Şimdi Ara

Edebiyatımızdaki En Güzel Beyitler, Kıtalar, Şiirler... (28. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
1 Misafir - 1 Masaüstü
5 sn
1.308
Cevap
11
Favori
167.635
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 2627282930
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Çoğunu okudum ve inanılmaz beğendim aynı zamanda da duygulandım.Bazılarını metin belgesine kaydettim

    Özellikle müzikli bölümler şiirlerle birlikte çok etkileyici


    Tam arşivlik mükemmell bir konu olmuş katkısı olan herkese teşekkürler
  • Erbâb-ı teşâur çoğalıp şâir azaldı

    Yok öyle değil, şâirin ancak adı kaldı

    Zamanımızda şair geçinenler çoğaldı ve şair azaldı.

    Yok, yok... Öyle de değil!.. Şairin yalnızca adı kaldı...

    Sâbit


    ------------------
    Şair

    Rivayettir ki bir musıkîşinas ile bir şair, hangisinin mesleği daha eski diye tartışıyorlarmış.

    Musıkîşinas iddiasını delillendirmek üzere "-Musıkî elbette şiirden evveldir; çünkü Davud nebi Mezmur'unu teganni ile okurdu." deyince şair taşı gediğine koymuş:

    - O da bir şey mi azizim; Adem atamız Kabil'in işlediği cinayetten sonra oğlu Habil için bir mersiye söylemişti!

    Şiirin ne zaman icad edildiği kesin olarak bilinmese de "şair" kelimesinin "tabiat üstü sihrî bilgiye sahip olan, sezerek bilen" anlamıyla kullanıldığından ve şairin "ayrı bir ilham kaynağı"na sahip bulunduğundan hareketle bu ayrıcalıklı sanat sahiplerinin en eski çağlardan beri toplumsal hayatta yer edindikleri söylenebilir. Nitekim tekamülünü tamamlamış en eski şiir metinlerine sahip Arap edebiyatında, Ferazdak, Hutay'a ve Kusayyir gibi cahiliye devri şairlerinin kendilerine şiir talim eden birer cinleri olduğundan bahsedilir. Bugün ilham dediğimiz bu esrarengiz kuvvet, şairi, söz bakımından diğer insanlardan farklı ve üstün kılar. Şamanların raks ve musıkî yanında şiirle de manevi nüfuz ve sihir icra etmeleri, hatta bazılarının şair olmaları yine aynı ilham üstünlüğünden kaynaklanır.

    Cahiliye devri Arap şairi kabilesini ve akrabalarını medh ü sena eden, kahramanlıkları öven, kahramanların ölümünde mersiye söyleyen, düşmanları yeren (hecâ) ve bunun için de genellikle olmayacak mübalağalara başvuran bir nevi kahin veya büyücü, sözleri de büyü ve yalan idi. Nitekim altı yerde şiirden ve şairden bahseden ve bir suresinin de adı Şuarâ olan Kur'an-ı Kerim şairin bu tavrını eleştirip "Şairlere gelince, onlara sapmışlar uyar. Görmüyor musun onları nasıl şaşırmış bir vaziyette dolanırlar. Ve onlar yapmayacak[dık]ları şeyleri söylerler (Şuara, 224-226)." buyurmuştur. Ayrıca şiirlerinde din dışı, hatta din karşıtı mesajlar bulunduran bu şairlerin sözleri ile vahiy ve ilham sonucu Hz. Peygamber'e verilmiş ayetlerin karıştırılmaması gerektiği ikazında bulunan Kur'an, hak söz ile batıl arasındaki ayrıma dikkat çekmekle kalmamış, hakkında "Bizim ona öğrettiğimiz şiir değil, onun buna ihtiyacı da yok (Yasin, 69)." buyrulan Hz. Peygamber'in şairden üstün olduğuna işaret ve vahyi tebliği hususunda ona şairlik isnat edenleri de şiddetle ikaz etmiştir. Nitekim İslâmiyet'ten sonra Arap şairlerinin toplum içindeki müstesna mevkileri sarsılmış, kaynağı ilham-ı Rabbanî olan şiir ile nefsanî şiir peşinde yürüyen şairler ayrışmış, iktidar sahiplerine yaranma kaygısı ön planda olan manzumeler revaç bulmuştur. Bu süreçte değişmeyen tek kural, sözü en fazla süsleyen, yani yalanı en maharetli söyleyen şairin en beliğ şair sayılması kuralı idi (Burada Fuzulî'nin "Aldanma ki şair sözü elbette yalandır" dediğini hatırlayalım). Nitekim Hz. Peygamber şiiri açıkça övmemiş ancak Hassan b. Sabit'in gerek kendisi ile ashabını methedici, gerekse savaşlar sırasında düşmanları hicvedici şiirlerine sessiz kalmakla onay vermiş ve "Şüphesiz ki şiirin bazısında hikmet (...) ve (...) bazısında sihir vardır. (Ebu Davud, Sünen, V, 276, 277; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 456; V, 125)" buyurarak musamahakâr davranmıştır.

    Eski Yunan ve Mısır'da, tapınaklarda görev alıp ayinlerde manzum parçalar söyleyen kahin şairlerin varlığı M.Ö. 3000 yıl geriye doğru takip edilebilmektedir. Türk edebiyatının bilinen ilk şairleri ise kopuz eşliğinde şiir söyleyen "ozan"lardır. Ortaasya'daki göçebe Türk toplulukları arasında ilden ile, obadan obaya gezerek haber ve bilgi akışını sağlayan, düğün ve şölenlerde destanlar tertip edip yeni şiirler söyleyen ozan, saygın bir kişidir. Uygurlarda musıkî eşliğinde ırlayarak sihir yapan, gaipten haber veren, hastaları tedavi eden baksı veya kam da tıpkı şamanlar gibi birer şair idi. Türklerin İslamiyet'i kabul etmesinden sonra uzun müddet halk arasında aynı kimlikle yaşayan "ozan"lar daha sonra "âşık" kimliği kazanıp saz şairi veya halk şairi olarak anılmışlardır.

    Gelenek içinde yüzyıllar boyunca divan şiirinin ağırlığı hissedilirse de tasavvuf muhitlerinde, tıpkı halk şairi dediğimiz "âşık"lar gibi tamamen ilahi aşk saikiyle şiir söyleyen manevi ilham sahibi insanlar yaşamıştır. Kuddusî'nin "Şâirânın kalbleri Hakk'ın hazâini imiş" dizesinde kimlik bulan bu kişiler, tasavvuf geleneğini devam ettiren misyon adamları olarak büyük bir vazifeyi başarmışlardır. Saz şairi olup bir pirden el alarak (badeli âşık) manevi ilham ile şiir söylediklerini iddia edenler ise irfanî halk kültürünün zengin portreleridir.

    Her çağda toplumdan itibar gören şair kendisine itibar veren milletinin dilini yapar, kimliğinin sağlamlaşmasını sağlar. İster şen şatır veya asabî bir âşık, ister gür sesli bir kahraman, o, şiirindeki güç kadar ölümsüz olan adamdır.

    Bugün şair kelimesinin anlamı genişlemiştir. Artık belli kurallar (kafiye, vezin, edebi sanatlar vb.) çerçevesinde manzumeler nazmetmesi umulan "nâzım"ın yerini hayal ve çağrışımlara dayalı dizeler ortaya koyan söz sanatçısına bırakmıştır. Bu serbest ortam, şair adayının gerek şiir eğitim ve birikimini, gerekse tarihsel süreçteki usta şairleri tetkik ve taklit mecburiyetini olumsuz etkilemiş şiirin sanat alanını daraltmış, eski meslektaşlarına nazaran işini daha da zorlaştırmıştır. Çünkü artık o, kelimeleri sesler ve ses uyumlarıyla en güzel biçim ve sıralanışta kullanmak zorundadır; duygu, hayal ve fikir buluşlarıyla insan gönlüne ve ruhuna hitap etmelidir, muhatabını farklı duygulanmalar, izlenimler ve heyecanlara yönlendirmelidir. Bütün bunları yaparken de yazık ki kafiyelerin musıkîsinden, veznin ahenk ve rintminden, yahut edebiyat sanatlarının derinliğinden mahrumdur.
    İskender Pala




  • Bî-huzûram nâle-i murg-ı dil-i dîvâneden
    Fark olunmaz cism-i bîmârum bozulmış lâneden
    Bunca derd ü mihnete katlandugum âyâ neden
    Terk-i cân itsem de kurtulsam şu mihnethâneden
    Müptelay-ı derd-i hicran olduğum canan için
    Mihnet-i dünya çekilmez doğrusu bir can için
  • cana rakibi handan edersin
    ben bî nevayi giryan edersin
    biganelerle unsiyyet etme
    bana cihani zindan edersin

    akıtma çeşmim gel mest-i nâzım
    âfâk-ı eşki ummân edersin
    süzme kerem kıl çeşm-i siyâhım
    zirâ ki havfım berkaam edersin
  • quote:

    Orjinalden alıntı: etusch

    cana rakibi handan edersin
    ben bî nevayi giryan edersin
    biganelerle unsiyyet etme
    bana cihani zindan edersin

    akıtma çeşmim gel mest-i nâzım
    âfâk-ı eşki ummân edersin
    süzme kerem kıl çeşm-i siyâhım
    zirâ ki havfım berkaam edersin



    mükemmelmiş teşekkürler ama şairi de yazarsanız memnun oluruz...
  • Beste: Girifzen Asım Bey
    Güfte: Girifzen Asım Bey
    Makam: Uşşak

    Dinlemek isteyenler için link.
    http://www.v-izle.com/Emel-Sayin-Cana-Rakibi-Handan-Edersin-izleLfe2l4ALaYI.html
  • Kan Tutar

    Leblerinle emrine amadedir canım benim,
    Al da bir buseyle öldür haydi cananım benim,
    Lal olur birden dilim bilmem neden görsem seni,
    Görmesem kalmaz kararım, dinmez efkanım benim.

    ***

    Hasta gönlüm çok zamandır iftirakından harab,
    Olmadım bir lahza rahat geçti devranım benim,
    Mübtelayım bir ümitsiz gizli derdin zehrine,
    Bu sebepten her geçen düştü dermanım benim.

    ***

    Yok teselliden nasibim vermeyin zahmet bana,
    Etmeyin bunca eziyet az mı hicranım benim ?
    Kan tutar sen her bakışta, kastedersen canıma,
    Yaremi sar merhem ol da akmasın kanım benim.
    Arif Emre her ne etse, razıdır fermanına,
    Sahibimsin hem efendim, hem de sultanım benim.
  • dem bu demdir

    Firkatin nariyle gönlüm, yan olur, püryan olur,
    Varlığın zevk-u sefadır, yokluğun giryan olur,
    Ay yüzün gören gözlerim, mest olur hayran olur,
    Yakma ey can, yakma kalbim, ateş-i suzan olur.

    Bağ-ı aşka düşen gönül, bülbül-i nalan olur,
    Can-ı bülbül ol gülşende, aşk ile devran olur,
    Gülyüzün gören gözlerim mest olur hayran olur,
    Yakma ey can, yakma kalbim, ah ile efgan olur.

    Vuslatın aşkıyla gönlüm, şad olur şadan olur,
    Derd-i aşkın neyleyim ki, derdime derman olur,
    Nur yüzün gören gözlerim, mest olur hayran olur,
    Yakma ey can, yakma kalbim, ateş-i niran olur.
  • @Felsefika,
    Çok güzel şiirler.
    Bunlar hep ezberimdedir, dilimdedir.
    Çok hoş mısralar.
    Ama kime ait olduğunu hiç bilmiyorum.
    Bu güzel şiilerin şairi kimdir acep?
  • quote:

    Orjinalden alıntı: felsefika

    dem bu demdir

    Firkatin nariyle gönlüm, yan olur, püryan olur,
    Varlığın zevk-u sefadır, yokluğun giryan olur,
    Ay yüzün gören gözlerim, mest olur hayran olur,
    Yakma ey can, yakma kalbim, ateş-i suzan olur.

    Bağ-ı aşka düşen gönül, bülbül-i nalan olur,
    Can-ı bülbül ol gülşende, aşk ile devran olur,
    Gülyüzün gören gözlerim mest olur hayran olur,
    Yakma ey can, yakma kalbim, ah ile efgan olur.

    Vuslatın aşkıyla gönlüm, şad olur şadan olur,
    Derd-i aşkın neyleyim ki, derdime derman olur,
    Nur yüzün gören gözlerim, mest olur hayran olur,
    Yakma ey can, yakma kalbim, ateş-i niran olur.




    Şu şiirde anlatılan bir bayan düşünün. Bunu düşünür düşünmez bugün neden böyle şiirler yazılamadığı hemen anlaşılıyor.




  • Ben TSM'den devam ediyorum :D

    Zeytin Gözlüm Sana Meylim Nedendir

    Zeytin gözlüm sana meylim nedendir
    Bu sevmenin kabahati kimdedir
    Gül olmuşsun dikenlerin bendedir
    Zeytin gözlüm uzaklarda işin ne
    Şarkıları düşürürüm peşine

    Zeytin gözlüm özlem ektim yollara
    Rast gelirsen halimi sor onlara
    Gül kurusu akşamlar senden yana
    Zeytin gözlüm uzaklarda işin ne
    Şarkıları düşürürüm peşine

    Söz:Hüceste Aksavrin
    Beste:Selahaddin İçli
    Makam:Hüseyni
  • quote:

    Orjinalden alıntı: El-Cezeri

    @Felsefika,
    Çok güzel şiirler.
    Bunlar hep ezberimdedir, dilimdedir.
    Çok hoş mısralar.
    Ama kime ait olduğunu hiç bilmiyorum.
    Bu güzel şiilerin şairi kimdir acep?




    yunus emre


    http://www.youtube.com/watch?v=RQl3qdmQ_mM

    http://www.youtube.com/watch?v=BKg2rb2KXYM

    dinlemek isteyenlere.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: etusch


    quote:

    Orjinalden alıntı: felsefika

    dem bu demdir

    Firkatin nariyle gönlüm, yan olur, püryan olur,
    Varlığın zevk-u sefadır, yokluğun giryan olur,
    Ay yüzün gören gözlerim, mest olur hayran olur,
    Yakma ey can, yakma kalbim, ateş-i suzan olur.

    Bağ-ı aşka düşen gönül, bülbül-i nalan olur,
    Can-ı bülbül ol gülşende, aşk ile devran olur,
    Gülyüzün gören gözlerim mest olur hayran olur,
    Yakma ey can, yakma kalbim, ah ile efgan olur.

    Vuslatın aşkıyla gönlüm, şad olur şadan olur,
    Derd-i aşkın neyleyim ki, derdime derman olur,
    Nur yüzün gören gözlerim, mest olur hayran olur,
    Yakma ey can, yakma kalbim, ateş-i niran olur.




    Şu şiirde anlatılan bir bayan düşünün. Bunu düşünür düşünmez bugün neden böyle şiirler yazılamadığı hemen anlaşılıyor.








    Yakma Ey Can
    Yakma kâLbim ...





    Hasta gönlüm çok zamandır iftirakından harab,
    Olmadım bir lahza rahat geçti devranım benim,
    Mübtelayım bir ümitsiz gizli derdin zehrine,
    Bu sebepten her geçen düştü dermanım benim.



    nasil guzel degil mi.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi felsefika -- 26 Ocak 2009; 21:51:21 >




  • quote:

    Orjinalden alıntı: etusch

    Şu şiirde anlatılan bir bayan düşünün. Bunu düşünür düşünmez bugün neden böyle şiirler yazılamadığı hemen anlaşılıyor.

    Bununla alakalı fakat şiirle alakasız bir yazı koyacağım buraya müsadenizle

    quote:

    C. Ronaldo mu, Halid bin Velid mi?


    Aslında bu soruyu çoğaltmak da çeşidini artırmak da mümkün... Biz herhangi bir futbolcu örneğinden meseleyi ele almaya çalışacağız. Yoksa kötü sesli kadın bir şarkıcı mı, Hz. Fatıma mı diye de sorabilirdik. Süpermen'in gözlerinden çıkan ışınlar, Hz. Ali'nin, o büyük ejderhanın boynunu vurduğu kılıcını kırar mı diye de sormamız mümkün. Nasreddin Hoca'nın ters bindiği -ters binmekle iyi ettiği- eşeği mi, Apollo uzay gemisi mi? Hangisi daha sahici?

    Başlıktan ötürü, 'ne alakası var' diyenler çıkacak mıdır bilmiyoruz ancak, biz yine de söyleyelim ki, sandığınızdan çok fazla alakası var. Hayır, öyle değil, dememizin kimseye faydası olmayacaktır. Bu yazıya Müslüman anne - babalar için bir özeleştiri olarak yaklaşmanızı tavsiye ediyoruz. "Eve dön, şarkıya dön,  kalbine dön" diyor şair. Eve dönmemiz gerektiğini uzun zamandır söylüyoruz. Eve dönmeyi, dışarının insanın nefsine hitap eden isteklerinden uzaklaşmak olarak anlıyoruz. Müslüman bir toplumun inşasında en önemli adımın ev olduğunu kabul etmemiz gerekir. Zira dışarıda, özellikle çocuklarımızı öğütmek ve onların ahlaklarını parçalamak üzere yüzlerce sebep kol geziyor. Anne - babaların, çocuklarına verebildiğinden daha fazlasını, dışarısı daha cazip şekilde verebiliyor. Bütün bu gerçekleri kabul etmeyenimiz yoktur.
    Ancak mesele sadece bu değil. Ahlaki tahribatın boyutlarını kabul etmemiz, bir çözüm değil sadece bir tespittir. Tespihte de doksan dokuz taş vardır. Yani sorunu söylememiz çözümü sunmuyor bize.

    Bizim sahici kahramanlarımız yok mu?

    Bizim birbirinden heybetli, birbirinden muhteşem kahramanlarımız yok mu? Çocuklarımızın rüyalarını süsleyecek, ilgilerini çekecek onları hayretle kuşatacak güzel adamlarımız yok mu? Çocuklarımıza hayranlıkla hikâyelerini anlatacağımız, övgüyle bahsedeceğimiz cengâverlerimiz yok mu?
    Elbette var! Tarih kitaplarımızın her satırı kahramanlarla örülmüştür. Tarihin o uzun sokağında, her köşe başını, türlü hayat hikâyelerine sahip 'bizim adamlar' doldurmuştur. O bizim adamlar sayesinde, yüzyıllarca Batı'da anneler, çocuklarını "Osmanlılar geliyor" diye uyutmuşlardır. Her türlü herkese faydamız var işte.
    Bir kılıç darbesiyle en muhkem kalenin surlarını kâğıt gibi ikiye bölen süvariler kimin ordusundan maaş alırdı? Hollywood'un çekmeye daha yeni cesaret ettiği, 100.000 kişiye karşı 3.000 kişilik savaş filmlerini, tarih boyunca yırtıp yırtıp kenara atan kimdi? Ordu komutanın, elinde dokuz kılıç parçaladığı savaş kimin tarihinde yazılır? 'Esirlerin ellerini çözün' emrini hangi genelkurmay başkanı verebilir? Batı ordularını titreten yiğitler, hangi padişahın eteğini öpmek için huzura gelirlerdi?

    Kahramanlık bizim adımızla başlar, tarihimizle devam eder. Kahramanlık kurumunu ihdas etmiş olan bir inancın, kahraman yetiştirememesi mümkün olabilir mi? Elbette hayır. Peki, sorun ne ki, bizim çocuklarımız kuru hikâyelerin peşinde sabahlıyorlar da bizim devasa savaşçılarımız onları ilgilendirmiyor.
    Bana kütüphaneni söyle, sana çocuğunun karakterini söyleyeyim


    Kırk yaşını devirdiğinde, kütüphanesini bir derneğe veya vâkıfa bağışlamayan insanların sayısı oldukça azaldı. Ümidini kaybedenlerin sayısı, ümidimizi kaybettirmemeli. Hz. Ali cenklerini okumamış çocuklar, plastik tabancalarla oyun oynuyorlar caddede. Devasa savaşçı, Halid bin Velid'in 'Kılıç kullanma teknikleri' kitabını basamayan yayınevleri, Robin Hood masallarını basmak için yarışıyor.

    Hz. Fatıma'nın ismini duymamış kızlar büyüyor artık. Bu bir sorun. Ama asıl sorun değil. Asıl sorun, Hz. Fatıma'nın adından başka bir şey duymamış çocukların artık anne olacak kadar büyümesi. Kütüphanelerini, evde saçma sapan vitrinlere yer açmak için derneklere bağışlayan sözde babaların ortalığı doldurması.
    Bu yazı, Halid bin Velid'den dolayı değil de Ronaldo'dan dolayı ilginizi çekmişse, bahsettiğimiz sıkıntılara siz de duçar olmuşsunuz demektir. Siz, bu yazıyı daha bir ilgiyle okuyun.

    Hayrettin Paşa mı, Robin Hood mu?

    Robin Hood dediğimizde, hemen herkesin zihninde aynı şey canlanır; "Kötülerden alıp, iyilere verir." Bu iyi bir şey mi? Biz Batılılarla aynı dili konuşmuyoruz ki, iyi ve kötü kavramlarına aynı anlamı yükleyelim. Robin Hood için, "Kötülerden alır" dedikleri şey, katıldığı Haçlı seferlerinde Müslüman ahaliden yağmaladığıdır. Kötülerden alırmış, hadi oradan yağmacı. "İyilere verir" dedikleri ise, kendisi gibi sürüngen haçlılara şarap parasıdır. Bu kadar çarptırılmış masalın yağmacı karakteri Robin Hood'u, çocuklarımızın tamamı iyilik havarisi olarak biliyor. Çünkü babaları da öyle biliyor.
    Hayrettin Paşa dediğimizde ise, çoğumuzun zihninde hiçbir şey canlanmaz. Biraz okumuşlarımız onu denizci olarak bilir. Hayrettin Paşa gibi bir kahramana yapılacak en büyük hakaret, ona denizci demektir. Denizci ne demek? Deniz varsa, denizin kendisidir Barbaros Hayrettin Paşa. Okyanustur. Zengin korsanlardan alıp, yoksul ahaliye dağıtmanın uluslar arası deniz sularındaki adıdır Hayrettin Paşa.

    "Oturup dua ettim, akıl git başımdan"

    Rasyonalizm dediğiniz şey, koskoca bir yalancılıktır. Ah şu iğfal edilmiş zihinler. Evet, doğrudur, Malkoçoğlu, tek bir okla üç kâfiri birden yere yıkabilir. Bunda şaşılacak ne var? Üstelik Batman gibi bir maskenin arkasına da saklanmaz. İşine efsane katmaz. Oklarını, tarih kitaplarına girmek için atmaz, mazlumlar için atar.
    Evet doğrudur. Sanıldığının aksine Halid bin Velid, "Kılıç kullanma teknikleri" diye bir kitap yazmıştır. 3.000 kişilik ordusuyla 100.000 kişiyi hallaç pamuğu gibi darmadağın etmesi de bir film setinde değil, tarihin ortasında gerçekleşmiştir.
    Hayrettin Paşa, "Kâfiri topa koyup deryaya attırdım" derken, abartma sanatını kullanmaz. Zaten bilmez de... Cami minarelerine nişan alıp, top atışıyla minareleri yıkan kâfir korsanları yakaladığında ufak bir sorgudan sonra, "görürsünüz top atışını" diyerek onları topa koyup denize fırlatmıştır.
    Bizim hangi işimizi akıl izah edebilir ki, bugün bize rasyonel olmamız gerektiğini söylüyorlar? Bizim hangi işimiz, rasyonalizm denilen tuzağın çarklarında eriyebilir. Rasyonel olmamız gerektiğini söyleyenlere gülümseyelim. İbrahim Tenekeci'nin dediği gibi, biz hep şöyle söyledik; "Oturup dua ettim, akıl git başımdan" Aklı önemseriz, akılcı olmayı reddederiz.

    Televizyonları kapatıp, Halid bin Velid'in atına atlayalım!

    Devasa savaşçı Halid bin Velid'in atının terkisinde bütün çocuklarımıza yer var. Hayrettin Paşa'nın gemisi, hepimizi içine alacak kadar büyüktür. İş elbette anne - babalara düşüyor. Sadece onlara da değil, ilkokul öğretmenleri ne işe yarar? Yapmamız gereken oldukça basit, yüzlerce sahici kahraman arasından birkaç tanesini evimize misafir edeceğiz. Kız çocuklarına dantel öğretmekten daha önemli tek iş Hz. Fatıma'yı öğretmektir. Onunla büyümeli, ona özenmeli, ona hayran olmalıdır. İdeal bir toplum, ideal örneklerle kurulmaz mı? 7- 8 yaşlarında rüyalarında Hz. Fatıma'yı görecek şekilde büyütmek gerekir onları.
    Çocuğunuza plastik tabanca aldığınızda bir de Hayrettin Paşa'nın hatıralarını alacaksınız. Hz. Ali cenkleriyle büyümeyen çocukların hepsi yarın korkak sünepeler olup çıkmıyorlar mı? Hepsi ucuz çikletlerden çıkan sahte kahramanların büyüsüne kapılıp da yoldan çıkmıyorlar mı?

    Aslında, dünyanın bütün çocuklarına, anne ve babalarını şikâyet etmek gerekir. İlk hamleyi yapmadıkları için televizyonla büyüyor bütün çocuklar. İlk hamle öyle televizyonun düğmesini falan kapatmak değil, televizyonu tamamıyla yok etmek. Ondan kurtulduktan sonra aile olmaya başlayabiliriz. Sonrasını yukarıda yazdık zaten.

    Yusuf Genç




  • quote:

    Orjinalden alıntı: etusch


    quote:

    Orjinalden alıntı: etusch

    Şu şiirde anlatılan bir bayan düşünün. Bunu düşünür düşünmez bugün neden böyle şiirler yazılamadığı hemen anlaşılıyor.

    Bununla alakalı fakat şiirle alakasız bir yazı koyacağım buraya müsadenizle

    quote:

    C. Ronaldo mu, Halid bin Velid mi?


    Aslında bu soruyu çoğaltmak da çeşidini artırmak da mümkün... Biz herhangi bir futbolcu örneğinden meseleyi ele almaya çalışacağız. Yoksa kötü sesli kadın bir şarkıcı mı, Hz. Fatıma mı diye de sorabilirdik. Süpermen'in gözlerinden çıkan ışınlar, Hz. Ali'nin, o büyük ejderhanın boynunu vurduğu kılıcını kırar mı diye de sormamız mümkün. Nasreddin Hoca'nın ters bindiği -ters binmekle iyi ettiği- eşeği mi, Apollo uzay gemisi mi? Hangisi daha sahici?

    Başlıktan ötürü, 'ne alakası var' diyenler çıkacak mıdır bilmiyoruz ancak, biz yine de söyleyelim ki, sandığınızdan çok fazla alakası var. Hayır, öyle değil, dememizin kimseye faydası olmayacaktır. Bu yazıya Müslüman anne - babalar için bir özeleştiri olarak yaklaşmanızı tavsiye ediyoruz. "Eve dön, şarkıya dön,  kalbine dön" diyor şair. Eve dönmemiz gerektiğini uzun zamandır söylüyoruz. Eve dönmeyi, dışarının insanın nefsine hitap eden isteklerinden uzaklaşmak olarak anlıyoruz. Müslüman bir toplumun inşasında en önemli adımın ev olduğunu kabul etmemiz gerekir. Zira dışarıda, özellikle çocuklarımızı öğütmek ve onların ahlaklarını parçalamak üzere yüzlerce sebep kol geziyor. Anne - babaların, çocuklarına verebildiğinden daha fazlasını, dışarısı daha cazip şekilde verebiliyor. Bütün bu gerçekleri kabul etmeyenimiz yoktur.
    Ancak mesele sadece bu değil. Ahlaki tahribatın boyutlarını kabul etmemiz, bir çözüm değil sadece bir tespittir. Tespihte de doksan dokuz taş vardır. Yani sorunu söylememiz çözümü sunmuyor bize.

    Bizim sahici kahramanlarımız yok mu?

    Bizim birbirinden heybetli, birbirinden muhteşem kahramanlarımız yok mu? Çocuklarımızın rüyalarını süsleyecek, ilgilerini çekecek onları hayretle kuşatacak güzel adamlarımız yok mu? Çocuklarımıza hayranlıkla hikâyelerini anlatacağımız, övgüyle bahsedeceğimiz cengâverlerimiz yok mu?
    Elbette var! Tarih kitaplarımızın her satırı kahramanlarla örülmüştür. Tarihin o uzun sokağında, her köşe başını, türlü hayat hikâyelerine sahip 'bizim adamlar' doldurmuştur. O bizim adamlar sayesinde, yüzyıllarca Batı'da anneler, çocuklarını "Osmanlılar geliyor" diye uyutmuşlardır. Her türlü herkese faydamız var işte.
    Bir kılıç darbesiyle en muhkem kalenin surlarını kâğıt gibi ikiye bölen süvariler kimin ordusundan maaş alırdı? Hollywood'un çekmeye daha yeni cesaret ettiği, 100.000 kişiye karşı 3.000 kişilik savaş filmlerini, tarih boyunca yırtıp yırtıp kenara atan kimdi? Ordu komutanın, elinde dokuz kılıç parçaladığı savaş kimin tarihinde yazılır? 'Esirlerin ellerini çözün' emrini hangi genelkurmay başkanı verebilir? Batı ordularını titreten yiğitler, hangi padişahın eteğini öpmek için huzura gelirlerdi?

    Kahramanlık bizim adımızla başlar, tarihimizle devam eder. Kahramanlık kurumunu ihdas etmiş olan bir inancın, kahraman yetiştirememesi mümkün olabilir mi? Elbette hayır. Peki, sorun ne ki, bizim çocuklarımız kuru hikâyelerin peşinde sabahlıyorlar da bizim devasa savaşçılarımız onları ilgilendirmiyor.
    Bana kütüphaneni söyle, sana çocuğunun karakterini söyleyeyim


    Kırk yaşını devirdiğinde, kütüphanesini bir derneğe veya vâkıfa bağışlamayan insanların sayısı oldukça azaldı. Ümidini kaybedenlerin sayısı, ümidimizi kaybettirmemeli. Hz. Ali cenklerini okumamış çocuklar, plastik tabancalarla oyun oynuyorlar caddede. Devasa savaşçı, Halid bin Velid'in 'Kılıç kullanma teknikleri' kitabını basamayan yayınevleri, Robin Hood masallarını basmak için yarışıyor.

    Hz. Fatıma'nın ismini duymamış kızlar büyüyor artık. Bu bir sorun. Ama asıl sorun değil. Asıl sorun, Hz. Fatıma'nın adından başka bir şey duymamış çocukların artık anne olacak kadar büyümesi. Kütüphanelerini, evde saçma sapan vitrinlere yer açmak için derneklere bağışlayan sözde babaların ortalığı doldurması.
    Bu yazı, Halid bin Velid'den dolayı değil de Ronaldo'dan dolayı ilginizi çekmişse, bahsettiğimiz sıkıntılara siz de duçar olmuşsunuz demektir. Siz, bu yazıyı daha bir ilgiyle okuyun.

    Hayrettin Paşa mı, Robin Hood mu?

    Robin Hood dediğimizde, hemen herkesin zihninde aynı şey canlanır; "Kötülerden alıp, iyilere verir." Bu iyi bir şey mi? Biz Batılılarla aynı dili konuşmuyoruz ki, iyi ve kötü kavramlarına aynı anlamı yükleyelim. Robin Hood için, "Kötülerden alır" dedikleri şey, katıldığı Haçlı seferlerinde Müslüman ahaliden yağmaladığıdır. Kötülerden alırmış, hadi oradan yağmacı. "İyilere verir" dedikleri ise, kendisi gibi sürüngen haçlılara şarap parasıdır. Bu kadar çarptırılmış masalın yağmacı karakteri Robin Hood'u, çocuklarımızın tamamı iyilik havarisi olarak biliyor. Çünkü babaları da öyle biliyor.
    Hayrettin Paşa dediğimizde ise, çoğumuzun zihninde hiçbir şey canlanmaz. Biraz okumuşlarımız onu denizci olarak bilir. Hayrettin Paşa gibi bir kahramana yapılacak en büyük hakaret, ona denizci demektir. Denizci ne demek? Deniz varsa, denizin kendisidir Barbaros Hayrettin Paşa. Okyanustur. Zengin korsanlardan alıp, yoksul ahaliye dağıtmanın uluslar arası deniz sularındaki adıdır Hayrettin Paşa.

    "Oturup dua ettim, akıl git başımdan"

    Rasyonalizm dediğiniz şey, koskoca bir yalancılıktır. Ah şu iğfal edilmiş zihinler. Evet, doğrudur, Malkoçoğlu, tek bir okla üç kâfiri birden yere yıkabilir. Bunda şaşılacak ne var? Üstelik Batman gibi bir maskenin arkasına da saklanmaz. İşine efsane katmaz. Oklarını, tarih kitaplarına girmek için atmaz, mazlumlar için atar.
    Evet doğrudur. Sanıldığının aksine Halid bin Velid, "Kılıç kullanma teknikleri" diye bir kitap yazmıştır. 3.000 kişilik ordusuyla 100.000 kişiyi hallaç pamuğu gibi darmadağın etmesi de bir film setinde değil, tarihin ortasında gerçekleşmiştir.
    Hayrettin Paşa, "Kâfiri topa koyup deryaya attırdım" derken, abartma sanatını kullanmaz. Zaten bilmez de... Cami minarelerine nişan alıp, top atışıyla minareleri yıkan kâfir korsanları yakaladığında ufak bir sorgudan sonra, "görürsünüz top atışını" diyerek onları topa koyup denize fırlatmıştır.
    Bizim hangi işimizi akıl izah edebilir ki, bugün bize rasyonel olmamız gerektiğini söylüyorlar? Bizim hangi işimiz, rasyonalizm denilen tuzağın çarklarında eriyebilir. Rasyonel olmamız gerektiğini söyleyenlere gülümseyelim. İbrahim Tenekeci'nin dediği gibi, biz hep şöyle söyledik; "Oturup dua ettim, akıl git başımdan" Aklı önemseriz, akılcı olmayı reddederiz.

    Televizyonları kapatıp, Halid bin Velid'in atına atlayalım!

    Devasa savaşçı Halid bin Velid'in atının terkisinde bütün çocuklarımıza yer var. Hayrettin Paşa'nın gemisi, hepimizi içine alacak kadar büyüktür. İş elbette anne - babalara düşüyor. Sadece onlara da değil, ilkokul öğretmenleri ne işe yarar? Yapmamız gereken oldukça basit, yüzlerce sahici kahraman arasından birkaç tanesini evimize misafir edeceğiz. Kız çocuklarına dantel öğretmekten daha önemli tek iş Hz. Fatıma'yı öğretmektir. Onunla büyümeli, ona özenmeli, ona hayran olmalıdır. İdeal bir toplum, ideal örneklerle kurulmaz mı? 7- 8 yaşlarında rüyalarında Hz. Fatıma'yı görecek şekilde büyütmek gerekir onları.
    Çocuğunuza plastik tabanca aldığınızda bir de Hayrettin Paşa'nın hatıralarını alacaksınız. Hz. Ali cenkleriyle büyümeyen çocukların hepsi yarın korkak sünepeler olup çıkmıyorlar mı? Hepsi ucuz çikletlerden çıkan sahte kahramanların büyüsüne kapılıp da yoldan çıkmıyorlar mı?

    Aslında, dünyanın bütün çocuklarına, anne ve babalarını şikâyet etmek gerekir. İlk hamleyi yapmadıkları için televizyonla büyüyor bütün çocuklar. İlk hamle öyle televizyonun düğmesini falan kapatmak değil, televizyonu tamamıyla yok etmek. Ondan kurtulduktan sonra aile olmaya başlayabiliriz. Sonrasını yukarıda yazdık zaten.

    Yusuf Genç






    cok dogru seyler yazili burada hadi inkar edelim. yanliz cocuklar degil ki basta anne babalar bati ozentisi olunca cocuk ne yapsin. yazida denildigi gibi dunyanin butun cocuklarina anne ve babalarini sikayet etmek gerekir. kendi ozumuzu unutup kendi oz kulturumuzden ayrilip batilastik iice bunu cok iyi birsey sananlar yarin cocuklari oldugunda ne yapacaklar acaba. bugun 14 yasindaki kiz ve erkek cocuklari uyusturucuyla kendini mahvediyor kopuk aileler. bunun adi ozgurluk olmus, bu cocugunu ozgur yetistirmek degil. ozentiligimizden arinamadik bir turlu. milliyetciyim sozcugunun altinda bir hirs intikam arra olduk. milliyetcilik kotu birseymis gibi. bir savas ciksin bakalim milliyetci miyiz degil miyiz. sozde degilim demekle olmuyor bu isler.
    yazi cok guzel ellerine saglik. aynen yazidaki gibi, Bana kütüphaneni söyle, sana çocuğunun karakterini söyleyeyim. ben o babasinin ve annesinin kutupanesiyle buyuyenlerdenim. bababim kitapligi felsefe ve tasavvuf kitaplariyla doluydu. bu benim spritualist biri olmama, humanist insani ve evreni sevmeme tanimama yardimci oldu. bunu burada okuyana kadar hic dusunmemistim aklima gelmemisti. okudugumda evet dogru dedim bugun babam gibi dusunmeme geceleri uyumamiz icin basimiza gelip okudugu kitaplar sebep.

    cok guzel yazi tekrar ellerine saglik.




  • Çok şansılıymışsın gerçekten. Çocuğunu yetiştiren bir aile herkese nasip olmuyor.

    Bana öyle kitap okumadılar ama yine de çok şeyler öğrendiğimi inkar edemem. Hayatımda iz bırakan ve gökteki bulutlara bile anlam yükleten, övünç kaynağım ve inşaallah bir gün O'na ümmet olduğumu içimde hiç bir şüphe duymadan söylebilirsem bahtiyar olarak bu dünyayı terkedeceğim, O'nun (s.a.v.) hayatını bilmem kaç defa onlar okuttu bana.

    Nasıl ki bağrı yanar gün kızınca sahranın,
    Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın.
    Hârimi Pâkine can atmak istedim durdum,
    Gerildi karşıma yıllarca ailem yurdum.
    Tahammül et dediler, hangi bir zamana kadar,
    Ne bitmez olsa tahammül, onun da bir sonu var
  • Şiirin çiçekleri

    Eski şiirimiz daha ziyade soyut (mücerret) konularla ilgilenir ve somut (müşahhas) olanlardan örnekler seçer.

    Bir şair çevresinde gördüğü nesnelere bakarak içindeki duyguları tarife ve izaha çalışır, oradan okuyucusuna zengin örnekler sunar. Apartman dünyasına sıkışıp kalmadığımız şu zamanlarda, şairler o eski yeteneklerini kaybettiler. Oysa atalarımız sık sık gözlerini tabiata çevirirler ve toprak ile ilişkilerini asla koparmazlardı. Onlar, tabiat ile haşır neşir olmakla, insanın Yaratıcı karşısında kendini bilmesi, tevazu duygusunu önemsemesi, ölümlü oluşunu hatırlaması gibi ruhsal pek çok bakış açısını kazanmak yanında bedensel bir sağlık kapısını da açık tutuyorlardı. Böyle bir toplumun bireyi konumundaki şair de gözlerini tabiata çevirdiği vakit onun elbette ki şairane görüntülerini önemsiyor, çiçeklerin renklerinden kendisine hayaller devşirip, desenlerinden sevgilisine esvaplar biçiyordu. Şeyhülislam Yahya Efendi,


    Lale vü gül takınır oldu güzeller şimdi hep


    La'l u gevher kıymetin ezhâr erzân eyledi derken güzellerin lale ve gül takınıp süslendiklerini, bahar çiçeklerinin mücevhercilerdeki yakut ve incilerin değerini iyiden iyiye ucuzlattığını söylüyor ve çiçekleri mücevher ile ölçüyorsa bu ancak tabiata rafine bir bakışın eseri olabilir. Keza onunla aynı çağda Sâmî, Sîmden mükemmeldir gonca-i zanbak güya / Dîde-i nergise arz etmede meyl-i zerkâr buyuruyor. Renkleri benzeştiği için zambak goncasını gümüşten, nergis çiçeğini de altından üstün gören bir beyittir bu. Arkasında nergise dair bir efsane (Narsisos), altın ve gümüşe dair nakit bir güzellik de gizlidir üstelik. Öte yandan, insanın doğum esnasında da ölüm esnasında da ağlayışlar ve gözyaşları arasında kaldığını, XVI. yüzyılda Rehayî mahlaslı şairimiz bakın bir su çiçeğiyle ne kadar zarif ifade edebilmektedir.


    Hemân ağlayı geldim âleme ağlayı gittim ben

    San ol nilüferim kim suda bittim suda yittim ben



    Öyle ya, insan doğunca da yıkanır, ölünce de... Yahut doğarken de ağlar, ölürken de (ölüm anında gözden bir damla yaş çıktığı bilinir)... Demek ki insan oğlu bir nilüfer çiçeği misali, suda bitiyor, suda yitiyor. Önemli olan, doğarken ağlayanın ölürken gülebilmesi... Yahut, kişioğlu doğunca gülenlerin, onun ölümünde gerçekten ağlamaları...

    Nergis, zambak, nilüfer iyi de, eski şairlerin en ziyade ismini andıkları çiçek hiç şüphesiz güldür. Doğu medeniyeti biraz da gül medeniyetidir. Kainatın şanlı nebisini güle benzettikleri içindir ki İslam ümmeti gülde bir başkalık bulur. Hele onun bülbül ile olan efsaneleri, hikayeleri, masalları bambaşka bir zihin zenginliğinin ürünü olarak şiirlere yansır. Selimiye'nin sahibi olan Süleyman oğlu Selim bakınız bir beytinde ne diyor:


    Biz bülbül-i muhrik-dem-i gülzâr-ı firâkız

    Âteş kesilir geçse saba gülşenimizden



    Pes doğrusu!.. Söylenir söz değil!.. Birazcık hayallerimizi zorlayarak yorumlamaya çalışalım: Bir bahçe düşünün; adı "ayrılık bahçesi" olsun. Bu bahçede kızıl güller mevcuttur; her biri alev alev yanmakta olan güller... Bahçenin bir bülbülü var; ufacık, avuç içine sığar bir bülbül. Lakin bu bülbülün mini minnacık yüreciğinde öyle muhteşem bir aşk var ki, tutuştuğu vakit ağzından feryad figan ile kıvılcımlar dışarılara sıçrıyor ve bahçedeki çiçekleri tutuşturuyor. Yani ki bahçenin çiçekleri yanmaya başlıyor, yandıkları için de kızıl alev rengine bürünüyorlar (Eğilmiş arza kanar, muttasıl kanar güller / Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller / Sular mı yandı, neden tunca benziyor mermer - Ahmet Haşim). Kızıl alevlerin kızıl güller olarak "ayrılık" denen bahçede her yeri kaplaması yetmiyor, o bahçeye yol uğratan serin ve selamet saba yeli, bir yandan rüzgar olarak giriyor amma bülbülün çığlık çığlığa nefesi onu da tutuşturuyor (ayrılık çeken bülbülün yüreğindeki ateşe o da yanıyor, yakılıyor) ve öte yandan alev tufanı olarak çıkıp gidiyor; Lut kavmini helak eden rüzgar gibi...

    İmdi, azıcık düşünelim! Karşımızda küçücük bir bülbül ve muhteşemden muhteşem bir hayal var. Bir şiirin bunca derin olması, ancak yüzyıllar boyunca aynı hayallerin süzülüp imbikten geçirilmesiyle mümkün olabilir.

    AY İLE GÜNEŞ

    Bir gün Ay'a sordular:

    -En çok neyi seversin?

    -Güneşin tutulup ebediyen perde altında, bir bulutun gerisinde saklı kalmasını severim.

    -Neden ona bunu reva göresin ki?

    -Çünkü onu kendi gözümden bile kıskanıyorum. Üstelik güneşe olan aşkımla bütün âlemi nura boğmak gelir elimden!

    -Sözün doğruysa eğer, gece gündüz durmadan ona koşmalısın ki ona ulaşabilesin. Ona ulaştığın vakit de zaten onda yok olursun, varlığın görünmez olur. O zaman onun ışıkları seni yakar, varlığını ortadan kaldırır. Aksi takdirde hangi küstahlık ile onun önünde ışık saçabilirsin?

    -Ben yok olunca, onun cemaliyle öyle görünmeye başlarım ki, işte o vakit halk beni parmağıyla birbirine gösterir ve onunla bir olduğumuzu asla fark etmez.

    BERCESTE

    Mazhar-ı ism-i celal olmasa hakkâ lale

    Bulamazdı bu kadar rütbe-i vâlâ lale


    İzzet Ali Paşa

    Lale eğer Allah'ın ismini taşıyor olmasaydı bu derece yücelere çıkmaz, böylesine kıymetli olmazdı.

    İskender Pala



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi etusch -- 28 Ocak 2009; 14:45:17 >




  • BEYT
    <<Kim ki bu dünyada ârif-İ Hak olmadı
    Ta ebed bigâne kaldı Hakk'ı bulamadı>>

    NAZM
    Tenin ŞER oldu cânın pâdişahı
    Gönlün ARŞ ve dimağın tahtgâhı
    Hayâlin kâtip hıfzın çü defter
    Ulûm-u fikr o defterden musavver
    Ases akl ve behimi nefs bidâd
    Çü ŞEYTAN vâhime aşk oldu CELLAD
  • RUBAİ
    Ey İlahî NÜSHA sensin
    Alemde (ve Al em'de) olanlar hep Sendedir
    Ey Şah'ın cem âl aynası AYNASI ki SENSİN
    İSTEDİĞİNİ kendinde ara ki SENSİN
  • Sensiz,ufuklarıma yalancı bir tan düştü
    Sensiz,kıtalar boyu uzayan vatan düştü
    Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül
    Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü
  • 
Sayfa: önceki 2627282930
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.