Şimdi Ara

Beynimizin %100'ünü Kullanabilseydik Neler Yaşardık ?

Bu Konudaki Kullanıcılar:
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
203
Cevap
3
Favori
57.433
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Beynimizi zaten tam kapasiteyle kullanıyoruz. Yani kullanılmayan bir bölgesi bulunmuyor. Beynin gelişmişlik düzeyi arttığında bize ne gibi getiriler sağlayabilir bunu tartışmak gerek.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi PHaLaNX. -- 11 Haziran 2008; 14:08:14 >
  • Bence beynin şukadarını kulanabiliyoruz vs.. gibi sözler çok yanlış.

    İnsan beynini geliştirmez. Kişiliğini, karakterini, zekasını(ilişki kurabilme yeteneğini), nefsini kontrol edebildiği ölçüde üstünlük kazanır.

    Mesala bazı son seviye Aikido uslarının, bazı yogilerin uçabildiği, hareket halindeki bir treni elleri ile durdurabildiği söyleniyor.

    Onlar bütün bunları kendi iç alemlerindeki dinamikleri kontrol altına alabilmeleri ile sağlıyor. Yani kendi nefsi duygularını, isteklerini, düşüncelerini, kontrol edebildikleri ölçüde vücudun içersinde ve çevresinde bulunan Aura dediğimiz enerjiyi kulanabiliyorlar.

    Einstein'nın beyninin diğer hiç bir insandan farklı olmadığı ancak o öldükten sonra anlaşılmıştır.
    Herkezdeki beyin aynı beyin. Tek fark olaylar karşında farklı düşünebilme kabiliyetlerimizdir.

    Bir çobana ''ot'' dediğinizde aklına belki sadece koyunlarını beslemesi için verilen yiyecek gelir.
    Ama bunu Einstein'na söyleseniz belki aklından o otla ilgili bin bir türlü şey gelir. Bizim saçma sapan dediğimiz şeyleri düşünür.

    Zaten Einstein'a öldükten sonra beynini çıkarıp incelemek için izin almaya geldiklerinde, izin verirken aynı zamanda birde mektup yazmış, beynini inceledikten sonra açılmak üzere...
    Beyin incelenip bir fark görülmediğinde, mektubu açmışlar.
    ''Benim beynimin sizinkinden tek farkı Olaylar karşında daha fazla ilişki kurabilmemdir.''
  • Bence beynin şukadarını kulanabiliyoruz vs.. gibi sözler çok yanlış.

    İnsan beynini geliştirmez. Kişiliğini, karakterini, zekasını(ilişki kurabilme yeteneğini), nefsini kontrol edebildiği ölçüde üstünlük kazanır.

    Mesala bazı son seviye Aikido uslarının, bazı yogilerin uçabildiği, hareket halindeki bir treni elleri ile durdurabildiği söyleniyor.

    Onlar bütün bunları kendi iç alemlerindeki dinamikleri kontrol altına alabilmeleri ile sağlıyor. Yani kendi nefsi duygularını, isteklerini, düşüncelerini, kontrol edebildikleri ölçüde vücudun içersinde ve çevresinde bulunan Aura dediğimiz enerjiyi kulanabiliyorlar.

    Einstein'nın beyninin diğer hiç bir insandan farklı olmadığı ancak o öldükten sonra anlaşılmıştır.
    Herkezdeki beyin aynı beyin. Tek fark olaylar karşında farklı düşünebilme kabiliyetlerimizdir.

    Bir çobana ''ot'' dediğinizde aklına belki sadece koyunlarını beslemesi için verilen yiyecek gelir.
    Ama bunu Einstein'na söyleseniz belki aklından o otla ilgili bin bir türlü şey gelir. Bizim saçma sapan dediğimiz şeyleri düşünür.

    Zaten Einstein'a öldükten sonra beynini çıkarıp incelemek için izin almaya geldiklerinde, izin verirken aynı zamanda birde mektup yazmış, beynini inceledikten sonra açılmak üzere...
    Beyin incelenip bir fark görülmediğinde, mektubu açmışlar.
    ''Benim beynimin sizinkinden tek farkı Olaylar karşında daha fazla ilişki kurabilmemdir.''
  • Beynin tamamının kullanılmadığı doğru bir bilgi değildir. Her insan beyninin tamamını kullanır. Beyinde 100 milyardan fazla nöron ve bu nöronların birbirleri ile olan trilyonlarca sinaptik bağlantıları bulunuyor. Sinaptik bağlantılar ise elektiksel impulsların düşünce, hafıza, duygu, bilinç gibi karmaşık duygulara dönüşüp kodlanmasında önemli görevler üsleniyor. Sinaptik bağlantılar ne kadar fazlalaşırsa beynin kapasitesi biraz daha yukarıya çekiliyor. Bu bağlantıların fazla olması o derece kompleks ve özgün düşünmeyi tetikleyebiliyor. Beynin bir sınırı olduğunu sanmıyorum, özellikle öğrenilecek bilgileri alma konusunda sınırsız bir kapasiteye sahip olduğunu düşünüyorum.

    Beyin basit bir ayrımla sağ ve sol olmak üzere iki yarım küreden oluşuyor. Her yarım kürede frontal, oksipital, temporal ve parietal lob olmak üzere 4 lob var ve herbirinin farklı ve benzer görevleri var. Sağ ve sol lobun uzmanlaştığı alanlar birbirinden biraz farklı ve bu iki yarım küre arasında iletişimi sağlayan ''corpus collosum'' adi verilen bir sinir bandı var. Sağ ve sol lob arasındaki iletişimi ne kadar arttırabilirsek ve ikisini dengeli kullanabilirsek büyük ölçüde potansiyellerimizi yukarıya çıkarabiliriz. Ancak iki yarım küreyi bu kadar koordineli çalıştırmak 2 kat daha fazla performans değil 8 hatta 16 kat daha fazla performans sağlayabilir.

    Bu neye benzer biliyor musunuz? Örneğin; ''Tek ayak üstünde seke seke 100 metrelik bir parkuru ne kadar sürede tamamlarsınız?'' sorusu sorulduğunda; yaklaşık 2-3 dakika cevabı alınır. Ancak 2 ayağı birden kullanırsak bu süre 20 saniyeye kadar düşebilir. İşte beyinin sağ ve sol yarım küresini beraber kullanmak da böyle bir performans artışına neden olabilir.

    Bilimesi gereken bir şey var ki; insan beynini ne kadar kullanırsa kullansın, kapasitelerini ne kadar yukarıya çekerse çeksin; telekinezi, uçma, olmayan varlıkları görme, çevresini farklı algılama gibi bir yeti kazanmayacaktır. Sadece beynin geliştirilmeye çalışılması, bilgilerin uzun süreli belleğe aktarılması ve kolayca nasıl geri getirilebileceği, sağ ve sol lobun koordineli çalışması nasıl sağlanabilir bunlar üzerine yoğunlaşılmalıdır.
  • Ulan konuyu açtığımda 15 yaşındaydım, 7 senedir bildirim alıyorum. Ne bitmez tartışmanız varmış.
  • Böbreklerimizin %100'ünü kullanabilseydik neler olurdu...

    Biliyorsunuz böbreklerimizin yalnızca %10'unu kullanabiliyoruz. İsviçreli bilim adamlarının son yaptıkları araştırmaya göre eğer böbreklerimizin %100'ünü kullanabilseydik, şunlar olurdu:

    * Bir işediğimizde sel olurdu ve AKUT'un imkanları selzedelerin tümünü kurtarmaya yetmezdi.

    * İşeyerek Kızılırmak'tan daha debili nehirler yapabilirdik ve üzerinde kuracağımız "idraelektrik" santrallarla oturduğumuz şehrin elektrik ihtiyacını karşılayabilirdik.

    * Orman yangınları için uçak helikopter almaya gerek kalmaz, İstanbul'dan bir işemeyle Antalya'daki orman yangınlarını söndürebilirdik.

    * Yüzme bilmiyorsak işeyerek kendi sidiğimizde boğulabilirdik.

    * 40 dereceyi aşan yaz sıcaklarında işeyerek ortalığı bir nebze olsun serinletebilirdik.

    * Tüm insanlar aynı anda denize işeseydi, deniz seviyesi 75 metre yükselir, boğaz kıyıları sular altında kalırdı.

    Sonraki konu:
    Anüsümüzün %100'ünü kullanabilseydik neler olurdu.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Torlak Kemal -- 4 Mayıs 2018; 22:54:33 >
  • Bildiğiniz gibi insanlar arasında çok yaygın bir inanç vardır: "İnsanlar beyinlerinin %3'ünü (%5'ini, %10'unu, vs.) kullanıyormuş. Einstein bile %5'ini kullanıyormuş. Kimi insanlar ömürleri boyunca çalışıp %4'e ancak çıkarabiliyorlarmış. Demek ki %100'ünü kullansak kim bilir neler yapacağız!" Bu iddia, bilimsel olarak ciddi bir hata ve saçmalıktır. Ne yazık ki, sadece Türkiye insanının değil, genel olarak bilimden uzak yaşayan insanların bu tip mitlere ve efsanelere ne kadar kolay kanıp, ne kadar hızlı ve etkili bir biçimde yanlış bilgiyi geniş kitlelere yayabileceklerinin de güzel bir örneğidir. Ancak bilimsel tabanda olan bir insan, elbette bunun nedenini sormalı ve incelemelidir. Bu inceleme yapıldığında, bu iddianın ne kadar asılsız, ne kadar yanlış, ne kadar bilim ve mantık dışı olduğu anlaşılacaktır. İşte bu makalemizde bu iddianın temelsizliğini hem kökeni bakımından, hem de bilimsel veriler açısından analiz edeceğiz ve ortaya koyacağız. Umarız faydalı olacaktır.

    Safsatanın Kökeni ve Hortlatılması



    Bu iddianın kökenleri, 1890 yılında Harvard Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nde araştırma yapmakta olan bilim insanları olan William James ve Boris Sidis'in "rezerve enerji teorisi"ne dayanmaktadır. Bu teoriye göre insanların, günümüz beyin kapasitesi (kranyal hacim) sayesinde ulaşabilecekleri en yüksek IQ 250-300 arası olarak tahmin edilmektedir. Ancak James ve Sidis, insanların sadece belli bir yüzdesinin bu IQ sınırına düşebildiğini iddia etmişlerdir. Araştırmalarının sonucunda, şimdiye kadar yaşamış insanlar arasında %3-10'luk bir dilimin ancak 250 IQ'ya ve üzerine çıkabildiğini ileri sürmüşlerdir. Bu araştırmanın hatalı yorumlanması, hızlıca felakete dönüşmüştür ve günümüzde insanların zekalarının %3-10 arasını kullandığı şeklinde değerlendirilmiştir. Halbuki görüldüğü gibi araştırma bununla tamamen alakasızdır.



    Daha sonradan bu mit, 1998 yılında Dr. James Kalat'ın yaptığı bir diğer araştırma üzerine yeniden hortlamıştır. Bu araştırma, bilim insanlarının beynin derinliklerini keşfetmeye devam ettikleri sürece gördükleri ilginç bölgelerin farklı yorumlarının değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. Bilim insanları, beynin bazı bölgelerinin gün içerisinde pek az aktif olduğunu gözlemlemiştir. Ayrıca beyin içerisinde bulunan bazı gangliyonların (sinir düğümleri) yine gün içerisinde her zaman aktif olmadığını görmüşlerdir. Kalat, makalesinde "1930 yılı dolaylarında bilim insanları beynin sadece %10'unun kullanıldığını düşünmüşlerdir." şeklinde bir ibare geçmektedir. Bu ibareden yola çıkan insanlar, bilim insanlarının genelinin hala böyle bir düşünceye sahip olduğunu sanarak, medyanın da olayların üzerine körükle gitme merakından ötürü miti yaymaya devam etmişlerdir. Halbuki Biological Psychology dergisinde yayınlanan makalede Kalat, beynin tamamının kullanıldığını ve beynin bazı bölgelerinin gün içerisinde aktif olmamalarının, o bölgelerin kullanılmadığı anlamına gelmediğini açıklamaktadır. İşte bu durum, bizim nasıl istediklerimizi duyup, gerçekleri reddettiğimizi göstermektedir.

    Safsatanın Bilimsel Analizi



    7 Şubat 2008 tarihinde Scientific American dergisinde yayınlanan makalesinde Baltimore'da bulunan Dünya'nın en prestijli tıp fakültesi olan Johns Hopkins Tıp Fakültesi'nden Prof. Dr. Berry Gordon bu tartışmalara son noktayı koymuştur. Kendisi, beynimizin yüzde 10'unu kullandığımız mitinin "gülünç derecede saçma" olduğunu açıkça belirtmektedir . Kendisi, araştırmalarından derlediği sonuçları okurlarla paylaşmaktadır. Biz de, bu makaledeki notlardan yola çıkarak safsatanın bilimsel açıdan neden geçersiz olduğuyla ilgili bazı bilgiler vermek istiyoruz:



    İlk olarak, eğer iddia edildiği gibi beynimizin %10'u çalışıyor, %90'ı çalışmıyor olsaydı, beyinde meydana gelen hasarların çok büyük bir kısmı etkisiz olacaktı. Çünkü 10'da 9'luk bir olasılıkla hasar beynin güya "çalışmayan" bir bölgesine denk gelecek ve etkisiz kalacaktı. Ancak şimdiye kadar yapılan araştırmalar göstermiştir ki, beynin herhangi bir bölgesinin aldığı hasar, vücudun herhangi bir noktasındaki herhangi bir işleyişi neredeyse her zaman, istisnasız bozmaktadır. Beynin aldığı en ufak hasarlar bile, çok ciddi problemlere ve hastalıklara sebep olabilmektedir. Örneğin beyin tomografinizde, beynin bir bölgesinde bulunan bir kıvrımın açısının 1-2 derece farklı olarak çıkması, sizin psikolojik durumunuzun değişiminin sebebi ve hatta ölümcül bir hastalık belirtisi olabilmektedir. Yani beynin herhangi bir kısmının işlevsiz olduğu iddiası geçersizdir.



    İkinci olarak, Evrimsel Biyoloji'nin gelişimi de, bu iddiaların geçersizliğini açığa çıkarmaktadır. Bilindiği üzere doğada takas ilkesi (trade-off) denen bir ilke vardır ve bu ilke dahilinde, eğer bir organ artık işe yaramıyorsa, ya körelecektir ya da varlığını sürdürüyorsa yeni bir işlev kazanacaktır. Bunun bir diğer adı "Evrim Ekonomisi"dir. Beynin bırakın %90'lık kısmının, %10'luk kısmının bile "kullanılmadığını" iddia etmek, bir doğa yasası olan evrim ile çelişecektir. Çünkü eğer bu kadar büyük bir alan, bir anda işlevini yitirseydi ve uzun bir zaman zarfı boyunca o şekilde kalsaydı, canlıların sabit bir denge içerisinde kalması mümkün olmazdı. Ayrıca beynin zaten kendi başına vücudumuzdaki en masraflı organ olduğu düşünülecek olursa; zaten masraflı bir organın bir kısmının çalışmadığını iddia etmek akıl dışı olacaktır. Beyin elbette evrimsel süreçte körelebilir; ancak bu, son derece kademeli ve takip edilebilir bir şekilde, milyonlarca yıla yayılarak meydana gelir. Dahası, evrim tarihine baktığımızda bariz bir şekilde insansılarda beynin büyüdüğünü görmekteyiz. Bu durumda beynin büyük oranda işlevsiz kısımları olmasına rağmen büyümesi evrimsel biyolojinin temellerine aykırıdır. Eğer ki beynin bazı parçaları işlevsiz olacaksa, bu yapının bir bütün olarak irileşmesi ve karmaşıklaşması beklenemez. Dolayısıyla, beynimizin %90'ının "işlevsiz" olduğu iddiası Evrimsel Biyoloji'nin açıklayıcı gücü sayesinde otomatik olarak çürümektedir.


    Üçüncü açıklama ise gelişen görüntüleme tekniklerinden gelmektedir. Pozitron Emisyonlu Tomografi (PET) ve Fonksiyonel Manyetik Rezonans İmgeleme (fMRI) teknolojilerindeki gelişmeler sayesinde, beynin renkli ve renksiz, ayrıntılı fotoğrafları an be an çekilebilmektedir. Bu teknolojiler sayesinde günümüzde biliyoruz ki, beynin en sakin olmasını umduğumuz uyku halinde bile, beynin eksiksiz olarak her bölgesinde belli bir miktar aktivite gerçekleşmektedir.



    Dördüncü bir açıklama, yine tıp alanından gelmektedir. Günümüzde, nöroloji bilimi sayesinde artık biliyoruz ki, beynin tamamen "sustuğu" tek durum, ciddi sinirsel hastalıklar ve beyin hasarları durumunda gerçekleşmektedir. Yani beyin, yukarıda açıkladığımız gibi uyku halinde bile tamamen durmamakta, tam tersine beynin her alanından az ya da çok sinyal alınabilmektedir.


    Beşinci bir açıklama anatomiden gelmektedir: beyin tek bir bütün olarak çalışmaz; onlarca, hatta yüzlerce alt birimi vardır. Daha bilimsel bir açıklamayla, beyin "ileri derecede özelleşmiş bir organ"dır. Bu sebeple, parçaların çalışmaması gibi bir durum söz konusu olamaz; çünkü bu beynin kendisinin çalışmaması demektir. Beynin parçalara ayrılması sayesinde beynin her bölgesinin tam olarak çalıştığı kesinlikle bilinmektedir. 1800'lü yılların sonlarında atılan iddia, beynin bir bütün olarak çalıştığını düşünmekten kaynaklanmaktadır. Günümüz insanları ise 200 yıl öncesinin bilgisini ısrarla yaymaya devam etmektedirler.



    Altıncı bir açıklama, hücrelerin dünyasına daha derin bir şekilde dalabilmemizden gelmektedir. Beyinde bulunan sinir hücreleri ve doku hücreleri üzerinde yapılan mikroskobik çalışmalar, beynin her bir hücresini inceleyebilmemizi sağlamaktadır. Tekil-Birim Kaydı (Single-Unit Recording) ismi verilen bu teknoloji sayesinde beyne yerleştirilen elektrotlarla, beyindeki her bir hücrenin anlık aktivitesi gözlenebilmektedir. Onlarca yıldır süren ve beynin her alanına yayılmış araştırmalarda, çalışmayan tek bir hücreye bile rastlanmamıştır.



    Yedinci bir açıklama, metabolik çalışmalardan gelmektedir. Bu alandaki yapılan araştırmalarda beyne radyoaktif olarak işaretlenmiş 2-deoksiglukoz molekülleri enjekte edilir. Daha sonra radyograf aracılığıyla hangi hücrelerin aktif olduğu parlak bir şekilde gözlenebilir. Eğer iddia edildiği gibi beynin %90'ı çalışmıyor olsaydı, radyografta beynin %90'ı karanlık olarak çıkması gerekirdi. Ancak yapılan araştırmalar, beynin her bir noktasının çalıştığını göstermektedir.



    Son bir açıklama da fizyolojiden gelmektedir. Normalde, bir hücre eğer özelleştiği işi yapmıyorsa, dejenere olacak ve bozulacaktır. Örneğin kaslarınızı yeterince çalıştırmazsanız veya kırık kolunuz alçıya alınırsa "kas erimesi" denen ve kas hücrelerinin uzun süreler çalışmadıkları için körelmeleri sonucu oluşan bir sorunla karşılaşırsınız. Eğer beynin %90'ı çalışmıyor olsaydı, otopsilerde bu tip çürümeler gözlenmesi gerekirdi. Ancak beynin hiçbir bölgesinde böyle bir bozulmaya rastlanmamaktadır.



    Bu kadar farklı açılardan gelen açıklamalar, iddianın geçersizliğini net olarak göstermektedir. Canlıların çoğu, spesifik olarak köreldiği belirlenen organları haricinde, tüm organlarını kullanabileceği en üst kapasitede kullanmaktadır. Eğer bunu başaramıyorsa, ya çevre şartları izin vermiyordur ya da soyu tükenecektir. Beyin, kesinlikle körelen bir organ değildir (en azından insanlarda).

    Safsatayı "Sinerji" İle Kurtarma Çabaları



    Ne yazık ki bazı insanlar bu mite inatla bağlıdırlar. Mutlaka zekamızın şu andakinden çok daha üstün olması gerektiğini, şu anda çok ufak bir zekaya sahip olmamız gerektiğini savunurlar. Hatta iddialarını desteklemek için piramitler gibi antik yapıları yapan üstün insan ırkları olduğunu söyleyenler bile vardır. Piramitler gibi birçok sözde "mistik" yapının tamamen insan yapımı çok bariz olması bir yana, insanın zekasının da son derece sıradan olduğu aslında doğrudur. Türümüz, gezegenin bugüne kadar gördüğü, bildiğimiz kadarıyla en gelişmiş zeka düzeyine sahiptir; doğru. Ancak bu, bizim sahip olduğumuz zekanın, genel olarak "zeka" kavramının üst sınırı olduğu anlamına da gelmez. Evrimsel süreçte bizden çok çok daha zeki canlılar var olabilir; hatta başka gezegenlerde belki var olmuştur da... Ancak bunlara dair bilimsel, güvenilir verilere sahip olmadan atıp tutamayız ve atak varsayımlarda bulunamayız. %10 safsatasına aşkla bağlı olanların düştüğü hataların en temeli budur.

    Dahası, bu insanlar mitin aslında gerçek olduğunu göstermek için, yukarıda yapılan açıklamalar üzerine, aslında kastedilenin "beyin parçaları" boyutunda değil, "beyin parçalarının birbiriyle ilişkisi" boyutunda %10'luk bir kullanım oranı olduğu iddiasıdır. Yani bu kişiler, beynin aslında çok daha gelişmiş bir sinerjiye (karşılıklı iletişim ve haberleşme ağına) sahip olabileceğini; ancak bunun şu anda mümkün olmadığını söylerler.



    Bu doğrudur. Yukarıda da izah ettiğimiz gibi, insan zekası, zeka kavramının üst sınırı değildir. Evrimde her şey süreklidir. Biz, bu gezegen koşullarında, bildiğimiz kadarıyla en üst düzey zekaya sahip olan hayvan türüyüz. Beyne ve zekaya sahip olmayan basit yapılı canlılar ile bizim aramızda milyonlarca "geçiş türü" bulunuyor. Bunlar, çeşitli dereceler ve seviyelerde zekalara sahipler. Benzer bir şekilde biz de, çok daha üstün bir zeka türüne geçiş basamağı olabiliriz. Sonuçta bizim evrimimiz de sona ermedi veya tamamlanmadı. Düşülen bir diğer hata da budur: evrim tamamlanabilir bir süreç değildir. Her zaman devam eder. Dolayısıyla insanı bir sınır, bir sonuç olarak görmek bilimsel açıdan affedilmez bir hatadır. Bu da bizi daha kritik bir noktaya götürür:



    Matematikte "yüzde" kavramı, bir bütünün parçalarını tanımlamak için kullanılır. Yani "yüzde on (%10)" kalıbı, yüz birimlik bir bütünün on birimlik bir kısmına işaret eder. Burada şu soru sorulmalıdır: "İnsanlar beyinlerinin yüzde 10'unu kullandığı iddia ediliyorsa, bu %100 neye göre, kim tarafından belirlenmiştir?" Yani bizim sözde %10'luk zekamız veya beyin kullanımımız, hangi %100'e göre belirlenmiştir? Böyle bir bütün bulunmamaktadır. Çünkü insan zekasıyla kıyaslayabileceğimiz herhangi bir zeka formu tanımıyoruz, bilmiyoruz. Diğer yazılarımızda da anlattığımız gibi, kıyaslar mantıklı ve önceden açıklanmış çerçevelerde yapılmalıdır. Bir karga ile insanın zekasını kıyaslarsanız, karganın "beyinsiz" olduğu kanısına varabilirsiniz. Ancak bir karga ile bir papağanın zekalarını kıyaslarsanız, müthiş sonuçlar elde edebilirsiniz (gerçekten de kargalar gezegenimizdeki en zeki ve "değişik" zeka formlarından birisidir). İnsan için bu kıyaslamayı belki ancak en yakın kuzenlerimiz olan şempanzeler ve bonobolar ile yapabiliriz; ancak bu kıyas bile yetersiz olacaktır. Çünkü kuzenlerimiz zeka konusunda bizimle kıyaslanabilir bir evrimsel tarihe sahip değillerdir. Henüz...



    Bu açıdan bakıldığında da %10 sayısının tamamen uydurma olduğu net bir şekilde anlaşılmaktadır. Temelsiz ve asılsız bir iddiadan ibarettir. Açık ve net kanıtların tamamından yoksundur ve temel dayanaklarının hepsi çürüktür. Bu nedenle geçerli bir argüman olarak kabul edilemez.





    Sonuç



    Sonuç şudur: İnsanlar (ve muhtemelen beyni olan hayvanların tümü), beyinlerinin %100'üne yakınını kullanmaktadırlar. Beynimizin kullanılmayan hiçbir noktası yoktur. Kimi koşulda, bazı bölgeler daha fazla, bazı bölgeler daha az çalışıyor olabilir. Ancak bu "kullanılmadığı" anlamına gelmemektedir.



    Bu noktada, bir ayrıma gitmekte fayda görüyoruz: "Beyin Kullanımı/Kapasitesi" ile "Zeka Kullanımı/Kapasitesi". Beyin kapasitesi, genetik faktörlerle belirlenir ve sınırlanır. Basit olarak, bir canlının beynindeki nöron ve sinaps (nöron bağı) sayısı ile orantılıdır. Bu kapasite, yukarıda açıklanan kapasite ile aynıdır ve belirli hastalıklara sahip olmayan her canlıda %100 kullanılır. Daha önce de belirtildiği gibi, elbette kimi zaman bazı bölgeler daha aktif, bazı bölgeler daha az aktif çalışabilecektir. Bunun beyni kullanmakla bir ilgisi yoktur; zira her nöronun aynı anda çalışması, beynin daha "iyi" çalıştığı anlamına gelmez. Beynin her bölgesi belirli konularda özelleşmiştir ve gerektikleri zaman çalışmaları gerekir. Unutulmaması gereken önemli bir nokta beyin kapasitesinin, aynı zamanda zekanın da üst sınırını belirlediğidir.



    Zeka kapasitesi ise, bir canlının genetik unsurlarla sınırlandırılmış beyin kapasitesi tarafından belirlenir. Zeka kullanımı, bu kapasitenin ne kadarının kullanılabildiği ile ilgilidir. Bu noktada, zekamızı bir kas yapısına benzetebiliriz. Ulaşabileceği en üst nokta, genetik unsurlarla belirlenmiştir; ancak biri çok çalışırsa kaslarını bu en üst kapasiteye kadar (ama daha fazlasına değil) çıkarabilir. Çalışmayan biri ise ortalama bir güçte kaslara sahip olacaktır. Zeka da bunun gibidir. Tek farkı, yeni kas hücreleri üretmek düzgün bir çalışmayla oldukça kolayken, yeni sinir hücrelerini üretmenin imkansıza yakın olmasıdır; dolayısıyla pratik, var olan nöronların daha aktif kullanılmasını sağlar, yeni nöronlar üretilmesini değil. Zihin antremanları sayesinde zekamızın normalde, antremansızken kullanığımızdan fazlasını kullanabiliriz; ancak bunun üst sınırı, beyin kapasitemiz ile aynıdır ve %100'ü geçemez. Normal bir insan, zekasının %80-90'ını kullanmaktadır (asla %3-10'u kullanılmaz; çok ciddi hastalıklara sahip olanlarda bile bu kadar düşük oranlar görülmez, bu oranlar ciddi bir uydurmadır). Düzgün yapılan ve genelde yıllarca süren pratikle bu kapasite %100'e yaklaştırılabilir.

    Ancak unutulmaması gereken nokta, bu kapasitenin %100'ün üzerine çıkamayacak olmasıdır. Çünkü bu üst sınır, nöronlarla belirlenir ve artması için nöron sayısının da artması; yani yeni nöronlar üretilmesi gerekir. Bu olaya nörogenez denir. Ancak nörogenez, nöronların büyük oranda bölünme kabiliyetlerini yitirmiş hücreler olmalarından ötürü çok kısıtlı miktarda olmaktadır ve zekayı önemsenmeyecek kadar az etkilemektedir. Tabii gelecekte bu hücrelerin kök hücrelerden üretilebilmesiyle zekanın arttırılması mümkün olabilir. Örneğin illa bu konuda bir bilim-kurgu filmi çekilecek olursa, bilimsel gerçeklere sadık kalmak bakımından böyle bir konu kullanılabilirdi, antik bir miti hortlatmak yerine...



    Dolayısıyla lütfen bir iddiayı kabullenip yaymadan önce, bilimsel açıklamasını inceleyin ve varsa makalesini okuyun. Yoksa da ciddi bir şüpheyle yaklaşıp, hemen kabul etmeyin.

    Evrim Ağacı

    http://evrimagaci.org/makale/260
  • quote:

    Orjinalden alıntı: alpaslanbek

    Bu değerler bir çok yerde farklılık gösteriyor ama benim bildiğim kadarıyla ortalama bir insan %7'sini kullanabiliyor. Einstein ise %14'ünü kullanabiliyormuş. %70 üzeri beynini kullanan bir insan , gözleri ile bir uzay gemisi kadar komplex birşey inşaa edebilir.. Bi yerden sonra maddeye hükmedebilme gibi birşey söz konusu olsa gerek



    Burda kullanmaktan kasıt depo edebilme özelliği ve çeşitli reflekslere verdiği cevap taki hızdır.

    Şöyle söyliyimki eğer beynimizdeki bellek yüzdelerini ileri çekecek olursak kafamızda çok rahat bir uzay gemisi tasarlayabiliriz..

    Nitekim Nikola Tesla araştırırsanız projelerini kağıda geçirmeden önce kafasında kurguluyordu....

    Bu bilgilerden sonra işin teknik boyutuna ve fizyolojisine ineyim...

    Burdaki kullanım kastı aslında yanlış olmuş çünkü biz zaten beynimizi yüzde yüz kullanıyoruz....
    Çünkü bellek olarak kullandığımız kısım zaten belli...Ve geri kalan kısımıda acendes ve decendes iletimlerin altyapısı olarak kullanıyoruz

    Soru şu olabilir daha verimli kullanamazmıyız?

    1-Eğer beynimizdeki hipotalumustaki alfa ve beta hücrelerinin sayısını artırmak gibi bi teknolojimiz olsaydı ( Bunu örnek veriyorum daha değişik bi sinir hücreside olabilir) bu mümkün olurdu..
    Yani kullanabildiğimiz bellek miktarını artırsaydık çok daha kolay bilgilerimizi hafızamızda tutabilirdik.

    2-Veya piresinaptik nöronların ve postsinaptik nöronların aktif olmaları için gereken eşik enerjisini aşşağıya çekebilecek olsaydık beynimiz daha az elektrik akımı ile daha çok reseptör potansiyelini aktif hale getirebilirdi...Ve düşünebilme hızımızdaki katsayı artardı..



    Maddeye hükmetme olayıda beynimizdeki ayna nöronların oluşturduğu elektriksel alan ile karşımızdaki maddeleri bu alan doğrultusunda maddenin kendi elektriksel alanını etkileyerek onu hareket ettirmek teorisi..
    Bu hala bir teoridir gerçeklik payı varmı yıllar göstericek


    Sonuç olarak beynimizi yüzde yüz kullanıyoruz.. Ama ondan daha çok verim elde edermiyiz edemezmiyiz? Soru bu olmalı

    Umarım olaya bakış açınızı biraz genişletebilmişimdir.
  • Beynimiz yaklaşık 10-12 milyar arası nöron (sinir hücresi) içerir. Ancak bilindiği üzere beynimizin çok düşük bir yüzdesini kullanırız. Bunun nedeni aslında sinir hücrelerinin (yani bilgi depolayan nöronların) kendi kendilerini yenileyebilme özelliklerini yitirmiş olmalarıdır. Eğer sini hücresine sentrozom ya da sentrozomun görevini görebilecek enzim nakledilirse kendi kendilerini yenileyebilme özelliklerini kazanabilirler mi? Eğer bu mümkünse, beynimizin daha fazla bölümünü kullanabilir miyiz? (Cansın Kalın)

    Beynimizin Yalnızca % 10’unu Kullandığımız Söylencesi
    Öncelikle sorunuzun başında belirttiğiniz varsayıma göz atalım isterseniz: “Beynimizin çok düşük bir yüzdesini kullanırız.” Yaklaşık bir asır önce ortaya atılan bu iddianın kaynağı bazı bilim insanlarının söylem ve bulgularının yanlış yorumlanıp çarpıtılmasına dayanıyor. Bugün, sinir bilim ve beyin görüntüleme tekniklerindeki gelişmeler öyle gösteriyor ki, beynimizdeki tüm sinirler çeşitli eylemler sırasında aktive oluyor. Daha açık bir deyişle, kullanmadığımız herhangi bir sinir ağı bulunmuyor. Konuyla ilgili bir başka yaklaşımsa sinir hücrelerinin herhangi bir uyarıcı almadıklarında dejenere olarak işlevselliklerini kaybediyor olma özellikleri. Örneğin, görsel sistem. Gelişmenin erken dönemlerinde göz sinirleri yeterli uyarıcıya maruz bırakılmadıklarında görme yetisi kayboluyor. Benzer şekilde, eğer ki beynimizde kullanılmayan sinir ağları bulunsaydı, işlevselliklerini kaybetmiş olmalarını beklememiz gerekirdi. Fizyolojik kanıtlar bir yana, iddia evrimle de uyuşmuyor. Aktif olmayan, hayatta kalma mücadelemize katılmayan sinir ağları içeren büyük bir beyin evrimsel gelişimle de bağdaşmıyor.

    ANCAK
    Olgun haldeki sinir hücrelerinin (yani bilgi depolayan nöronların) kendi kendilerini yenileyebilme özelliklerini yitirmiş olmaları gibi bir durum söz konusu. Bu nedenle de, herhangi bir darbe ya da yaşlanma sonucu kaybedilen sinirler beyin kapasitesini doğal olarak olumsuz yönde etkiliyor.

    Beyindeki Sinir Hücreleri Gerçekten de Kendilerini Yenileme Yetisinden Yoksun mu?
    Beyindeki sinir hücrelerinin kendilerini yenileyebilme yetisinden yoksun olduklarını gösteren çalışmaların öncüsü 1960’larda yaptığı çalışmalarla ismini duyuran bir sinir bilimci: Dr. Pasko Rakic. Nitekim felç ya da diğer beyin zedelenmelerinde hastaların kaybettikleri konuşma ve yürüme gibi yetileri daha sonradan tekrar edinememeleri de bu bulguları destekler nitelikte. Ancak başlangıcı 1965 yılında sıçanlar üzerinde yapılan deneylere dayanan ve son yıllarda hız kazanan bir takım çalışmalar, beyindeki bazı bölgelerde sinir hücrelerinin yenilenebildiğini gösteriyor. Özellikle de belleksel işlevleri olan hippokampüs bölgesi ile makaklar üzerinde çalışılan üst düzey bilişsel işlemlerden sorumlu ve evrimsel gelişimde son sırada yer alan düşünme, koklama ve duyma ile ilişkili korteks bölgelerinin kök hücreler sayesinde sinirsel yönden yenilenebildikleri bulgular arasında. Ancak bilim insanları, bu çalışma sonuçlarının Alzheimer ya da Parkinson gibi sinir hücreleri kaybı içeren bir takım hastalıkların tedavisinde kullanılabilmesi için klinik ve uygulamaya yönelik daha çok çalışma yapılması gerektiğini söylüyorlar.

    Gelelim Sentrozomlarla Sinir Hücreleri Arasındaki İlişkiye...
    Sinir hücresinin başka bir hücre üretme olasılığının kalmadığı gelişim aşamasında sentrozoma rastlanmıyor. Her ne kadar bazı araştırmacılar, yaralanmaların olduğu birtakım yetişkin beyni bölgelerinde sentrozoma rastlamış olduklarını rapor etmişlerse de sonraki araştırmalar bu bulguları pek de kanıtlar nitelikte değil. Sinir hücreleri, gelişim dönemleri içerisinde özelleştikçe, çoğalma yetilerini de kaybediyorlar. Bölünme yetisinin yitiminin, meydana gelebilecek bölünmelerin, mevcut sinaps ağlarının da bozulmasına yol açabileceğinden evrilmiş olabileceği düşünülüyor.

    Sinir Hücrelerinde Sentrozom Görevi Görebilecek Bir Yapı Oluşturulursa, Kendilerini Yenileyebilme Özelliğini Edinebilirler mi?
    Eğer ki sinir hücrelerine böyle bir müdahalede bulunacak olursak, tekrar bölünebilme özelliği kazanacaklardır. Ancak uzmanlar, bu yöntemin tıp uygulamalarında niçin kullanılamayacağına dair iki önemli noktaya işaret ediyorlar:
    1.) Eğer ki, sentrozom yapısını kaybetmiş bir hücrede bu yapıyı tekrar oluşturursak, hücre kontrolsüzce çoğalmaya başlıyor. Tıpkı kanser hücreleri gibi. Bu nedenle de bu uygulama, tümör oluşumlarına yol açıyor.
    2.) Eğer ki, sentrozom yapısı yalnızca embriyonal dönemde korunan hücrelerde (örneğin, sinir hücreleri) bu yapı müdahale ile sürekli hale getirilirse, hücreler özelleşme durumu göstermiyorlar. Çünkü hücrelerdeki özelleşme, sentrozom yapısının kaybından sonra gerçekleşiyor.

    İnci Ayhan
  • beynin %100 ünü kullamadığımızı hangi kaynak neye dayanarak söylemiş.

    dayanaksız bu saçma sapan şeylere bir sürü diplomalı insanın, sorgulamadan inanması beni korkutuyor!

    aslında beyin tam kullanılsa bir sürü işi becerebilirmiş!

    kaşık filan büküp pisişik güçler ortaya çıkabilirmiş.

    diyorum ki valla iyi kandırmışlar.

    google a yazın hem de türkçe kaşık bükme, beyin gücüyle havalanma vb...

    ama sonuna da ilizyon ekleyin. gerçeklerle yüzleşin :)

    bu kadar cahilin bilgisayar kullanması bana şunu hatırlatıyor:
    ilk bilgisayarlar yapılıyor,
    japonya da bilgisayar üretici patronu açıklama yapıyor:
    "öyle bir şey yapıyoruz ki geri zekalılar bile kullanabilecek!"
  • karaciğer imizin % kaçını kullanıyoruz?

    mide mizin?

    ya popo muzun?

    duyduğuma göre kirpiklerimizin % 9 unu kullanıyormuşuz.

    % 100 ünü kullanan insanlar kirpikleri ile uçuyormuş!

    gerçekten.

    yemin ettiler.

    görmüşler.

    video su var.

    kutsal metinlerde geçiyormuş.

    bizim bir arkadaş bakkala kirpikleri ile gidiyormuş.

    ben ise sadece 1 kaç cm yükselebiliyorum o kadar!
  • quote:

    Orijinalden alıntı: emrebo


    quote:

    Orijinalden alıntı: -JeRoMaX-


    quote:

    Orijinalden alıntı: ogh

    karaciğer imizin % kaçını kullanıyoruz?

    mide mizin?

    ya popo muzun?

    duyduğuma göre kirpiklerimizin % 9 unu kullanıyormuşuz.

    % 100 ünü kullanan insanlar kirpikleri ile uçuyormuş!

    gerçekten.

    yemin ettiler.

    görmüşler.

    video su var.

    kutsal metinlerde geçiyormuş.

    bizim bir arkadaş bakkala kirpikleri ile gidiyormuş.

    ben ise sadece 1 kaç cm yükselebiliyorum o kadar!

    Hiç inandırıcı gelmedi.Vucudun ağırlığı kirpikten çok daha fazla.Nasıl uçabilir ki.



    Kirpiklerle uçmak kadar saçma birşey olamaz.Teorik olarak imkansız...




    quote:

    Orijinalden alıntı: kaos25

    Beynimizin tamamı kullanılmıyor deyince insanın aklına büyük bölümü fazlalık hiç yararlanılmıyor gibi algılıyor. Aslında tabirde biraz anlaşılır kılarsak, İnsan beynini ancak %20 verimle kullanabiliyor. Dersek bence daha anlaşılır olacak. Fakat rakamlar yani
    %10, %20 neye göre nasıl bulunuyor anlayabilmiş değilim. Oranlama yapılabilmesi için %100 verimlilikte olan beynini tam anlamıyla kullanan birine göremi ?? daha doğrusu böyle biri varmı ??

    Beynimiz birçok işlev için ayrılmış bölümlerini aynı anda kullanarak verimi oldukca yükeltebiliriz. Fakat dağları oynatma, gözlerden eşın çıkarma, kiprikleri ile bakkala gitmek gibi olağan üstü şeyler bence efsaneden başka birşey değil.

    Beyin Kainata benzer, bildiğimizden çok bilmediğimiz yönleri olduğuda aşikardır.





    quote:

    Orijinalden alıntı: -JeRoMaX-


    quote:

    Orijinalden alıntı: ogh

    karaciğer imizin % kaçını kullanıyoruz?

    mide mizin?

    ya popo muzun?

    duyduğuma göre kirpiklerimizin % 9 unu kullanıyormuşuz.

    % 100 ünü kullanan insanlar kirpikleri ile uçuyormuş!

    gerçekten.

    yemin ettiler.

    görmüşler.

    video su var.

    kutsal metinlerde geçiyormuş.

    bizim bir arkadaş bakkala kirpikleri ile gidiyormuş.

    ben ise sadece 1 kaç cm yükselebiliyorum o kadar!

    Hiç inandırıcı gelmedi.Vucudun ağırlığı kirpikten çok daha fazla.Nasıl uçabilir ki.


    uçakların kanatları da uçaktan hafif


    yazılanları okudukça,

    tarihi olayları zamanına göre,

    forum elemanlarını da forum una göre değerlendirme prensibini düşündükçe,

    yönetici arkadaş, sen haklı olabilirsin...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi ogh -- 15 Ocak 2011; 12:51:20 >
  • Lise yıllarımda Çapa Tıp Fakültesi'nde Tübitak için bir elektroensefalografi projesi yapmış, unu yapmak için en az 30-40 makale okumuş, çok saygın bir profesörün yanında bu araştırma projesini hazırlamış biri olarak güvenle söyleyebilirim ki insan, beyninin %100'ünü kullanmaktadır.
  • Telekinezi yeteneğine sahip olduğunu düşünenlerin hepsine James Randi'nin 1milyon dolarlık iddiasına katılmasını tavsiye ediyorum. Değerli bir skeptik olan James Randi Amerika'da paranormal yeteneği olduğunu ispatlayan kişilere bir milyon dolar vermeyi kabul etti. Şu ana kadar katılan kimse bu iddiayı kazanamadı. James Randi bu güne kadar çoğunlukla el çabukluğu ile açıklanabilen "paranormal" sözde yeteneklerin hepsinin nasıl oyunlar çevirerek insanları kandırdığını rahatça kanıtladı çünkü kendisi de aslında bu işin ustası, eski bir sihirbaz. Asla kendisini bilim adamı olarak adlandırmasa da bilimsel bir metod izlediği su götürmez. Eğer gerçekten bir yeteneğiniz olduğuna inanıyorsanız (ben bunun söz konusu bile olduğunu sanmıyorum) James Randi ile irtibata geçmenizi tavsiye ederim:

    http://www.randi.org/site/index.php/1m-challenge.html
  • Hala bu beynimizi %100 kullanmıyoruz hurafesi dolaşıyor mu?%10'unu kullanıyorsak %90'ını atalım bakalım hayati fonksiyonlarımız,beynimizin düşünme yetisi nasıl değişiyor.

    Beyninin küçük bir bölümünü kaybeden insan direkt ya ölüyor ya da gerizekalı oluyor.%100'ünü kullanmıyoruz sanın siz daha.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi FadeToßlack -- 17 Mart 2013; 1:29:18 >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: FadeToßlack

    Hala bu beynimizi %100 kullanmıyoruz hurafesi dolaşıyor mu?%10'unu kullanıyorsak %90'ını atalım bakalım hayati fonksiyonlarımız,beynimizin düşünme yetisi nasıl değişiyor.

    Beyninin küçük bir bölümünü kaybeden insan direkt ya ölüyor ya da gerizekalı oluyor.%100'ünü kullanmıyoruz sanın siz daha.

    malesef devam ediyor ve insanlara anlatamıyorsun.
    İnsan beynindeki her bölgeyi kullanıyor.
    Her an bütün bölgeleri aynı anda kulanmıyor olabilirsin ama sonuç olarak beyinde kullanılmayan yer yok.
    İnsanlar hurafelere ve uydurma şeylere inanmaya daha fazla eğimli.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: antonidas


    quote:

    Orijinalden alıntı: FadeToßlack

    Hala bu beynimizi %100 kullanmıyoruz hurafesi dolaşıyor mu?%10'unu kullanıyorsak %90'ını atalım bakalım hayati fonksiyonlarımız,beynimizin düşünme yetisi nasıl değişiyor.

    Beyninin küçük bir bölümünü kaybeden insan direkt ya ölüyor ya da gerizekalı oluyor.%100'ünü kullanmıyoruz sanın siz daha.

    malesef devam ediyor ve insanlara anlatamıyorsun.
    İnsan beynindeki her bölgeyi kullanıyor.
    Her an bütün bölgeleri aynı anda kulanmıyor olabilirsin ama sonuç olarak beyinde kullanılmayan yer yok.
    İnsanlar hurafelere ve uydurma şeylere inanmaya daha fazla eğimli.

    İnsanlar beynin %100 ünün düşünmek için olduğunu zannediyorlar, aslında en büyük yanlış buradan geliyor, örneğin temporal bölgeler insanda hafızayı kontrol ettiği gibi duyma ve konuşma gibi görevleride üstlenir, beynin altında bulunan limbik sistem duyguları yönetir vs..vs.. yani istesenizde beynin %100 ünü düşünmek için kullanamazsınız zira beynin büyük bir kısmı hayati fonksiyonlar için ayrılmıştır.

    Ayrıca beynin bir anda 4-5 kat daha aktif kullanabilme, ansızın olabilecek bir durum değildir, insan beyni 5 milyon yıla yakın bir evrim sürecinde 350-400 gr gibi bir ağırlıktan 1500 gr gibi bir ağırlığa erişmiş daha sonralarıda bu ağırlık harcanan enerjiyi düşürmek ve verimliliği arttırmak üzere 1350 gr a gerilemiştir, insan beyni düşünme sırasında vucuttaki şekerin %90 ını hatta bağzı durumlarda %98 ine kadar yakabildiğini okumuştum, durgun vucut enerjisinin %25-30 civarını beyin kullanır, bu işlemler sırasında ortaya çıkan ısıda büyüktür, aşırı ısınma ve enerji tüketimi gibi sebebler yüzünden sinir hücreleri birbirine yakınlaşmış, beyin daha kıvrımlı bir yapıya dönüşerek ağırlığını 1350 gr a düşürmüştür.
    Bu sebeblerle insan beynin şu ankinden 4-5 kat daha verimli çalışması ancak binlerce belkide milyonlarca yıl sürebilecek evrimsel değişimlere bağlıdır.
  • Öff, hala mı bu saçmalık! Herkes beyninin yüzde yüzünü kullanıyor zaten, dağılın bakiim şimdi!
  • quote:

    Orijinalden alıntı: sendenbenden

    %100'ü geçtim 30unu kullandığımızda telekinetik özelliklere sahip olunuyor denilmekte.Buda cisimleri yerinden oynatma vesaire.Einstein'in beyni öldükten sonra müzeye kaldırıldığında biliyorsunuzki simsiyahtı.Beyin bukadar bile farkta ne hale geebiliyor.

    100de 100 kullansa idik neler yapabiliceğimizi düşünemek tamamen fantezi gibi.Telepati,inanılmaz matematik kabiliyeti,çok zeki varlık olurduk ama bence kaos çıkabilirdi.

    Einstein in beyni simsiyah felan değildi fotoğrafları var normal bir insan gibi substantia grisea renginde yani griye yakın
  • Beynimizi Güçlendirmek Ve İyi Kulanmamız İçin;
    ACIK HAVADA DUSUNUN (Beyin acik havadayken ve ayaktayken daha iyi calisir. Insan beyninin ayaktayken yaklasIk yuzde 10 daha fazla calistigi dusunulmektedir. Onemli kararlarinizi alirken kapali alandaysaniz, “volta atmayi” deneyebilirsiniz. )
    RUTINDEN KURTULUN (Rutin olarak tekrar ettiginiz davranislardan vazgecin. Bazen telefonu sol elinizde tutun, cantanizi diger elinizle tasiyin, evinize baska bir yoldan gidin. En azindan bir gunlugune televizyon kumandasini sIk kullanmadiginiz elinizde tutun. )
    KALITELI BEYIN ICIN UYKU (Einstein’in gunluk 10 saatten fazla uyudugu biliniyor. 24 saati gecen uykusuzluk beyinde sarhosluga benzer bir etki yapar.)
    SIHIRLI SAYI KURALI (Beyin kisa sureli hafizada bes ile yedi arasindaki bilgiyi isleyebilir. Yeni bir bilgi gelince, bu bilgilerden birini atar)
  • beynimizin tamamını kullanıyoruz
  • 
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.