Bildirim
bu öğütler yüzyılar öncesinden geldi (4. sayfa)
Daha Fazla 
Bu Konudaki Kullanıcılar:
Daha Az 

2 Misafir - 2 Masaüstü

Giriş
Mesaj
-
-
-
-
MEVLANA`DA AŞK
Mevlana der ki: Aşk geldi, damarımda, derimde kan kesildi: beni kendimden aldı, sevgiliyle doldurdu. Bedenimin her yanını sevgili kapladı. Benden kalan yalnız bir ad, ondan ötesi hep o...Uğrunda bir ömür bağışlanan, yanıp yakılan bu eşsiz sevgili Allah`tır. Allaha karşı aşırı sevginin kemale erişi, aşığın aşkta yok oluşudur. Gerçek ilhama mazhar olmuş, gerçek yokluğu zevk edinmişlerin en büyük arzusu "ilahi-vuslattır". Mevlana bu yolun coşkun aşığıdır, aşktan doğmuş, aşkla yoğrulmuştur." Bizim peygamberimizin yolu aşk yoludur, biz aşk çocuklarıyız; aşk bizim anamızdır" der ve diriliğin hakiki aşkta yok olmakla mümkün olabileceğini söyler; " Aşksız olma ki ölü olmayasın, aşkta öl ki diri kalasın" Mevlana’nın aşkı, ömrünün 3 merhalesinde olgunlaşmış, bir ömür bu uğurda harcanmıştır. Mevlana bunu şöyle dile getirir "hamdım, piştim, yandım". Mevlana’ya göre gerçek aşığa aşktan başkası haramdır. " Aslolan sevmektir, insanın mayasında bu duyguyu arıtmalı, ayıklamalıdır. Bedenimiz bir kovan gibidir bu kovanın balı ve mumu da ilahi AŞKTIR" Mevlana’nın şiirlerindeki bağ, gül ve bülbül, hepside birer semboldür, asıl maksat Allah`tır. Mevlana derki:" Başımı koyduğum her yerde secde ettiğim O`dur. Altı yönde ve altı cihet dışında Mabut O`dur. Bağ, gül, sema ve sevgili... Hepsi bahane, maksat daima O`dur. İşte Mevlana’daki aşk ve sevgili... Çünkü o herkesi seviyor, herkesi kabul ediyordu. Onca insanlar ceset ve kalıp itibariyle çok, fakat maya ve ruh bakımından tekti. Bir rubaisinde:
" GEL, GEL, YİNE GEL, YİNE GEL... HER KİM OLURSAN OL, YİNE GEL... İSTER KÂFİR OL iSTER MECUSİ, iSTER PUTPEREST. İSTER YÜZ KERE BOZMUŞ OL TÖVBENİ..." diyor ve ilave EDİYORDU “UMUTSUZLUK KAPISI DEĞİL BU KAPI. NASILSAN ÖYLE GEL.!!
"Bütün bir insanlığı çağırıyor, aydınlık, nurlu kapısında, onlara gerçek yolu, Hak yolu gösteriyordu. Bu çağrıya uyanlar, onun etrafında kümeleşiyor, hidayet yolunu seçiyorlardı(bilgini, cahili, fakiri, zengini vs)Bu ilahi bir çağrıydı- Konya gönüller yurdu, âşıklar kâbesi olmuştu. Nitekim bu çağrı Mevlana devrinde de, Mevlana’dan sonrada gönüllerde aksini bulmuş, onun mübarek türbesi, onu sevenlerin bir sığınağı, ziyaretgâhı olmuştu. Artık şimdi Mevlana çağırılıyordu ve biz ona söyle sesleniyorduk artık;
" Gel, gel, yine gel, yine de... Ey Gönüller Sultanı, Ey
Koca Pir, Mevlana gel!
" Ey yılları yıllara ulayıp asan,
Ey nesillerden, nesillere ulasan...
Doyumsuz sevgine doymuyor insan
" Bir kere değil asla, bin kerre
Yinede gel, yine gel, yine gel"...
-
-
abi öyle bir topic yapmışın insanın çıkası yok gerçekten -
mevlana'nın farkı -
NASİHAT
Paranı ver , gönlünü ver , selam ver ama ; sırrını verme.
Günlerini say , senedini say , büyüklerini say ama ; yerinde sayma
Emek ver , kulak ver , bilgi ver ama ; hiç bir zaman baş verme.
Sarıcı ol , bakıcı ol , kalıcı ol ama ; bölücü olma
Fidan büyüt , çocuk doyur çocuk besle ama ; kin besleme .
Eşini beğen , işini beğen , aşığını beğen ama ; kendini beğenme.
Davet et , hayret et , affet , tövbe et ama ; ihanet etme.
Hedefe koş , cihanda koş , yardıma koş ama ; ortak olma.
Elini aç , kapını aç , gözünü aç ama ; ağzını açma
Okumaktan zarar gelmez , oku ama ; lanet okuma.
Rakibini geç , sınıfını geç ama ; gülüp geçme.
Ev al , araba al , abdest al ama ; beddua alma.
Zulmü devir , nesri devir ama ; çam devirme.
Yaklaş , konuş , tanış ama ; uzaklaşma.
Doğrul , devril ama ; eğilme.
Seslen , uslan ama yaslanma.
İtil , atıl ama; satılma.
HZ. Mevlana
-
MEVLEVİ TERİMLERİ
Mevlevîlerde, edep telâkkisiyle inançtan meydana gelen terimler vardı. Meselâ kapıyı kapamak, ocağı, yahut mumu söndürmek, ışığı yakmak gibi çeşitli mânaları arasında kötüleri de olan sözler, Mevlevîlikte kullanılmaz, bunların yerine «kapıyı örtmek> yahut «sırlamak», «ocağı ve mumu dinlendirmek», «ışığı uyarmak, uyandırmak» gibi tâbirler kullanılırdı. Ben denmez, «biz», yahut «fakiyr» denirdi. Sen denmez, «siz», yahut «nazarım» denirdi.
Bunların çoğunda Mevlevîlerle diğer tarikatler arasında iştirak vardı. Aynı tâbir, bütün tarikat erbabınca kullanılırdı. Bir kısmı ise yalnız Mevlevîlere mahsustu.
Agâh ol. agâh olmak: Kendine gel, kendine gelmek. Bir şeyi anlamak, gerçeğe ermek anlamına geldiği gibi uykudan uyanmak mânasını da ifade ederdi. Uyan, kalk yerine birisi uyandırılırken el uciyle hafifçe yastığına vurularak yine yavaşça «agâh ol erenler» denirdi.
Allah derdini arttırsin: Bir nev-niyazın aşk ve cezbeye ait bir tezahürü görülürse şeyh veya dedeler, ona bu cümleyle duâ ederlerdi. Dert, aşk ve ihlâs, teslim ve vefa, neş'e ve iştiyak mânalarına kullanılırdı.
Aşkolsun : Birisinin yanına gelen şahıs, oturup niyaz edince, yâ*ni onunla görüşüp yerine oturarak yeri öpünce ev veya hücre sahibi, o zata «aşkolsun» derdi ki bu söz, «hoş geldin» makamındaydı. Bu söze muhatab olan, söyleyenin makamına ve kemâline göre ya elini göğsüne koyup baş keserek «eyvallah» der, yahut yine eğilip yeri öperdi.
Su veya bir şey içene de «afiyet olsun» yerine «aşkolsun» denirdi. Bütün tarikatlerde müşterek olan bu tâbir, bazanda, karşılıklı ve tamamlayıcı tâbirlerle uzatılmıştı. «Aşkolsun» sözüne muhatab olan, «aşkın cemâl olsun» derdi. Bu söz üzerine «aşkolsun» diyen, «cemâlin nur olsun» der ve «nûrün alâ nûr olsun» cevabını alırdı.
Aşk-u niyaz, aşketmek: Selâm anlamınadır. Şeyh veya dede yahut da birisi, ihvandan birini sorarsa bu soruya karşılık «selâmı var» yerine soranın derecesine göre «aşk-u niyaz ederler, kademlerinize aşk-u niyaz ederler», yahut «aşkederler» derdi. Şeyhe veya dedelerden, yahut da İhvandan birine selâm gönderilirken «kademlerine aşk-u niyaz ederim», yahut sadece «aşk-u niyaz ederim» veya «aşkederim» denirdi.
Aşk vermek, aşk almak: Aşkolsun demeğe, yâni gelene hoş geldin yerine bu sözü söylemiye «aşk vermek», bu söze muhatab oluşa «aşk almak» denirdi.
Ateş-bâz : Mevlânâ'nın aşçısı olduğu rivayet edilen bu zatın adı, matbah ve aşçıbaşı yerine de kullanılırdı.
Avam : Sûfiler, hakikat ehli olmıyanlara zahir, zahit, avam gibi adlar vermişlerdi. Zahir, bilhassa Bektâşîler tarafından kullanılırdı. Zahit, hatta Yezîd ve yabancı sözleri, Alevîlere ait terimlerdi. Diğer tarikatlere « sûfî tarikatleri» diyen Mevlevîlerse tarikat ehli olmıyanlara «avam» derlerdi. Mevlevîlere mahsus olan bu terim, Mevlânâ'nın ve Sultan Veled'in eserlerinde de aynı mânada geçer.
Çerağ: Çırak tarzında kullanılan bu kelime, ışık, mum ve kandil anlamlarına gelirdi ve bütün tarikatlerde müşterekti.
Dede: Çile çıkarmış ve hücre sahibi olmuş derviş. Hurûfîlerde, Halvetîlerin bir kısmında ve bilhassa Gülşenilerde bulunan bu tâbir, daha ziyade Mevleviler tarafından kullanılmış ve âdeta onlara mahsus bir tâbir haline gelmişti.
Derviş : Bütün müntesiblere ve bilhassa çilekeşlere denirdi. Tarikat mensubu anlamına gelen bu tâbir, umumî ve müşterekti.
Dinlenmek, dinlendirmek : Işığın sönmesi, söndürülmesi.
Erenler, erenlerim : Şeyhlere ve dedelere söylenirdi.
Eyvallah : «iyi vallahi»den, yahut «İy vallahi»den bozmadır. Bu söz, çağırılan kişi tarafından, efendim mukabili kullanıldığı gibi «aşkolsun» sözüne karşılık teşekkür mânasını da ifade ederdi. Bir soruyu tasdik yollu kullanıldığı da vardı. «Allah eyvallah» tarzında kullanılırsa yemin makamına geçerdi.
Fahir: Mevlevi sikkesi. Mevlevîlerle Bektâşîler arasında müşterekti. Bektâşîler de Bektaşî tacına fahir derlerdi.
Fakiyr : Yok, yoksul anlamına gelen bu kelime, bütün tarikatlerde müşterekti ve ben yerine kullanılırdı.
Ganisiyim: Müşterek bir terimdi. Bir şey istenmeyip reddedildiği zaman söylenirdi. Bir şeyin çok olduğu da «ganî» kelimesiyle ifade edilirdi.
Göçmek, göçünmek: Ölmek.
Gönül etmek : Bir işin olması veya olmaması için kalben duada bulunmak, olmasını veya olmamasını istemek himmet etmek, birisinin işi için mânevi himmette bulunmak.
Görüşmek : İhvandan iki kişinin, birbirlerinin sağ ellerini, sağ elleriyle, yahut iki elle kavrayıp ağızlarına kaldırarak ve biraz eğilerek aynı zamanda ellerinin üstünü öpmelerine dendiği gibi Mevlevi sâliki, eline aldığı her şeyi, meselâ su içeceği vakit bardağı, eline aldığı kahve fincanını, yatacağı vakit ve kalktığı zaman yastığını, üstüne çekerken ve üstünden atarken yorganını, giyer ve çıkarırken, hırkasının ve çamaşırını yakasını, sikkesinin kenarını... öperdi ki bu öpüşe de görüşmek denirdi. Bu suretle küllî ruhun her şeye sâri olduğu, daha doğrusu her varlık, tek ve mutlak varlığın tezahürü bulunduğu anlatılmış olurdu. Mevlevilere ait bir terimdi.
-
AŞK RUBAİLERİ
Aklın gücü, cennetteki sırlarla ulu:
Aşktan deliren, akıllıdır, sağduyulu.
Sevdaya kapılmış yüreğin zorlu yolu,
Görkemli yabancılıkla, özlemle dolu.
*******
Gitsin, güzelim, hepsi de, tek sen gitme.
Ey dost, ey gam ortağı-bizden gitme.
Ey gülbeşeker, şarap koy, iç, doldur, gül.
Dünya süsü saki, allasen gitme.
*******
Bir gün şu çiçekli dal, dolar meyvayla;
Bir gün döner istek adlı şahin, avla...
Aşk imgesi, şimdi, bir gelip gitse bile,
Bir gün gelir... artık hiç gitmez-asla!
*******
Bir tane canım var ama, yüz bin bedenim.
Can neymiş? Neymiş ki beden? İşte ben’im.
Bir başkası var ya: işte ben, ben! O, beni
Sevsin diye bir başkası oldum kendim.
*******
Cennet gelecek, derler, içersin bade,
Çevrende gülüp oynar huriler de...
Madem sonumuz bu, şimdiden hem içeriz,
Hem ellerimiz sevgilinin üzerinde.
*******
Biz aşkta reziliz: Bize hep yanlışlar,
Sarhoşluk, cinnet ve günah yazmışlar.
Sensin yaşamak, amaç, zaman sen-bu budur;
Ey dost, madem sen varsın, her şey var.
*******
Ben aşıkım aşka; aşk da sevdalı bana.
Aşık tene can-ten ise sevdalı cana.
Bazen dolarım boynuna ben kollarımı,
Bazen de sürükler beni canan yanına.
*******
Ben, işte dağım: sesim sözüm sevglimin.
Ben, işte resim: ressamı sensin resmin.
Benden geliyor sanma bu sözler-asla:
Ses, işte, anahtarla açılmış kilidin.
*******
Aşk, özge ateştir: ısınır onda ayaz;
Yandıkça o, taşlar yumuşar, sert kalamaz.
Varsın aşık günaha girsin, hoş gör:
Sevda şarabından içmiş-arlanmaz.
*******
Dön aşkın çevresinde: gün işte bu gün.
Dön. Dön. Çılgın kalbini yermez dönüşün.
Yangınla sınav-ölüm kalım-özge savaş:
Vuslat bu, kucaklaşma, zifaf, mutlu düğün.
*******
"Aşk bir kuru ses," derler.-Sunturlu yalan.
"Aşk umdun,"derler, "buldun, var oyalan."
Bizlerde saadet hep can içre olur...
"Cennet yedi kat arşta" mı derler? Bu yalan.
*******
Aşkın gönlümle cenkleşirken-tam o an-
Çırçıplak, yalnayak kaçıp gitti bu can.
Kim bende akıl var sanmaktaysa deli...
Benden sakınan: işte odur aklı olan.
Mevlana
-
Aşkın şerarı ateşi ta bağrıma düştü,
Ahım işiden yandı deyu başıma üştü,
İmdadıma eşkim ile dide yetişti,
Hepsi kalıp acz dediler: 'eyvah',
Yansın ko dedim, sönmeye söndürmeye Allah. -
Maddî varlıgınla, bedeninle yeryüzüne baglısın, burada dünyaya geldin dogdun. Burada yiyor, içiyor, dolasıyorsun.
Fakat sen, yeryüzünde yasıyorsun, ama mana bakımından gökyüzünde yasayanlardansın. Gerçek inancın incilerinin
dizildigi iplik gibisin. Bütün güzellikler, hosluklar, üstünlükler sende mevcuttur.
• Hakk'ın nür mahzeni sana verilmis, sana emanet edilmistir. Sen, ne oldugunu nereden geldigini düsün de, aslının
aslına gel!
• Kendinden, kendi maddî variıgından, bedene ait nefsanî arzulardan kurtulmadan, kendini, kendi gerçek varlıgını
bulamazsın. Bu yüzden kendinden geçersen, kendi maddî varlıgından kurtulmus olursun.
• 0 zaman yeryüzünde senin için kurulmus olan, sehvet, hiddet, söhret gibi binlerce tuzaktan sıçramıs, kurtulmus
olursun. Aklını basına al da nereden geldigini düsün, aslının aslına gel!
• Sen, padisahlar padisahının halîfesi Hz. Adem soyundan geldin. Günahlarla, kötülüklerle, zulümle dolu su kirli
dünyada gözünü açtın.
• Sen nereden geldigini, nereye gidecegini düsünmüyorsun da, su dünya hayatından memnün, pek neseli
görünüyorsun. Yazıklar olsun sana! Aklını basına al da, su alçak dünyaya gönül verme, aslının aslına gel!
• Sen, her ne kadar bu dünyanın zübdesi, özü, tılsımıysan da, sen içyüzünle çok kıymetli paha biçilmez bir
madensin.
• Mezarda toprakla dolacak olan su iki bas gözünü kapa; gizli olan gönül gözünü aç, hakîkati gör de aslının aslına
gel!
• Celal sahibinin kulusun, çok talihlisin. Allah, seni çok seviyor, sana iltimas etmis, baskalarına vermedigini sana
vermis.
• Dünya malına tapıyorsun, çok zengin olmanın yollarını arıyorsun. Sehvet ve söhret pesinde kosuyorsun. Yüksek
mevkîlere çıkmak, bas olmak, ona buna hükmetmek istiyorsun. Istedigini elde edemedigin zaman, yahut elde ettıgini
kaybedince üzülüyorsun, harap oluyorsun. Bu hal, bu didinme, bu sızlanrna bu inleme, bu gözyasları ne vakte kadar
sürecek? îçine düstügün acıklı halı anla da, aslının aslına gel!
• Sen, sert, kaba kayalar arasında bir la'lsin. Ama biz seni anlayamıyoruz. Senin degerini bilemiyoruz. Ne zamana
kadar bizi yanıltacaksın?
• Ey dost; gizleniyor sandıgın senin gözüne apaçık görünmede ama sen idrak edemiyorsun. Aklını basına al da
hakîkati gör ve aslının aslına gel!
-
bu sözleri okuyunca insan insanlık sıfatına eriyor gibi....
Gönül sahibi, altı yüzlü aynadır. Tanrı, altı cihette de o aynadan nazar eder durur. Altı cihette bulunan, bu cihetlerden kurtulamayan kişiye Tanrı, o gönül sahibi vasıta olamadıkça nazar etmez.
Birisini ret ederse onun için eder. Kabul ederse yine şefaatçi odur. O olmadıkça Tanrı kimseye rızk vermezi. İşte ben, vuslata ulaşan kişinin ahvalinden bir miktarcığını söyledim. Tanrı, ihsanını onun eline kor da acınanlara onun elinden ihsanda bulunur. Onun avucu ile bütünlük denizi birleşmiştir. O, neliksiz ve niteliksizdir ve tam kemal sahibidir.
Söze sığmayan bu birleşmeyi söylemenin imkanı yoktur vesselam. Ey zengin, yüzlerce çuval altın getirsen Tanrı der ki: A iki büklüm adam gönül getir. Gönül senden razı ise ben de razıyım. Gönül senden yüz çevirmişse ben de yüz çeviririm. Sana bakmam, o gönle bakarım. Ey canı kapımda olan, bana armağan olarak gönül getir. Gönül sahibi, seninle nasılsa ben de öyleyim. Cennetler anaların ayakları altındadır. Halkın anası da odur, babası da odur, aslı da o. Ne mutlu gönlü deriden bedenden ayırt edebilen kişiye.
Sen dersin ki işte, sana gönül getirdim ya. Fakat o der ki: Kutu (şehir), bu gönüllerle dopdolu. Sen, bana alemin kutbu olan gönlü getir. İnsanın canının canının canının canı, o gönüldür. İşte onun için o gönüller sultanı, nur ve ihsanlarla dolu olan gönlü beklemektedir.
Sen günlerce Sebzvar şehrinde gezip dolaşsan o çeşit bir gönül bulamazsın. Nihayet solmuş, pörsümüş bir gönül bulur, onu salacaya kor, o tarafa götürürsün.
Ey padişahlar padişahı, sana gönül getirdim. Bu Sebzvar’da bundan daha iyi gönül yoktur dersin. O da der ki: A küstah, burası mezarlık mı ki buraya ölü gönül getiriyorsun? Yürü, padişah huylu gönlü getir ki varlık Sebzvar’ı onun yüzünden aman bulur. Sanki o gönül, bu cihandan gizlenmiştir. Çünkü karanlık, ışıkla bir yerde bulunmaz. Birbirlerine zıttır bunlar. Tabiat Sebzvar’ının, o gönülle düşmanlığı, Elest gününden miras kalmıştır.
Çünkü o, doğan kuşudur, dünya şehriyse kuzgun. Kendi cinsinden olmayanı görmek insanı yaralar. İnsan, kendi cinsinden olmayana yumuşaklık gösterirse münafıklığından gösterir, onunla uyuşursa bir şey elde etmek için uyuşur. Çünkü bu leş arayan aşağılık kuzgunun kat,kat yüz binlerce hilesi vardır.
Münafıklığı kabul ederlerse kurtulur; münafıklığı, kendisine fayda verecek bir doğruluk olur. Çünkü gönül sahibi, debdebesiyle beraber bizim pazarımızda ayıplıdır. Cansız değilsen gönül sahibini ara. Padişaha zıt değilsen gönülle aynı cinsten olmaya bak. Halbuki riyası, sana hoş gelen, tabiatına uygun olan kişi, dostundur. Dostundur ama Tanrı’nın dostu değil ki!
Kim senin huyuna suyuna giderse sence ya velidir, ya peygamber. Yürü, hava ve hevesi bırak da bir koku al, o güzelim amber kokusunu duy. Hava ve hevesine uyarsan dimağın bozulur. Misk ve amber sence hiçbir şeye yaramaz bir hale gelir. Bu sözün sonu gelmez, halbuki ceylanımız, ahırda bir yerden bir yere kaçıp durmada.
O göbeği miskli ceylan, günlerce eşek ahırında işkence çekmekteydi. Karaya vurmuş balık gibi can çekişmede, çırpınıp durmadaydı. Pislikle misk, adeta bir hokkaya girmişti.
Bir eşek diyordu ki: Ha, bu hayvanlar babası, padişahlarla beylerin huyundan susun. Başka bir eşek, onun gidip gelmesine bakıp alay ederek bir inci bulmuş, nasıl olur da ucuza satar? Diyordu.
Bir başka eşek, söyleyin diyordu, bu naziklikle padişahın tahtına çıkıp yaslansın. Bir başka eşek de çok yemiş, imtilaya uğramış, yemeden kalmıştı. Ceylanı çağırdı. Ceylan başını kaldırıp, Hayır iştahım yok, kuvvetsizim dedi. Eşek dedi ki: Biliyorum ki nazlanıyorsun. Yahut da utanıyorsun da onun için çekinmektesin.
Ceylan kendi kendisine o yemek senin yemeğin. Senin bedeninin cüzileri, ondan dirilmekte, tazeleşmekte. Ben çayırlığın arkadaşıyım. Duru sularla, bağlar, bahçelerle avunur, eğlenirdim. Kaza ve kader, bizi azaba düşürse o huy, o güzel tabiat nasıl olur da değişiverir?
Yoksul olduysam bile nasıl olurda yoksulca hareket ederim? Elbisem eskidiyse ben yeniyim. Ben, sümbülü, laleyi, reyhanı bile binlerce nazla ve istemeyerek yerdim dedi. Eşek, evet dedi, söylen, mırıldan. Gariplikle çok saçma şeyler söylenebilir.
Ceylan dedi ki: Göbeğim, sözlerime tanıklık etmede. Öd ağacı ile ambere bile ehemmiyet vermemede. Fakat koku almayan, bunları nereden duyacak? Pisliğe tapan eşeğe o koku haramdır. Eşek, yolda eşek pisliğini koklar. Bu çeşit mahluklara miski nasıl sunabilirim? O şefaatçi peygamber, bu yüzden “İslam dünyada gariptir” remzini söylemiştir.
Çünkü zati, meleklerle hem dem olmakla beraber akrabaları bile ondan kaçarlar. Halk onun suretine bakar, onu kendilerine cins sanır ama ondaki kokuyu duymaz. Öküz suretindeki aslan gibi. Onu uzaktan görürsün ama içini deşmeye kalkışma. Deşersen ten öküzünü terk et. Çünkü o aslan huylu, öküzü paralar.
Öküz tabiatı, seni başından eder, hayvanlık huyu, seni hayvanlıktan ayırır. Öküz bile olsan onun yanında aslan kesilirsin. Fakat sen öküzlükten hoşlanıyorsan aslanlığı arama.....
Hz. Mevlana....
-
Ey benim canım, şu toprak perdesinin ötesinde, gizli bir zevk, gizli bir mutlu yalayış vardır. Her şeyi
gizleyen bu örtünün altında, yüzlerce güzel Yusuflar vardır. Bu ten, bu görünen beden ortadan
gidince, asıl varlığın olan ruhun kalkar. Ey sonsuz olan ruh, ey fani olan ten! Bu halin nasıl
olduğunu anlamak istersen, her gece kendine bak. Uykuya dalınca tenin ölmüş gibidir. Ruhunsa
cennet bahçelerine kanat çırpmaktadır. -
Baştan sona hepsini okuyup,izleyeceğim.
Eline sağlık hocam... -
quote:
Orjinalden alıntı: Ferfecir
Baştan sona hepsini okuyup,izleyeceğim.
Eline sağlık hocam...
sağol kardeşim biirleri okur istifade eder düşüncesiyle yazıyorum....ben seviyorum okuyorum hayatıma tatbik etmeye çalışıyorum...ilgin için çok sağol :) -
quote:
Orjinalden alıntı: Tarum
bu sözleri okuyunca insan insanlık sıfatına eriyor gibi....
Gönül sahibi, altı yüzlü aynadır. Tanrı, altı cihette de o aynadan nazar eder durur. Altı cihette bulunan, bu cihetlerden kurtulamayan kişiye Tanrı, o gönül sahibi vasıta olamadıkça nazar etmez.
Birisini ret ederse onun için eder. Kabul ederse yine şefaatçi odur. O olmadıkça Tanrı kimseye rızk vermezi. İşte ben, vuslata ulaşan kişinin ahvalinden bir miktarcığını söyledim. Tanrı, ihsanını onun eline kor da acınanlara onun elinden ihsanda bulunur. Onun avucu ile bütünlük denizi birleşmiştir. O, neliksiz ve niteliksizdir ve tam kemal sahibidir.
Söze sığmayan bu birleşmeyi söylemenin imkanı yoktur vesselam. Ey zengin, yüzlerce çuval altın getirsen Tanrı der ki: A iki büklüm adam gönül getir. Gönül senden razı ise ben de razıyım. Gönül senden yüz çevirmişse ben de yüz çeviririm. Sana bakmam, o gönle bakarım. Ey canı kapımda olan, bana armağan olarak gönül getir. Gönül sahibi, seninle nasılsa ben de öyleyim. Cennetler anaların ayakları altındadır. Halkın anası da odur, babası da odur, aslı da o. Ne mutlu gönlü deriden bedenden ayırt edebilen kişiye.
Sen dersin ki işte, sana gönül getirdim ya. Fakat o der ki: Kutu (şehir), bu gönüllerle dopdolu. Sen, bana alemin kutbu olan gönlü getir. İnsanın canının canının canının canı, o gönüldür. İşte onun için o gönüller sultanı, nur ve ihsanlarla dolu olan gönlü beklemektedir.
Sen günlerce Sebzvar şehrinde gezip dolaşsan o çeşit bir gönül bulamazsın. Nihayet solmuş, pörsümüş bir gönül bulur, onu salacaya kor, o tarafa götürürsün.
Ey padişahlar padişahı, sana gönül getirdim. Bu Sebzvar’da bundan daha iyi gönül yoktur dersin. O da der ki: A küstah, burası mezarlık mı ki buraya ölü gönül getiriyorsun? Yürü, padişah huylu gönlü getir ki varlık Sebzvar’ı onun yüzünden aman bulur. Sanki o gönül, bu cihandan gizlenmiştir. Çünkü karanlık, ışıkla bir yerde bulunmaz. Birbirlerine zıttır bunlar. Tabiat Sebzvar’ının, o gönülle düşmanlığı, Elest gününden miras kalmıştır.
Çünkü o, doğan kuşudur, dünya şehriyse kuzgun. Kendi cinsinden olmayanı görmek insanı yaralar. İnsan, kendi cinsinden olmayana yumuşaklık gösterirse münafıklığından gösterir, onunla uyuşursa bir şey elde etmek için uyuşur. Çünkü bu leş arayan aşağılık kuzgunun kat,kat yüz binlerce hilesi vardır.
Münafıklığı kabul ederlerse kurtulur; münafıklığı, kendisine fayda verecek bir doğruluk olur. Çünkü gönül sahibi, debdebesiyle beraber bizim pazarımızda ayıplıdır. Cansız değilsen gönül sahibini ara. Padişaha zıt değilsen gönülle aynı cinsten olmaya bak. Halbuki riyası, sana hoş gelen, tabiatına uygun olan kişi, dostundur. Dostundur ama Tanrı’nın dostu değil ki!
Kim senin huyuna suyuna giderse sence ya velidir, ya peygamber. Yürü, hava ve hevesi bırak da bir koku al, o güzelim amber kokusunu duy. Hava ve hevesine uyarsan dimağın bozulur. Misk ve amber sence hiçbir şeye yaramaz bir hale gelir. Bu sözün sonu gelmez, halbuki ceylanımız, ahırda bir yerden bir yere kaçıp durmada.
O göbeği miskli ceylan, günlerce eşek ahırında işkence çekmekteydi. Karaya vurmuş balık gibi can çekişmede, çırpınıp durmadaydı. Pislikle misk, adeta bir hokkaya girmişti.
Bir eşek diyordu ki: Ha, bu hayvanlar babası, padişahlarla beylerin huyundan susun. Başka bir eşek, onun gidip gelmesine bakıp alay ederek bir inci bulmuş, nasıl olur da ucuza satar? Diyordu.
Bir başka eşek, söyleyin diyordu, bu naziklikle padişahın tahtına çıkıp yaslansın. Bir başka eşek de çok yemiş, imtilaya uğramış, yemeden kalmıştı. Ceylanı çağırdı. Ceylan başını kaldırıp, Hayır iştahım yok, kuvvetsizim dedi. Eşek dedi ki: Biliyorum ki nazlanıyorsun. Yahut da utanıyorsun da onun için çekinmektesin.
Ceylan kendi kendisine o yemek senin yemeğin. Senin bedeninin cüzileri, ondan dirilmekte, tazeleşmekte. Ben çayırlığın arkadaşıyım. Duru sularla, bağlar, bahçelerle avunur, eğlenirdim. Kaza ve kader, bizi azaba düşürse o huy, o güzel tabiat nasıl olur da değişiverir?
Yoksul olduysam bile nasıl olurda yoksulca hareket ederim? Elbisem eskidiyse ben yeniyim. Ben, sümbülü, laleyi, reyhanı bile binlerce nazla ve istemeyerek yerdim dedi. Eşek, evet dedi, söylen, mırıldan. Gariplikle çok saçma şeyler söylenebilir.
Ceylan dedi ki: Göbeğim, sözlerime tanıklık etmede. Öd ağacı ile ambere bile ehemmiyet vermemede. Fakat koku almayan, bunları nereden duyacak? Pisliğe tapan eşeğe o koku haramdır. Eşek, yolda eşek pisliğini koklar. Bu çeşit mahluklara miski nasıl sunabilirim? O şefaatçi peygamber, bu yüzden “İslam dünyada gariptir” remzini söylemiştir.
Çünkü zati, meleklerle hem dem olmakla beraber akrabaları bile ondan kaçarlar. Halk onun suretine bakar, onu kendilerine cins sanır ama ondaki kokuyu duymaz. Öküz suretindeki aslan gibi. Onu uzaktan görürsün ama içini deşmeye kalkışma. Deşersen ten öküzünü terk et. Çünkü o aslan huylu, öküzü paralar.
Öküz tabiatı, seni başından eder, hayvanlık huyu, seni hayvanlıktan ayırır. Öküz bile olsan onun yanında aslan kesilirsin. Fakat sen öküzlükten hoşlanıyorsan aslanlığı arama.....
Hz. Mevlana....
bu sözler kafa karıştırı çok farklıdır..bir evliyanın sözleri belli bir makamda olamk lazımki anlayabilesin... ama herkez gönlüyle bir nebzede olsa anlar....biraz sabırla okumak gerekiyor...
-
mevlana hikayellerinde hep hayvanlar aleminden örnekler verir.Ama asıl sesleniş insanadır.Ama insan bilmez ...yada bilmek istemez.dersaneden hocam söylemişti:
bi arkadaşı "bediüzzaman said nursinin kitaplarını okuyorum ama yabancı kelime çok fazla anlayamıyorum " diyormuşhocamız şöyle demiş ona
"Eğer okuduğunu anlayamıyorsan bu okitaplardaki yabancı kelimelerin fazlalığından değil senin cahillliğindendir".............
!!!!!!
Mevlana hz.anlamadan boşu boşuna okuyan sadece gözünü yorar. karlı bi kazanç için "gönül vermek" gerekir ... -
bediüzzaman hazretlerinin kitaplarını anlamamak doğaldır artık orda kullanılan türkçe şimdi kullanılmıyor...okuyan kişinin anlamaması onun cahilliğini göstermez...bildiğim kadarıyla risale - i nur kitapları ilhamen yazdırılmış eserlerdir...ve bunuda çok iyi biliyorumki insanlarda binlerce letaif vardır akılda sadece bunlardan bitanesidir..akıl hissesini tam almıyor diye diğer letaifleri de bir nevi aç bırakmak olmaz...
birde belli bir zamandan sonra insan anlamaya başlıyor bilmediği sözcükler birden anlaşılır hale geliyor sadece sabır ve sebat gerekli...çünkü bahsettiğimiz eserler normal bir şahsın yazdığı eserler değiller...onlar belli zorlukları aşmış , artık kalp gözleri açılmış kişilerin eserleridir...ve şunuda söylemek isterim ben sait nursi hzlerinin eserleri gibi bir eser daha görmedim!!!çok farklı... -
Mevlana şöyle seslenir:
"Murat sensin. Neden oraya buraya koşuyorsun? O, sen demektir. Ama sen, sakın ben deme, hep sen diye söyle. Göz dürüst görürse, sen O olursun. O da sen olur."
Ip işlemleri
Bu mesaj IP'si ile atılan mesajları ara Bu kullanıcının son IP'si ile atılan mesajları ara Bu mesaj IP'si ile kullanıcı ara Bu kullanıcının son IP'si ile kullanıcı ara
KAPAT X
Bu mesaj IP'si ile atılan mesajları ara Bu kullanıcının son IP'si ile atılan mesajları ara Bu mesaj IP'si ile kullanıcı ara Bu kullanıcının son IP'si ile kullanıcı ara
KAPAT X