne olmadığını ilan etmek, etki etmeye emek harcamaktansa tepki vermek, sözde gerçek dünyamızın geçer akçeleriydi zira. Kazanacaktık çünkü haklıydık; haklıydık çünkü insandık; insandık çünkü makine değildik, işte o kadar.
    İkinci düzlemdeki "matrix nedir" sorusuna da, bu iç rahatlığıyla yaklaştık, eski tasa, gıcır gıcır yepyeni bir hamam sunduğunu düşünüp, yıkanıp yuvunmaya başladık. Filmin atıflarını hoş şıklıklar olarak algılamayı, felsefi göndermelerini ise Morpheus'un gözlükleri (ki "Ghost In The Shell"e bir atıftı) ve Neo'nun paltosu (ki Sufi felsefesine bir göndermeydi) ile aynı düzlemde ele almayı, bu nesnelerin bizi nereye götüreceğinden çok, nasıl edinebileceklerine kafa yormaya tercih ettik. Neo kırmızıyı seçerken, biz mavi "hapı yuttuk", hoş bir rüya olan matrix filminden uyanıp, hayatımıza kaldığımız yerden devam ettik.
    Ancak, mavi hapı yutmakta acele etmeyenlerin huzurunu bozan, birçok ipucu da vardı filmde: gerçek ile sanal karşıtlığın aslında var olmayabileceğini, insan ile makine karşıtlığının da pekala yalan çıkabileceğini fazlasıyla belli ediyordu film. Nitekim filmde "Matrix nedir?" sorusuna hep soruyla karşılık verildi. Üstelik ünlü "kırmızı hap mı, mavi hap mı?" sorusu gibi, bu soruların her biri, bir seçim dayatıyordu. Gerçek soru, varolanı tanımlamak değil, varolanın karşısında bizim ne karar vereceğimizdi. "Öteki nedir?" sorusu yerini, "sen kimsin?" sorusuna bırakıyor, kimlik tanımlardan değil eylemlerden damıtılıyordu. Farkındalık için seçim yapmak, seçim yapabilmek için ise risk almak gerekiyordu. Her köşe başında bir yol ayrımı sunan filmin asıl sorusu, cevabını vermenin koşulları hazır olmadığı için sorulamayan soru, "ne yapmalı?" sorusuydu.
    Gelgelelim izleyicilerin çoğu, bildik karşıtlıklarla haşır neşir olmayı, filmin karanlık sulara yelken açtıran detaylarıyla uğraşmaya yeğlediğinden; karar vermek, risk almak ve harekete geçmek, sadece Seçilmiş Biricik kişinin, yani günah keçisinin işi sanıldığından, her sahnede Neo'yu karar vermeye zorlayan soruları, kendi üzerlerine almaktan imtina ettiklerinden, "Matrix Reloaded" gelip, "Matrix"in zaten ima ettiklerini ayan beyan söylediğinde, üstelik pasif seyirciyi düpedüz dışlayan bir film dili tutturduğunda, Morpheus gibi inancını yitiriverdi. Belki de Matrix filmine tepki göstermek için ikinci ve üçüncü filmleri beklemeyip, daha baştan tavır koyanlar, hayranlıkla sarılanlardan daha iyi anlamıştı Matrix'in sinemada yaptığı devrimi.
    Matrix Reloaded'ın gerçekten de Matrix'in söylediği her şeyi sil baştan ettiğini düşünen, hatta ihanete uğramışlık hissiyle sinemadan ayrılanlar az değildi. Oysa bilgisayar oyunlarının "reload" mantığı bir silme değil, yeniden denemedir. Önceyi yok saymak değil, tersine yeniden dönecek kadar önemsemektir. İlk denemeden ders alıp, aynı hataları tekrarlamama kararlılığını ve bu denemenin de son deneme olmadığını, bu kez yeni hataların yapılacağı bilgisiyle, bir kez daha "yüklemeye" gönüllü olarak oynanan oyundur.
    Dolayısıyla "Matrix Reloaded", asıl soruyu sormamızı sağlayacak koşulları hazırlayan bir film oldu. Artık ilk filmde olduğu gibi, salt sinema salonundaki saat geçirerek takip edilecek bir film yoktu karşımızda: ya filmin dayattığı oyunu oynayacak ya da fena halde sıkılacaktık. Filmin "geçici" sonuna varıldığında, birinci filmde var gibi görünen tüm ikili karşıtlıklar silinmişti artık. Neo insan olmasına karşın "gerçek" dünyaya da, sanal dünyaya olduğu kadar müdahale edebiliyor; Ajan Smith bir program olmasına karşın, insan bedenine girip, gerçek dünyaya sızabiliyor; Neo'nun biricik olmadığı ortaya çıkıyor ve artık sadece Matrix'in yeşil kodlarını değil, gerek sanal, gerekse gerçek dünyanın özü olan, altın rengi enerjiyi de sezinleyebiliyordu. "Enter The Matrix"i oynamış olanlar, üçüncü filmi beklemeden Kahin'in de beden değiştirdiğini öğrenmiş, Sati'nin gelişinin müjdesini almışlardı. Animatrix'leri izleyenlerin ise makinelere kötü, insanlara iyi diyecek yüzü kalmamıştı.
    Kısacası bu ikili sistemin tüm dayanakları erimiş, ayağının altından yer kaymıştı ve üçüncü film ile devrim başladı. Biçimi içeriğe her daim uyduran, sanılanın aksine biçimi bir şıklık değil, anlamın taşıyıcısı olarak gören Wachowskiler'in de neden "üçleme" formunu tercih ettikleri, ortaya çıktı. Temel derdi ikiliklere karşı çıkmak olan bir projenin, iki filmde kalması beklenemezdi.
    İlk filmi göklere çıkartırken, ikinci filmi "meğerse" Zion'da sanalmış, Neo'da programmış, devrimci sandıklarımız sistemin kuklasıymış" diye düşünüp hayal kırıklığına uğrayanlar, bu hayal kırıklığını Matrix filmleri ve Wachowski kardeşlere aynen yansıtarak "meğer bu da bir para tuzağıymış, meğer bu yönetmenler de parsayı toplamak derdindeymiş" deyiverdiler. En önemlisi de projenin tek filmlik olduğunu devamlarının sırf ticari amaçlarla çekildiğine ikna oldular. Sorunun cevabı kolay olmaktan çıktığında, soruyu reddettiler. Ne demeli ölen ölür, kalan sağlar bizimdir!

    İki arada bir derede, Neo nerede?
    "Matrix Devrimleri", yani üçlemenin son halkası, "Mobil Ave" isimli bir metro istasyonunda başlıyor. Yani "Hareketli Bulvar" durağında. Sekans boyunca kadrajda aslan payını kapan bu yazı, siz önemsemeyip görmezden gelseniz bile gözünüze sokulduğundan, eninde sonunda bu basit ismin, yanlış, daha doğrusu eksik yazılmış olduğunu fark ediyorsunuz.Zira İngilizce'de hareketli anlamına gelen kelime "mobil" olarak değil, "mobile" olarak yazılıyor aslında. Yani ortada bir kayıp "e" harfi var. Nasıl ki Neo hayatında bir şeylerin eksik olduğunu farkedince başlamışsa yolculuğuna, bu eksikliği analmla doldurma arzusu da bizi "harekete" geçiriyor.
    Aradığımızı bulabilmek için adı eksik bu mekanın ne mene bir mekan olduğuna kafa yormak gerekiyor. Kuşkusuz her durak gibi, bu durak da iki nokta arasında, yola çıkılan yer ile, varılacak yer arasında duruyor. Ama durakların çoğunun aksine, bu durak, ikili karşıtlıkların aslında tam ortasında yer alıyor. Yaşam ile ölüm, Matrix ile gerçek dünya, silinme ile aktive olma arasında bir bekleme yeri, hem insanlar, hem de programlar için. Bir ucu Hell Club yani Cehennem Kulübü'ne, diğer ucu "vaad edilmiş topraklar" anlamına gelen "Zion"a açılıyor. Demek ki, dini terimlerle bakıldığında, cennet ile cehennem arasında yer aldığından, buraya "araf" demek gerekiyor. Nitekim Hıristiyanlığa göre, vaftiz edilmeden ölenlerin, yani henüz sisteme entegre edilmemiş yeniliklerin mekanı da "araf". Mobile Ave.'de karşımıza çıkan Sati karakteri de tam olarak, sisteme entegre edilememiş bir yenilik.
    Öte yandan ortada bir Trenci olması bizi tek tanrılı dinlerden öteye, bir kez daha mitolojiye geri döndürüyor. Trenci, mitolojinin ünlü Kayıkçı'sı Charon'a denk düşüyor, yani ölüleri ölüler diyarına taşımakla görevli olan kişiye. Geçiş parasını vermeyen ölüler, karşıya geçemiyor ve sonsuza kadar ölüler ile canlılar diyarının arasında asılı kalıyorlar. Zaten ölüler diyarının tanrısı Hades'in karısının ismi de Persephone olduğundan, trencinin Merovingian için çalışıyor olması, bu bağlantıyı güçlendiriyor.
    Başka bir anlamsal çerçeveden bakarsak, ve ilk kez bu mekanda tanıştığımız Sati'ye "son sürgün" dendiğini de anımsarsak, bu mekanın iki ülkenin arasında bulunan ve"no man's land" olarak tanımlanan sahipsiz topraklar, yersiz yurtsuz, sürgün ve mültecilerin yaşadığı yerler olarak görmek de mümkün. Ama madem film bilgisayar dünyasında konuşlanıyor, bu durağı anlamlandırmaya çalışırken bilgisayar terminolojisinden de yararlanılabilir pekala. Bu açıdan bakıldığında Mobil Bulvarı'nı, "geri dönüşüm kutusu" olarak algılamak gerekiyor, yani, silinecek dosyaların yok olmaya gönderilmeden beklediği, geri çağrılabilecekleri gibi, yok da edilebilecekleri bir ara aşama.
    Tüm bu açılımlarla uğraşmak istemeseniz bile, Neo'nun bedeninin komada, yani ölüm ile yaşam arasında yattığını bildiğinizden, bu mekanı komahalinin izdüşümü diye görüp geçmeniz bile mümkün. İster dini, ister siyasi, ister bilgisayar terminolojisini kullanalım, aynı kapıya çıkıyoruz, hep bu mekanı bir orta nokta, karşıtlıklar arası sınır çizgisi, belirsizlik hali, arada asılı kalma durumu olarak tanımlamak zorunda kalıyoruz. Zira önemli olan "kelime değil, kelimenin ima ettiği bağlantı", tıpkı bu mekanda karşımıza çıkan Rama'nın söylediği gibi.
    İşte tam bu noktada bu mekana, nereden bakarsak bakalım atfettiğimiz özelliklerin, İngilizce'deki tek bir kelimenin, "limbo" kelimesinin sözlük karşılığı olduğunu anımsamamak mümkün değil. Böylelikle kayıp "e" harfinin gizemi de çözülmüş oluyor, zira "mobil", "limbo"nun, anagramından başka bir şey değil, yani aynı harflerin yerlerinin değiştirilmesiyle ulaşılan, yeni bir kelime. Hareket ile durmak, bir yerden bir yere gitmek ile yerinde saymak arasındaki yegane farkın bir yerleştirme, düzenleme farkı olduğunu da görüyoruz böylece. "e" yazılsaydı anagram olmayacaktı, doğrudan "limbo" yazılsaydı, bu anlama kendimiz ulaşmış olmayacaktık, kelimenin ardında yatan bağlantılar değil, kelime önemli hale gelecekti. Bu mekanda Neo'nun karşısına çıkan aileyi de incelemek gerekiyor. Öncelikle baba, "Matrix Reloaded" filminde, Neo, Merovingian'ın lokantasına girerken, yaka paça dışarı çıkarılmakta olan adamın ta kendisi. Sadece filmleri izlemekle yetinenler için, bu adamın "neyin nesi ve kimin fesi" olduğunu söyleyecek tek ipucu da bu. Oysa "Enter The Matrix" oyununu oynamış, böylece filmin, sinema salonlarında yer almayan parçalarını izleme şansına kavuşmuşsanız, çıkartabiliyorsunuz bu karakterin önemini. Oyunun belli bir aşamasında Ghost karakteri, yeni bedeniyle ilk kez arzı endam eden Kahin'e, "sana ne oldu?" diye soruyor. Kahin'in verdiği cevap ise şu oluyor: "güvendiğim iki program, terminasyon kodumu Merovingian'a sattı. Sevgi adına çocuklarının yaşamı adına. Bu çocuk hem senin hem de benim dünyamı ebediyen değiştirecek" diyor. Sözü edilen iki programın, Mobil Ave.'de karşımıza çıkan çift olduğuna şüphe yok. Demek ki Rama, Merovingian'ın lokantasında, tam da bu alışverişi yapmak için bulunmaktaymış, ikinci filmde.
    Öte yandan bu karakterin adı Rama Kandra, yani Hinduizm'e göre, Tanrı Vishnu'nun yedinci cisimleşmesiyle adaş bir karakter. "Matrix Devrimleri"nde gördüğümüz "Matrix"in, yedinci versiyon olduğunu bildiğimize göre, bu karakterin de yedinci versiyon olması tutarlı. Tanrı Vishnu, Bharma ve Shiva ile birlikte"üçlü" tanrı sisteminin bir ayağını oluşturuyor. Bharma yaratıcı, Vishnu koruyucu ve Shiva yok edici işlevleri yükleniyorlar. Bu durumda Rama karakteri, koruyuculuk işlevini taşıyor.Tüm yaptıklarını kızını korumak uğruna yapıyor olması bundan olsa gerek. Rama'nın "işinin", bir program olarak görevinin, Geri Dönüşüm İşlemleri Müdürü olması da bu açıdan anlamlı, hem koruyuculuk işlevi hem de 'limbo'da ki varlığıyla örtüşüyor.
    Bu noktada "her iki dünyayı da değiştirecek olan Sati"ye daha yakından bakmamız gerekiyor. Sati, ismi de Hint inancında yerini buluyor. Hatta denilebilir ki, Batı dünyasının en iyi bildiği Hint geleneğiyle örtüşüyor, zira Sati, kocası öldükten sonra onunla birlikte canlı canlı yakılan kadınlara verilen isim. Nitekim bizim alınganlığımızdan hiç de geri kalmayan Hint basını, filmde bu ismin kullanılmasının Hint kültürünün kötü temsil edilmesine yol açıp açmadığı polemikleriyle bir hayli çalkalanmış. Gelgelelim kelime olarak Sati "amacını kaybetmek" anlamına geliyor ve felsefi açılımının, "hayatın bir amacı olması gerekliliğinin ötesinde bir amaca ulaşmak için bilinçli çaba" olduğu düşünülüyor. İşte Matrix'in Sati karakterine yüklemek istediği anlam da bu, zira biliyoruz ki Sati'yi ayrıcalıklı kılan, "amacı olmayan bir program" olması. Bu aynı zamanda insan ile program arasındaki farkın, ayrımın da tümüyle ortadan kalkması anlamına geliyor zira, programların bir amacı var ama insan hayatının yok. Sati, sevginin ürünü, amaçsız program olarak, Matrix efsanesinin üzerine kurulu olduğu insan ile makine ayrımını yok eden, son noktayı koyuyor. Tabii bilgisayar dünyasında amaçsız program, parametresi olmaya dolayısıyla teorik olarak her şeyi yapabilecek bir program sayıldığından, Sati, güneşi var edebilen bir Tanrı mertebesine de yükseliyor.
    Öyle anlaşılıyor ki, ilk "Matrix" filminde derin uykudan uyanan Neo, sadece ikili karşıtlığın bir tarafından ötekine geçmiş oldu, oysa son filmde derin uykudan uyanabilmek için, karşıtlığı yok eden, "iki arada bir derede"likle yüzleşmesi, "iyi ve kötünün" ötesine geçebilmesi gerkiyordu.

    Önce söz vardı, sonra söz verildi
    Malum bilgisayarın "delete" ya da "sil" tuşuna bastığınızda aslında herhangi bir dosyayı silmiş olmazsınız. Yaptığınız adını silmektir sadece. Ad ise, bir bağlantı noktası, bir ara kablo, söz konusu dosyayı diğer dosyaya göre konumlayan bir şifredir sadece. Böylece dosya bilgisayarda varolmaya devam ettiği halde ulaşılamaz hale gelir, dosyayı arayıp bulmak samanlıkta iğne aramak, hatta deli pösteki saymak kadar meşakkatli bir çabaya dönüşür. Dosya kaybolur; yok olmak anlamında değil, bulunmamak anlamında. Sati'nin babası Rama bir bilgisayar programı olduğundan, bu yalın ama derin mekanizmayı içselleştirmiş bir bilgelikle konuşur: "Sevgi sadece bir sözcüktür önemli olan bu sözcüğün yarattığı bağlantıdır", "karma sadece bir sözcüktür önemli olan yarattığı bağlantıdır" der. Sevgi, iki varlık arasındaki bağlantıya verdiğimiz addır. Ad silinince sevgi yok olmaz ama bulunması olanaksızlaşır, kaybolur. Keza karma, (ki, Doğu dinlerinin tek tanrılı dinlere tercüme edilirken yaşadığı eksik çeviriyle kaderdir ancak) yaşamımızla kurduğumuz bağlantının adıdır.
    Bundan dolayı Matrix'de söylenen son cümle "bilmiyordum, inanıyordum "dur. Bundan dolayı, ilk filmde inancı temsil eden Morpheus, inancını kaybetmiş, neden Uyku Tanrısı ile adaş olduğunu kanıtlayarak, sahte peygamber olmaktan öteye gidememiş, Neo gibi ikinci bir uyanış yaşayamamıştır. Bundan dolayı asıl İnançlı olan Kahin'dir. Zira Kahin, inanıyorum derken, bir olasılığa inandığını belirtiyordu, oysa Morpheus bir kesinliğe inanmaktaydı. Kesinliğe inanan için Neo'nun biricik değil, altıncı versiyon olması tüm inancını yitirmesine yeter de artardı, nitekim öyle oldu. Oysa olasılığa inanan için, diğer olasılıkların denenmiş olması, inancı körükler. Neo ancak beş kez Zion'u kurtarmayı tercih ederse, altıncı da bu döngüyü kırabilecek deneyim birikimine erebilir. Minerva'nın baykuşu ancak gece uçabilir.
    Kahin'in sürekli tekrarladığı gibi, "başlangıcı olan her şeyin bir sonu vardır ve sona eninde sonunda, şöyle veya böyle varılacaktır". Kısacası Kahin'in tek inandığı "son"dur. Karmasına müteşekkir, kaderini seven, yani sonluluğa kucak açmış bir karakterdir Kahin. Bu açıdan Kahin'i oynayan oyuncunun, ölüm yüzünden değişimi, kaderin her anlamda bir cilvesi gerçekten.
    Bir şeyin hep böyle gelmiş olması, hep böyle gideceği anlamına gelmez. Tersine, "son" tek evrenselse eğer, eninde sonunda ve ne kadar tekrar etmişse o kadar yakında, bu döngü sona erecektir. Bu yüzden anlamsızdır "böyle gelmiş, böyle gider" kaderciliği. Bu yüzden kadercilik, aslında kadere inanmamaktır, kaderi reddetmektir. Kaderi sorumluluktan kaçmanın bir bahanesi olarak sunan Batı zihni, bireyin kendini içinde bulduğu koşullar bütünlerinin tümüne, kadere yaptığını yapar: mutlaklaştırarak ardına sığınır. Ya kaderi ve sistemi reddetmek, ya da kader ve sistem yüzünden neler yapabilecekken yapamadığına hayıflanmak kalır geriye. Oysa cevaplanamayacak soru sorulamaz. Seçenekler asla iki mutlak, kırk katır ile kırk satır değildir. Kırmızı hapı yuttuktan sonra bile geri dönüş vardır, Cypher'ın bize daha ilk filmde gösterdiği gibi. Beş kere üst üste yanlış kapıdan geçip, altıncı da doğru kapıyı bulmak mümkündür. Hatta, ancak beş kere sol kapıdan geçilmişse, altıncı da doğru kapı, sağdaki kapı olabilir. Hayat bize ne sunarsa sunsun, sunulu olanla ne yaptığımıza son tahlilde karar veren bizizdir. Tek sorumluluğumuz da, bu kararı kendimizin vermiş olduğunu kabul etmek üstlenmektir. "Ben de böyle olsun istemezdim ama bu şartlarda elden başka ne gelirdi?" diye başlayan düşünce sistematiği bu nedenle anlamlı değildir.
    Kelimeye değil ardında yatan bağlantıya önem veren kelimeler, bundan dolayı, insani vasıfların en değerlisi sayılan sorumluluğa gerçekten sahiptirler. İster iyi ister kötü olarak sunulsunlar, istisnasız tüm makine ve programlar sözünün eridir "Matrix Devrimleri"nde. Merovingian kötü bir karakter olsa da, bir kez "tamam Neo'yu bırakıyorum" dediğinde bırakır. Alnına dayana tabanca çekildiğinde, sözünden dönmek bir olasılık bile değildir zira, söz vermek ile yapmak arasında bir ayrım yoktur onun için. Söz ile eylemi ayıran, sözleri her daim eylemlerle desteklemek sorumluluğundan kaçan insanlardır. Mimar "ben insan mıyım ki sözümün söz olduğunu belirtmek gereğini duyayım?" diye sorarken haklıdır.
    Nietzsche'nin insanın en üstün özelliği, onu süper insan yapacak özelliği olarak, sözünün eri olmayı göstermesi de bundandır. Söz vermek "performatif" bir fiildir, yani söylemek ile yapmak arasındaki farkın minimuma indiği ifadelerden biridir. Bu durumda sözlerimizi tutup, ağzımızdan çıkan tüm sözleri eyleme dönüştürebilirsek, sözle var eden bir varlığa, yani bir çeşit tanrıya dönüşmek mümkün olur. Söz vermek derken kullandığımız "söz" kelimesi ile, dilin temel birimi olan sözün eşanlamlı olması da boluna değildir. Sarf ettiğimiz her sözün arkasında durmayı becerebilirsek, söylemek ile yapmak arasındaki tek fark bir zaman farkı, bir erişim hızına dönüşecektir. Kısacası makineleri sorumluluk sahibi yapan, olguların nedenlerini koşullarda, sistemde, ötekilerde aramak yerine karmayı kabullenmeleri ve kendi sözlerine de o yüzden mutlak değer verebilmeleridir.

    Dostane programlar ve kararında kararlar
    "User friendly", yani "kullanıcıyla dost" tabir edilen bilgisayar programları, kendi mantığının bizdeki karşılığını, bize danışan aletlerdir. Biz ondan bir şey istediğimizde "benden bunu yapmamı istiyorsun. Ben de bunu yapabilirim ama bunu yapınca sonucunda şu da olacak bunu da istediğine emin misin?" sorusunu sormaya programlanmış alettir bize "dostane" gelen. Gerçekten de "dost acı söyler" derken kastedilen de, bundan başka bir şey değildir. Dost, bize isteklerimizin sonuçlarını anımsatan ve bizi bu sonuçları da hesaba katarak istediğimizi sandığımız şeyi "gerçekten" isteyip istemediğimizi düşündürtendir. Sorun asla ne istediğimiz değildir; zira her şeyi isteriz, sorun isteklerimizin yol açacağı sonuçlara rağmen bir şeyi isteyip istemediğimizdir. İstek, arzu, tutku derken kastettiğimiz, olası sonuçlarına rağmen istemektir. Bu yüzden kader, sistem, arzu, koşullar, bizim engellerimiz değil, kötü sonuçlar doğurarak ne istediğimizi anlamamızı sağlayan altyapıdırlar. O yüzden karmasına müteşekkirdir Sati'nin babası. Karmasıdır zira ona önceliklerini belirleme şansı tanıyan, ne istediğini anlamasını sağlayan, ona hayatı anlamlı kıldıran. Amacı olmayan bir programın varlığına inanmasını, yani yaşama inanmasını sağlayan.
    Kuşkusuz Merovingian'ın ilk belirdiği andan itibaren sonuçlardan, bedellerden söz etmesi de bundandır. Ama O, sonuçları mutlaklaştıran, ilkel bir programdır. Dostane olmadığı için, olası sonuçlar konusunda uyarmaz. Bir karar sonunda hangi sonuca yol açıyorsa, o karardan çıkabilecek tek sonuç bu imiş gibi davranır. İşte tüm olumsuz anlamlarıyla kadercilik budur ve karmasına müteşekkir olanlar kaderci değildir, kötü sonucu göze alır ama tercih etmez. Tıpkı Trinity'nin Merovingian'ın kafasına silahı dayarken yaptığı gibi.
    Kaderini sevmek "nasılsa kötü olacak iyisi mi ben baştan kötü olanı isteyeyim" değildir. Kaderi reddetmek, sorumlu olmadığın sonuçların sorumluluğunu üstlenip ezilmeye, kadercilik ise her şeyin sorumluluğunu bir ötekine atmaktır. Kaderini sevmek, yapıp ettiklerinin sorumluluğunu üstlenmek ve yapıp ettiklerinin mutlak sonuçları olacağı büyüklenmesinden uzak durmaktır.
    Son tahlilde hepimizin kaderi aynıdır, ister kadın ister erkek, ister çocuk ister yetişkin, ister beyaz ister siyah ve ister insan ister makine olalım, hepimizi aynı kader bekliyor; ölüm. Bundan dolayıdır ki "Matrix Devrimleri" sürekli tekrarlanan bir "deadline" sorununu gündemde tutar, 22 saat sonra yok olacak bir Zion sorunuyla başlayıp geri sayımı sürdürüp durur. Çünkü arada verilen tüm kararları anlamlı kılan işte bu limittir. Hayata anlamını veren ölümdür tıpkı Ajan Smith'in dediği gibi. Gelgeleim Ajan Smith'i çığrından çıkaran bu gerçeğe isyandır. Kendini insandan ayrı tutmak konusundaki tutkusu da, ölümü kendisinden uzak tutma çabasından başka bir şey değildir. Oysa insanlar gibi onun da bir sonu vardır ve bu sonu kabullenmedikçe yaptığı her şeyi yanlış yapmaya mahkumdur.
    Ajan Smith ölümlü olanın beden olduğunu düşünmekte, bedenden kaçarak ölümden de kaçabileceğini sanmaktadır. Bu yüzden ilk filmde terden iğrendiğini söyleyerek başlamış, ikinci filmde, bedeniyle barışık olmadığını kendini keserek gösteren Bane'in bedenine girmeyi tercih etmiş ve üçüncü filmde bedenden, zavallı bir et yığını olarak söz etmiştir. Beden ile zihin arasında bir karşıtlık kurarsa, yaşam ile ölümü de birbirlerinden sonsuza kadar ayırabileceğini sanır. Neo'yu da mutlak karşıtı olarak algılar. Kısacası Ajan Smith bu filmin tek kötü adamıdır, çünkü sonuna kadar ikili karşıtlıkları mutlaklaştırmakta ısrar eden, bir o vardır. Sonunda karşıtıyla yek vücut, hemhal olarak, böyle bir karşıtlık olmadığını, ilk elden deneyimleyerek öğrenir. Bu açıdan Ajan Smith, sadece siber-anarşizmin ve post-hümanizmin eleştirisi değil, tüm ikili karşıtlıklara saplanmışların eleştirisi olarak vardır filmde.
    Matrix Üçlemesi, son noktayı koyduğunda bizi ikiliklerle değil, üçlülerle düşünmeye çağırmak için elinden geleni yapmış oldu. İster bugün olduğu gibi insanlar makineleri enerji üretmek için kullanıyor olsunlar, ister Matrix dünyasındaki gibi makineler insanları… her şeyin özünde enerji olduğunu söyleyerek bitirdi sözlerini. Neo da karşıtıyla birleşip aslına rücu etti, enerjiye dönüştü. Zaten baştan beri bizi harekete geçirecek bir motivasyon kaynağı olmaktan başka neydi ki? Ve kahramanlık, karar verebilmek ama kararını değiştirebilmek, söz verebilmek ama sözünün ardında durmaktan başka nedir ki?
    Ne mutlak bir geri dönüşsüzlük var kararların sonunda (çünkü neyse ki hiçbir şey bizim kararımıza kalmıyor sadece) ne de mutlak bir fark etmeme durumu (çünkü her şey de kontrolümüz dışında değil, neyse ki) Bu yüzden "bazı şeyler hep değişir ve bazı şeyler neyse ki hiç değişmezler", bu yüzden ne istiyorsun sorusunun cevabı gerek dosttan gerek düşmandan kelimesi kelimesine aynıdır: "sen ne istiyorsan onu". Geçmişi ve geleceği şimdide birleştiren andır karar anı ve ne geçmiş, ne gelecek bizim tekelimizde değildir. Geçmişin sonuçları yüzünden bu karar anının geldiğinin bilincinde, gelecekteki olası sonuçların farkında ve tüm bunların karar vereni aştığını da kabullenecek kadar mütevazı bir kahramanlıktır her karar. Bu anlamda iyi karar yoktur, zira tek karar kötüye "rağmen" alınan karardır. Bu nedenle Kahin, Morpheus'a, biraz da sabırsızlanarak, "tek istediğim bir karar vermen" demektedir. Zira Kahin, Morpheus'un karşısına, risklerini göze alarak verdiği kararların bedelini ödemiş birinin olgunluğuyla, yepyeni bir bedende oturmaktadır.
    Ölüm karşısında ya her kararı bir ölüm kalım meselesine döndürmek, ya da her kararı anlamsız bulmak gibi tepkiler veriyoruz, oysa kaderini sevmek demek kararlarımıza kararında yaklaşmaktan başka bir şey değil.* İster bu sonlu hayatta nerede duracağımıza dair karar veriyor olalım, ister Matrix filmleri hakkında son kararımızı açıklıyor olalım. Karar sizin…

    Tuna Erdem
    Sinema - Ocak '04


    --- Yukarıdaki makalenin yazarı altı çizilen cümlelerde tarafımızca fikir birliğine varılan düşüncelerden farklı şeyler yazmış. Bu bağlamda düzeltmek gerekirse: Birincisi, sadece bir tek Neo vardır. Önceki beş Matrix'in seçilmişleri Neo ile aynı kişi değildir. Ortak özellikleri sadece "The One" olmalarıdır. Hepsi farklı karakterde, farklı yaşam tarzlarından gelen, kendilerine ait iradeleri olan insanlardır. Hatta Neo diğer seçilmişlere göre tamamen farklı davranışlar sergilemektedir. Mimar'ın deyişiyle "diğerlerine göre daha hızlı"dır. Dolayısıyla "Neo ancak beş kez Zion'u kurtarmayı tercih ederse, altıncı da bu döngüyü kırabilecek deneyim birikimine erebilir" cümlesi filmde anlatılmak istenen durumu tercüme edemez. Çünkü eğer durum cümledeki gibi olsaydı, "seçilmiş kişi" her Matrix'te aynı kişi olurdu, sanki hep reankarnasyona ya da ona benzer bir şeye maruz kalıyormuş gibi. Hatta burada reankarnasyonu da aşan bir durum var: "The One"ın, sanki genetik olarak kopyalanmışçasına sürekli ve tamamen aynı kişi olması gibi. Fakat böyle bir şey söz konusu olamaz. Yani Neo'nun soldaki kapıyı seçmesi daha önceki seçimlerini hatırlamasından falan değil. İşte itiraz buradan kaynaklanmaktadır. Çünkü doğru bir yorum içerdiğini düşünmediğimiz cümle diğer bir deyişle bize şunu anlatıyor: "Seçilmiş kişi 5 kez bir kapıyı seçer, 6.'da aklı başına gelir diğer kapıya yönelir. Çünkü artık tecrübelidir, birikim sahibidir!" Hayır, böyle bir saçmalık yok. "5 kere sağdakini seçtim, hadi bi' kerede soldakini seçeyim değişiklik olsun, ortama renk katalım" düşüncesiyle hareket etmiyor Neo. Onu soldaki kapıya iten Trinity'nin içinde bulunduğu durum ve Trinity'e duyduğu sonsuz aşktır, başka bir şey değil. Bu noktada ikinci yanlış anlamaya yine aynı bağlamda bir açıklık getirmek gerekirse: "Beş kere üst üste yanlış kapıdan geçip, altıncı da doğru kapıyı bulmak mümkündür" cümlesi de bir önce değindiğimiz cümle kadar yanlıştır. Mimar'ın Neo'dan önceki seçilmişlere iki kapılı seçim hakkını tanıdığını nerden biliyoruz? Neo'dan önceki seçilmişlerin de mi Trinity gibi sevgilileri vardı? (ki sadece sevgililerinin olması da yetmez, bu sevgililerin hepsinin ölüm tehlikesinde ve kurtarılmayı bekler durumda olması gerekir…) Buna dair hiçbir kanıt yok. Aksine Neo'ya sunulan iki kapının Mimar tarafından, Neo'nun içinde bulunduğu özel durumdan (Trinity'nin ölme riski) yararlanılarak kurulmuş bir tuzak olduğu açık. _thematrixrevealed.com


    http://www.thematrixrevealed.com/matrix_makale_matrix_üçlemesi_üzerine.htm

    linkin silinme ihtimaline karşı kopyala yapıştır yaptım.Üçleme hakkında güzel bir yazı...




  • Mesajımız silinmiş neyse sorun yok.

    quote:

    Orijinalden alıntı: Crabeinmorn

    mimar matrix'in sisteminden ve önceki seçilmişlerden bahsediyor. mimar için neo'un görevi ziona geri dönüp geçici de olsa kusursuz olan 1. matrixi kurmak ama neo aşkı seçiyor. ayrıca matrix başlı başına bir bilgisayar programı gibi ve neo bi program hatası , bunu şurdan anlayabiliriz :

    quote:

    Senin yaşamın matrix’in programlanmasının doğasında bulunan dengesiz bir denklemden arta kalanlarının toplamı. Normalde matematiksel bir kesinliğin armonisi olabilecekken, en samimi gayretlerime rağmen elimine etmeyi başaramadığım bir anomalinin olası sonucusun. Bu anomali, azimle kaçınılması gereken bir sıkıntı olarak kalmasına rağmen, beklenmedik bir şey değil. Seni kaçınılmaz bir şekilde buraya kadar getirdi
    .

    Mesajı yeni farkettim.

    Neo hata mata değil, Matrix'in içinde seçilmiş kişi özellikleri olan yani bu simülasyona dahil normal insanlara tanınan sanal haklardan fazlasına sahip olan (uçmak, aşırı derecede güçlü ve sert olmak) bir insan. Bu konuşmadan belki böyle bir sonuç çıkarılabilir ama durum öyle değil, mimar da zaten işlerin yolunda gitmesi (Matrix'in çökmesini engelleyen bir program parçası tıpkı Kahin gibi) için çalışan ve Neo'yu da bir insan gibi konuşma, onu etkileme yoluyla ikna etme ve bunun sonucunda da çözüme kavuşma peşinde. İşte bu sebeple Neo'ya sen şusun busun böyle oldu diyor olabilir ama Neo ya da simülasyon içinde diğer bir kimliğiyle Thomas Anderson hata falan değil yani.

    quote:

    Orijinalden alıntı: Romst3rHERE

    Laf kalabalığı yapıyorlar kimse de birşey anlamıyor



    Gerek bilgisayar terminolojisi, gerek mitoloji, gerek felsefî gerekse de uzun edebî anlatımlar bir araya gelince işte böyle anlaşılması zor replikler ortaya çıkabiliyor ama biraz kasınca anlaşılabiliyor.Bu alanlarda ne kadar bilgi birikimi varsa filmdeki cümlelerden o kadar çok anlam çıkartılabilir. Anlamsız cümle olduklarını hiç sanmıyorum.

    quote:

    Orijinalden alıntı: gyükseltürk

    Altüstü bir film yahu.Felsefe yapmışsınız vallahi


    Altıüstü bir film mi?Senin için Fight Club, Star Wars neyse bizim için de Matrix o yani altıüstü sıradan bir film değil. Ayrıca felsefeyi bizler değil onlar yaptı biz sadece felsefe çözmeye çalışıyoruz. Serinin 2. ve 3. filmlerinin aldığı IMDB notlarındaki düşüklüğün sebebi da X@nder'in verdiği makalede belirtilmiş.
    quote:

    Matrix Reloaded'ın gerçekten de Matrix'in söylediği her şeyi sil baştan ettiğini düşünen, hatta ihanete uğramışlık hissiyle sinemadan ayrılanlar az değildi. Oysa bilgisayar oyunlarının "reload" mantığı bir silme değil, yeniden denemedir. Önceyi yok saymak değil, tersine yeniden dönecek kadar önemsemektir. İlk denemeden ders alıp, aynı hataları tekrarlamama kararlılığını ve bu denemenin de son deneme olmadığını, bu kez yeni hataların yapılacağı bilgisiyle, bir kez daha "yüklemeye" gönüllü olarak oynanan oyundur.
    Dolayısıyla "Matrix Reloaded", asıl soruyu sormamızı sağlayacak koşulları hazırlayan bir film oldu. Artık ilk filmde olduğu gibi, salt sinema salonundaki saat geçirerek takip edilecek bir film yoktu karşımızda: ya filmin dayattığı oyunu oynayacak ya da fena halde sıkılacaktık. Filmin "geçici" sonuna varıldığında, birinci filmde var gibi görünen tüm ikili karşıtlıklar silinmişti artık. Neo insan olmasına karşın "gerçek" dünyaya da, sanal dünyaya olduğu kadar müdahale edebiliyor; Ajan Smith bir program olmasına karşın, insan bedenine girip, gerçek dünyaya sızabiliyor; Neo'nun biricik olmadığı ortaya çıkıyor ve artık sadece Matrix'in yeşil kodlarını değil, gerek sanal, gerekse gerçek dünyanın özü olan, altın rengi enerjiyi de sezinleyebiliyordu. "Enter The Matrix"i oynamış olanlar, üçüncü filmi beklemeden Kahin'in de beden değiştirdiğini öğrenmiş, Sati'nin gelişinin müjdesini almışlardı. Animatrix'leri izleyenlerin ise makinelere kötü, insanlara iyi diyecek yüzü kalmamıştı.
    Kısacası bu ikili sistemin tüm dayanakları erimiş, ayağının altından yer kaymıştı ve üçüncü film ile devrim başladı. Biçimi içeriğe her daim uyduran, sanılanın aksine biçimi bir şıklık değil, anlamın taşıyıcısı olarak gören Wachowskiler'in de neden "üçleme" formunu tercih ettikleri, ortaya çıktı. Temel derdi ikiliklere karşı çıkmak olan bir projenin, iki filmde kalması beklenemezdi.
    İlk filmi göklere çıkartırken, ikinci filmi "meğerse" Zion'da sanalmış, Neo'da programmış, devrimci sandıklarımız sistemin kuklasıymış" diye düşünüp hayal kırıklığına uğrayanlar, bu hayal kırıklığını Matrix filmleri ve Wachowski kardeşlere aynen yansıtarak "meğer bu da bir para tuzağıymış, meğer bu yönetmenler de parsayı toplamak derdindeymiş" deyiverdiler. En önemlisi de projenin tek filmlik olduğunu devamlarının sırf ticari amaçlarla çekildiğine ikna oldular. Sorunun cevabı kolay olmaktan çıktığında, soruyu reddettiler. Ne demeli ölen ölür, kalan sağlar bizimdir!


    @X@ndeR Güzel bir yazı ama tam anlamıyla düşüncelerimiz o yazıyla örtüşmüyor o kapı konusunda kesinlikle haklısın ben de yazının şu Ajan Smith'le ilgili kısımına takıldım.

    Ajan Smith'le ilgili kısım hep felsefî düşüncelerle açıklanmış. Smith ilk filmde Matrix simülasyonunun koruyucu yazılımıdır (Matrix'te çökmelere karşı)insan değildir, sadece Matrix'in gerçekçiliğini bozmamak için insanî bir görünüm verilmiştir, insanlar gibi bir yerden bağlanmaz, Matrix'teki herhangi bir insanın simülasyonunun üzerine yerleşebilir, yazıda "yok ölümsüzlüğü istiyor karşıtlıkların diğer tarafında geçmeye çalışıyor" gibi saçma şeyler yazılmış, böyle bir şey olsa Makineler niye böyle tehlikeli bir yazılım parçasını matrix'te tutsunlar hem de onu koruması için, öyle olsa bu güvenlikten sorumlu sanal varlıklar baştan olmazdı, Mimar buna müsade etmezdi,geri dönüşüm kutusunda dahi bekletilmezdi. Neyse Smith ikinci filmde bu sistemin koruyucusu olmaktan çıkıyor ve başına buyruk hareket edebilme, kendini kopyalayabilme ve hatta daha da güçlenebilme özelliğine sahip (bkz Revalution'da Neo Seçilmiş olmasına rağmen Makinelerle işbirliği yapıp zor zahmet Smith'in üstesinden gelebildi) Smith artık koruyucu bir program değil hatta tam aksine Matrix'i mahvedecek bir zararlı. Revolution'da da Smith aynı şekilde. Yani Smith ilk filmde insanlardan nefret etmek gibi bir problemi yok, onu sadece ilk filmin sonlarında Morpheus'a verdikleri ilacın etkisini daha da arttırmak ve Zion'un şifresini Morpheus'un söylemesini sağlamak için diyor. Allah'ın güvenlik yazılımının insanlarla ya da diğer canlılarla ya da ölümlülük veya ölümsüzlükle ilgili bir probleminin olduğunu sanmıyorum.


    Bu arada beni düşündüren şey şu yazıyı okuyunca tekrar aklıma geldi. Matrix'in bu 3 filminde de filmin adlarına dikkat edin. 2. ve 3. filmlerde "Reload" ve "Revolution" bu filmlerde Matrix versiyon mu atlıyor yok aynı Matrix'e yama mı yapılıyor, yoksa Matrix'te hatalar mı oluşuyor?

    Reload'da Neo'nun ilk ajanlarla kapışmasında, dövüş stillerine bakarak "hmm yeni sürümler" demesi, aynı filmde Smith'in daha önce yok olduğu halde tekrar geri gelmesi, sistemi korumaya çalışmaması ve kendini kopyalayabilmesi -hatta sadece insan simülasyonu değil diğer tip ajanlara dahi bunu yapabilmesi- insanlara yaptığı takdirde insanların zihinlerine onları kontrol edebilecek şekilde yerleşmesi, yine Revolution'da Kahin'in bedeninin değişik olması, Smith'in güçlenmesi (bunu, kendini kahinin bedenine kopyalayıp psikopatça gülüşünü gördükten sonra farkediyoruz), Neo'nun ve zihni Smith tarafından ele geçirilen Bane'in fişleri takılmadan Matrix'e erişebilmeleri ve Neo'nun kurşunları ellerini açarak durdurmasında olduğu gibi Sentinellere de Matrix dışında müdahale edebilmesi, bir de filmlerdeki isimlendirmeler... Bunları düşününce serideki her filmde Matrix'in farklı bir versiyonu olduğunu sanıyorum.




  • @Frost_Nova yanlış anlaşılma olmasın son paragraf bana ait değil linkteki yazının sonunda yer alıyor ama benim düşüncelerimi de yansıtıyor.yazıyı özellikle 2. ve 3. filmin neden sevilmediğini açıkladığı için ve farklı bir bakış açısı olduğu için yazdım.zaten seride kesin şu doğrudur diye bir şeyde pek bahsedemeyiz.3 filmden herkes farklı manalar çıkarabilir.
  • iyide benim yazdığım çözümleme neden silindi ki !?!?!
  • quote:

    Orijinalden alıntı: face1tr

    iyide benim yazdığım çözümleme neden silindi ki !?!?!


    senin yazını kopyalamıştım istersen mail yoluyla iletebilirim. karambolde benim mesac da silinmiş
  • yok hocam, ben emek harcayıp yazmışım o kadar, ne diye sildiler ben onun derdindeyim; forum kurallarına uygun değil desinler bende tamam diyeyim ama öyle bir şey de yok yani.



    işte benim nacizane matrix çözümlemem;

    Aslında zion denen mekan, matrix in sanal olduğunu idrak eden cin fikirli arkadaşları oyalamak adına oluşturulmuş bir başka sanal gerçeklik idi. Bu meraklı arkadaşları matrix den alıp ziona yerleştirmezseniz eğer, bir süre sonra matrix in içinde sağda solda konuşup sisemin erkenden mundar olmasına sebep oluyorlardı ki, bu durumun önüne geçmek için mimar denen zırtapoz, zion denen başka bir simülasyonu oluşturarak bir çözüm yoluna gitmişti.

    Bu durumda insan tarlaları, makinalar şehri ve etraftaki yıkık köhne virane yerler gibi bilimum zamazingo; Zion insanının truman show'unu destekleyecek simülasyon öğelerinden başka bir şey değildi! Bu çıkarıma; Noe biraderin kör olduğu halde ışıl ışıl görmesi, sentilel leri el hareketiyle durdurması triplerinden anlayabiliriz. Kaldı ki, göğe yükselip parlak güneşi gören Neo, merak edip biraz daha devam ederek yükselseydi eğer, kafasını kontraplak sert duvara çarpıp simülasyonun sonuna gelmesi an meselesi olabilirdi(?) Tamam tamam,matrix evreninde, truman show daki gibi fiziksel bir son, bir duvar beklememeliyiz; zira matrix denen bu simülasyon son tahlilde sayısal bir temele dayanıyor.


    Ancak kendini şartlayarak aklını, fikrini, zikrini ve geri kalan tüm külliyatını ziondaki hayattan koparan bir benlik çıkarsa ne olur !??! Onun bu var olan, mevcut zion gerçekliğini kabul etmeyerek boyuna daha başka bir gerçeklik arayışına düştüğünü hayal ederek hiyayemize başlayalım;

    Yeteri kadar kendini zorladığında karakterimiz; fiziksel bir son bulunmayan bu zion aleminin kabuğunu delecek ve bir başka gerçeklikle karşılaşacaktır.

    Aman allahım diyerek irkilecektir; ve hatta şüphesiz ilk önce eli ağayına dolaşacaktır. Zira bu, gördüğü bir başka ziondan, bir diğer matrixden başkası değildir, ulan boşuna mı kasmıştır bu kadar, bunun için miydi her şey? Ancak garip olan bir şeyler vardır, yok yok, bu başka bir matrix gerçekliğidir. Simalar da tanıdık gelmektedir fakat bir ilginçlik sezmektedir. Neler olmaktadır yahu, tüm bu dünya bir oyun sahnesimidir nedir?!?! Bir zamanlar kurtuluşun simgesi olan, makinalar saldırdığında mitralyözün başına geçen Ekrem reis, şimdilerde zionda ayakkabı tamir atölyesi işletmektedir. ancak gene aynı tantana devam etmekte, bir makina insan savaşı mütemadiyen sürüp gitmektedir. Durur düşünür lakin bir anlam veremez. hatta, hatta bu da nesi? farklı bir role bürünenin sadece Ekrem reis olmadığını görür; kendini ziondaki çocuklara taocu seks öğreten bir eğitmen kılığında bulur. hemen gusul olup tekrar başlar düşünmeye..

    Artık Işığı gören adamımız bu sefer daha bir gayretle ıkınarak hatırlamaya çalışır. Bu sefer de hay a.q diyerek ilkilir! Ne oluyoruz kuzum yahu, bu ne gene şimdi ?!?!

    bir yeni matrix, bir zion daha. orda gene tanıdık simalar, gene ellerine bir rol tutuşturulmuş, habada hübede yuvarlanıp giden insanlar. Hatta bu sefer kendini remayözcü olarak bir tekstil firmasında çalışırken görür adamımız, seks öğretmeni olduğu hayatında olduğu gibi bu hayatında da başka bir karısı, başka başka çocukları vardır.

    adamımız kasılır, ama ne kasılma, layynn, sik*m böyle işe diyerek bu sefer iyice bir kasar kendini. ama işte; gene bir matrix ve gene bir diğer zion gerçekliği, gene aynı yalan dolan, zamazingo...

    bu 6 seferdir böyle devam etmektedir, adamımız birbirine mümkün mertebe benzeyen bir dizi matrix arasında yatay geçiş yapıp durmuştur. ancak ilginçtir, ne remayözcü olduğu ne de taocu seks hocalığı yaptığıi ne de bir hacker olduğu döneme ait aklına getirdiği yaşanmışlıklar, hiç mi hiç kendisine gerçekçi gelmemektedir. ulan,sorun da şuya: ama bu yaşanmışlıkları bir rüya olarak da görmemektedir, zihnine göre bunlar, harbidende olmuş yaşanmış şeyler, anılardır, hiç mi hiç rüya gibi değildir.

    Ama adamımız pes etmemiş ve umuma açık tuvaletteki seferi yolcu gibi otobüsün kalkacağını işaret eden anonsa inat ıkınmaya devam etmiştir! çünkü o, türkün azim ve kararlılığıyla donatılmış bir edirne insanıdır(!)

    Ve 7 farklı matrix den sonra ilk kez farklı bir tat, farklı bir bilgi kırıntısına rastlar zihninin derinliklerinde. aman allahım! Edirne - Keşan lan burası, adamımız Keşan sahiline yakın bir bağ evinin bahçesinde, komşu çoluk çocuk rakı kavunu miğdeye indirmekteyken bulur kendini.

    Bu ne menem bir anıdır yarabbi, bu ne güzel duygudur. Bu hiç o matrix denen inandırıcılıktan uzak gerçekçiliğe benzemektedir. aha jandarma da gelmiştir işte;

    "Kısın kardeşim şu müziği, şikayet var" demektedir jandarma kıdemli onbaşı Adem Sesigüzel! Oda Karslıdır, tayin olmuş, ülkenin diğer ucu Keşan'a kadar gelmiştir. Adamımız onbaşıya kavun ikram ettiğini hatırlar hayal meyal. Ne güzel hayallerdir bunlar. Neo’ymuş, kurtarıcıymış, kurtarcakmış falan filan ne la onlar, asıl dostluk kardaşlık burdadır işte! Gözünü sevdiğimin Keşanı!

    Sonra flashback ler birbiri ardına patlar, adamımız düşünmeye ve ıkınmaya, zihninin derinliklerinde saklanan, ilk kez gözünün önüne getirdiği bu anılar silsilesi arasında seke seke dolaşmaya başlar. Ulan bunları ne zaman yaptım demektedir kendine sürekli ?!? ama artık daha bir berraktır gördükleri, daha bir içten, yoo hayır, bu kadar berrak, bukadar samimi şeyler birer hayal ürünü olamaz. Hem ne o öyle remayözcülük, seks hocalığı falan. Damımız kendine daha yakın hissettiği çiftçilik ile uğraşmaktadır burda.

    Sonra anılarından birinde, o mutlu günlere ŞıranNkk!! diye düşen bir gölgeyi hatırlayarak irkilir, tokat yemişe döner!

    Karısı, keşanın en güzel dilberi Aysu bacıyı makinaların alıp götürdüğü sahne gelir gözünün önüne; bebeler feryat fihan “anneea “ diye inlemektedir!

    Komşusu Bilal emmiyhe yetiş demektedir aysu bacı. ancak makinalar bilal emmiyide alır, yüklerler transportır denen uzun araçlara.

    adamımız o esnada tarlada domates toplamaktadır. “hüssein dayyıı” diye bir ses duyar uzaktan, bir çocuk el kol sallaya sallaya ona koşmaktadır. Tabi yavv! hüseyindir adı, adını hatırlar, tc kimlik numarasının 3 le başladığı gelir aklına. neydi lan sonrası diye zorlar kendini ancak beceremez. Galiba gerçek hayatında da hiç mi hiç ezberine almamıştır bu numarayı, ama genede önemli bişey olduğunu anımsar bu tc no dalgasının..

    Bu arada cocuk yaklaşır ve Aysu teyzemi makinalar aldı dayı, koş yetiş diyerek inler lakin o esnada gökyüzünden tarlaya yanaşan bir “avcı”(sentilel lerin atası) onları görür ve kıskıvrak yakaladığı gibi transportırlardan birine teslim eder.

    Adamımız Hüseyin, bir sırada olduğunu anımsar! insanlar kuyruklara sokulmuşlardır!!! Ne kuyruğu lan bu der önce, bizim zionda böyle kuyruk yok a.q;

    Sonra tüp kuyruğunda önden dokundurarak tanıştığı Aysu gelir aklına. Yok yok, ama bu hiç mi, hiç tüp kuyruğuna benzemektedir. Sonra hatırlar tüm o acı gerçekleri: transportırlara bindirildikleri, orda onlara uyuşturucu verildiği aklına gelir. Şimdiyse transportırlardan inmişler bir başka sıraya sokulmuşlardır;

    Kuyruğun sonunda enseye bir iğne! iğnenin ardından seni oturttukları bir koltuk. Sopnra bir işlem ve yere yığılan insanlar!!!

    İlerlerken, hemen yanındaki sırada aysu'sunu, karısını görür bizim hüseyin!! Hüseyin biraz arkalardadır; o beklerken diğer tarafta sıra aysu bacıya gelmiştir !! aysu bacı şırıngayı yer, koltuğa oturtulur, 50 farklı yerden giren soketler onun beynini emer adeta !! sonra yere yığılan ama göğsü solumaya devam eden bir beden, ama gözler boş boş bakmakta!!! aynı bir ölü gibi!!

    Bu bedenler ayrı bir sokete takılıp istiflenirler bir başka köşede, istifler artınca vagon hareket eder, bilinmeyene yola çıkar! Boş bir vagon yanaşır gidenin yerine…

    Hüseyin o anı hatırlar!!! iğneyi yediğini ve her şeyin onun için anlamsızlaştığı o anı aklına getirir. Sonra koltukta tüm bir yaşantısının ctrl+a combinasyonuyla seçildiğini ve delete tuşuna başıldığını görür. sonrasında hiç bir şey hatırlamaktadır !??!!

    Hatırlamaması gerekmektedir ama yere bakan gözlerindeki manasız görüntü dahi gelmektedir şimdi aklına, azim işte! Her şey bir bir ama yavaş yavaş hatırını gelmekte, ama gene de anılar arasında dolduramadığı büyü boşluklar bulunmaktadır !?!?

    ulan peki şimdi tüm bu hatırladıkları nedir?!?!

    Her matrix bir öncekinin içinde yaratılır aa gençler!

    bizim Hüseyinin hikayesinin özü, teması, ana fikri budur işte! O benliğine yüklenen matrix gerçeğini kabul etmedi ve yazılım onu ziona gönderdi. ancak o, iq testlerini yerle bir eden yüksek karakterli bir türk eriydi! Düşündü, ıkına sıkıla kastı kendini ve beyninin içinde yaratılmış matrix v.7 den daha ötesini hatırlamayı denedi! Makinaların onun aklından sildiklerini düşündükleri şeyleri, beyninin makine illetinin ulaşamdığı gizli köşelerine başvurdu. Beyindi bu nihayetinde, boru değildi, iki makine gelecekde allah yaratısı bu seyi resetleyecekti, haşşaa, öyle şey mi olurdu.

    v.6 ve v.5 derken her bir dışarı çıkış, hatırlayış anında bir diğer matrix hatıratıyla karşılaşıyordu. bu da matrixin inatçı beyinleri yıldırmak için kullandığı, akıllıca düşünülmüş bir veri yazma tekniğiydi.

    Şöyleki;
    Aslında Hüseyin v.1 den sonraki evrede, braz daha ıkınıp Keşandaki hayatını hatırlamaya başladığında, bu yaptığı, matrix v.1 deki insanların yaptığından farksız değildi.

    v.1 deki insanların sistemi hemen çöküşe götürmelerinin sebebi, sistemin çok kusursuz inşa edilmiş olması değil, kendilerini biraz zorlayıp, hatıratlarını krıştırdıklarında gerçeği, eski anılarını görmeleri sorunuyu.

    Ulan sistem ışığı gören bu zerzavatları ne yapacaktı !?!? işte bu noktada sitem, matrix’ in çeperinde bir zion gerçekliğini yarattı. Tüm sistemi sıfırladı ve insanlara yenilenmiş bu veriyi tekrar yükledi. Bu sefer şöyle bir farkla tabi;

    Sistem insan beyninin sınırsız, tb ları aşan sığası içinde, kendine açtığı partisyoa önce zion gerçekliğini yüklüyordu. Ardından bu simülasyonun içinde bir başka sığa daha oluşturuyor, bu açtığı bölüme de yüklemesi gereçen asıl hadiseyi, matrix gerçekliğini yüklüyordu.

    Bu durumda kafası fazla çalışan ve bu sayede hakikati gördüğünü zannedenler, onları susturacak ve sistemin içinde manasız bir mücadeleye sürükleyecek/ onları meşgul edecek zion simülasyonu içinde debelenip duruyordu. Ama hüseyin durur mu !??! o durmadı, yılmadı ve a. Q tüm sistemin!

    Sistemin tahmin edemediği şey, karşısındakinin hüseyin olduğu gerçeğiydi!



    Burda “matrix in yaratıcısı sistemin”, nihayetinde “insan yaratısı” bir şey olduğu, ve haliyle insan beyninin gücü karşısında bir sınırı olduğu sonucuna ulaşıyoruz. Nasıl bir kul yapısı zerzevat, her ne kadar ykendine geliştirme otomasyonuna sahip olsada, insan beyninin engin anlaşılamaz deryası üzerinde, tam bir hakimiyet kurabilir ki!




  • @face1tr Zion simülasyon değil, öyle olsaydı Matrix serisinde gördüğümüz makinelerden tarlalara, küvezlerden kablolara herşey simülasyon idi e o zaman hani gerçek dünya? Bir şeyin sahte olduğunu açıklamak için gerçek olduğunu iddia ettiğin şeyi göstermen gerekmez mi?

    quote:

    Burda “matrix in yaratıcısı sistemin”, nihayetinde “insan yaratısı” bir şey olduğu, ve haliyle insan beyninin gücü karşısında bir sınırı olduğu sonucuna ulaşıyoruz. Nasıl bir kul yapısı zerzevat, her ne kadar ykendine geliştirme otomasyonuna sahip olsada, insan beyninin engin anlaşılamaz deryası üzerinde, tam bir hakimiyet kurabilir ki!


    Animatrix'e göre robotları yapıp geliştiren insan, daha sonra yapay zekasıyla birlikte kendini geliştiren ve insanoğluna savaş açan, bunu kazanan daha sonra da insanoğlunu bir enerji kaynağı olarak kullanmak için Matrix'i oluşturan yine makineler. Matrix serisinin ve Animatrix'in senaristleri de aynı Wachowski kardeşler.




  • 
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.