Şimdi Ara

İsrailli şirket, Ay'a iniş yaparak tarihte bir ilki gerçekleştirecek

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
19
Cevap
0
Favori
563
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
1 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj

  • İsrailli uzay şirketi SpaceIL, önümüzdeki Şubat ayında uydumuz Ay'a bir uzay aracı indirmeye hazırlanıyor. Geçtiğimiz günlerde görevle ilgili bir güncelleme yayınlayan şirket, uzay aracının her şeyiyle hazır olduğunu ve artık ekip olarak kalkış gününü beklediklerini belirtti. SpaceIL, başarıya ulaştığı takdirde Ay'a iniş yapabilen ilk özel şirket olarak tarihe geçecek.



    Kar amacı gütmeyen bir şirket olan SpaceIL, bir grup İsrailli bilim insanı tarafından Google'ın Lunar X Prize yarışmasında yer almak amacıyla 2011 yılında kurulmuştu. Şirket bu yarışmanın son beş finalistinden birisi olmayı başarmıştı ancak bildiğiniz gibi Lunar X Prize, 31 Mart 2018 itibarıyla herhangi bir kazananı olmadan sona erdi.



    Ayrıca Bkz.Google'ın 30 milyon dolarlık "Ay yarışması" kazanını olmadan sona erdi

    Google'ın uzay araştırmalarındaki özel yatırımları artırmak amacıyla 2007 yılında duyurduğu Lunar X Prize, 30 milyon dolarlık bir ödüle sahipti ve belirlenen kurallara göre 10 yıl içerisinde Ay'a iniş yapmayı başarabilen ilk şirket bu ödülün sahibi olacaktı. Ancak SpaceIL de dahil olmak üzere hiçbir şirket bunu başaramadı.



    Yarışma sona erdi ancak görev devam ediyor




    Lunar X Prize yarışması sona ermiş olmasına rağmen İsrailli araştırmacılar bunca yıllık emeğin boşa gitmesine izin vermedi. Uzay aracının geliştirme sürecine ara vermeden devam eden SpaceIL ekibi, artık tarih yazmaya çok yakın. Ekibin amacı ise İsrail'i Ay'a iniş yapabilen dördüncü ülke yapıp ülkede bir "Apollo etkisi" oluşturmak.



    İsrailli ekip,""Ülkemizin genç beyinlerine ilham olmak istiyoruz. Bu görev, binlerce çocuğumuzun bilim, teknoloji ve mühendislik alanlarında kariyer yapmasına ilham olacak." ifadelerini kullanıyor.




    Beresheet
    (İbranicede Tekvin yani Tevrat'ın birinci kitabının ismi) isimli keşif aracının son testlerini de başarıyla gerçekleştiren SpaceIL, şu anda uzay aracını ABD'deki kalkış alanına göndermeye hazırlanıyor. Beresheet, SpaceX'in Falcon 9 roketiyle birlikte şubat ayında Cape Canaveral Uzay Üssü'nden uzaya fırlatılacak.



    Kalkışın ardından yaklaşık iki ay boyunca Beresheet'in Dünya yörüngesinde kalması bekleniyor. Uzay aracı burada sürekli genişleyen eliptik yörüngelerde bulunacak. Sonrasında ise Ay'ın yörüngesine geçiş yapacak ve son olarak tarihi iniş gerçekleşecek. Keşif aracının Ay'da yüksek çözünürlüklü fotoğraflar ve videolar çekmesi ve çeşitli bilimsel araştırmalar yapması bekleniyor.



    Ay'a "Zaman Kapsülü" götürecek




    Beresheet ayrıca beraberinde Ay'a bir "Zaman Kapsülü" de götürecek. Üç küçük diskten oluşan bu zaman kapsülü içerisinde; İsrail Bağımsızlık Bildirgesi, İsrail ulusal marşı, İsrail bayrağı, İbranice şarkılar ve İsrailli çocukların çizdiği resimler gibi ülkenin ulusal miraslarını içeren dijital dosyalar yer alacak.

      







  • tostumm kullanıcısına yanıt
    Bir gece ansızın gelebilirim ( Rast Makamindan ... ) ...

    http://www.wikizeroo.net/index.php?q=aHR0cHM6Ly90ci53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvUmFzdF8obWFrYW0p


    Bilmde yaristan cok Islamik kotek olma mi . Kafan hos anlasilan ...


    Izrail dogru olani yapiyor ...
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Celonfix

    Hiç merak etmeyin,benim müslüman kardeşlerim sapanlarını kullanarak bu kafilerin uzay araçlarını vurup düşürecek ve bu oyunu bozacaktır

    Filistin'de verilen yaşam mücadelesini bu şekilde alaya aldığın için kendinden utanmalısın. Emin ol söylediğin bu söz senin yanına kâr kalmayacaktır.
  • Ay'ın da içine edecek pislikler.

  • Celonfix kullanıcısına yanıt
    Al sana farklı bir beyin çorbası her olayı müslümanlara saldırmak için sansar gibi bekleyen bir ezik fırsatçı

  • Türkiye israil'den drone alamadı. Daha iyisini yaptı.
    Eğer bütçe ayrılsa ve uğraşsalar onlardan daha ileri seviyeye giderler.

  • dede17 D kullanıcısına yanıt
    adam doğru söylemiş . taşlamanın alemi yok. toprak satarken düşeneceklerdi. ya da osmanlıyı arakadan hançerlerken.

  • fortune1905 kullanıcısına yanıt
    Filistinliler topraklarını gerçekten sattı mı?
    Siyonist lobiler Amerika’da: “Filistin boş bir araziydi, bir çölden ibaretti. Biz girdik ihya ettik. Dolayısıyla orası bize aittir” diye propaganda yapıyorlar. İslam alemine yönelik olarak ise: “Filistinliler kendi topraklarını kendi elleriyle sattılar, biz de büyük paralar verip satın aldık” diye propaganda yapıyorlar. Burada çok açık bir çelişki dikkat çekmektedir. Çok fazla tarihe gitmeye gerek yok. Bugün yaşanan vakıa her iki iddiayı da yalanlamaktadır. Bugün Filistin’in içinde dört, Filistin’in dışında ise beş milyon civarında olmak üzere dünyada toplam 9 milyon Filistinli yaşamaktadır. Filistin’in dışındakilerin tamamına yakını, Filistin’in içindekilerin de yarıya yakın bir kısmı mülteci durumundadır.

    Yani tehcire tabi tutulmuş, göçe zorlanmışlardır. Filistin topraklarının toplam yüzölçümü 28.220 km2’dir. Bunun bir bölümünü Nakab çölü oluşturmaktadır. Burası hala ihya edilmemiştir ve ihya edilmeye de müsait değildir. Sadece bazı bölümleri otlak olarak ve küçük çaplı tarım için kullanılmaktadır. Bir de İsrail bu çölü Filistinli tutsakları atmak için kurduğu bazı zindanlar ve meşhur Dimona nükleer santralı için arsa olarak kullanmaktadır. Fakat bununla birlikte Nakab çölünü de dahil ederek nüfus yoğunluklarına bir bakalım: Dünyadaki tüm Filistinli nüfus halen burada yaşıyor olsaydı, tehcire tabi tutulmasaydı ve dışarıdan yahudi göçü olmasaydı, bu topraklarda km2 başına 318 kişi düşüyor olacaktı. Türkiye’de km2 başına ortalama 80 kişi düşmektedir.

    Yani Filistin’deki nüfus yoğunluğu Türkiye’dekinin 4 katına tekabül ediyor olacaktı. Halen de nüfus yoğunluğu buna yakındır, çünkü göçe zorlanan Filistinli sayısına yakın sayıda yahudi dışarıdan göç ettirilmiş, bunların bir kısmı intifada dönemlerinde tersine göç etmiştir ve şu anda 5 milyon civarında yahudi nüfus bulunmaktadır. Peki nasıl oluyor da boş araziye mensup nüfus bu kadar büyük bir yoğunluk oluşturabiliyor? Zaten Lübnan’da, Suriye’de, Ürdün’de, Gazze’de ve Batı Yaka’da kurulan mülteci kamplarında yaşayan Filistinlilerin sayısı siyonistlerin söz konusu iddialarını yalanlamıyor mu?

    İşgalci siyonistler, Filistinlilerin arazilerini kendi elleriyle sattıklarını ve kendilerinin de buraları almak için büyük paralar ödediklerini söylüyorlar. Peki sattıkları araziler karşılığında büyük paralar alanların bugün gittikleri ülkelerde mülk edinmiş ve rahat bir hayata kavuşmuş olmaları gerekmez miydi? Bunların hepsi de herhalde o kadar büyük miktarlarda paraları birkaç günlük zevkleri için çarçur edecek ya da kumarda kaybedecek kadar aptal değillerdi. Oysa Filistinliler zikrettiğim yerlerde kurulmuş mülteci kamplarında tam anlamıyla sefalete mahkum durumdadırlar ve uluslararası yardım kuruluşlarının ellerine bakmaktadırlar. O insanların yaşadıkları hayatı ben gözlerimle gördüm. Arzu edenler gidip görebilirler.

    Bir insan kendi öz mülkünü kendi eliyle satıp da sefaleti tercih eder mi? Bu durum o insanların, arazilerini satarak değil de tehcire zorlanarak topraklarını terk ettiklerinin akli bir delilidir.

    Filistin’den dışarıya toplu göç 1948 Savaşı’nda başlamıştır. Bu tarihten önce toplu göç olmamıştır. Bu olay Filistin dışına çıkan Filistinlilerin yurtlarını, topraklarını satarak değil de savaş yoluyla ve kendilerine karşı şiddete başvurulması sebebiyle terk ettiklerinin delilidir. Çünkü yahudi örgütleri toprak satın alma konusunda en yoğun çalışmalarını 1948’den önce yürütmüşlerdir. Bu tarihten sonra tehcir yoluyla zaten geniş arazilere el koymuşlardır.

    İsrail işgal devleti, göçe zorlanan Filistinlilerin arazilerini yahudi göçmenlere vermek amacıyla “terk edilmiş arazilerle ilgili kanun” başlığı altında bir kanun çıkardı. Bu kanuna dayalı olarak yüz binlerce dönüm arazi yahudi göçmenlere peşkeş çekilmiştir. İşgal devletinin zaten 55 seneden ibaret olan tarihini objektif bir bakış açısıyla incelerseniz bu kanun ve uygulanması hakkında bilgi edinmeniz mümkündür. Şimdi burada bir çelişki ortaya çıkmıyor mu? Madem ki Filistinliler arazilerini kendi elleriyle sattılar; neden buralar “terk edilmiş araziler” hükmüne girdi.

    İsrail bugün mülteci durumundaki Filistinlilerin geriye dönme haklarını red konusunda oldukça ısrarlı davranıyor. Bakın en son “Yol Haritası” planını kabul ederken de mültecilerin vatanlarına dönüş haklarının reddini şart koştu. Peki neden bu insanların yurtlarına dönme haklarını red konusunda bu kadar ısrarlı davranıyor? Eğer o insanların topraklarını parayla satın almış olsalardı, ellerindeki satış belgelerini ve tapuları gösterir, geriye dönen mültecileri de bir yerlere istif ederlerdi. Ama öyle değil. Göçe zorlanan insanların arazilerine “terk edilmiş arazilerle ilgili kanun” yoluyla el koyduklarından mülteciler yurtlarına döndüklerinde o terk edilmiş arazilerin gerçek sahipleri ortaya çıkacak ve işgalcilerin buralara satın alma yoluyla değil de gasp yoluyla sahip oldukları anlaşılacak. İşte bütün mesele bu. Sadece bu gerçek bile siyonistlerin “Filistinliler topraklarını sattılar” iddialarını yalanlamaya yetebilir.

    Yahudilerin Filistin topraklarında mülk edinmelerinin tarihine bir bakalım: Filistin toprakları 28 milyon dönümdür. 1948’de İsrail işgal devleti kurulduğunda yahudilerin sahip oldukları arazi miktarı 2 milyon dönümdü. Yani tüm Filistin topraklarının % 7’si.

    Bunun 650 bin dönümünü Osmanlı devleti döneminde mülk edinmişlerdir. O dönemde mülk edinmeleri ise ta Kanuni zamanında başlamıştır. Osmanlı devletinde ilk yahudi lobisini oluşturan Yusuf Nassi’nin Kanuni’yle iyi ilişkilerinden dolayı Kanuni ona Taberiye gölü civarında bazı arazileri bağışlamıştı. İşte bu olayla başlayan mülk edinme çabalarıyla 1917’de Filistin’in işgaline kadar ki süre içinde toplam 650 bin dönüm arazi edinmişlerdir.

    300 bin dönümünü İngiliz işgalciler onlara bağışlamışlardır. Şöyle ki İngilizler, Filistinlilere ağır arazi vergileri uyguluyor, bu vergileri ödeyemediklerinde de mülklerine el koyuyor ve sonra buraları yahudi göçmenlere peşkeş çekiyorlardı.

    200 bin dönümünü yine İngiliz işgalciler, yahudilere göstermelik bir şekilde parayla satmışlardır. Bu şekilde satılan arazilere de zikrettiğimiz vergi oyunuyla el konulmuştu ve satım işlemi de sembolik paralarla gerçekleşti.

    600 bin dönümü de kendileri Filistin dışından olan, Lübnan ve Suriye’de ikamet edip Filistin’de mülk edinmiş bazı Arap kökenlilerden satın almışlardır.

    Buraya kadar ki kısımda Filistinlilerin herhangi bir dahlinin olmadığını görüyoruz. Yani yahudilerin 1948’e kadar edindikleri arazilerin 8’de 7’sinde Filistinlilerin müdahalesi söz konusu değildir.

    250 bin dönüm araziyi de Filistinlilerden satın almışlardır. Yani Filistinlilerden satın aldıkları toplam arazi miktarı Filistin topraklarının % 0,9’una (binde 9’una) tekabül ediyordu. Arazilerini satanlar da halktan çok şiddetli tepkilerle karşı karşıya kaldıklarından Filistin’i terk etmek zorunda kalmışlardı. Şimdi satılan arazilerin tüm topraklara oranıyla onları satanların genel nüfusa oranlarını denk kabul ederek düşünelim: Bir halk hakkında hüküm verirken % 0,9’un tavrına göre mi yoksa % 99,1’in tavrına göre mi hüküm verilir? Filistin halkının en az % 99’u göçmen yahudilere arazi satmama konusundaki kararlılıklarını korumuşlardır. Bu kararlılığa bağlı kalmayanları da içlerinde barındırmamışlardır. Her halkın içinde mutlaka o halkın genel tavrına muhalefet edenler, kararlılığa uymayanlar çıkar. Eğer yahudi göçmenlerin, yahudi göçünü teşvik eden örgütlerin bütün teşviklerine, cazibeli fiyat tekliflerine rağmen 30 yıl içinde satılan toplam arazi miktarı binde dokuzda kalmışsa bu, Filistin halkının bu konudaki dayanışmasını, kararlılığını ve üstün mücadele azmini gösterir. Ama ne yazık ki Filistin halkı bütün bu kararlılığına rağmen iftiraya uğramıştır. Bu tıpkı iffetini koruma konusunda oldukça dikkatli bir insana fuhuş iftirasında bulunulması gibidir.

    Yahudi göçmenlerin 1948’den sonra gayri menkul edinmeleri tamamen işgal, gasp ve göçe zorlama yoluyla olmuştur. Göçe zorlanan Filistinlilerin arazilerine el koymak için de yukarıda zikrettiğimiz kanunu kullanmışlardır.

    Filistinlilerin arazilerini sattıkları iddiasını bu halk aleyhine bir propaganda malzemesi olarak kullanmaya çalışanların da itiraf ettikleri gibi arazilerini satanlar Filistin topraklarını terk etmişlerdir. Yukarıda da zikrettiğimiz üzere Filistin halkının oldukça basit bir kısmını teşkil eden bu insanların, ya aldıkları paralarla başka yerlerde mülk edinmek amacıyla ya da şiddetli tepkilerle karşılaşmaları sebebiyle Filistin topraklarını terk ettikleri bir gerçektir. Yani bugün Filistin topraklarında yaşamaya devam edip de o toprakların İslami kimliğini savunanlar, her türlü zorluğa katlanarak, sürekli ölümü başlarının ucunda hissederek direnenler, toprak satanlar veya onların çocukları değildir. Bu durumda bu insanların başlarına gelenlerin, arazilerin yahudilere satılmasından kaynaklandığının iddia edilmesi Allah’ın adaletine bir iftira olmaz mı?

    Siyonistlerin söz konusu iddiaları ortaya atmalarının temel amacı Müslüman halkların Filistin davasına ilgilerini zayıflatmak ve Filistin halkının mağduriyetine bigane kalmalarına sebep olmaktır. Ne yazık ki bu konuda amaçlarını kısmen gerçekleştirdiklerini de görüyoruz. Çünkü Filistin davasına ilgisiz kalanlar genellikle “toprak sattılar” iddiasını kendilerine gerekçe gösteriyorlar. Oysa İslam tüm Müslümanları kardeş ilan etmiştir. Bir kimse kardeşini herhangi bir hatasından dolayı canavarın önüne atmaz. Siyonizmin Filistin halkına layık gördüğü zulüm bir canavarın yaptığından farksızdır. Bu durum karşısında o insanların mazlumiyetlerine ve mağduriyetlerine bigane kalmamıza, “toprak sattılar” iddiası gerekçe teşkil edebilir mi? Kaldı ki bu iddia, yukarıda ifade ettiğimiz üzere şu an Filistin topraklarında varlık mücadelesi verenleri ilgilendiren bir iddia olmadığı halde o insanlar üç ayrı zulme maruz kalıyorlar: Bir: Topraklarını gasp eden işgalcilerin zulmüne. İki: Kendilerinin işlemedikleri bir hatadan dolayı iftiraya maruz kalma zulmüne Üç: O hatayı işlemiş olanların zulmüne. Buna bir de Müslümanların o hatayı gerekçe göstererek davalarına bigane kalmalarını eklerseniz o insanların her yönden mağdur oldukları sonucuna varırsınız.




  • gelecekte uzaydan çok sağlam maden getircekler gibi duruyor
  • quote:

    Orijinalden alıntı: dede17

    Filistinliler topraklarını gerçekten sattı mı?
    Siyonist lobiler Amerika’da: “Filistin boş bir araziydi, bir çölden ibaretti. Biz girdik ihya ettik. Dolayısıyla orası bize aittir” diye propaganda yapıyorlar. İslam alemine yönelik olarak ise: “Filistinliler kendi topraklarını kendi elleriyle sattılar, biz de büyük paralar verip satın aldık” diye propaganda yapıyorlar. Burada çok açık bir çelişki dikkat çekmektedir. Çok fazla tarihe gitmeye gerek yok. Bugün yaşanan vakıa her iki iddiayı da yalanlamaktadır. Bugün Filistin’in içinde dört, Filistin’in dışında ise beş milyon civarında olmak üzere dünyada toplam 9 milyon Filistinli yaşamaktadır. Filistin’in dışındakilerin tamamına yakını, Filistin’in içindekilerin de yarıya yakın bir kısmı mülteci durumundadır.

    Yani tehcire tabi tutulmuş, göçe zorlanmışlardır. Filistin topraklarının toplam yüzölçümü 28.220 km2’dir. Bunun bir bölümünü Nakab çölü oluşturmaktadır. Burası hala ihya edilmemiştir ve ihya edilmeye de müsait değildir. Sadece bazı bölümleri otlak olarak ve küçük çaplı tarım için kullanılmaktadır. Bir de İsrail bu çölü Filistinli tutsakları atmak için kurduğu bazı zindanlar ve meşhur Dimona nükleer santralı için arsa olarak kullanmaktadır. Fakat bununla birlikte Nakab çölünü de dahil ederek nüfus yoğunluklarına bir bakalım: Dünyadaki tüm Filistinli nüfus halen burada yaşıyor olsaydı, tehcire tabi tutulmasaydı ve dışarıdan yahudi göçü olmasaydı, bu topraklarda km2 başına 318 kişi düşüyor olacaktı. Türkiye’de km2 başına ortalama 80 kişi düşmektedir.

    Yani Filistin’deki nüfus yoğunluğu Türkiye’dekinin 4 katına tekabül ediyor olacaktı. Halen de nüfus yoğunluğu buna yakındır, çünkü göçe zorlanan Filistinli sayısına yakın sayıda yahudi dışarıdan göç ettirilmiş, bunların bir kısmı intifada dönemlerinde tersine göç etmiştir ve şu anda 5 milyon civarında yahudi nüfus bulunmaktadır. Peki nasıl oluyor da boş araziye mensup nüfus bu kadar büyük bir yoğunluk oluşturabiliyor? Zaten Lübnan’da, Suriye’de, Ürdün’de, Gazze’de ve Batı Yaka’da kurulan mülteci kamplarında yaşayan Filistinlilerin sayısı siyonistlerin söz konusu iddialarını yalanlamıyor mu?

    İşgalci siyonistler, Filistinlilerin arazilerini kendi elleriyle sattıklarını ve kendilerinin de buraları almak için büyük paralar ödediklerini söylüyorlar. Peki sattıkları araziler karşılığında büyük paralar alanların bugün gittikleri ülkelerde mülk edinmiş ve rahat bir hayata kavuşmuş olmaları gerekmez miydi? Bunların hepsi de herhalde o kadar büyük miktarlarda paraları birkaç günlük zevkleri için çarçur edecek ya da kumarda kaybedecek kadar aptal değillerdi. Oysa Filistinliler zikrettiğim yerlerde kurulmuş mülteci kamplarında tam anlamıyla sefalete mahkum durumdadırlar ve uluslararası yardım kuruluşlarının ellerine bakmaktadırlar. O insanların yaşadıkları hayatı ben gözlerimle gördüm. Arzu edenler gidip görebilirler.

    Bir insan kendi öz mülkünü kendi eliyle satıp da sefaleti tercih eder mi? Bu durum o insanların, arazilerini satarak değil de tehcire zorlanarak topraklarını terk ettiklerinin akli bir delilidir.

    Filistin’den dışarıya toplu göç 1948 Savaşı’nda başlamıştır. Bu tarihten önce toplu göç olmamıştır. Bu olay Filistin dışına çıkan Filistinlilerin yurtlarını, topraklarını satarak değil de savaş yoluyla ve kendilerine karşı şiddete başvurulması sebebiyle terk ettiklerinin delilidir. Çünkü yahudi örgütleri toprak satın alma konusunda en yoğun çalışmalarını 1948’den önce yürütmüşlerdir. Bu tarihten sonra tehcir yoluyla zaten geniş arazilere el koymuşlardır.

    İsrail işgal devleti, göçe zorlanan Filistinlilerin arazilerini yahudi göçmenlere vermek amacıyla “terk edilmiş arazilerle ilgili kanun” başlığı altında bir kanun çıkardı. Bu kanuna dayalı olarak yüz binlerce dönüm arazi yahudi göçmenlere peşkeş çekilmiştir. İşgal devletinin zaten 55 seneden ibaret olan tarihini objektif bir bakış açısıyla incelerseniz bu kanun ve uygulanması hakkında bilgi edinmeniz mümkündür. Şimdi burada bir çelişki ortaya çıkmıyor mu? Madem ki Filistinliler arazilerini kendi elleriyle sattılar; neden buralar “terk edilmiş araziler” hükmüne girdi.

    İsrail bugün mülteci durumundaki Filistinlilerin geriye dönme haklarını red konusunda oldukça ısrarlı davranıyor. Bakın en son “Yol Haritası” planını kabul ederken de mültecilerin vatanlarına dönüş haklarının reddini şart koştu. Peki neden bu insanların yurtlarına dönme haklarını red konusunda bu kadar ısrarlı davranıyor? Eğer o insanların topraklarını parayla satın almış olsalardı, ellerindeki satış belgelerini ve tapuları gösterir, geriye dönen mültecileri de bir yerlere istif ederlerdi. Ama öyle değil. Göçe zorlanan insanların arazilerine “terk edilmiş arazilerle ilgili kanun” yoluyla el koyduklarından mülteciler yurtlarına döndüklerinde o terk edilmiş arazilerin gerçek sahipleri ortaya çıkacak ve işgalcilerin buralara satın alma yoluyla değil de gasp yoluyla sahip oldukları anlaşılacak. İşte bütün mesele bu. Sadece bu gerçek bile siyonistlerin “Filistinliler topraklarını sattılar” iddialarını yalanlamaya yetebilir.

    Yahudilerin Filistin topraklarında mülk edinmelerinin tarihine bir bakalım: Filistin toprakları 28 milyon dönümdür. 1948’de İsrail işgal devleti kurulduğunda yahudilerin sahip oldukları arazi miktarı 2 milyon dönümdü. Yani tüm Filistin topraklarının % 7’si.

    Bunun 650 bin dönümünü Osmanlı devleti döneminde mülk edinmişlerdir. O dönemde mülk edinmeleri ise ta Kanuni zamanında başlamıştır. Osmanlı devletinde ilk yahudi lobisini oluşturan Yusuf Nassi’nin Kanuni’yle iyi ilişkilerinden dolayı Kanuni ona Taberiye gölü civarında bazı arazileri bağışlamıştı. İşte bu olayla başlayan mülk edinme çabalarıyla 1917’de Filistin’in işgaline kadar ki süre içinde toplam 650 bin dönüm arazi edinmişlerdir.

    300 bin dönümünü İngiliz işgalciler onlara bağışlamışlardır. Şöyle ki İngilizler, Filistinlilere ağır arazi vergileri uyguluyor, bu vergileri ödeyemediklerinde de mülklerine el koyuyor ve sonra buraları yahudi göçmenlere peşkeş çekiyorlardı.

    200 bin dönümünü yine İngiliz işgalciler, yahudilere göstermelik bir şekilde parayla satmışlardır. Bu şekilde satılan arazilere de zikrettiğimiz vergi oyunuyla el konulmuştu ve satım işlemi de sembolik paralarla gerçekleşti.

    600 bin dönümü de kendileri Filistin dışından olan, Lübnan ve Suriye’de ikamet edip Filistin’de mülk edinmiş bazı Arap kökenlilerden satın almışlardır.

    Buraya kadar ki kısımda Filistinlilerin herhangi bir dahlinin olmadığını görüyoruz. Yani yahudilerin 1948’e kadar edindikleri arazilerin 8’de 7’sinde Filistinlilerin müdahalesi söz konusu değildir.

    250 bin dönüm araziyi de Filistinlilerden satın almışlardır. Yani Filistinlilerden satın aldıkları toplam arazi miktarı Filistin topraklarının % 0,9’una (binde 9’una) tekabül ediyordu. Arazilerini satanlar da halktan çok şiddetli tepkilerle karşı karşıya kaldıklarından Filistin’i terk etmek zorunda kalmışlardı. Şimdi satılan arazilerin tüm topraklara oranıyla onları satanların genel nüfusa oranlarını denk kabul ederek düşünelim: Bir halk hakkında hüküm verirken % 0,9’un tavrına göre mi yoksa % 99,1’in tavrına göre mi hüküm verilir? Filistin halkının en az % 99’u göçmen yahudilere arazi satmama konusundaki kararlılıklarını korumuşlardır. Bu kararlılığa bağlı kalmayanları da içlerinde barındırmamışlardır. Her halkın içinde mutlaka o halkın genel tavrına muhalefet edenler, kararlılığa uymayanlar çıkar. Eğer yahudi göçmenlerin, yahudi göçünü teşvik eden örgütlerin bütün teşviklerine, cazibeli fiyat tekliflerine rağmen 30 yıl içinde satılan toplam arazi miktarı binde dokuzda kalmışsa bu, Filistin halkının bu konudaki dayanışmasını, kararlılığını ve üstün mücadele azmini gösterir. Ama ne yazık ki Filistin halkı bütün bu kararlılığına rağmen iftiraya uğramıştır. Bu tıpkı iffetini koruma konusunda oldukça dikkatli bir insana fuhuş iftirasında bulunulması gibidir.

    Yahudi göçmenlerin 1948’den sonra gayri menkul edinmeleri tamamen işgal, gasp ve göçe zorlama yoluyla olmuştur. Göçe zorlanan Filistinlilerin arazilerine el koymak için de yukarıda zikrettiğimiz kanunu kullanmışlardır.

    Filistinlilerin arazilerini sattıkları iddiasını bu halk aleyhine bir propaganda malzemesi olarak kullanmaya çalışanların da itiraf ettikleri gibi arazilerini satanlar Filistin topraklarını terk etmişlerdir. Yukarıda da zikrettiğimiz üzere Filistin halkının oldukça basit bir kısmını teşkil eden bu insanların, ya aldıkları paralarla başka yerlerde mülk edinmek amacıyla ya da şiddetli tepkilerle karşılaşmaları sebebiyle Filistin topraklarını terk ettikleri bir gerçektir. Yani bugün Filistin topraklarında yaşamaya devam edip de o toprakların İslami kimliğini savunanlar, her türlü zorluğa katlanarak, sürekli ölümü başlarının ucunda hissederek direnenler, toprak satanlar veya onların çocukları değildir. Bu durumda bu insanların başlarına gelenlerin, arazilerin yahudilere satılmasından kaynaklandığının iddia edilmesi Allah’ın adaletine bir iftira olmaz mı?

    Siyonistlerin söz konusu iddiaları ortaya atmalarının temel amacı Müslüman halkların Filistin davasına ilgilerini zayıflatmak ve Filistin halkının mağduriyetine bigane kalmalarına sebep olmaktır. Ne yazık ki bu konuda amaçlarını kısmen gerçekleştirdiklerini de görüyoruz. Çünkü Filistin davasına ilgisiz kalanlar genellikle “toprak sattılar” iddiasını kendilerine gerekçe gösteriyorlar. Oysa İslam tüm Müslümanları kardeş ilan etmiştir. Bir kimse kardeşini herhangi bir hatasından dolayı canavarın önüne atmaz. Siyonizmin Filistin halkına layık gördüğü zulüm bir canavarın yaptığından farksızdır. Bu durum karşısında o insanların mazlumiyetlerine ve mağduriyetlerine bigane kalmamıza, “toprak sattılar” iddiası gerekçe teşkil edebilir mi? Kaldı ki bu iddia, yukarıda ifade ettiğimiz üzere şu an Filistin topraklarında varlık mücadelesi verenleri ilgilendiren bir iddia olmadığı halde o insanlar üç ayrı zulme maruz kalıyorlar: Bir: Topraklarını gasp eden işgalcilerin zulmüne. İki: Kendilerinin işlemedikleri bir hatadan dolayı iftiraya maruz kalma zulmüne Üç: O hatayı işlemiş olanların zulmüne. Buna bir de Müslümanların o hatayı gerekçe göstererek davalarına bigane kalmalarını eklerseniz o insanların her yönden mağdur oldukları sonucuna varırsınız.
    1. Yaziyi kim yazdi.

    2. Demekki Filistinli ler etrafında cogalan yahudileri görmezden gelip hiçbir sey yapmamislar.



    Haklı hiçbir tarafi yok. Sen kendi topraklarini savunmazsan baskasi gelip seni savunmaz.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • fortune1905 kullanıcısına yanıt
    Senin anlamakta zorluk çektiğin olay dünyada bir düzen bir nizam var bu adamlar 1. dünya savaşında şekli vardiler 2. dünya savaşıylada cila çektiler bugün borular onlara bağlandı güç onlarda ülkeymiş yapsalarmış bilmem neymiş anlam ifade etmez. Zamanın ruhu itibari ile çünkü bunu amaçlamışlar sen diyorsun ki şimdi bir insan başka birisini öldürüp malını toprağını alsa bile bunu yapabiliyorsa haklıdır iyidir normaldir diyorsun. Yaptırmayacak tı diyorsun olaya böyle bakıyorsun bakış açın bu mu? öncelikle onu sorayım
  • quote:

    Orijinalden alıntı: dede17

    Senin anlamakta zorluk çektiğin olay dünyada bir düzen bir nizam var bu adamlar 1. dünya savaşında şekli vardiler 2. dünya savaşıylada cila çektiler bugün borular onlara bağlandı güç onlarda ülkeymiş yapsalarmış bilmem neymiş anlam ifade etmez. Zamanın ruhu itibari ile çünkü bunu amaçlamışlar sen diyorsun ki şimdi bir insan başka birisini öldürüp malını toprağını alsa bile bunu yapabiliyorsa haklıdır iyidir normaldir diyorsun. Yaptırmayacak tı diyorsun olaya böyle bakıyorsun bakış açın bu mu? öncelikle onu sorayım
    suriyelilere bakarsan ne demek istediğimi anlarsın.
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.