Şimdi Ara

Tarihe Geçmiş İnsanlar (7. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
199
Cevap
1
Favori
61.735
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 56789
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • II.Abdülhamit


    II. Abdülhamit (Osmanlı Türkçesi: عبد الحميد ثانی `Abdü’l-Hamīd-i sânî)(d. 21 Eylül 1842 – ö. 10 Şubat 1918). 34. Osmanlı padişahıdır.

    Sultan Abdülmecit'in oğludur. Henüz 10 yaşındayken annesi Tirimüjgan Kadınefendi ölünce, bakımını Abdülmecit'in diğer çocuksuz eşi Piristû Kadın Efendi üstlendi. Piristû Kadın Efendi Abdülhamit'i kendi çocuğu gibi büyüttü. Babasının ölümünden sonra yerine geçen amcası Abdülaziz diğer şehzadelerle birlikte Abdülhamit'in eğitimiyle de yakından ilgilendi. Abdülaziz 1867 yılında çıktığı Avrupa gezisine Abdülhamit'i de beraberinde götürdü.

    Amcası Abdülaziz'in 1876'da tahttan indirilmesi ve şüpheli koşullarda ölümü, ağabeyi V. Murat'ın tahta geçirildikten üç ay sonra ruhsal çöküntü geçirdiği iddiasıyla görevden alınarak Çırağan Sarayı'na hapsedilmesi olaylarına tanık oldu. 31 Ağustos 1876'da padişah ilan edildi ve 7 Eylül günü Eyüp'te kılıç kuşandı.[1] Ağabeyinin yerine tahta geçirildikten sonra, her iki saltanat değişiminin mimarı olan Mithat Paşa'yı sadrazam yaptı.

    33 yıl padişahlık yaptıktan sonra 27 Nisan 1909’da tahttan indirildi, 3 yıl Selanik'te Alatini köşkünde ev hapsinde tutulduktan sonra 1912'de İstanbul'a Beylerbeyi Sarayına getirildi. 10 Şubat 1918’de de İstanbul’da vefat etti. Büyükbabası için Divanyolu'nda yaptırılmış Sultan II. Mahmut Türbesi'inde yatmaktadır.

    Abdülhamit tahta çıktığında Balkanlar’da ayaklanmalar başlamış, Çarlık Rusyası Osmanlılara bir ültimatom vermişti. Büyük Avrupa devletlerinin İstanbul’da Tersane Konferansı'nı toplayarak Balkan sorununu tartıştıkları ve Osmanlı Devletinden reformlar yapmasını istedikleri sırada, II. Abdülhamit siyasal bir manevrayla 23 Aralık 1876'da Kanun-i Esasi’yi (anayasa) ilan etti. Böylece meşruti yönetime geçilmiş oluyordu.

    Kanun-i Esasi uyarınca iki kanatlı bir parlamento oluşturuldu. Üyeleri seçim yoluyla belirlenen meclise Meclis-i Mebusan, üyeleri atama yoluyla belirlenen meclise de Âyan Meclisi deniyordu. İki meclisin oluşturduğu parlamento Meclis-i Umumi (Genel Meclis) olarak adlandırılmıştı. Âyan Meclisi'nin başkan ve üyeleri doğrudan padişah tarafından atanıyordu. Anayasaya göre Genel Meclis padişahın buyruğuyla kasımda açılıyor, Mart başında çalışmalarını tamamlıyordu.

    II. Abdülhamit iç ve dış baskılar yüzünden meşrutiyeti ilan etmiş ve Mithat Paşa'yı sadrazam yapmıştı. Bundan dolayı ilk işi de, meşrutiyetin mimarı Mithat Paşa’yı sürgüne göndermek oldu. Ardından 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nı gerekçe göstererek Haziran 1877’de Meclis-i Mebusan’ın çalışmalarını da durdurdu. Ocak 1878'de meclis yeniden toplandıysa da üyelerinin büyük çoğunluğu Osmanlı'ya bağlı azınlıklar olan bu meclisin bağımsız Ermenistan, bağımsız Kürdistan gibi meseleleri tartışıyor olması nedeniyle 13 Şubat 1878'de meclisi kapattı.(Bismark'ın söylediği "millet-i vahideden oluşmayan bir toplumun meşrutiyetle yönetilmesi felaktettir" sözünün bu konu ile alakalı olması kuvvetle muhtemeldir). Birinci Meşrutiyet böylece sona erdi.


    Rusya'nın Balkanlarda ıslahat için verdiği tekliflerin 10 Nisan 1877'de İbrahim Ethem Paşa hükümeti tarafından reddi üzerine "93 Harbi" olarak bilinen Osmanlı-Rus Savaşı çıktı. Osmanlı kamuoyunun zafer bekleyerek girdiği savaşta Rus orduları Balkan ve Kafkas cephelerinde Osmanlı kuvvetlerini bir dizi ağır yenilgiye uğratarak, doğuda Erzurum'u, batıda ise Bulgaristan'ın tamamı ile İstanbul surlarına kadar Trakya'yı işgal ettiler. Mebusan Meclisinde hükümetin savaş politikalarına yöneltilen ağır eleştiriler üzerine Abdülhamit meclisi 18 Şubat 1878’de süresiz olarak kapattı. Meşrutiyet rejimine son vererek, yönetime tek başına egemen oldu.

    Osmanlı-Rus Savaşı, 3 Mart 1878'de İstanbul surları dışındaki Ayastefanos (Yeşilköy)'de karargâh kuran Rus kuvvetlerinin dikte ettiği Ayastefanos Antlaşması ile sona erdi. Osmanlı Devletinin fiilen Rusya'nın egemenliğine girmesini öngören bu antlaşmaya, Rusya'nın aşırı derecede güçlenmesinden kaygı duyan öbür Avrupa devletleri karşı çıktılar. 13 Temmuz 1878’de Ayastefanos Antlaşması’nın yerine geçen Berlin Antlaşması imzalandı. Yeni antlaşmayla Rusya'nın toprak kazanımları geri alındıysa da, Romanya ve Karadağ’a bağımsızlık verildi, Bulgaristan’da da Almanya ve Avusturya himayesinde özerk bir prenslik oluşturuldu.

    II. Abdülhamit Meclis'i kapatarak yönetimi kendi eline aldıktan sonra Osmanlı tarihinde ilk defa geniş kapsamlı bir polis ve istihbarat örgütü kurdu. Meraklı olduğu Sherlock Holmes dedektif hikayelerinden ve amcasının esrarengiz bir şekilde ölmüş olmasından da etkilenen Abdülhamit 1880 yılında Yıldız İstihbarat Teşkilatını kurdu[11]. Çok sayıda hafiye'den oluşan bu örgütün amacı Abdülhamit'in siyasi rakipleri hakkında bilgi toplamak ve Abdülhamit'e karşı hazırlanan darbe veya ayaklanma girişimlerini önlemekti. Hafiyeler sadece kendi başlarına bilgi toplamakla kalmıyor, halk arasında çok sayıda kişiye maaş bağlayarak geniş bir istihbarat ağı oluşturuyorlardı. Jurnalci adı verilen bu kişiler Abdülhamit yönetimine karşı olabilecek faaliyetleri bildiriyorlar, zaman zaman sıradan insanların veya aydınların hapse atılmalarına veya sürgüne gönderilmelerine neden oluyorlardı.[kaynak belirtilmeli]

    Abdülhamit'in sıkıyönetim dönemi her ne kadar demokrasi ve insan haklarıyla bağdaşmadıysa da bazı uzmanlarca Osmanlı Devleti'nin ömrünü 30-40 yıl daha uzatmış olduğu ileri sürülmüştür:
    Düvel-i Muazzama'nın bu meclisin açılmasını demokrasi ve insan hakları için değil, kendi adamları olan milletvekilleri eliyle iç idareye daha rahat karışabilmek için istediği öne sürülmüştür.
    İcra`yı baskı altında tutan bir meclis vardı.
    Azınlık milletvekilleri, her bir grup arkasına bir Avrupa Devletini alarak, üyesi olduğu bağımsız devletler kararı çıkarmak için uğraşmaktaydılar. Girit, Teselya ve Yanya'nın Yunanistan'a bırakılması gerektiğini ifade eden vekiller çıkmıştır.
    240 üyeden sadece 60-70 kadarının Türk asıllı olduğu düşünülürse, gayrimüslimlerin bu meclis üzerindeki etkileri daha iyi anlaşılabilir.

    Bu meclis ile Berlin Andlaşması imzalansaydı, Balkanlarda kurulan yeni devletler kadar Anadolu'da ve Ortadoğu'da yeni devletler kurulması ihtimali mevcuttu. Almanya Şansölyesi Bismark bu konuda aşağıdaki sözleri ifade etmişti:




  • Demirbaş Şarl



    XII. Karl ya da Demirbaş Şarl, 1682'de doğdu. Cesaretinden ve savaşlarda gösterdiği başarılardan dolayı Yeniçeriler ve tarihçiler ona Demirbaş Şarl dedi. Bir diğer rivayet de Osmanlı Devleti'nin himayesine girdiği için "demirbaş" diye anılmasıdır. İsveç kralı on birinci Şarl'ın oğlu olan Demirbaş Şarl, 1697 yılında babasının yerine kral olmuştur. Rusya, Danimarka ve Polonya arasındaki ittifakı bahane edip, Danimarka'ya savaş açmış ve büyük bir zafer kazanmıştı. Daha sonra Rusya ve Polonya'ya savaş açtı.

    Rus çarı Deli Petro karşısında önceleri başarılı olduysa da, Moskova'ya kadar ilerlediği sırada kışın ve ordusundaki salgın hastalığın etkisiyle Poltava Savaşın'da yenildi(28 Haziran 1709). Demirbaş Şarl ordusundan artakalan 1500 kadar Karoliner ve Kazak'tan oluşan kuvvetle güneye çekilerek Osmanlı'ya iltica etmek istemiştir. Kralın iltica talebi, yardımcılarından Leh GeneralStanislaw Poniatowski bizzat Özü kalesi komutanı Abdurrahman Paşa'ya giderek 2.000 altın vermesinden sonra kabul edilmiş ve Rus ordusunun eline düşmek üzere olan kral, son anda Bug (Aksu) nehrini geçerek kaleye sığınabilmişti. İsveç kralı, tekrar ülkesine dönebilmek ve Rusya ile savaşı sürdürebilmek için Osmanlı Devleti'nin askeri ve ekonomik kaynaklarına başvurmaktan başka çaresi olmadığını düşünmekteydi. Bu nedenle Rus askeri hazırlıklarını yakından izleyen ve sıkı bir Rus düşmanı olarak tanınan Kırım Hanı Devlet Giray ile Bender Muhafızı Çerkes Yusuf Paşa'nın siyasi nüfuz ve askeri gücünden yararlanmaya çalıştı. Nitekim Osmanlılara sığındıktan hemen sonra bu iki önemli isimle dostluk kurdu ve bizzat Yusuf Paşa'nın davetlisi olarak Bender'e yerleşmiştir. Demirbaş Şarl, Sultan III. Ahmed saltanatında Bender'de beş sene gibi uzun bir süre oturmuş, bu süre içerisinde, Osmanlı Devletini Ruslara karşı sürekli kışkırtarak, askeri ve siyasi olarak Rusya'ya karşı azımsanamayacak bir mücadele vermiştir. Kurduğu yakın ilişkilerle, Rus düşmanı olan Leh, Kazak ve Tatar kuvvetlerini Bender'e toplamayı başardı. Bu birleşik orduyla zaman zaman sınırı geçerek, stratejik önemi olan Rus üslerine yıpratıcı baskınlar düzenledi. Ayrıca İstanbul'daki özel temsilcisi General Stanislaw Poniatowski aracılığla saray ve devlet adamları arasında yoğun bir Rus düşmanlığı propagandası yaptı. General Poniatowski'nin padişahtan sonra görüştüğü kişiler arasında padişahın annesi Gülnuş Valide Sultan da vardı. Poniatowski, Valide Sultan'a yaptığı haftalık ziyaretlerinde Fransa elçisi Ferriol'ün tavsiyesi ile Valide Sultan'ın pek meraklı olduğu Fransız parfümlerinden armağanlar verebilmenin yanısıra Rusların sınır bölgelerinde yaptıklarını biraz abartarak da olsa aktarma olanağı buluyordu. Nitekim etkili ve başarılı propaganda sonucunda, Çar'a ve Rusya'ya duyulan nefret iyice arttı. Bu yolla oluşturulan kamuoyu, Osmanlı Devleti'nin birkaç yıl sonra Rusya'ya karşı savaş kararı almasını etkileyen önemli sebeplerden biri olacaktı. Diğer bir deyişle, Baltacı Mehmed Paşa'nın Rus Çarı Deli Petro'yu yenmesiyle sonuçlanan Prut savaşı, onun teşvikiyle çıkmıştı. Prut Savaşı sonunda Ruslarla barış antlaşması yapıldığı halde Osmanlı devletini savaşması için kışkırtmaya devam eden Demirbaş Şarl, Bender'den çıkarılmak istendi. Direnen Şarl ve ordusu 1 şubat 1713'te sonunda ele geçirilerek Dimetoka'da hapsedildi. Demirbaş Şarl'ın yeniçerilerce ele geçirilme olayı İsveççe "Kalabaliken i Bender", ingilizce "Skirmish at Bender" olarak tarihte yerini almıştır. Fakat kaçmayı başaran Demirbaş Şarl, Macaristan ve Almanya üzerinden İsveç'e geçmeyi başardı ise de orada boğularak öldürüldü (1718).




  • Genç Osman



    II. Osman (Genç Osman), (d. 3 Kasım 1604, İstanbul – ö. 20 Mayıs 1622, İstanbul). 16. Osmanlı padişahıdır.Babası I. Ahmed, annesi Mahfiruz Haseki Sultandır. Mahfiruz Haseki Sultan Rum'dur.Sultan Genç Osman 14 yaşında iken, amcası Sultan Birinci Mustafa'nın tahttan indirilmesi üzerine Osmanlı tahtına oturdu. Annesi onun yetişmesi için çok titiz davrandı. Sultan Genç Osman iyi bir terbiye ve tahsil gördü. Arapça, Farsça, Latince, Yunanca ve İtalyanca gibi doğu ve batı dillerini klasiklerinden tercüme yapabilecek kadar güzel öğrendi. Genç Osman zeki, enerjik, atılgan, cesur ve gözüpek bir padişahtı.[kaynak belirtilmeli]

    Sultan Genç Osman, Fatih Sultan Mehmed devrine kadar yapıldığı gibi saray dışından, Şeyhülislam Es'ad Efendinin ve Pertev Paşa'nın kızları ile evlendi. Yavuz Sultan Selim devrinden itibaren padişah saray dışından evlenmediği için bu davranış önemli bir değişiklik oldu. Kendisine planlarını uygulayacak bir sadrazam bulamadı.

    Tarihte eşine az rastlanır bir şekilde tahtan indirilerek, Yedikule zindanlarında boğularak öldürülen Sultan Genç Osman, babası Sultan Birinci Ahmed'in Sultanahmet Camii'nin yanındaki türbesine defnedildi. Tahta çıkar çıkmaz devlet erkanı içindeki üst düzey yetkilileri değiştiren, müderris ve kadıların atanma yetkilerini şeyhülislamdan alan Sultan Genç Osman çok yenilikçi bir padişahtı.

    Sultan Genç Osman, Lehistan seferindeki başarısızlığının sebebi olarak askerin gayretsizliğini görüyordu. Askeri alanda bazı yenilikler yapma fikri böylece gelişti. İşe Kapıkulu Ocakları ile başladı. Yaptırdığı sayımda, asker sayısının maaş defterindeki kişi sayısından az olduğunu anlayınca fazladan para vermeyi kesti. Bu durum da, daha önce fazladan gelen paraları kendi ceplerine atan zabitlerin, Sultan Genç Osman'a düşman olmalarına yol açtı.

    Sultan Genç Osman; her şeyin farkındaydı, ancak tecrübesiz olması yüzünden istediği yenilikleri yapamıyordu. Anadolu, Mısır ve Suriye'deki Türk ve Türkmenlerden oluşacak yeni bir ordu kurmak istiyordu. Aynı zamanda saray, harem ve ilmiye teşkilatlarını yeniden kurmak, yeni kanunlar çıkarmak gibi yenilikçi düşünceleri de vardı. Kapıkulu Ocakları bu durumdan rahatsızdı ve bunu belli etmekten kaçınmıyorlardı. Şeyhülislam Es'ad Efendi'nin başında bulunduğu ilmiye sınıfı ise fikir belirtmiyordu.

    Sultan Genç Osman'ın Haleb, Erzurum, Şam ve Mısır beylerbeylerine asker yazdırmak için gizli bir irade gönderdiğinin sarayda adamları olan yeniçeriler tarafından öğrenilmesi, bardağı taşıran son damla oldu. Sultan Genç Osman asker toplamak için Anadolu'ya bizzat kendisi gitmek istiyordu. Bu arada İstanbul'a, Dürzi lider Maanoğlu Fahreddin'in Lübnan'da bir isyan çıkardığı haberi geldi. Sultan Genç Osman bunu bir fırsat bilerek, isyanı bastırmak için Anadolu'ya gideceğini söyledi. Ancak Sadrazam Dilaver Paşa ve Şeyhülislam Es'ad Efendi, koskoca padişahın küçük bir isyan için Anadolu'ya gitmesine gerek olmadığını söyleyerek, Sultan Genç Osman'ın Anadolu'ya geçmesini engellemeye çalıştılar. Başka bir çaresi kalmayan Sultan Genç Osman, hacca gideceğini ilan etti. Daha önce hiçbir padişah hacca gitmemişti. Sadrazam Dilaver Paşa ve Şeyhülislam Es'ad Efendi çok uğraştılarsa da Sultan Genç Osman fikrinde kararlıydı. Padişahın geçeceği güzergah üzerindeki vilayetlerin beylerbeyleri haberdar edildi ve hazırlık yapmaları istendi. Sultan Genç Osman'ın yanında 500 yeniçeri ve sipahi olacak, geri kalan asker İstanbul'un korunması için İstanbul'da kalacaktı. Sadrazam, defterdar, nişancı, rikab ümerası, gedikliler, 40 müteferrika ve 40 divan katibi hac kafilesinde yer alıyordu.


    Padişah otağının Üsküdar'a kurulacağı günden bir gün önce Yeniçeriler Süleymaniye'de toplandılar. Ayaklanan yeniçeriler saraya girip bazı devlet adamlarını öldürdüler. Yeniçeri ve sipahileri ikna etmek isteyen Sultan Genç Osman, yeniçeri ağalarını merhamete getirmeye çalıştı. Ancak bunda başarılı olamadı. Yerine amcası Sultan Birinci Mustafa ikinci kez tahta çıkarıldı. İsyancılar o an için Sultan Genç Osman'ı öldürülmesini düşünmüyorlardı. Ancak Sultan Genç Osman'ın ne kadar dirayetli bir padişah olduğunu bilen isyanın elebaşları padişahın Yedikule zindanlarına götürülüp orada öldürülmesini istediler. Sultan Genç Osman sekiz tane cellata karşı koymasına rağmen boğularak öldürüldü.

    Sultan Genç Osman'ın naaşı, ertesi gün Sultanahmet Camii'nde kılınan cenaze namazından sonra Sultan Ahmed Camii'nde babasının türbesine defnedildi. Sultan Genç Osman'ın öldürülmesi Anadolu'da bazı isyanların çıkmasına sebep oldu. Osmanlı halkı padişahın öldürülmesini hiçbir zaman hazmedemedi.




  • Güzel konu olmuş .
  • Gazi Osman Paşa


    Gazi Osman Paşa (1832, Tokat - 1900), 93 Harbi'nde 145 günlük Plevne Savunmasını komuta etmiş ve direnişiyle askerlik tarihine geçmiş, türkülere konu olmuş, müdafaa hattı stratejileriyle esir bulunduğu dönemde Rus çarından bile saygı görmüş, dönemin tüm komutanları tarafından örnek alınan ünlü bir Türk komutanıdır.

    1832'de, Tokat'ta, Yağcıoğulları ailesinin bir bireyi olarak dünyaya geldi. Beşiktaş’taki Askerî Rüşdiyede ve Kuleli Askerî İdâdîsinde (lisesinde) okudu. Harbiye’yi yirmi yaşında ikincilikle bitirdi. Harp Akademisine girdi. Kırım Savaşı'nın çıkması üzerine Tuna cephesine gönderildi. Burada dört yıl kalarak, teğmenliğe yükseldi. Savaşın sonunda ise yüzbaşı oldu.

    Genelkurmay Başkanlığında çalıştıgı zamanlarda Osmanlı Devleti' nin nüfus sayımı ile kadastro usulünde haritasının çizilmesi kararlaştırıldıgından, Bursa ilinden başlanması üzerine bu göreve askeri temsilci olarak tayin edildi. 1861'da Teselya’da, Yenişehir’de ve Cebel-i Lübnan’da görev aldı. Girit isyanları nın başlaması üzerine Girit’e tayin edildi. 1866’da Girit’teki çalışmalarından dolayı Serdar-ı ekrem Ömer Paşa'nın takdirini kazanarak Miralay (albay) oldu.

    Yemen’e gönderildi. Arkasından Paşa rütbesiyle Rumeli’de bulunan Beşinci Ordu Manastır Fırka (tümen) Kumandanlığına tayin edildi (1875). Buradaki çalışmalarından dolayı birinci ferik (korgeneral) oldu. 27 Haziran 1876 yılında Sırbistan'ın, Osmanlı Devleti'ne ultimatom vermesi sebebiyle, Osman Paşa Vidin komutanlığına getirildi. Sırp İsyanları başlayınca emrindeki birliklerle İzver tepelerini ve Zayçar kasabasını zaptetti ve bu nedenle Sırp ordusu çekilmek zorunda kaldı. Osman Paşa'nın hedefi Belgrad'ı almaktı ancak Serasker den izin verilmedi, zira şartlar uygun değildi. Sırp ordusunu yendi ve müşir (mareşal) oldu (1876). Gazi Osman Paşa'yı bütün dünyaya tanıtan, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'ndaki savunma ve kahramanlıklarıdır.

    5 Nisan 1900’de 68 yaşında vefat etmiş. Türbesini, onu çok seven Sultan II. Abdülhamit yaptırmıştır. Fatih Camii avlusuna gömülmüştür.


    Tuna Nehri akmam diyor,
    Etrafımı yıkmam diyor,
    Şânı büyük Osman Paşa,
    Plevne’den çıkmam diyor.


    Karadeniz akmam dedi.
    Ben Tuna’ya bakmam dedi.
    Yüz bin Moskof gelmiş olsa,
    Osman Paşa korkmam dedi.


    Kılıcını vurdu taşa,
    Taş yarıldı baştan başa,
    Şânı büyük Osman Paşa,
    Askerinle binler yaşa.


    Düşman Tuna’yı atladı,
    Karakolları yokladı.
    Osman Paşanın kolunda,
    Beş bin top birden patladı.




  • Şeker Ahmet Paşa


    Şeker Ahmet Paşa (d.1841 - ö.5 Mayıs 1907), ressam.

    İstanbul'un Üsküdar semtinde doğdu. 1855 yılında Tıbbiye Mektebi'ne girdi. Tıp öğrenimini tamamlamadan Harbiye Mektebine geçti. Resme olan ilgisi ortaya çıkınca sultan Abdulaziz tarafından Paris'e gönderildi. Burada yedi yıl Gerome ve Boulanger atölyelerinde çalıştı. 1871 yılında İstanbul'a döndü. Bir yandan askeri kariyerini sürdürürken, diğer yandan resim yaptı.

    Natürmort çalışmaları ile ünlüdür. Resimlerinin önemli bir bölümü İstanbul ve Ankara Resim Heykel Müzeleri ile, Sakıp Sabancı Müzesi ve bazı özel koleksiyonlarda bulunmaktadır.

    Asıl adı Ahmet Ali’dir. Küçük yaşta Tıbbiye Mektebine girdi (1855). Resim yeteneği nedeniyle bu okulda resim öğretmenliği yardımcılığına getirildi. Daha sonra okuldan ayrılarak Harbiye’ye geçti. Abdülaziz’in ilgisini çekince, resim öğrenimi için Paris’e gönderildi (1864). Önce Mektebi Osmani’ye devam etti. Paris Güzel Sanatlar Akademisi’ne geçti ve G. Boulanger, J. L. Gerome gibi öğretmenlerden dersler aldı. Paris Uluslararası Fuar sergisinde resimleri sergilendi (1867). Resimleri Salon’a kabul edildi (1869, 1870) Abdülaziz, Avrupa gezisi sırasında sergideki resimleri gördü ve Ahmet Ali’yi resim seçip almakla görevlendirdi. 1870’te akademiyi bitiren Ahmet Ali, ^^Prix de Rome^^u kazanarak, üç ay süreyle Roma’ya gönderildi. Yurda dönünce kolağası rütbesiyle Sultanahmet’teki Sanat Mektebi’ne resim öğretmeni olarak atandı (1871). Uzun hazırlık ve çalışmalardan sonra, Sultanahmet'teki Mekteb-i Sanayi'de Türk ve yabancı ressamların eserlerinden oluşan bir resim sergisi açmayı başardı (27-Nisan-1873). Bu sergi, Türkiye’de açılan ilk resim sergisiydi. İkinci sergiyi 1 Temmuz 1875’te Çemberlitaş'taki Darülfünun binası salonunda açtı(halen Basın Müzesi olarak kullanılıyor). Bu sergide kendi resimleri, başka Türk ressamların eserleri, çoğunlukla Hıristiyan ve yabancı ressamların eserleri yer aldı. Ahmet Ali, Abdülaziz’in takdirini kazanarak, padişah yaverliğine atandı. Bu görevi sırasında manzara resimlerinden uzaklaştı ve Mercandaki konağındaki atölyesinde natürmort çalışmaları yaptı. 1884’te mirliva (tuğgeneral), 1890’da da ferik (tümgeneral) rütbesine yükseldi.

    Başlıca eserleri: Karpuz Dilimli ve Üzümlü natürmort, Ağaçlar Arasında Karaca, Manolya ve Meyveler, Talim Yapan Erler, Manzara, Tepe Üzerindeki Kale.

    Şeker Ahmet Paşa, çağdaş Türk Resim Sanatı’nın temel taşlarından biri olarak değerlendiriliyor. Batıdaki deneyimleri özümseyen bir istemle, peyzaj temasına yaptığı dünya çapındaki üslup katkısı, sanatçının mekan derinliği ve atmosfer ilişkilerini yorumlayan duyarlığının ürünü olarak görünür. Şeker Ahmet Paşa’nın düzen anlayışına mal olan lirizm, özgün bir şema geometrisiyle dengeleniyor.




  • İbrahim Şinasi


    İbrahim Şinasi Paşa, (d. 5 Ağustos 1826 - ö. 13 Eylül 1871)İlk şiir çevirisini yapan ,ilk makaleyi yazan ve noktalama işaretlerine ilk kez kullanan ilk Türk gazeteci


    İbrahim Şinasi, 5 Ağustos 1826'da İstanbul'da doğdu. Topçu yüzbaşısı olan babası Mehmed Ağa, 1829'da Osmanlı-Rus Savaşı sırasında vurularak ölünce, annesi onu yakınlarının desteğiyle büyüttü. Şinasi, ilköğretimini Mahalle Sıbyan Mektebi'nde ve Feyziye Okulu'nda tamamladıktan sonra Tophane Müşiriyeti Mektubî Kalemi'ne kâtip adayı olarak girdi. Burada görevli memurlardan İbrahim Efendi'den Arapça ve Farsça öğrendi. Aynı kalemde görevli eski adı Chateauneuf olan Reşat Bey'den Fransızca dersi aldı.


    Bu görevindeki çalışkanlığı ve başarısı nedeniyle, önce memurluk sonra hulefalık derecesine yükseltildi. 1849'da bilgisini artırması için devlet tarafından Paris'e gönderildi. Burada edebiyat ve dil konularındaki çalışmalarını sürdürdü. Oryantalist De Sacy Ailesi ile dostluk kurdu. Ernest Renan'la tanıştı, Lamartine'in toplantılarını izledi. Oryantalist Pavet de Courteille'e çalışmalarında yardım etti. Dilbilimci Littré ile tanıştı. 1851'de Société Asiatique'e üye seçildi.


    1854'te Paris dönüşünde bir süre Tophane Kalemi'nde çalıştı. Daha sonra Meclis-i Maarif Üyeliği'ne atandı. Encümen-i Daniş'te (ilimler akademisi) görev yaptı. Koruyucusu Sadrazam Mustafa Reşit Paşa’nın görevinden ayrılması üzerine üyelikten çıkarıldı. Reşit Paşa, 1857'de yeniden sadrazam olunca, Şinasi de eski görevine döndü.


    1860'da Agah Efendi ile birlikte Tercüman-ı Ahvâl Gazetesi'ni çıkardı. Devlet işlerini eleştirmesi ve Sultan Abdülaziz'e karşı girişilen eylemin düzenleyicilerinin yanında yer alması nedeniyle 1863'teki Meclis-i Maarif'teki görevine son verildi. Gazeteyi Namık Kemal'e bırakarak, 1865'te Fransa'ya gitti. Orada sözcük çalışmalarına yöneldi.


    Société Asiatique Üyeliği'nden ayrıldı... 1867'de İstanbul'a döndü. Kısa bir süre sonra yeniden Paris'e gitti. Burada kaldığı iki yıla yakın sürede, Fransa Milli Kütüphanesi’nde araştırmalar yaptı. 1869'da İstanbul'a dönünce bir matbaa açtı ve eserlerinin basımıyla uğraşmaya başladı. Kısa bir süre sonra da 13 Eylül 1871'de beyin tümöründen öldü.


    Şinasi, Batı, özellikle de Fransız kültürü etkisinde eserler verdi. Ülkenin, Batı örnek alınarak eğitim alanında uygulanacak radikal yöntemlerle gelişebileceğini savundu. Batı hatta Fransız aktarmacılığını tek çözüm gördü. Bu amaçla yazarlığında çok yönlü bir çaba içine girdi. Gazete çıkardı, makale, şiir ve oyun yazdı, sözlük çalışmaları yaptı. Tanzimat'la başlayan Batılılaşma hareketinin öncülerinden biri olarak dil, edebiyat ve düşünce hayatının değişmesinde etkili oldu.


    Düzyazılarında sade bir dil kullanılmıştır. Dildeki yalınlaşma çabasını, edebiyat ve tiyatro alanlarındaki eserleriyle desteklemiştir. Batı şiirini tanıtma, yeni şiir biçimlerini edebiyata sokma amacıyla Fransız şairlerinden tercümeler yapmıştır.




  • Mao Zedong


    (26 Aralık 1893 - 9 Eylül 1976), Çin Komünist Partisinin (ÇKP) ve Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurucu ve önderlerinden. Çin'in Hunan eyaletinde doğdu. 1943'ten itibaren ÇKP Politbüro Başkanı, 1945'ten itibaren ÇKP Merkez Komitesi Başkanı.

    Mao hakkındaki tartışmalar ölümünden otuz yıl sonra da devam etmektedir. Taraftarlarına göre Mao, büyük bir devrimci önderdir ve görüşleri Marksizmin gelişmiş yorumunu oluşturur. Çin'deki destekçileri, Mao'yu 20. yy'daki büyük Çin devletini yaratan siyasi ve askeri lider olarak görürler.

    Mao; Sağcı Karşıtı Kampanya, Büyük İleri Atılım, Kültür Devrimi gibi isimler verdiği, kolektifleştirmeyi de kapsayan çeşitli sosyo ekonomik projeler geliştirdi. Bu projeler sayesinde güçlü, müreffeh ve eşitlikçi bir Çin yaratmayı hedefledi.

    Ancak genel görüş bu projelerin başarısız olduğu yönündedir. Eleştirmenler, Mao'yu on milyonlarca Çinlinin ölümüne sebep olmakla, Çin kültürüne, toplumuna, iktisadına ve dış ilişkilerine zarar vermekle suçladılar. Mao, bazı uluslararası çatışmalara taraf olduğu için Çin dışında tepki topladı. Günümüzde Çin'de hala resmen saygı görmekle birlikte, Çin hükümeti adını nadiren anmakta, Maoist siyasetten gitgide uzaklaşmaktadır. Ölümünden sonra Mao'nun Çin siyasetine etkisi azalmıştır.

    Mao, Çin'de halk savaşının örgütleyicisi, planlayıcısı ve önderidir. O zamanlar 400 milyonu bulan bu köylü ülkesinde gerçekleşen devrim, esas olarak Mao Zedung'un eseridir.

    1927 bahar ve yaz aylarında Guomindang'ın birleşik cepheye ihanetiyle ortaya çıkan beyaz terörden zorlukla kaçtı. Karısı öldürüldü. Aynı yıl Hunan'da Güz Hasadı Ayaklanmasını yönetti, ancak başarısız oldu. Burada da Guomindang askerlerinin elinden kurtulmayı başardığında kurşuna dizilmeye götürülüyordu. Artık bir avuç kalmış takipçileriyle birlikte güneydoğu Çin'deki Jinggang dağlarına gittiler. Burada 1931-1934 yılları arasında bir kurtarılmış bölgede Çin Sovyet Cumhuriyeti kuruldu ve Mao da onun başkanı seçildi. Aynı yıllarda He Zizhen ile tanıştı ve evlendi.

    Mao burada Zhu De'nin yardımlarıyla küçük ama etkili bir gerilla ordusu kurdu. Toprak reformu hareketi başlattı. Şehirlerdeki komünist kırımından kaçanlara sığınak sundu. Bu sırada Guomintang baskısı artarken ÇKP içinde de liderlik yarışı ortaya çıkmıştı. Mao görevinden uzaklaştırıldı, yerine de o sırada Moskova'dan yönlendirilen (veya ÇKP yöneticilerinin Moskova'dan yönlendirildiğini iddia ettikleri) çizgiye sadık olan Zhou Enlai'ın da içinde olduğu kişiler geçirildi. Bunlar "28 bolşevik" olarak tanınacaklardır.

    Katliamların başındaki isim olan Guomindang lideri Çan Kay Şek, komünistleri ortadan kaldırmaya kararlıydı. Gerek bu dönemde ÇKP içinde şabloncu çizginin hakim olmasının, gerekse de Çan Kay Şek'in bu kararlılığının neticesi olarak komünistler büyük yürüyüşe başladılar. Çin'in güneydoğusundan kuzey batısına kadar yürüdüler; ki bu, toplam 9.600 km kadardır. Mao'nun tepedeki komünist lider olarak tanınması bu yürüyüş sırasında olmuştur; bunda en etkili olay ise, Zunyi Konferansı ve Zhou Enlai'ın Mao'nun saflarına geçmesidir. Bu konferansta Mao ÇKP Politbürosu'nun İcra Komitesine seçildi.

    Büyük Yürüyüşün sona erdiği Yan'an'daki üs bölgesinden, Mao 1937-1945 arasındaki Çin-Japon savaşında Japonlara karşı direnişi yönetecektir. 1942'de ise ÇKP içindeki rakip önderlere karşı düzeltme harekatı başlatarak önderliği kesin olarak ele alacaktır.

    Yine bu dönemde He Zizhen'den ayrıldı ve oyuncu Lan Ping ile (Jiang Qing olarak bilinir) evlendi.

    Çin-Japon savaşı sırasında Mao ısrarla Guomintang'la bir ittifak arayışına girdi, bunda başarılı da oldu. İttifak kuvvetleri içinde zaman zaman çatışma çıksa ve hatta Guomindang ÇKP kuvvetlerini çatışmaların büyük bölümünde yalnız bıraksa dahi, sonuç, Halk Kurtuluş Ordusu'nun ve ÇKP'nin yüzmilyonlarca insanın kafasında meşrulaşması oldu. Bu dönemde ÇKP hemen sadece düşman birliklerinden yardım alıyordu; oysa ABD sürekli olarak Guomindang kuvvetlerini teçhiz ediyordu.

    Bununla birlikte daha o dönemde ABD Mao'nun kuvvetlerinin önemini belli belirsiz kavramış görünüyor; bunun en belli başlı örneği, 1944'de Ya'nan bölgesine gönderilen Amerikan diplomatı Dixie misyonudur.

    İkinci Dünya Savaşından sonra da ABD Çan Kay Şek kuvvetlerine yardıma devam etti. Oysa bu sırada ÇKP ve Guomindang arasındaki ittifak sona ermiş ve yeni bir iç savaş başlamıştı. Dolayısıyla ABD, açıkça bu çatışmada taraf oluyordu.

    Bu dönemde Stalin önderliğindeki Sovyetler Birliği de ÇKP birliklerine yardımda bulunuyordu, ancak bunların çok az ve esasen de Japon birliklerinden kalan teçhizatlar şeklinde olduğu biliniyor.

    21 Ocak 1949'da Guomindang kuvvetleri ÇKP kuvvetlerine karşı çok ağır yenilgiler aldılar. Kurtuluşun ilanından sonra kıta Çin'inde kalan son Guomindang çekirdeği de 10 Aralık 1949'da Chengdu'da yok edildi. Çan Kay Şek de aynı gün Tayvan'a kaçtı.




  • Sokrates



    Sokrates (Yunanca: Σωκράτης, M.Ö. 470 Alopeke, Attika - M.Ö. 399 Atina).Heykeltıraş Sophroniskos’un ve ebe Fenarete’nin oğlu olan Sokrates, Antik Yunan filozofudur. Yunan Felsefesinin kurucularındandır.
    Özel yaşamına ilişkin fazla bir şey bilmediğimiz Sokrates Platon ve Ksenophon’a kadar uzanan bir geleneğe göre kendisine üç çocuk veren Ksanthippi ile evlidir. Platon ve Ksenophon’un çizdiği portreye göre basık burunlu, patlak gözlü, sarkık dudaklı ve koca göbeklidir.Alçak gönüllü alışkanlıklarını ve felsefeden başka bir uğraşı olmadığını bildiğimiz Sokrates başta öğrencisi Platon olmak üzere Yunan gençleri üzerinde giderek yükselen bir etki yaratır. Öylesine büyük bir hayran kitlesine sahip olur ki çoğu onun bazı alışkanlıklarını taklit etmeye başlar; onun gibi yalın ayak yürürler yıkanmazlar. Hatta bu grup özentisini alaya almak için Aristophanes “ Kuşlar “ adlı komedyasında bir terim icat eder, uzun saçlı olurlar, açlık çekerler, yıkanmazlar, Sokrateslik taslayanlardır. Bu terim Esokraton’ dur. Ahlak felsefesinin kurucusu olarak kabul edilen Sokrates’ in yaşamının en belirgin olaylarından biri M.Ö 399 yılında hakkında açılan davadır. Platon ‘un “ Sokrates’in Savunması” adlı eserinden bildiğimiz kadarıyla Sokrates, şehrin tanrılarına inanmamak onların yerine başka tanrılar koymak ve böylece gençliği zehirlemekle suçlanır. Sokrates bu suçlamalar sonucunda ölüme mahkum edilir. Sokrates yazılı bir kaynak bırakmamıştır. Yaşamı ve düşünceleri ile bilgileri Aristophanes gibi çağdaş yazarlarla, Platon ve Ksenophon gibi çömezlerinin yazdıklarıyla ve en önemlisi Sokrates’ in ölümünden on beş yıl sonra dünyaya gelen Aristoteles’ in dolaylı anlatımlarıyla öğrenmekteyiz. Bu tanıklıklar çeşitlilik gösterir. Tarihçilerin karşı karşıya kaldıkları ve çözmeye çalıştıkları, Sokrates felsefi tarihi boyutu diyebileceğimiz tarihi ve yöntemsel sorun kısaca “Sokrates Sorunu ” olarak adlandırılır.




  • Herodot



    Herodot (Halikarnassoslu Herodotus) (Yunanca: Ηροδοτος Herodotos) (M.Ö. 484, Halikarnas - M.Ö. 425), M.Ö. 5. yüzyılda yaşamış olan Yunanlı tarihçi ve antik yazar. Tarihin babası olarak anılır. Gezilerinde gördüğü yerleri ve insanları anlattığı, Herodot Tarihi olarak bilinen eseriyle tanınır. Eserinin esas konusu, Persler ve Yunanlar arasında yapılan "Pers Savaşları"(M.Ö. 492-449)dır.

    Ünlü Cicero (De leg. 1,5) tarafından tarih yazarların babası veya ilk tarih yazarı olarak tanımlandı. Latince ( pater historiae) tarihin babası.


    Herodotus Halikarnassos'da Batı Anadolu'daki bugünkü Bodrum yakınlarında Türkiye'de dünyaya geldi, tiran Lygdamis tarafından sürülmesi üzerine, gençliği o zaman bilinen dünyanın birçok yerine yaptığı gezilerle geçmiştir. Uzun süre Atina'da yaşıyan Herodotos'un Mısır'a gidip Assuan'a kadar indiği, Mezopotamya'yı, Filistin'i, Güney Rusya'yı gördüğü, Afrika'nın kuzey kıyılarında bulunduğu sanılmaktadır. Yaşlılığında İtalya'daki Thurii adlı Yunan koloni'sine çekilmiş, kendisine "Tarihin Babası" olma ününü kazandıran eserini yazmıştır . Herodotos İ.Ö. 424 yılında ölmüştür.


    Birincisi yazarın doğumundan önce, ikincisi de çocukluğunda geçen Pers-Yunan Savaşları Herodotos Tarihinin asıl konusu olmakla birlikte, bu eser yalnızca bir tarih kitabı değildir. Eski Yunan'ın bu ilk nesir sanat eseri, aynı zamanda çeşitli ulus ve ülkeler üstüne, efsaneyle karışık coğrafik ve sosyolojik bilgiler de veren bir hazinedir. Herodotos, Tarih'inde bize kendisinin Yunan ve Atina değerlerine bağlılığını sezdirmekle birlikte, olağanüstü bir hoşgörü ve tarafsızlık duygusuna sahip olduğunu da gösterir.

    Herodotos Tarihi yazılışından yüzyıllar sonra, Hellenistik dönemde bir İskenderiyeli yayıncı tarafından büyük ustalıkla dokuz kitaba bölünmüştür. Bu dokuz kitap üçer üçer Pers-Yunan ilişkileri açısından anlamlı bölümler meydan getirmektedir. İlk üç kitap Asya'da, İkinci üç kitap Avrupa, üçüncü üç kitap da Yunanistan'da geçen olayları hikâye etmekte; ilk üç kitapta Persler ağır basmakta, son üç kitapta Yunanlıların Thermopylae yenilgisinden sonra, Salamis, Plataea ve Mycale zaferleri anlatılmaktadır. Perslerin İskitye ve İyonya yenilgileri, Yunanlıların Marathon yenilgisi. Pers hükümdarları bakımından; ilk üç kitapta Kyros ve Kambyses ile Darius'un başa geçişi, ikinci üç kitapta Darius, üçüncü üç kitapta da Kserksess istilası hakkında bilgi toplayıp, ilkin bu kitapların son üçünü yazdığı, baştaki altı kitabı ise daha sonra hazırladığı anlaşılmıştır.




  • Pisagor


    Pisagor ya da Pythagoras (Yunancada: Πυθαγόρας) , M.Ö. 580 - M.Ö. 500 tarihleri arasında yaşamış olan Yunan filozof ve matematikçi.

    En iyi bilinen önermesi; adıyla anılan Pisagor önermesidir. "Sayıların babası" olarak bilinir.


    Doğum yeri olan Sisam adasından M.Ö. 529'da Güney İtalya'ya, Crotona'ya göç etti. Crotona bu yörenin zengin liman kentlerinden biriydi. Pisagor burada biraz kişisel çekiciliği, kendinde varolduğunu iddia ettiği kehanet gücü, biraz da etrafında yarattığı gizemci havasıyla zengin ve soylu delikanlılardan üçyüz kadarını bir çatı altında topladı ve okul kurdu. Pisagor öğrencilerini iki bölüme ayırıyordu : Dinleyiciler ve matematikçiler. Okula dinleyicilik ile başlanıyor başarılı olunursa matematikçiliğe geçiliyordu.


    Klasik Mısır ve Babil kahinlerinden aldığı eğitimi 34 yıl süren Pisagor yeniden İtalya'ya döndüğünde elinde belirli kademelere bağlı şekilde oluşturduğu Orfik öğretilerin yeniden canlanmasına yardımcı olacak bir gizemciliği taşıyordu. Mısır'da Osiris dinine bağlı aldığı eğitim ve daha sonra Mısır'ın Babil tarafından işgali ile gittiği matematik ülkesi Babil'de aldığı eğitimle matematiğin kutsallığına inanan Pisagor düşüncesindeki sayıların önemi de buradan gelir. Eski Mısır'daki kahinlerin ve Babil rahiplerinin ayinlerini müzikle gerçekleşmesi ve müzik formatının matematiksel işlemlerle doküman edilmesi ile müzik Pisagor felsefesinde önemli bir yer edindi. Notalara paralel olarak sayıların da belirli bir düzene bağlı olduğunu savunan Pisagor 1'i tanrısal olarak yorumlarken 10 sayısının tanrısal olanla hiçliğin mükemmel birliği ifade ettiğini savunmuştur. Pisagor öğretisi evrende her şeyin bir sayı ile (özellikle tam sayı) özleştiğini öne sürer. 5 rengin, 6 soğuğun, 7 sağlığın, 8 aşkın nedenidir. Düzgün geometrik şekiller de pisagorculukta önemlidir. Pisagor müzik ile de uğraştı. Telin kısalmasıyla, çıkardığı sesin inceldiğini keşfetti. İki telden birinin uzunluğu diğerinin iki katıysa, kısa telin çıkardığı ses uzun telin çıkardığı sesin bir oktav üstünde olduğunu gördü. Eğer tellerin uzunluklarının oranı 3'ün 2'ye oranı gibiyse, iki telin çıkardığı sesler beşli aralıklı idi. Bu nedenle örneğin bağlamada parmağımızı tellerden birinin ortasına bastığımız zaman, teli titreştirirsek çıkacak olan ses, tel boş titreşirken çıkacak sesin bir oktav üstünde olacaktır. Benzer şekilde eğer parmağımız teli uzunluk 2/3 oranında bölen noktadaysa, telin boş durumuna oranla bir beşli aralık yukarda ses çıkacaktır. Pisagor, sabah yıldızı ile akşam yıldızının aynı yıldız olduğunu ilk anlayan Yunanlıdır. Kendisinden sonra bu yıldız uzun süre Afrodit olarak anıldı. Bugün bunun Venüs gezegeni olduğunu biliyoruz.

    Pisagor, Dünya'nın Güneş etrafında döndüğünü ileri sürdüğü zaman oldukça sert tepkiyle karşılaşmıştır. Bilimler hakkındaki görüşlerinin ne kadarının ona ait olduğu bilinmemektedir. Pisagor öğretisini sunduğu felsefe okulunun kurucusudur. Bu okul aynı zamanda dini bir topluluk ve o zamanın politikasına oldukça egemendir. Pisagor'un matematik, fizik, felsefe, astronomi ve müzikte getirmek istediği yenilikleri, buluşları hazmedemeyen bir takım siyasetçi ve gruplar, halkı Pisagor'a karşı ayaklandırarak, okulunu ateşe vermişler, Pisagor ve öğrencileri bu alevler arasında ölmüşlerdir.


    Pisagor'un Bilim ve Sanata Katkıları:

    Matematik ve astronomiye katkıları olmuştur.
    Pisagor bağıntısı adıyla bilinen bağıntının kaynağı Pisagor’dur.
    Müziğin matematiksel oranlara indirgenebileceğini ortaya koymuş ve diatonik skalayı keşfetmiştir.
    Günümüzde bazı bilim adamlarının çok sıcak baktığı “kürelerin müziği” adıyla bilinen “kürelerin armonisi” önermesini ortaya atmıştır.
    Müzikle tedavi çalışmalarıyla tıbba katkıda bulunmuştur.
    Bir iddiaya göre, Dünya’nın yuvarlak olduğunu ve ikili bir hareket içinde olduğunu biliyordu ve bunları yalnızca inisiyelerine açıklamıştı ki, bu açıklamaları, ezoterik doktrin yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılarak bu bilgilerin kabulünde rol oynamıştır.




  • Öklid



    Öklid (Euclid, Eukleides, Yunanca: Ευκλείδης) M.Ö. 330 - 275, İskenderiyeli matematikçi.


    Öklid gelmiş geçmiş matematikçilerin içinde adı geometri ile en çok özdeştirilen kişidir. Geometri dünyasında kapladığı bu seçkin yeri kendisinin büyük bir matematikçi olmasından çok, geometrinin başlangıcından kendi zamanına kadar bilinen ismi ile Öğeler adını taşıyan kitabında toplamıştır. Öklid derlemesinin tutarlı bir bütün olmasını sağlamak için, kanıt gerektirmeyen apaçık gerçekler olarak 5 aksiyom ortaya koyar. Diğer bütün önermeleri bu aksiyomlardan çıkarır.

    Öklid geometrisi 19. yüzyılın başına kadar rakipsiz kaldı. Hatta 20. yüzyılın ortalarına kadar bile orta öğretimde geometri, Öklid'in öğelerine bağlı olarak okutuldu.

    Öklid'in yaşamı konusunda hemen hiçbir şey bilinmiyor. Önceleri bir Yunan kenti olan Megara'da doğduğu sanıldıysa da, sonradan Megaralı Öklid'in, Öğeler'in yazarı İskenderiyeli Öklid'den yüzyıl kadar yaşamış olan bir felsefeci olduğu ortaya çıkmıştır.

    Öklid üzerinde çalıştığı proje hakkında diyorki: "bir doğru istenildiği kadar uzatabilir." ve "İki noktadan bir ve yanlız bir doğru gecer."




  • Cahit Arf


    Cahit Arf (d. 1910, Selanik - ö. 26 Aralık 1997, İstanbul), Türk matematikçi. Kendi adıyla bilinen teoremleri, dünya çapında tanınmasını sağlamıştır.

    Doktorasını yapmak için gittiği Almanya'da, matematikçi Helmut Hasse ile birlikte önemli çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalar sonunda, matematikte Hasse-Arf Kuramı'nı geliştiridi. Arf değişmezi, Arf halkaları ve Arf kapanışları gibi kendi adıyla bilinen matematiksel terimleri bilim dünyasına kazandırdı.

    Cahit Arf 1910 yılında Selanik Kaylar kazasında doğdu. Yüksek öğrenimini Fransa'da Ecole Normale Superieure'de 1932'de tamamladı. Bir süre Galatasaray Lisesi'nde matematik öğretmenliği yaptıktan sonra İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi'nde doçent adayı olarak çalıştı. Doktorasını yapmak için Almanya'ya gitti.

    Türkiye'ye döndüğünde İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi'nde profesör ve ordinaryus profesörlüğe yükseldi ve 1962 yılına kadar çalıştı. Daha sonra Robert Kolej'de Matematik dersleri vermeye başladı. 1964 yılında Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) bilim kolu başkanı oldu.

    Daha sonra gittiği Amerika Birleşik Devletleri'nde araştırma ve incelemelerde bulundu; Kaliforniya Üniversitesi'nde konuk öğretim üyesi olarak görev yaptı. 1967 yılında Türkiye'ye dönüşünde Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde öğretim üyeliğine getirildi. 1980 yılında emekli oldu. Emekliye ayrıldıktan sonra TÜBİTAK'a bağlı Gebze Araştırma Merkezi'nde görev aldı. 1985 ve 1989 yılları arasında Türk Matematik Derneği başkanlığını yaptı.

    Cebir ve Sayılar Teorisi üzerine uluslararası bir sempozyum 1990'da 3 ve 7 Eylül tarihleri arasında Arf'in onuruna Silivri'de gerçekleştirilmiştir. Halkalar ve Geometri üzerine ilk konferanslar da 1984'te İstanbul'da yapılmıştır. Arf, matematikte geometri kavramı üzerine bir makale sunmuştur.

    Cahit Arf 1997 yılının Aralık ayında bir kalp rahatsızlığı nedeniyle vefat etmiştir.


    Cahit Arf, cebir konusundaki çalışmalarıyla dünyaca ün kazanmıştır. Sentetik geometri problemlerinin cetvel ve pergel yardımıyla çözülebilirliği konusundaki yaptığı çalışmalar, cisimlerin kuadratik formlarının sınıflandırılmasında ortaya çıkan değişmezlere ilişkin "Arf değişmezi" ve "Arf halkaları" gibi literatürde adıyla anılan çalışmaları matematik dünyasının ünlü matematikçileri arasında yer almasını sağladı. Matematik literatürüne "Arf Halkaları, Arf Değişmezleri, Arf Kapanışı" gibi kavramların yanısıra "Hasse-Arf Teoremi" ile anılan teoremler kazandırmıştır.

    Matematiği bir meslek dalı olarak değil, bir yaşam tarzı olarak görmüştür. Öğrencilerine her zaman "Matematiği ezberlemeyin kendiniz yapın ve anlayın" demiştir. Hakkından yazılmış bir yazıda şöyle denmiştir: "...Bir zamanlar integrali bilen kimselerin matematikçi, üstel fonksiyonu bilenlerin ise büyük matematikçi sayıldığı ülkemizde derin matematik konularının tartışılacağı hayal bile edilemezdi. Cahit Arf, Türkiye'de matematiğin o günlerden bu günlere gelmesinde en büyük rolü oynamıştır."




  • Lev Nikolayeviç Tolstoy


    Lev Nikolayeviç Tolstoy (Rusça: Лев Никола́евич Толсто́й; genelikle Türkçe'de: Lev Nikolayeviç Tolstoy) (9 Eylül 1828 - 20 Kasım 1910, Miladi Takvim; 28 Ağustos 1828 - 7 Kasım 1910, Julian Takvim)

    Büyük bir rus yazarı, fikir, eğitim, sanat dünyasının en ünlü kişilerinden biridir. Zengin bir ailenin çocuğu olarak Yasnaya-Polyana'da doğdu. Çok küçük yaşlarında önce annesini, sonra babasını kaybetti, yakınlarının elinde büyüdü. Çocukluğundan beri gerçekleri incelemeye karşı büyük bir ilgisi vardı. Öğrenimini tamamlamak için Moskova'ya gitti. Çalışkan zeki bir öğrenci olarak başarı ve sevgi kazandı. Fransızcasını ilerletmiş, Voltaire'i ve J. J. Rousseau'yu okumuş, bu iki yazarın kuvvetle etkisinde kalmıştı. Yasnaya-Polyana'ya döndü, yoksul köylüler arasına katıldı. İlk eseri olan "Çocukluk'u" bu sıralarda yazdı.

    Bir süre sonra orduya girdi; Kafkasya'ya gitti. Kafkas halkının yoksulluk dolu yaşayışlarını ele aldığı izlenimlerle ilk gerçekçi hikayelerini yazdı. 1854'te Kırım savaşı'na subay olarak katıldı. Sonra askerlikten ayrılıp Petersburg'a gitti. Bir kısım eserlerini oldukça sakin geçirdiği o yıllarda yazdı. Gene de içinde aradığını bulamayan bir ruh çalkalanıyordu. Batı Avrupa ülkerinde uzun bir gezintiye çıktı. Almanya, Fransa, İsviçre'de dolaştı. Yurduna dönüşünde gene Yasnaya-Polyana'ya yerleşti. Asalet ünvanlarından, lüksten sıkılıyordu. Köyünde bir okul kurdu. Bu okul, öğrenim, eğitim bakımından yepyeni bir kurumdu. Huzura kavuştuğuna kanaat getirdikten sonra, 1862'de evlendi.

    Tolstoy evlendiğinde karısı Sophie Behrs 16 yaşında idi.Bu evlilik onun düzenli bir hayat özlemini giderecekti.Karısına önceki yaşamı,özelliklede yanlarında çalışan kadın kölelerle olan cinsel ilişkileri anlattığı günlüklerini evlendikleri gün okuması için vermiş ve önceki hayatındaki yaptığı yanlışları öğrenmesini istemiştir.Fakat cinselliğe düşkünlüğü evlilikleri boyunca sürdü.Bu evlilkten 12 cocukları oldu bu çocuklardan 5'i öldü.Eserlerinin en kuvvetli olan iki romanı "Savaş ve Barış" ile "Anna Karenina'yı", bu sıralarda yazdı.Karısı eserlerini yazmasında en büyük yardımcısıydı,hatta "Savaş ve Barış"ı 12 kez düzeltmelerini yapıp yazmıştır. Aradan bir süre geçince yeniden, bu sefer eskilerden daha şiddetli bir moral çöküntüsüne uğradı. Geniş halk yığınlarının, özelikle Rus köylüsünün yoksul, perişan durumu onu çok üzüyordu. Bütün servetini köylülere dağıttı, her haliyle onlar gibi yaşamaya başladı. Kaba saba giyiniyor, giydiği her elbiseyi kendisi dikiyordu. Değişmeyen tek tarafı bıkıp usanmadan yazmasıydı. "Kruetzer Sonat", "Efendi ile Uşak", "Karanlıkların Gücü", "İman nedir", "İnciler", "Kilise ve Devlet", "İtiraflarım" hep bu yılların ürünleridir.

    Eserlerinde insanlığın çeşitli meselelerine değinen Tolstoy'un dünya ölçüsünde bir sanat ve fikir değeri vardır. Kendi ülkesinin toplumsal siyasal çalkantılarını, halkının yaradılışını, yaşayışını gerçekten büyük bir ustalıkla yansıtmıştır. Gerçekçi edebiyatın en büyük temsilcilerinden olduğu kadar, bir filozof bir eğitimci olarak da ün kazanmıştı. Yukarıda sayılanların dışında "Diriliş", "Gençliğim", "Çocukluk", "Hacı Murat (roman)", "Ayaklanış", "Sergey Baba", "Tanrı Bizim İçimizdedir", "Kazaklar", "Tesadüf", "İki Süvari" gibi eserleri vardır. Vasiyetinde mezarına Haç koydurtmaması Müslüman olarak ölmüştür diyenlerin en büyük kanıtı olup bir Azeri Generalinin hristiyan eşine de çocuklarının din olarak hristiyanlığı değil de müslümanlığı seçmesini tavsiye etmesi bunu da kanıtlar niteliktedir.O dönemde bir hristiyan kadın ile bir müslüman erkeğin evlenmesi sonucu olan çocuklar Katolik meshebi tarafından hristiyan olarak kabul edilir ve vaftizi istenirdi.Generalin eşi de bunu bir mektupla L.Tolstoy'a bildirmiş ve fikrini almıştır. 82 yaşında vefat eden Tolstoy birçok kez büyük sıkıntılar yaşamıştır.Tolstoy ömrünün son yıllarını büsbütün derbeder bir şekilde geçirdikten sonra, bir küskünlük sonucunda, evini bırakıp yollara düştü. Bir gün küçük bir kasaba istasyonunda, hayata gözlerini yumdu.




  • Fyodor Mihayloviç Dostoyevski



    Fyodor Mihayloviç Dostoyevski (Rusça: Фёдор Миха́йлович Достое́вский, Dinle ( d. Moskova 30 Ekim 1821, ö. Moskova - 9 Şubat 1881, Staraya, Rusya ) Rus yazar.

    19. yüzyıl Rus yazarlarının arasında Tolstoy ile birlikte en önde gelen iki isimden biridir. İnsanın en gizli kalmış yönlerini erişilmez bir saydamlıkla ortaya çıkaran evrensel dahi. Kimi okur ve eleştirmenlere göre tüm zamanların en büyük romancısıdır.


    Tam ismi Fyodor Mihayloviç Dostoyevski'dir. Babası bir ordu cerrahı, annesi bir tüccarın kızıydı. Annesinin yardımıyla evde başladığı eğitimini özel bir okulda sürdürdü. Babası sert ve acımasızdı. Annesinin koruyucu tavırlarına sığınıyordu. Annesini 15 yaşında kaybetti. 1837'de girdiği Petersburg Askeri Mühendis Okulu’nu bitirdi. Öğrencilik yıllarını Rus ve Avrupa edebiyatının önde gelen yazarlarının eserlerini okuyarak geçirdi. Kısa bir süre askerlik yaptıktan sonra.. ayrılıp edebiyatla uğraşmaya başladı. Topraklarında çalışan köylüler tarafından öldürülen babasından az bir miras kalmıştı. 1846'da İnsancıklar adlı ilk kitabını yazdı. 1854'te basılan bu roman ilk Rus toplumsal romanı sayılır. Bu eserin basılmasından sonra ünlendi. 1846'da yazdığı ikinci romanı "Öteki" yeterli ilgiyi görmedi. Ünü giderek kayboldu. 1851 tarihli Ev Sahibesi, 1848'de yazdığı Beyaz Geceler ile Yufka Yürekli romanları da ilgi görmedi. 1849'da yazdığı Netoçka Nezvanova romanı da beklenen başarıyı getirmedi.

    Politikayla ilgilenmeye başladı genç liberallere katıldı. Çar 1. Aleksandr'ın güvenlik güçleri tarafından, "devleti yıkmaya çalıştığı" suçlamasıyla arkadaşlarıyla birlikte tutuklandı. İdama mahkum edildiler. Kendisinin kurşuna dizilmesi hazırlıklarını izlemek onda derin etkiler bıraktı. Kendinden önce sıraya dizilen beş kişi kurşuna dizildi ancak kendisiyle beraber diğer dört kişi idamdan son anda kurtuldu. Sibirya’da 4 yıl ağır hapse ve 4 yıl askerlik yapmaya mahkûm edildi. Sibirya'daki cezaevi günlerinde birlikte yaşadığı ilişkileri, aşkları, mahkûmları gözlemleyerek Rus halkını daha yakından tanıma fırsatı buldu. Ancak zor koşullar nedeniyle sara nöbetleri geçirmeye başladı. Bu rahatsızlığın etkileri de birçok eserine yansıdı. 1854'te cezaevinden çıkıp askerliğe başladı. Subaylığa kadar yükseldi. 1857'de dul bir kadınla evlendi. Bu evlilik maddi sorunlarını artırdı. Tekrar yazmaya karar verdi. Askerlik cezasının da bitmesi üzerine Petesburg'a döndü. Yeni Çar II. Aleksandr'ı destekledi. Kardeşi Mihail ile birlikte "Vremya" adlı bir dergi çıkardı. Bu dergi ve dergide yayınlanan romanları yeniden tanınmasını ve eski ününü kazanmasını sağladı. 1862'de Fransa, İngiltere ve İtalya'yı kapsayan bir yurtdışı gezisi yaptı. Aynı yıl dergi kapatıldı. Dostoyevski, Almanya'nın Wiesbaden kentine gitti. Burada kumara başladı.

    Rusya'ya dönüşünde "Epoha" isminde yeni bir dergi çıkardı. 1864'te eşini ve kardeşi Mihail'i kaybetti. Borca battı. Kurtulmak için Avrupa'ya kaçtı. Wiesbaden'de kumarda bütün parasını kaybetti. Yayıncısından borç alıp 1865'te Rusya'ya döndü. 1867'de steno ile romanlarının yazımında kendisine yardım eden Anna Snitkina ile evlendi. Bir kere daha borca boğulduğu için yeni eşiyle yine yurt dışına çıktı. Yoksulluk ve para peşinde ülke ülke dolaştı. Ama romanlarını yazmayı da sürdürdü. Bir kere daha yayıncısının desteğiyle St.Petersburg'a döndü. Tutucu bir haftalık dergi olan Grajdaninin başına geçti. Bir yıl sonra bıraktı.

    Bu dönemde eski itibarını ve ününü tekrar kazandı. 1872 yılında yayımladığı Ecinniler adlı romanı birçokları tarafından tüm zamanların en iyi siyasi romanı olarak kabul edilir. Kitap nihilizm, ateizm ve Batı düşüncesinin Rusya üzerindeki etkilerini ele alır. En büyük romanı Karamazov Kardeşleri yazmaya 1879'da başladı. 1880'de şair Aleksander Puşkin'in ölüm yıldönümü töreninde konuşmayı o yaptı. Petersburg Bilim ve Sanat Akademisi'nin edebiyat bölümüne seçildi. Yaşamının son döneminde Petersburg yakınlarında küçük bir kasaba olan Staraya Russa'da yaşadı. 9 Şubat 1881'de burada yaşamını yitirdi. Günümüzde de en çok okunan yazarlar arasında yer alır.


    Eserleri:

    Roman


    İnsancıklar (1846)
    Öteki (1846, 1978)
    Ev Sahibesi (1951, 1970)
    Beyaz Geceler (1934, 1983)
    Bir Yufka Yürekli (1957, 1985)
    Netoçka Neznanova (1937, 1964)
    Stepançikovo Köyü (1948, 1973)
    Ölüler Evinden Anılar (1946, 1969)
    Ezilenler(Ezilmiş ve Aşağılanmışlar) (1957, 1982)
    Yeraltından Notlar (1973, 1985)
    Suç ve Ceza (1945, 1984..Tam çıkış Tarihi 1966)
    Kumarbaz (1941, 1986)
    Budala (1941, 1985)
    Ebedi Koca (1955, 1984)
    Ecinniler (1960, 1984)
    Delikanlı (1946, 1985)
    Karamazov Kardeşler (1880)
    Küçük Kahraman
    Tatsız Bir Olay


    Öykü


    Amcamın Rüyası (1868, 1973)
    Başkasının Karısı
    Timsah(1865)
    Yaz İzlenimlerinin Kış Notları (1863)






  • Mohandas Karamçand Gandi



    Mohandas Karamçand Gandi, (Gujarati: મોહનદાસ કરમચંદ ગાંધી , d. 2 Ekim 1869– ö. 30 Ocak 1948) Hindistan ve Hindistan Bağımsızlık Hareketi'nin siyasi ve ruhani lideri. Gerçek ve kötülüğe karşı aktif ama şiddet unsuru içermeyen direniş ile ilgili olan Satyagraha felsefesinin öncüsüdür. Bu felsefe Hindistan'ı bağımsızlığına kavuşturmuş ve dünya üzerinde vatandaşlık hakları ve özgürlük savunucularına ilham kaynağı olmuştur. Gandi Hindistan'da ve dünyada, Tagore tarafından verilen ve yüce ruh anlamına gelen mahatma (Sanskritçe: महात्मा ) ve baba anlamına gelen bapu (Gujarati: બાપુ ) adlarıyla anılır. Hindistan'da resmî olarak Ulus'un Babası ilan edilmiştir ve doğum günü olan 2 Ekim Gandhi Jayanti adıyla ulusal tatil olarak kutlanır. 15 Haziran 2007'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu oybirliği ile 2 Ekim gününü "Dünya Şiddete Hayır Günü" olarak ilan etmiştir.[1][2]

    Gandi ilk olarak Güney Afrika'da Hint topluluğunun vatandaşlık hakları için barışçı başkaldırı uyguladı. Afrika'dan Hindistan'a döndükten sonra yoksul çiftçi ve emekçileri baskıcı vergilendirme politikasına ve yaygın ayrımcılığa karşı protesto etmeleri için örgütledi. Hindistan Ulusal Kongresi'nin liderliğini üstlenerek ülke çapında yoksulluğun azaltılması, kadınların serbestisi, farklı din ve etnik gruplar arasında kardeşlik, kast ve dokunulmazlık ayrımcılığına son, ülkenin ekonomik yeterliliğine kavuşması ve en önemlisi olan Swaraj yani Hindistan'ın yabancı hâkimiyetinden kurtulması konularında ülke çapında kampanyalar yürüttü. Gandi Hindistan'da alınan Britanya tuz vergisine karşı 1930'da yaptığı 400 kilometrelik Dandi Tuz Yürüyüşü ile ülkesinin Britanya'ya karşı başkaldırmasına öncülük etti. 1942'de Britanyalılara açık çağrıda bulunarak Hindistan'ı terketmelerini istedi. Hem Güney Afrika hem de Hindistan'da bir çok kere hapsedildi.

    Gandi her durumda pasifizm ve gerçeği savundu ve bu görüşlerini uyguladı. Kendi kendine yeterli olan bir aşram kurarak basit bir yaşam geçirdi. Çakra ile örülen geleneksel dhoti ve örtü gibi giysilerini kendisi yaptı. Önceleri vejetaryen iken sonraları yalnızca meyve ile beslenmeye başladı. Hem kişisel arınma hem de protesto amacıyla bazen bir ayı aşan oruçlar tuttu.




  • II. Mehmed (Fâtih)
     Tarihe Geçmiş İnsanlar


    Yedinci Osmanlı padişahı ve İstanbul'un Fatihi.

    Saltanatı: 1451-1481
    Babası: II. Murat Han - Annesi:Hatice Alime Hüma Hatun
    Doğumu: 30 Mart 1432 Vefatı: 3 Mayıs 1481


    II. Mehmed veya sık kullanılan unvanıyla Fatih Sultan Mehmed, (Osmanlı Türkçesi: محمد الثانى Mehmed-i sānī, Lakabı el-Fatih (الفاتح) ) (d. 30 Mart 1432[1] – ö. 3 Mayıs 1481[2]) yedinci Osmanlı padişahıdır. Sultan II.Murad ve Hüma Hatun'un oğludur.

    İstanbul'u fethetmesinden sonra "Fatih" lakabıyla anılmıştır. İstanbul'un fethi, Orta Çağ'ın sonu Yeni Çağ'ın başlangıcı olmuştur.[3] Bundan dolayı Fatih, "çağ açan hükümdar" olarak da tanınır. İstanbul'u fethetmesinden sonra Ceasar (Sezar, Kayser) ünvanını da kullanmaya başlamıştır. Fatih, çıkardığı yasalarla devleti önemli ölçüde yeniden biçimlendirmiştir.

    Kaynak :http://tr.wikipedia.org/wiki/Fatih_Sultan_Mehmet
    Kaynak :http://www.biyografi.net/kisiyazdir.asp?kisiid=133




  • Josef Stalin
     Tarihe Geçmiş İnsanlar


    Doğumu 21 Aralık 1879
    Gori, Gürcistan
    Ölümü 5 Mart 1953
    Moskova, SSCB
    Yosif Stalin (asıl adıyla Gürcüce: ნამდვილი გვარი ჯუღაშვილი, İosif Visarionoviç Cugaşvili) (1879 - 1953), Gürcü Komünist. 1922'den, 1953 yılındaki ölümüne kadar 31 sene boyunca SSCB'nın liderliğini ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin liderliği anlamına gelen Genel Sekreterliğini yapmıştır. Lakabı olan 'Stalin' Rusça'da çelik kelimesinden mücadeleci ve sağlam karakterinden dolayı türetilmiştir.

    İlk Yılları
    "Kafkasya üçlüsü", Mikoyan, Stalin ve Ordzhonikidzeİosif Cugaşvili, 21 Aralık 1879'da Gürcistan'ın Gori kasabasında doğdu. Babası kunduracıydı. Gençken girdiği papaz okulundan devrimci militanlara katılmak üzere ayrıldı ve Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin Bolşevik kanadı saflarında yer aldı.

    Ekim Devrimi ve Kuruluş

    Uzun yıllar Sibirya'da sürgünde kaldı. 1917 Ekim devriminden sonra sürgünden döndü. Aynı dönemde İsviçre'den sürgünden dönen Lenin'le birlikte çalışmaya başladı. 1917 Temmuz ayında Lenin'in tekrar Finlandiya'ya sürgüne gitmek zorunda kalması üzerine, Sverdlov'la birlikte partinin yönetimini üstlendi. Ekim Devrimi'nden sonra Lenin'in başkanlığındaki Sovyet hükümetinde Milliyetler Halk Komiseri oldu.


    Lenin'in Ölümünden Sonra

    Lenin'in 1924'teki ölümünden az önce Komünist Partisi genel sekreteri olarak seçildi. Lenin'in vasiyetnamesinde Stalin'in kaba bir kişiliğe sahip olduğu ve "dolayısıyla" parti yönetimi için uygun olmadığı yazılmıştır. Lenin'in hasta yatağında bilincinin tam olarak yerinde olmaması ve karısı Krupskaya'nın Stalin'e karşı olan kişisel düşmanca tavrıyla birleşmiş olması ihtimalinden dolayi gerçekle ve mantıkla ilgili çelişkili bir içeriğe sahip. Lenin'in parti içinde vasiyetinin dağıtılmasının ardından Stalin parti sekreterliğinden çekilme kararını oylamaya sunmuş ve bu karar Trotski de dahil olmak üzere diğer tüm parti üyeleri tarafından reddedilmiştir. Daha sonra Trotski ve Kruşçev Lenin'in vasiyetindeki bu sözleri Stalin'e saldırmak için malzeme olarak kullanmışlardır.

    Tüm Stalin döneminin belki de en sert ideolojik mücadelesi bu zamanda Leon Troçki'nin başini cektiği sol muhalefet ve Kamenev, Zinoviev ve Tomski gibi sağ oportunist çizgiye karşı mücadele sürdürülmüş ve Leon Troçki'nin 20 Ağustos 1940 tarihinde Sovyet gizli polisi GPU tarafindan düzenlendiği iddia edilen bir suikast ile Meksika'da öldürülmesine kadar Komünist Partisi içinde sağ veya sol sapmayla suçlanan eski liderlerden tamami 1930'larda idam edilmiştir. Moskova'da 1936-1938 yılları arasında Sovyetler Birliği içinde oportünist ayaklanmaları düzenlemek, Stalin, Gorki ve Kirov'a suikast düzenlemek veya bu doğrultuda örgütlenmekten ötürü birçok parti görevlisi ve doktor idama mahkum edilmiştir.

    Josef Stalin, planlı ekonomi, kollektivizasyon ve endüstrileşme uygulamaları ile 1928-1938 yılları arasında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nde belli başli sanayileri kamulaştırmış ve büyük topraklari kollektifleştirmiştir. Küçük üreticilerin ve köylülerin kooperatiflerde örgütlenmelerine imkan tanımıştır.

    Türkiye de, İsmet İnönü'nün Başbakan olduğu bu yıllarda sovyet modeli "Beş Yıllık Kalkınma Planları" hazırlayıp uygulamıştır.

    1941-45 Büyük Anayurt Savaşı

    İkinci Dünya Savaşı sırasında parti liderliği, hükümet başkanlığı ve Sovyet orduları başkomutanlığı görevlerini bir arada yürüttü. 1939'da Hitler'in Nazi Almanyası'yla Molotov-Ribbentrop paktı diye de bilinen bir saldırmazlık anlaşmasını imzaladı. Bu anlaşma müzakereleri sırasında, Stalin, Hitler'den, Polonya'nın doğusu, Finlandiya'nın güneyi, Estonya, Letonya ve Litvanya'ya ilaveten Türkiye'den de toprak istekleri olduğunu belirtti ve fakat diğer istediklerini aldığı halde Türkiye konusunda başarısız oldu.

    Bu tartışmalı tarihsel dönemle ilgili olarak, Stalin'e düşman veya Stalin'den yana olan her iki tarafın da farklı tezleri vardır. Stalin karşıtlarının tezlerine göre, Hitlerle aralarındaki açıklanmayan gizli protokole bağlı olarak Finlandiya, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya ve Polonya'nin Naziler veya Sovyetler tarafından işgalinin yolu açılmıştır. Stalin'in doğru yaptığını savunanlara göre ise, 1937'deki Münih görüşmelerinde açıkça ortaya çıktığı gibi, İngiliz ve Fransız emperyalistleri ve dolaylı olarak da Amerikalılar, Nazileri kışkırtıyorlardı ve onların Sovyetler Birliği'ne saldırısının önünü açmaya çalışıyorlardı. Bu amaçla Avusturya'nın Almanya'ya katılmasına (Anschluss) ve Çekoslovakya'nın işgaline göz yummuş ve onaylamışlardı.Ne var ki, özellikle Çekoslovakya'nın işgalinden sonra Sovyetler Birliği'nin İngiltere ve Fransa ile ilişki kurma çabalarına rağmen bu iki ülke Nazi tehdidini birlikte ortadan kaldırma girişimini reddetti. Böylece Sovyetler Birliği, kendi sınırlarını güvence altına almak için bu protokolü imzaladı. Stalin'in amaçlarına göre, Polonya ve Baltık ülkelerinde oluşturulacak tampon bölgeler, Nazilerin Sovyetler Birliği'ne ulaşmasını engelleyecekti. Böylece 1939 yılında Nazi işgalinden sonra Sovyetler Polonya'nın kalan yarısını işgal edip Estonya, Litvanya ve Letonya'yı sınırlarına kattı. Finlandiya'ya saldırdı ve büyük kayıplar vermesine rağmen Mart 1940'da "kış savaşı' olarak bilinen bu savaşı da kazandı. 1941'de Hitler'in Sovyetlere saldırması üzerine Stalin bu sefer müttefiklerin yanında yer aldı. II.Dünya Savaşı'nın en ağır bedeli ödeyen güç olarak (24 milyon ölü) müttefiklerin yanında Nazi Almanyası'na karşı kazandığı zafer uluslararası alanda gücünü artırdı.

    Milyonlarca Kırım Tatar Türklerini, Alman Ordularına yardımcı oldukları gerekçesiyle 1944'de Sibirya'ya sürüp, yerlerine Rusya'dan nüfus getirterek Kırım'ı Ruslaştırdı. Ayrıca Josef Stalin, 1944 yılında Gürcistan Türkiye sınırında asırlardır yaşamakta olan Ahıska Türklerini de Orta Asya'ya sürgüne göndermiştir. Gene aynı yıllarda Kuzey Kafkasya'da Çeçenistan ve Dağıstan'da yaşayan Türkleri de Orta Asya'ya sürmüştür.

    2. Dünya Savaşı'nın bitiminden sonra, Rusya'nın 93 Harbinde işgal ettiği ve daha sonra Brest Litovsk Barış Antlaşması, Gümrü Antlaşması, Moskova Antlaşması ve Kars Antlaşması ile Türkiye'nin geri aldığı Kars, Ardahan ve Artvin vilayetlerini ve İstanbul ve Çanakkale Boğazlarında askeri üsler isteyince, Türkiye, 2. Dünya Savaşı'nın diğer galipleri olan ABD ve İngiltere ile ilişkilerini güçlendirmek için Sovyet düzeni benzeri tek-partili Milli Şeflik yönetiminden çok-partili demokrasi düzenine geçmiş ve 1952 yılında NATO'ya üye olmuştur.

    Bu tarih yorumunun eksikli bir yanı olarak ise özellikle Nazi Almanyası'nın savaş yıllarındaki Ankara elçisi Von Papen ve onunla yakın ilişkide olan Türk hükümetinde yetkili ekip gösterilebilir. Refik Saydam, Şükrü Saraçoğlu ve Numan Menemencioğlu'nun da dahil olduğu bu ekip Nazi Almanyasının galip gelmesini istemekte, Almanya'ya paslanmaz çeliğin hammaddesi olan krom sevkiyatı yapmakta ve Sovyetler Birliği'nin işgal ettiği Kırım ve Kafkasyadaki Türk topraklarında askeri harekat yapmakta olan Nazi Ordusunu cephede takip etmek için komutanlar yollamaktadırlar. Böyle bir durumda zaten Türkiye'de varolan ve yaratılan bir Sovyet karşıtlığı mevcuttur. Ayrıca 1950 yılında, ileride NATO üyesi olabilmek için Kore Savaşında komünistlere karşı çarpışmak için gönüllü askerlerden oluşan Türk tugayının muharip birlik olarak gönderilmesi yüzyıllardır süregelen Rus yayılmacılığına karşı Türkiye'deki tepkiyi göstermiştir.


    Savaştan Sonra

    Stalin, 1945'ten sonra işgal ettiği Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde komünist rejimler kurdurdu. Daha sonra bu ülkelerin dünyadan izole edilmesi Churchill tarafından "demir perde" diye anılacak ve bu kavram yaygınlaşacaktır.

    5 Mart 1953'te öldü. Ölümünden sonra Kruşçev, Stalin'i "insanlığa karşı suç işlemekle" suçladı. Ancak Stalinciler bugün bile gerek Yeşov konusunda, gerek Ukrayna Soykırımı ve 30lu yıllardaki "Kızıl Terör" olayları konusunda Kruşçev'in yalan söylediğini iddia etmektedirler. Ünlü 20'nci Kongre ile başlayan anti-Stalinizasyon kampanyası Sovyetler Birliği'nde Gorbaçov dönemine kadar sürecektir. Gorbaçov tarafından kongrelerde yayımlanan Glasnost ve Perestroika ile Stalin'e bir dizi suçlama ileri sürülerek komünizm'in iflasının sebebi ilan edilmiştir.




  • Benito Mussolini



    Benito Mussolini (d. 29 Temmuz 1883, Forli, İtalya - ö. 28 Nisan 1945), II. Dünya Savaşı sırasında İtalya'nın başbakanı. Hitler ile birlikte Faşizmin en önemli uygulayıcılarındandır.

    Üniversite eğitiminin ardından öğretmenlik yaparak çalışmaya başladı. 1902'de zorunlu askerlik görevinden kaçmak için İsviçre'ye gitti. 1904'te İtalya`ya geri döndü ve İtalyan Sosyalist Partisi'ne katıldı ve partinin yayın organı olan avanti gazetesinde çalıştı. bir süre gazetenin başyazarlığını da üstlenen Mussolini, birinci dünya savaşı'nın başlaması üzerine orduya yazıldı. savaşta yaralanan Mussolini Milano'ya döndü ve burada sağ görüşlü İl Popolo d'İtalia gazetesinin editörü oldu.

    Çökmüş ekonomi ve siyasi kargaşa içindeki İtalya’da Mussolini çeşitli sağcı grupları kurduğu faşist partisinin bünyesinde topladı.İl duce lakabını kullanan Mussolini, ülkenin problemlerini çözeceğini vaat ediyor ve eski Roma İmparatorluğu'nun ihtişamlı günlerine geri dönüleceğine söz veriyordu.Partinin gençlik teşkilatı olarak kurulan Kara Gömlekliler örgütü ise ekonomik durumun kargaşasında faydalanarak büyük bir sıçrama yapan komünist gruplarla, grevci işçilerle çatışıyordu.

    Mussolini, Ekim 1922'de Kral Victor Emmanuel III'ü yönetimin faşist parti'ye devretmesi için tehdit etti; aksi takdirde 26.000 taraftarı ile Roma'ya yürüyecekti *. komünist hareketinde önüne geçmek isteyen kral bu teklifi kabul etti.

    Duçe ilk olarak faşist parti dışındaki diğer partileri kapattı, sendika hareketleri kanun dışı ilan etti, kitap ve gazetelere sansür getirdi, eğitimi sıkı kontrol altına aldı. bu arada devlet güdümünde ekonominin faşistleştirilmesi amacıyla tüm ülke tren rayları ve otobanlarla kaplandı. çiftçileri sürekli teşvik etti , tarım ve endüstrinin canlanmasını sağladı buna bağlı olarak da İtalya’da işsizlik azaldı. tüm bunlar mussolini'nin kitleler üzerindeki popülaritesini arttırdı.

    Uluslararası arenada güçlendiğini ispat etmek için 1935'te Habeşistan'a asker çıkardı. uzun ve nedensiz bir savaş sonunda Habeşistan'ı işgal eden İtalya,1936 yılında Nazi Almanyası ile Roma-Berlin mihverini kurdu.Bu tarihten sonra devamlı Hitler'in etkisinde kalan mussolini 10 Temmuz 1940'da müttefiklere savaş ilan etti.İkinci Dünya Savaşı sırasında İtalyan ordusu Kuzey Afrika ve Balkanlar'da Müttefik Kuvvetlerine karşı mağlup oldu. Nazi Almanyası'ndan aldığı destek ile işgal ettiği bölgelerde direndi ancak İtalya'da gücünü kaybetmeye başladı. Komünistler önderliğindeki direnişçilerin ülkede etkili olması ve müttefiklerin 1943'de Sicilya'ya çıkartma yapmasının ardından Kral Viktor Emmanuel III Mussolini'yi görevden aldı. Almanya Kuzey İtalya'yı işgal etti ve Alman paraşütçüleri Mussolini'yi 12 Eylül 1943'de Gran Sasso'da tutuklu bulunduğu otelden kurtararak uçakla Viyana'ya kaçırdı.

    İtalya'da kendine bağlı birliklerle mücadeleyi sürdüren Mussolini, Nisan 1945'de yani savaşın son günlerinde kaçmaya çalışırken İtalyan direnişine mensup partizanlar tarafından öldürüldü. Ertesi gün Mussolini'nin, sevgilisinin ve birkaç yandaşının cesedi Milano'da Loreto Meydanı'nda başaşağı sallandırıldı.




  • Vassili Zaitsev



    Vasili Zaytsev, (Rusça: Васи́лий Григо́рьевич За́йцев) (23 Mart 1915, 15 Aralık 1991) Sovyet keskin nişancısı. Sovyetler Birliği Kahramanlık Madalyası sahibidir.

    Vasily Zaitsev 23 Mart 1915 Ural Dağları'nda Yeleninskoye adlı bir köyde doğmuş ve aynı köyde büyümüştür.İkinci Dünya Savaşından önce Sovyet Donanmasına katılmak isteyen ancak giremeyen Zaitsev İkinci Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine gönüllü olarak Kızılordu'ya katılmıştır.Stalingrad Kuşatması'nda 21 Piyade Tümeninde görev alan Vasily Zaitsev bir çatışma sırasında beş Alman subayını uzak mesafeden vurması nedeniyle Keskin Nişancı sınıfına alınmıştır.İkinci Dünya Savaşı boyunca 400 Alman askerini vurma başarısını göstermiştir.Vurduğu bu askerler arasında pek çok subayla birlikte 11 tanede keskin nişancı vardır. Özellikle 152 gün süren Stalingrad Kuşatması'nda halka direnç gücü vermiş ve direnişin güçlenmesine katkıda bulunmuştur.




  • 
Sayfa: önceki 56789
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.