Şimdi Ara

SARIKAMIŞ ŞEHİTLERİ [23:15 Habertürk - Tarihin Arka Odası]

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
1 Misafir - 1 Masaüstü
5 sn
164
Cevap
1
Favori
10.557
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj




  • rus kameralarından 8 dakikalık görüntü,


     SARIKAMIŞ ŞEHİTLERİ [23:15 Habertürk - Tarihin Arka Odası]

     SARIKAMIŞ ŞEHİTLERİ [23:15 Habertürk - Tarihin Arka Odası]

     SARIKAMIŞ ŞEHİTLERİ [23:15 Habertürk - Tarihin Arka Odası]

     SARIKAMIŞ ŞEHİTLERİ [23:15 Habertürk - Tarihin Arka Odası]

     SARIKAMIŞ ŞEHİTLERİ [23:15 Habertürk - Tarihin Arka Odası]

     SARIKAMIŞ ŞEHİTLERİ [23:15 Habertürk - Tarihin Arka Odası]

     SARIKAMIŞ ŞEHİTLERİ [23:15 Habertürk - Tarihin Arka Odası]

     SARIKAMIŞ ŞEHİTLERİ [23:15 Habertürk - Tarihin Arka Odası]

     SARIKAMIŞ ŞEHİTLERİ [23:15 Habertürk - Tarihin Arka Odası]

     SARIKAMIŞ ŞEHİTLERİ [23:15 Habertürk - Tarihin Arka Odası]

     SARIKAMIŞ ŞEHİTLERİ [23:15 Habertürk - Tarihin Arka Odası]

     SARIKAMIŞ ŞEHİTLERİ [23:15 Habertürk - Tarihin Arka Odası]

     SARIKAMIŞ ŞEHİTLERİ [23:15 Habertürk - Tarihin Arka Odası]



    Arkadaşlar bugün harekatın sonlandığı günün 93. yıl dönümü. verilen onca şehidin anısına, en azından bir dua okuyunuz, bir teşekkür ediniz onlara. hepinize iyi geceler.






    "en nihayetinde dağa çıktık. bizi çok geniş ve uçsuz bucaksız sanılan bir kar yaylası karşıladı.pek yorulmuş ve takatsiz düşmüştük. tam yayla üstünde keskin bir rüzgar ve tipi başladı. bu andan itibaren göz gözü görmez oldu. kimsenin kimseye yardım etmesi ve hatta söz söylemesi, sesini işittirmesi imkanı kalmadı. uzun, sonsuz denecek kadar uzamış yol kolu dağıldı. herkes kendi canının derdine düştü. asker enginlerde, dere içlerinde, orman bucaklarında, nerde bir kara nokta, dumanı tüten bir ocak gördüyse oraya saldırdı ve kolordu çözülüp eridi... subaylar çok uğraştılar fakat kimseye söz ettirecek güçleri kalmamıştı. hala gözümün önündedir; yol kıyısında karlar içinde çömelmiş bir er, bir yığın karı kollarıyla kucaklamış, titreyerek, feryat ederek dişleriyle kemiriyor, tırnaklarıyla kazıyordu... kaldırıp yola götürmek istedim. er, önceki hareketini hiç bozmadı ve beni hiç görmedi. zavallı cinnet geçiriyordu. böylece şu uğursuz buzullar içinde belki de 10binden fazla insanı bir günde karların altında bıraktık ve geçtik "



    kurtuluş savaşının ve çanakkale savaşının geçtiği yerleri gezme fırsatım oldu. okulumun bittiği, paramı kazandığım zaman ilk 5 Ocakta da buraları gezmeyi istiyorum



    bugün bu imzayı kullanacağım arkadaşlar belki kullanmak isteyen olurya, ekleyim dedim
    [center][link=http://forum.donanimhaber.com/m_28877723/mpage_1/key_//tm.htm#28877723][image]https://store.donanimhaber.com/ed/ca/f8/edcaf8c9757053c3210342836b334e40.jpg[/image][/link] 
    [link=http://forum.donanimhaber.com/m_28877723/mpage_1/key_//tm.htm#28877723][color=#FF0000][size=1][b]5 OCAK-SARIKAMIŞ ŞEHiTLERİ[/b][/size][/color][/link]
    [b][size=1]en nihayetinde dağa çıktık. bizi çok geniş ve uçsuz bucaksız sanılan bir kar yaylası karşıladı.pek yorulmuş ve takatsiz düşmüştük. tam yayla üstünde keskin bir rüzgar ve tipi başladı. bu andan itibaren göz gözü görmez oldu. herkes kendi canının derdine düştü. sonsuz denecek kadar uzamış yol kolu dağıldı. kolordu çözülüp eridi.yol kıyısında karlar içinde çömelmiş bir er, bir yığın karı kollarıyla kucaklamış, titreyerek, feryat ederek kemiriyor, tırnaklarıyla kazıyordu... kaldırıp yola götürmek istedim. er, önceki hareketini hiç bozmadı ve beni hiç görmedi. zavallı cinnet geçiriyordu. böylece şu uğursuz buzullar içinde belki de 10binden fazla insanı bir günde karların altında bıraktık ve geçtik.[/size][/b][/center]




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi hashus1099 -- 28 Aralık 2013; 22:34:53 >







  • Allah rahmet eylesin, ruhları şaad olsun. :( Çok acıklı ve kötü bir durum keşke o zamanlar biraz daha dikkatli olunup coğrafi konum göz ardı edilmeseydi...
  • malesef öyle arkadaşlar, gece herhalde ondan umursanmadı
  • TÜM ŞEHİTLERİMİZE ALLAH RAHMET EYLESİN

    ONLARA ÇOK ŞEY BORÇLUYUZ VE BU BORCUMUZU SADECE ÇALIŞARAK ÖDEYEBİLİRİZ. 90BİN EVLADINI ÇOK ÇETİN ŞARTLARDA KAYBEDEN BU ÜLKE YILMADI. HERGÜN YAPILAN İHATETLERE, ADİLİKLERE RAĞMEN BU ÜLKE İLELEBET PAİDAR KALACAKTIR. ALLAH AŞKINA, ÖZGÜRLÜK VE BAĞIMSIZLIK ADINA, VATAN VE NAMUS UĞRUNDA CANINI SEVE SEVE VEREN ŞEHİTLER SİZLER ÖLMEDİNİZ.


  • Enverpaşanın istişaresiz ve istişaresizliğinin sonucu olarak vermiş olduğu "Güneydeki (o koşullara göre donatılmış) ordunun en soğuk yere hazırlıksız gönderilmesi" karar ile bunca kişinin şehit oluşu..

    Yinede Allah hepsinden milyonlarca kez razı olsun, ruhları şad olsun ceddimin..
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Güneydoğu

    TÜM ŞEHİTLERİMİZE ALLAH RAHMET EYLESİN

    ONLARA ÇOK ŞEY BORÇLUYUZ VE BU BORCUMUZU SADECE ÇALIŞARAK ÖDEYEBİLİRİZ. 90BİN EVLADINI ÇOK ÇETİN ŞARTLARDA KAYBEDEN BU ÜLKE YILMADI. HERGÜN YAPILAN İHATETLERE, ADİLİKLERE RAĞMEN BU ÜLKE İLELEBET PAİDAR KALACAKTIR. ALLAH AŞKINA, ÖZGÜRLÜK VE BAĞIMSIZLIK ADINA, VATAN VE NAMUS UĞRUNDA CANINI SEVE SEVE VEREN ŞEHİTLER SİZLER ÖLMEDİNİZ.



    kesinlikle, bu borç çalışarak, görevimizi en iyi şekilde yaparak ödenir.

    görmeyen vardır belki, yukarı
  • Rüzgâr uğuldadı yine.

    Gün ortasıydı ve gökyüzü güneşsizdi. Etraf, dalgalı beyaz bir deniz... Hava uğultulu, buslu, serpintili, ufuksuz, boğuk bir aydınlık...

    Rüzgar yine uğuldadı..

    Rüzgârın her uğuldayışında dudaklarından; ‘’Allahu Ekber!’’ nidası yükseldi.

    Bin üç yüz onuncu uğuldayışıydı rüzgârın.

    Karlı tepeler savrulup savrulup üzerlerinde geliyordu. Soğuk, hep soğuk, yalnızca soğuk... Allahuekber Dağlarının soğuğu ne de yamandı böyle.

    Bedenleri karlı tepelerde dolaşırken yürekleri tevekkülün yamaçlarında dolaşıyordu ve bundandır ki yürekleri ürkmüyordu tipiden.

    Çarığının içinde parmağını oynatmaya çalıştı. Hissetmedi ayak parmaklarını. Ufka baktı acı acı. Ufuk görünmüyordu. Yok yok, görünüyordu aslında. Ufuk hemen önlerindeydi. Rüzgârın acı acı uğuldaması tüylerini de ürpertmiyordu. Çünkü tüylerinin ürperişini de hissetmiyordu.

    Rüzgârın bin yedi yüzüncü uğuldayışını duydu ve hissetti.

    Bunu hissetmemesi ne mümkündü. Her taraf rüzgâra ve yerden savrulan karın sesine teslim olmuştu. Yer yer uğuldayan kurtlar, çakallar ve bilumum yabani hayvanların sesi de duyulmaz olmuştu. Rüzgâra ve tipiye direnen sadece birerli kolda ilerleyen ve takati tükenmek üzere olan Türk askerleriydi.

    Zemin değişkendi, ürkütücüydü, yutucuydu, renksizdi. Satılmış’ın ayaklarında karıncalanma ve sinirlerinde uyuşma vardı. Birliğin epey gerisinde kalmıştı. Hızlanmalıydı. Herşey umutsuzluğu fısıldıyordu ama direnmeli ve hızlanmalıydı.

    Zemin, dipsiz beyaz bir kuyu… Zaman; yelkovansız, akrepsiz ve rakamsız...

    Sıcak bir ocağın başında olsaydı şimdi. Yumuşak minderin üzerine kurulsaydı ocağın başında. Ateşin yalazı yüzünü yalasaydı. Ocağın üstünde çorba kaynıyor olsaydı. Bir de, bir de sevdikleri olsaydı ocağın başında.

    Rüzgâr kaçıncı kez uğuldamıştı unuttu bu kez.

    Unutmamak ne mümkün? Dudaklarından; ‘’Allahu Ekber!’’ nidası daha düşmeden, diğeri uğulduyordu rüzgârın çünkü

    Yine uğuldadı rüzgâr, acı bir anne feryadı gibi.

    Zira rüzgârın her uğuldayışı bir annenin yüreğine figan düşürüyordu. Rüzgârın her uğuldayışında bir ana kuzusu dizlerinin üzerine çöküp kar ortasında işaret taşı gibi öylece kalakalıyordu.

    Uykusuz gecelerin isyan eden sesi gibiydi rüzgârın uğultusu. Aslında bir de hırt hırt eden zeminin sesi vardı.
    Her adımda biraz daha seyrelen...

    Her hırt hırt sesinden sonra

    bir yiğidi daha bağrına emen…

    Kuruyan adımları bağrına gömen…

    Ve nafile yakarışlar, serzenişler, çırpınışlar..
    .
    Birçoğu evliydi askerin. Her adımın karlı zeminde susuşu, birkaç yetimin de ağlayışı demekti aynı zamanda. Umutlar buz tutar mıydı? Umutlar, buz tutuyor, buz oluyordu işte. Nice umutlar Allahuekber Dağları’nda buz olup kalakalıyordu öylece.

    En son uğuldayış; bir uğultu muydu yoksa teninde hissettiği bir ürperiş miydi ayırt edemedi.

    Her yanı sallanan yaşlı, ahşap bir yalı gibi sendeledi. Bacakları titredi Satılmış’ın. Kolonlarından darbe alan bir bina gibi titredi bacakları. Birden umutları da sarsıldı bedeni gibi. Rüzgârın uğultusunu duymaya çalıştı. Çünkü bu uğuldayış da hayatın sesiydi.

    Rüzgârın yeni bir uğuldayışını duyunca mutlu oldu bu kez. Yine, ‘’Allahu Ekber!’’ nidası döküldü dudaklarından belli belirsiz.

    Tam da kendini koyuverecekti ki; bu ‘’Allahu Ekber!’’ nidası, kalorifer borularına yürüyen sıcak su gibi geldi tenine.
    Rüzgâr uğuldadı, zemin aktı, zaman savurdu...

    Durmamalıydı. Zaman gecenin ayazına gebeydi ve galiba akşam oluyordu. Çünkü zemin biraz daha solgun oluyordu gitgide. Ya da gözlerinin feri sönüyordu. Gecenin ayazı tenlere daha saldıracaktı. Aç kurtlar uluyacaktı sonra, tenlere saldırmak umuduyla.

    Kurtlar... uluyorlardı işte. Rüzgârın ve zeminin sesine bir de kurt sesi eklenmişti.

    Evet, galiba gece oluyordu. Kurtların uluması iyi aslında, diye düşündü. Beyaz bir döşeği andıran zeminde uyuma hissini, insanın içinden alan bir sesti kurt sesi. Ölümü hatırlatan, ürperten bir ses...

    Geride, donup kalmış arkadaşlarının cesetlerini yiyen kurt görüntüleri hiç aklından gitmiyordu. Çölün akbabaları neyse, karın kurdu da oydu.

    Donma, tatlı bir uyuşukluk ve karşı konulması güç tatlı bir uyku hâliyle başlıyordu. Askerler bu tatlı uyku haline karşı koymakta güçlük çekiyorlar ve bu rahatlığa kendilerini bırakıveriyorlardı. Bu bir gönüllü ölüm değildi, cenneti arzulayış değildi, bu bambaşka, anlatılmaz bir şeydi. Hani Mevlana’ya ‘’Aşk nedir?’’ diye sorduklarında, ‘‘Ol da gör’’ demişti ya, işte öyle bir şeydi bu. Anlamak için, donmak gerekti.

    Rüzgâr yine bilmem kaçıncı kez uğuldayıp sustu.

    Islık çalmaya çalıştı. Önündekilere bir şeyler diyecekmiş gibiydi.

    Bir keresinde; ’’Ben ardınızdan ıslık çalarsam bilin ki donmak üzereyim demektir. O zaman bana yardım edersiniz’’ demişti.

    Dudaklarını ıslık çalma vaziyetine getirdi. Ama yapamadı. Göğsünden kopup gelen hava olduğu gibi ağzında çıkıverdi ve buhar oldu. Tıpkı hayat gibi... Dudakları uyuşmak üzereydi. Silahını tuttuğu elinin parmaklarını oynatmak istedi. Parmakları silahının kayışında kilitlenmişti.

    Uğuldayan rüzgâr mı yoksa kar mıydı? Yine havada bir uğultu...

    Kar etrafta, baş döndürücü hızla savruluyor, kamçı olup yüzlere değiyordu. Arz, askerlerin adımlarını merkezine çekiyordu. Lakin bir adım duraklasa bir daha yürüyemeyecek haldeydi. Bir daha öndekilere yetişememe endişesi vardı içinde.

    Yürüyüş kolundan kopmak demek, ölmek demekti. Herkes kendi derdindeydi. Düşene el vermek, yeniden doğrulamamak demekti. Sonra eller hissedilmiyordu ki düşene el verilsin. Düşen, karlı zeminde kalıyor ve tatlı bir uykuya dalıyordu.

    Uyandırmalıydı kendisini. Yarı açık bilinci böyle diyordu. Kendini, boğulmakta olduğu kendi gölünden el vererek kurtarma çabasına düştü. Emanetin hakkını vermek için çabaladı, yani akîbeti için çabaladı. Evet, bu tatlı uykunun ardında şahadet vardı. Tatlı bir hayat vardı. İçindeki önü alınmaz bir güç, onu tatlı uykuya ve tatlı hayata bundan dolayı çekiyordu sanki. Ama yaşamak için direnmezse bu intihar olmaz mıydı? İnsan, bile bile ölümün kucağına nasıl atlayabilirdi ki? Böylesi bir mücadelede, kazanma kuşağında kaybetmek de vardı. Direndi...

    Sonra, rüzgâr kaçıncı kez uğuldadı yine, kestirmek ne mümkündü.

    Katılaşmış, buza kesmiş elbise tabutunun içinde, kaputunun karalığına tutunmaya çalışan şekilsiz başını oynattı. Görebiliyor muyum acaba, düşüncesiyle buzdan kaputunun bir yerlerinde karalık aradı. Etrafı görmediğini sandı. Her tarafın boydan boya beyazlıklar içinde olmasından, kar körlüğü denen göz donmasına tutulmaktan korkuyordu. Önce gözleri, sonra kendisi donan bir arkadaşının serzenişi hiç gözünün önünden gitmiyordu.

    ‘’Neden hemen gece oldu?’’ diye sızlanmaya başlamıştı arkadaşı. Gözleri donmuştu oysa.

    Buz tutan elbisesinin bir yerindeki karalığı görünce sevindi. Başını yeniden oynattı ve hafif göğe dikti. Kar yağıyordu, yok savruluyordu aslında kar. Veya binlerce beyaz akbaba dönüyordu başında.

    Kirpiklerini buza tutmuş bakışlarını kaputunun karalığından kaldırdı. Vücudunun kimi yerlerini hissetmiyordu. Uyandırmalıydı yüreğini, çocukluğunu, gençliğini uyandırmalıydı. Rüzgâra ıslık çalmalıydı. Islık çalmaktan hoşlanmazdı ama şimdi çalmalıydı.

    Rüzgârın uğuldayıp uğuldadığını duymadı bu kez.

    Gecenin beyaz mağarasında buzdan bir taş oluyordu ayak izleri. Yürüyüş kolunda epey geride kalmıştı. Zaman, ak kefeninin üzerine kara elbisesini giymişti.

    Gecenin sayısız kar oyukları, sayısız yiğidi yutmuş bir daha geri vermemişti. Allahuekber Dağları, boydan boya kabristan olmuş, zemindeki karlar şehitlere kefen olmuştu. Rüzgâr habire oyuklar açıyordu zeminin bağrında. Rüzgâr, açtığı her bir oyuğa, yeni bir askeri çağırıyordu.

    Rüzgârın ölüme davet eden sesi, sustu sonunda.

    Bulutlar bir bir çekildi semadan. Zemin bağrını ayaza gerdi bu kez. Vakit azaldı, çok çok azaldı vakit. Gözlerinin önüne çocuklarını getirdi. Rüzgârın daha önceden açmış olduğu beyaz oyuğa buzdan bir heykel gibi düştü. Allahuekber Dağlarının zemini bir şehidi daha aguşuna aldı. Gözleri açık kaldı. Yüzünde tatlı bir tebessüm gözlerinde çocuk masumiyeti vardı.

    Buzdan bir Dağ, buzdan bir Dağ’ı daha yutmuştu.

    Rüzgâr artık hiç uğuldamıyordu...

    Ruhu Şâd ola.

    (Sarıkamış Hikayeleri kitabından, Arif Akpınar, Muştu Yayınları)




  • beni en çok savaşamadan ölmeleri üzüyor
  • helal olsun, çok güzel yazı
  • bu kadar konu arasından önemliler atlanıyor işte yazıları okudum bir bir o soğuk hiç mi hesap edilmedi yada bilmiyorum
    ALLAH RAHMET EYLESİN tüm şehitlerimize
  • quote:

    Orjinalden alıntı: barocka

    bu kadar konu arasından önemliler atlanıyor işte yazıları okudum bir bir o soğuk hiç mi hesap edilmedi yada bilmiyorum
    ALLAH RAHMET EYLESİN tüm şehitlerimize

  • İsmail Bilgin'in SARIKAMIŞ diye bir kitabı var...herkese tavsiye ederim...sonunda ağlamıştım kitabın...ruhları şad olsun askerlerimizin...

    şimdi eğer bunları yazabiliyorsam buraya bı onların sayesindedir...
  • Muzaffer Taşyürek, bir hüznün tarihi sarıkamış


    rus kafkas ordusu kurmay başkan verkili dük alexandr pietroviç,elindeki dürbünü elinden çekmedi,bıraktı ve adeta bağırdı:

    "delirmiş bu türkler delirmiş... böylesine açık hedef olunurmu? türkler gibi asker yoktur ama,bu ne acemilik, bu ne akılsızlık... mevzilenmeyye gerek duymadan açık hedef olmuşlar."

    yıllardan 1914'tür , günlerden 23 aralık cuma... Bizim cepheden ateş açılmaz, ruslar yürürler...

    binbaşı mustafa nihat, enver ve hafız hakkı paşadan aldığı emrin akıl işi olmadığını bilir de yine de ağzını açmaz. türkün askerlik namusu,üste itirazı silmiştir lügatından.Sarıkamış ın bir kısmını iki gün önce işgal etmişiz. kolordumuz erimiş ve karşı saldırı sonucu çekilmişiz. Mustafa nihat bey ve 79 kahraman 400 metrelik yolu 8 saatte alırlar. hedefe vardıklarında artık 18 kişidirler. mevzilenmek isterler nasip olmaz. olmamıştır herhalde ki gece yerini sabahın ışıklarına terk ettiği zaman rus kurmay başkanı pietroviç şaşkınlık içinde emrini verir. sonra eline alır dürbününü,dünya tarihinin görmediği sahneye işte o zaman şahit olur.

    "ilk sırada diz çökmüş beş kahraman. omuz çukurlarına yerleştirdikleri mavzerleriyle nişan almışlar. tetiğe asılmak üzereler.ama asılamamışlar. Kaput yakaları, Allahın rahmetini o civan delikanlıların yüreklerine akııtabilmek istercesine havaya dikilmiş, kaskatı.hele bıyıkları ve sakalları. her biri birer fütuhat oku gibi çelik misali. Ya gözler? dinmiş olmasına rağmen şu kahredici tipinin bile örtüp kapatamadığı gözleri, hepsi açık. Tabiata da başkumandanlarına da düşmana da isyan eden ama allaha teslimiyetle bakan gözler... açık, apaçık

    ikinci sırada öyle bir manzara ki hiçbir heykeltraş benzerini yapmayı başaramamıştır. o ürkütücü ayaza rağmen, sağlarında fişekleri debelenerek üstünden atmaya tenezzül etmemiş iki katırın başları semaya dönük altı masal güzeli Mehmed... sandıkları bir avuçlamışlar ki hayatı biz ancak böyle bir hırsla avuçlayıvermişizdir. öylesine kaskatı kesilmişler.ve sağ başta binbaşı mustafa nihat. ayakta... bu öyle bir ayakta duruştur ki karşısında düşmanı da melunu da kindarı da allaha sığınır bir hale sokar.belinde,fişeklerin o kurban olunasıl çıkıntılarını örtüp yok etmeye,gece düşen tipi bile razı olmamış. sol eli, boynundaki dürbünü kavramış. havada donmuş kale sancağı gibi... diğer eli belli ki havaya uzanıp rahmet dilerken öylesine taşlaşmış. hayrettir başı açık. gür erkek kömür karası saçları beyaza bulanmış..."

    moskovada krasnaya bulvarındaki askeri müzede kurmay başkanı pietroviçin karargahına gönderdiği rapor,hıçkırıklı bir ağıt gibidir:

    "allahuekber dağlarındaki türk müfrezesini esir alamadım. Bizden çok evvel Allah'larına teslim olmuşlardı. 24.12.1914"



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi hashus1099 -- 5 Ocak 2009; 15:35:56 >




  • Allah hepsinin ruhlarını şaad eylesin. onların sayesinde bu gün burdayız.

    biz ufacık soğukta titrerken insanlar orada -30 larla cebelleşip birde düşmanla savaşmışlar. ne denirki tarihteki en çok acılı millet bizim milletimiz heralde. onlara layık olmaya çalışalım
  • Allahtan rahmet tüm şehitlerimize..


    (yukarı..)
  • Allah tümüne merhamet etsin. Çok üzücü bir durum idi malesef. Onların üstün cesareti ile şu an güvenli bir ortamdayız. Rabbim tümünden razı olsun ve makamlarını cennet eylesin
  • Allah gani gani rahmet etsin şehitlerimize şefaatlerine kavuuşrtursun bizleri inşaAllah

    Konuyu açan arkadaşı tebrik ederim
  • yukarı alalım herkes görsün
  • Büyük Dedem de Sarıkamışta ŞEHİT oldu. Kendisiyle beraber tüm askerlerimizle her zaman gurur duyarım.

    Allah gani gani rahmet eylesin.

    Konuyu açan arkadaş yüreğine sağlık.
  • 
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.